Gazeteci,
Siyasetçi, 19 ve 24. Dönem Diyarbakır - 25.
Dönem Ağrı Milletvekili. 3 Mayıs 1961 tarihinde Diyarbakır'ın Silvan ilçesine
bağlı Bahçeköy’de doğdu. Baba adı Fahrettin, anne adı Hediye'dir. On dört
yaşındayken, kuzeni ve bölgenin büyük ailelerinden birinin oğlu olan Diyarbakır
Belediye Başkanı Mehdi Zana ile evlendi (1975).
Mehdi
Bey, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra tutuklanarak, cezaevine konuldu. Bu
nedenle Leyla Zana; eşinin on dört yıl süren Diyarbakır, Aydın, Afyon ve
Eskişehir cezaevlerindeki yaşamı sırasında onun ardından şehir şehir dolaştı.
Eşini ziyaretlerinin biri sırasında gittiği cezaevinde gözaltına alınarak
mahkûm edildi. Cezaevinde Türkçe okuma yazmayı öğrendi. Yeni Ülke gazetesinin Diyarbakır bölge
temsilciliğini yaptı. 1989 yılında İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nde
görev üstlendi. Dışarıdan sınavlara girerek ilkokul, ortaokul ve lise
diplomalarını aldı.
Leyla
Zana, Türkiye’de Kürt siyasetinin hak arayışları mücadelesinde aktif olarak yer
aldı. Siyasete girerek, TBMM XIX. Dönem (20 Ekim 1991 - 24 Aralık 1995) Genel
Seçimlerinde bölge kadınlarının desteği ile o zamandaki Sosyal Demokrat Halkçı
Parti (SHP) listesinden ve Halkın Emek Partisi (HEP) kontenjanından Diyarbakır
Milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. XIX. Dönem Diyarbakır Milletvekiliği
Anayasanın 84/3 maddesine göre üyeliği, 30.06.1994 tarihinde sona ermiştir.
6
Kasım 1991 tarihinde yeni yasama dönemine girerken yapılan yemin töreninde,
başında Kürtlerin sembol renkleri olan yeşil - sarı - kırmızıdan oluşan bir saç
bandı vardı. Türkçe yaptığı yeminini Kürtçe, “Ez vé sondé li ser navé gelé
kurd û tirk dixwînim” (Bu yemini Türk ve Kürt
halklarının kardeşliği adına ediyorum) cümlesi ile tamamladı. Yemin
töreninin ardından oluşan tepkilerin odağı durumuna geldi.
TBMM
Genel Kurulunda başlayan ve devam eden tepkiler nedeniyle, öteki Kürt
parlamenterlerle birlikte SHP’den ayrılarak yeni kurulan Demokrasi Partisi
(DEP)’ne geçti. 1994 yılında TBMM’de yapılan bir oylama ile Zana ve öteki DEP
milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, tutuklanarak cezaevine
konuldular. Hemen ardından da DEP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Zana
ve öteki DEP Milletvekilleri yasadışı örgüt üyeliği suçlaması ile 15 yıl hapis
cezasına çarptırıldılar.
Leyla
Zana’nın 17 Mart 1994’ten 8 Haziran 2004 tarihine kadar süren cezaevi dönemi,
yurtiçi ve yurtdışında pek çok barış kuruluşu ile insan hakları merkezli olarak
çalışan sivil platformunun desteği ile geçti. Bu dönemde cezaevinden yazdığı
mektuplar önce bir gazetede süreli olarak yayımlandı, ardından da kitap olarak
basıldı…
2004
yılında serbest bırakılan Zana, hemen ardından “Demokratik Toplum Hareketi”
çalışmalarına başladı. 2005 yılında Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin
kurucuları arasında yer aldı. Ancak serbest kalmasının ardından uzun süre,
seçme-seçilme ve diğer siyasi haklarından yoksun bırakıldı. Dokuz ayrı
konuşması nedeniyle 55 yıl hapis cezası istemi ile yargılanmaktadır.
Bağımsız
olarak girdiği 12 Haziran 2011 seçimlerinde yeniden Diyarbakır Milletvekili (XXIV.
Dönem) seçildi. Bu tarihe kadar Diyarbakır’da yaşayan Leyla Zana, 17 yıl aradan
sonra tekrar Ankara’ya, parlamenterliğe dönmüş oldu. Evli ve 3 çocuk annesidir.
Leyla
Zana; Rafto Ödülü (Profesör Thorolf Rafto / Norveç 1994), Roma Onursal
Vatandaşlık Ödülü (İtalya 1994), Bruno Kriesky Ödülü (Avusturya 1995), Rose
Ödülü (Danimarka 1995), Aix-la- Chapelle İnsan Hakları Ödülü (1995), Aachener
Friedenspreis Ödülü (Almanya 1995), Avrupa Parlamentosu, Sakharov Düşünce
Özgürlüğü Ödülü (1995), Valle D’Aosta Yılın Kadını Ödülü (İtalya 1998), Paris
Şehri Altın Madalyası (Fransa, 2004), Cenevre Onursal Vatandaşlık Ödülü, Yılın
İnsan Hakları Ödülü (Diyarbakır İHD, 2010) gibi ulusal ve uluslararası
ödüllerin sahibidir.
1
Kasım 2015 seçiminden sonra yemin ederken “Türk milleti” yerine “Türkiye
milleti” dediği için andı kabul edilmeyen HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana’nın
milletvekilliği 11.01.2018’de düşürüldü.
Siyasete
SHP’de başlayan Leyla Zana, parti kapamalarının sonucu olarak siyasi
çalışmalarını ÖZEP, HEP, DEP ve HDP’de sürdürmüştür.
Leyla
Zana, evli, 3 çocuk annesidir.
KAYNAKÇA: TBMM Albümü 3. Cilt 1983-2010
(2010), Kendisinden alınan bilgiler (Kasım 2012), TBMM Albümü 25. Dönem
(tbmm.gov.tr, 18.11.2016), 24 yıl sonra yeniden: Leyla Zana’nın milletvekilliği
düşürüldü (hürriyet.com.tr, 11.01.2018).
Mehdi Zana, Mehmed
Uzun, Canip Yıldırım, Musa Anter, Şivan Perver gibi sosyalist Kürt aydınlarının
evlilikleriyle, son dönemde dinci şeyhlere, toprak ağalarına, gerici
yönetimlere methiye düzülmesi arasında nasıl bir ilişki olduğunu irdelemek
istiyorum. Evet işin sırrı evlilikte...
BİR dönemdir kafamda yer
“Açılım” sürecini yaşadığımız bugünlerde bu soru
çok önemlidir.
Çünkü
entelektüel birikimin yaratılamaması çözümsüzlük kaynağıdır.
Bugün
ne yazık ki bazı DTP’lilerin sözleri ve tavırları bunun göstergesidir. Yeni
düşünsel oluşumlar yaratamayanlar, “mahalli
dili” aşamayan milliyetçi
tavırlarla, sorunu içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Bu
durum “Kürt kimliğinin” oluşumuna da zarar veriyor.
Ve...
Bu
nedenle aşiret yapısını aşamıyorlar.
Bu
nedenle feodal dinci ilişkileri sürekli yüceltiyorlar. Bugün “Kemalist Cumhuriyet’i gerici” bulan bazı Kürt aydınlarının, toprak
ağalarına, dinci şeyhlere-şıhlara övgüler düzmesinin sebebi nedir?
Bu
nedenle kurtuluşu Batı hegemonyasında arıyorlar. Bugün “Türkiye’yi emperyalist” gören bazı Kürt aydınlarının,
İsrail’in, ABD’nin himayesi altına girme istekleri nasıl açıklanabilir?
“Kürt
milliyetçiliği” yanıtı tek başına pek ikna edici değildir.
En
iyisi bu soruyu somut bir örnekle biraz açayım...
Sosyalist
Kürtlerin evlilikleri
Üç Kürt
aydınının; Mehdi Zana, Canip Yıldırım ve Mehmet Uzun’un hayatından minik
bir kesit sunayım:
Sosyalist Mehdi Zana, 1963’te Türkiye İşçi Partisi’nin
Diyarbakır kuruluşunda öncü rol aldı. Silvan İlçe Başkanlığı yaptı. Doğu
Mitingleri’nin organizasyonunda görev aldı. 12 Mart 1971 darbesinde cezaevine
atıldı. 1977’de
Böylesine
donanımlı sosyalist bilinçte biri kiminle evlendi; dayısının 14 yaşındaki kızı Leyla Zana’yla! Aralarında 21
yaş fark vardı!..
Sosyalist
Canip Yıldırım, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Fransa’da master yaptı.
Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunda yer aldı. Cezaevinde bile papyon takanCanip
Yıldırım kiminle evlendi;
dayısının kızı Selma’yla!
Sosyalist Mehmed Uzun, 1977’de zorunlu olarak Türkiye’den
ayrılıp göç dönemi yaşadı. Yıllarca İsveç Yazarlar Birliği üyeliği yaptı.
Uluslararası Pen Kulüp’te çalıştı. Romanlar yazdı. Uzun yıllar Avrupa’da
yaşayan Mehmed Uzunkiminle
evlendi dersiniz; amcasının kızı Zozan’la!
Aralarında 20 yaş fark vardı...
Sayının
üç kişiyle sınırlı olduğunu düşünmeyiniz.
Liste
kabarık... Sosyalist Şivan
Perver akrabası Gülistan ile dünya evine girdi. Vs. vs...
Sosyalist Musa Anter akraba evliliği yapmadı. Ama bakın “Hatıralarım-1”kitabında
evliliğe bakışını nasıl yazıyor: “İstiyordum
ki evleneceğim hanımın ailesi Kürt kökenli olsun; örf ve âdetlerimize uysun.”
Sosyalist Musa Anter bu nedenle İslamcı-yazar Abdurrahim Rahmi Zapsu’nun
Avusturya Saint George Okulu’nda okuyan kızı Ayşe
Hale ile evlendi!
Tıp
doktoru, Sağlık Bakanı, Kürt aydını Yusuf
Azizoğlu ölen amcasının
eşiyle evlendi.
Bucak
Aşireti’nin en “okumuşu”;
İstanbul Üniversitesi ve Belçika’da hukuk tahsili gören Mustafa Remzi Bucak amcasının kızı Zehra ile evlendi.
Uzatmayayım...
Sebep
Kürt milliyetçiliği mi?
Anlatmak-vurgulamak
istediğim bölgedeki akraba evlilikleri değil. Geçen hafta toprağa verilen Şeyh Said’in torunu Abdulmelik Fırat’ın amcasının
kızıyla evlenmesi gibi örnekler konumuz dışı.
Benim
anlamadığım; sosyalist bilince sahip, Avrupa görmüş, önemli üniversitelerde
okumuş insanların bile bu feodal/gerici kültüre boyun eğip akraba evliliği
yapmalarıdır!
Bakınız
sayı bir-iki kişiyle sınırlı değildir. Çoktur.
Burada “Niye” sorusu önemlidir. Niye bu tür
evlilikler yaptılar, yapıyorlar?
Bu soru
bugün yaşadığımız süreci anlamamıza yardım edecektir.
Çünkü...
Bu
evlilikler sonucu mudur ki, bugün Kürt aydınları bölgedeki gerici/feodal yapıya
hiçbir itiraz/eleştiri getirmemektedir?
Örneğin...
Kuzey
Irak’ta bir erkeğin dört kadını almasına izin veren yasayı onaylayanMesut
Barzani’ye niye hiçbir Kürt aydını karşı çıkmamaktadır?
Sebep
sadece Kürt milliyetçiliği ile açıklanabilir mi?
Kavramsal
tartışmalara girerek kafa karışıklığı yaratmak istemem ama, tarihsel sürece
baktığınızda milliyetçilik ilerici bir düşünce olarak doğmuştur. Anımsayınız ki
feodalizmi tasfiye etmiştir. Kürt aydını bu noktadan daha geridedir.
Bölgedeki
feodalizmle iç içedir; birbirini beslemektedirler.
Baksanıza...
Bölgenin
dini şeyhlerini “uçurtmak” için adeta birbirleriyle yarışıyorlar!
Toprak
ağalarına methiyeler düzüyorlar. Kürt derebeylerine kahraman gözüyle
bakıyorlar.
Aydınlanmacı
Cumhuriyet’e düşman yapıp, Kuzey Irak’taki gerici/feodal yönetimi elleri
kızarırcasına alkışlıyorlar.
Tüm
bunların sebebi nedir? Tartışmamız gereken budur. Bunlar konuşulmadan“açılım” olmaz.
Şaşırtıcı
gelebilir ama bunun üzerine kafa yoran tek kişi İmralı’daki Abdullah Öcalan’dır!
Kürt
aydını ise ucuz bir popülizmin peşinde koşup durmaktadır.
Bu
halleri Engels’in “İnsanlar yaşadıkları gibi
düşünürler” tezini; Marks’ın“Sosyal ilişkiler iktisadi
ilişkileri belirler” tezini
doğrulamaktadır.
Israrla
sormalıyız: Akraba evliliği yapan sosyalistler bu nedenle mi; bugün toprak
reformunu hiç ağızlarına almıyorlar?
Özgürleşme sorunu
Görünen
o ki; Kürt aydını kendi rönesansına koşmuyor; ortaçağını güçlendirmeye
çalışıyor.
Temmuz
Devrimi’nden Cumhuriyet Devrimi’ne kadar tüm modernist kazanımları
kötülemelerinin başka türlü açıklaması olamaz.
Soğuk
Savaş döneminde dondurulan-gericileştirilen ilerici Kemalist Cumhuriyet
sürecini, Kürt aydınının daha da geriye döndürmek için değil, aksine ileriye
taşımak için mücadele vermesi gerekiyor.
Ama ne
yazık ki Kürtler umudunu; dinci şeyhlere/şıhlara, toprak ağalarına, köhnemiş
düzeni sürdürmek isteyen siyaset bezirgânlarına ve emperyalist güçlere bağlamış
görünüyor.
Şeyhlerle,
ağalarla bir toplum özgürleşebilir mi?
Böyle
ilericilik, sosyalistlik, çağdaşlık olur mu?
Diğer
yanda kendilerinden yana “taraf” olanlara çok inanmaktadırlar.
Sadece
şu soruyu sormamaları bile olayın uluslararası karanlık boyutunu göstermektedir:
Türk
Solu’nu ulusalcılıkla/milliyetçilikle suçlayanlar; şeyh uçuran, toprak
ağalarına boyun eğen, Batı’nın himayesini isteyen Kürt Solu’nu niye
yüceltiyorlar?
Ne
ilginç değil mi bu “taraf” yazarları en büyük desteği dinci
çevrelerden görmektedir.
Bilinmelidir
ki, Türkler ve Kürtler her türlü gericilikle mücadele ederek kardeşliklerini
koruyabilir ve özgürleşebilirler.
Bunun
ilk adımı ise, dil ile düğümlenenin diş ile çözümlenemeyeceğine olan
inançtır...
Milliyetçi yazarın
Ermeni yengeleri
TÜRK Sağı’nın önemli yazarlarından Ergun Göze geçen hafta toprağa verildi.
Ergun
Göze 1969 yılından itibaren Tercüman
Gazetesi’nin sembol isimlerinden biriydi.
Solcu
yazarlarla sık sık polemiğe giren Ergun
Göze’nin yazıları hayli sertti.
Hassas
olduğu konu Türk milliyetçiliği idi.
1931
İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tanışıp evlendiler.
Hicran
Göze de eşi gibi yazar. Çeşitli yayın
organlarında makaleler kaleme aldı; kitaplar yazdı: “Türk Kadını”, “Maveradan Gelen
Ses”, “Kılıcın Hakkı”, “Sulh Peygamberi”, “Ayetler ve Kadınlar”, “Zor Yılların
Zor Kadını Halide Edip Adıvar”gibi...
Hicran
Göze’nin “Kadıköylü Yıllarım” adlı kitabını 2007 yılında çıktığında
bir çırpıda okudum.
Tiyatro
tarihi denince ilk akla gelen isim olan Prof. Dr. Özdemir Nutku ile kuzen olmalarına şaşırmıştım.
Keza yine kitapta beni şaşırtan bir diğer bilgi ise, ressamMehmet Güleryüz ile Hicran Göze’nin üvey kardeş
olmalarıydı. Biri solcu diğeri sağcı iki kardeşin birlikte yaşadıkları yıllar
şaşırtıcıydı. (Mehmet Güleryüz’ün“Güldüğüme Bakma” adlı kitabında anlattığı çocukluk
anılarına Hicran Göze bu kitabında sert yanıt verdi. Ama
konumuz bu değil. Geçelim.)
Hicran
Göze’nin de
eşi Ergun Göze gibi, Ermeni meselesi konusunda
radikal tavırları vardı.
Keza Hicran Göze’nin kitabını
yayınlayan Kubbealtı Neşriyat Rıfai Dergâhı’na aitti. Hicran Göze’nin kuzeni Şaziye Berrin Kurt dergâhın önde gelen kadınlarından
biriydi.
Ve bu
dergâhın Samiha Ayverdi gibi yazar kadınları Ermeni
meselesine çok hassastılar.
Bu
bilgileri vermemin bir nedeni var.
Rıfai
Dergâhı’na bağlı Hicran Göze’nin
yengeleri arasında iki Ermeni vardı.
Biri;
kuzeni Kemali Bey’in eşi Fehime.
Diğeri;
kuzeni Nuri Bey’in eşi Fitnat.
İki
yengesini de çok sevdiğini yazan Hicran
Göze’nin Türk milliyetçiliğinin sembol ismi Ergun Göze ile evliliğinde bu yengeler “sorun” yaratmış mıydı?
Çok
kişi bu soruyu anlamsız bulacaktır. Haklıdırlar.
Yengelerin
Ermeni kökeni ailede hiç sorun olmamıştı.
Fitnat yengesi uzun yıllar boynunda haç ile
dolaşmış kimse bir şey dememişti.
Keza
terzileri Matmazel Zabel de Ermeni’ydi.
Kadıköy
İbrahim Ağa Mahallesi’ndeki komşuları arasında çok Ermeni vardı.
Demem o
ki...
Ermenilerden
hep iyi niyetli duygularla bahseden kişi Türk milliyetçiliğinin sembol adı Ergun Göze’nin eşi Hicran Göze.
Eşi
gibi radikal milliyetçi olan Hicran
Göze’nin bile Ermeni vatandaşlarımız hakkında bu kadar sıcak duygular
beslediği bu ülkede, hâlâ içimizden birilerinin soykırım iddialarında
bulunmalarını nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Bu
iddia bu toprakların tarihine haksızlık değil mi?
Aziz Nesin’e ödül kazandıran sağcı sanatçı
CİNUÇEN
Tanrıkorur’a sağcı
denilebilir mi?
Bilemedim.
Bilemediğim
onu siyasal kimliğiyle tanıtmanın haksızlık olup olmayacağı.
Cinuçen
Tanrıkorur’un
siyasal kimliğinden çok sanatçı kişiliği hep ön planda oldu. Bestekârdı ve
tabii Türkiye’nin en önemli udilerinden biriydi.
Tanrıkorur 1938 senesinde İstanbul Fatih’te dünyaya
geldi.
Babası Zaferşan Tanrıkorur oğluna, kendi isminin Türkçedeki
tam karşılığı olarak “Cinuçen” ismini koydu.
Cinuçen
Tanrıkorur daha çocuk yaşlarında
ilk müzik derslerini annesi Adalet
Hanım’dan aldı.
Gümrük
müdürlüğünde ayakkabıcılığa kadar birçok işe girip çıkan Zaferşan Beyoğlunun,
Kendisi
on dört yaşında Beyoğlu’nda dans hocalığı yapmıştı. O dönemin moda dansları
çarliston, fokstrot, tango, vals hepsini öğrenmiş, öğretmişti. Ancak babası her
kadar oğluna Batı müziği aşılamaya çalışsa da Cinuçen
Tanrıkorurklasik Türk müziğinden vazgeçmedi.
Neyse
yazmak istediğim Cinuçen
Tanrıkorur’un sanat hayatı değil. Aziz
Nesin’i dünyaya tanıtan bir ödülle ilgisinin olmasıydı.
Yıl
1955.
İtalya’nın
Genova yakınlarındaki Bordighera kasabasında Uluslararası Altın Palmiye
Karikatür ve Mizah Yarışması yapılacak.
Aziz
Nesin yarışmaya “Fil Hamdi” adlı öyküsüyle katılmak istiyordu.
İstiyordu
ama bir engel vardı. Eserler İtalyancaya çevrilip gönderilmek zorundaydı.
Aziz
Nesin Türkçe-İtalyanca bilen
birini aradı.
Aklına
Kuleli Askeri Okulu’dan arkadaşı Zaferşan
Tanrıkorur’un oğlu geldi.
İtalyan
Lisesi 12’nci sınıf öğrencisi Cinuçen
Tanrıkorur, çeviriyi yapmamak
için epey direndi. Çünkü korkuyordu. Okuldan öğrendiği İtalyanca ile bir
edebiyat eserinin çevrilemeyeceğini söyledi.
Aziz
Nesin, “İstediğin kadar kötü çevirebilirsin, hiç
merak etme benim eserim birinci olacak” diye moral verdi.
Cinuçen
Tanrıkorur çeviriyi yaptı.
Ve “Fil Hamdi” dünya birincisi oldu.
Aziz
Nesin’e
hikâyeyi kimin çevirdiğini sorduklarında hep “Bir
Türk genci”yanıtını verdi.
Bu “Türk gencinin” kim olduğunu ben yıllar sonra, Cinuçen Tanrıkorur’un
hatıralarını kaleme aldığı “Saz
Ü Söz Arasında” adlı kitaptan
öğrendim.
Peki Aziz Nesin neden “Türk gencinin” adını açıklamamıştı?
Aziz
Nesin o yıllarda (ve
hayatının tabii sonuna kadar) devlet tarafından fişlendiğinden, genç Cinuçen Tanrıkorur’un başına
bir şey gelmemesi içinCinuçen Tanrıkorur’un adını saklamıştı.
Yine
hatıratta yazdığına göre, Aziz
Nesin de tıpkı Zaferşan Tanrıkorur gibiCinuçen’i müzik
konusunda etkilemek istemişti.
“Aziz
Ağabey ile birkaç yıl sonra Cağaloğlu’nda çalıştığı yayınevinde karşılaştık.
Merhaba der demez başladı bana müzik konferansı vermeye (babam tarafından
doldurulmuş olduğu belliydi). Alaturka müzik, Arap-Acem-Bizans karması bir
saray artığıymış. Müzikle uğraşacaksam piyano filan çalmalıymışım; ancak böyle
dünyaya açılabilirmişim. Ud çalarak Türkiye’nin dışına çıkamazmışım. Eğer bir
daha karşılaştığımızda da beni yine alaturkayla meşgul görürse, sadece merhaba
der, çayımı söyler, benimle konuşmaz, işine devam edermiş.
Ayrıldık
ve bir daha hiç görüşmedik.”
Aslında
bu hatırada çıkarılacak ne çok dersler var değil mi?
Aziz
Nesin gibi büyük bir yazarın
bu tavrını nasıl yorumlamak gerekiyor?
Batı’nın
kültürünü “ilerici” bulup kendi tarihsel mirasını “gerici” görüp sırt çevirmenin sebebi salt kaba
pozitivizm mi?
Solcular
için klasik Türk müziği neden “gericiliğin” sembolü sayıldı? “Eskiyi”devam ettirdiğinden mi?
Osmanlı “ilericiliğinin” sembolü Mehter Takımı’na bile tavır
alınması tarihimizi bilmemekten mi kaynaklanıyor? Ya da geriye dönüş
korkusundan mı?
Soru
çok.
Tüm
bunları serinkanlılıkla tartışmalıyız.
Ama tüm
bunları konuşurken ortak bir paydamızın olması şart:
Aziz
Nesin de bizimdir, Cinuçen Tanrıkorur da...
KAYNAK: Soner Yalçın / Kürt Açılımı’nın
Leyla Zana’nın Evliliğiyle Ne İlgisi Var? (hurriyet.com.tr, 18 Ekim 2009).