Osmanlı Tarihçisi, Akademisyen, Prof.
Dr., STK Yöneticisi, 1 Ocak 1970, Bafra / Samsun doğumlu. Darboğaz Köyü İlkokulu (1970), Bafra
Lisesi (1976) ve Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü (1981) mezunu. Yüksek
lisansını Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Anabilim Dalında “Osmanlı İmparatorluğunda Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları:
XVI.-XVIII. Yüzyıllar” konulu teziyle (1985) tamamladı.
Doktorasını Cambridge
Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Fakültesi ve Girton College’de “Population,
Taxation and Regional Economy in the District of Canik / According to Ottoman
Tahrir Defters: 1455-
2003 yılından itibaren aynı
üniversitenin Yeni Çağ Tarihi Bilim Dalında öğretim üyeliği, 2004 yılından
itibaren Tarih Bölümü Başkanlığı görevlerinde bulundu.
“Tahrir Defterlerinin Osmanlı
Araştırmalarında Kullanılması” başlıklı ilk makalesi, Vakıflar
dergisinde (1991) yayımlandı. Daha sonra meslekî makaleleri ile tanıtım,
eleştiri ve çevirileri; Türk Yurdu, Türkiye Günlüğü, Ondokuzmayıs
Üniversitesi Ededebiyat Fakültesi Dergisi, Tarih Çevresi, Belleten, Osmanlı
Araştırmaları, İslâmi Araştırmalar, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve İdari
Bilimler Dergisi, Türk Kültürü, Polemik, Türk Yurdu, Kebikeç, Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, The Foundation of Turkey, Yeni
Türkiye
dergileri
ile armağan ve ortak kitaplarda yayımlandı.
Prof. Dr. Mehmet Öz, Ankara’daki
TV kanallarında alanı ile ilgili programlar hazırlayıp sundu. TRT’nin
“Beylikten İmparatorluğa” belgeselinin ilk bölümünde görev aldı. Çeşitli
kongre, konferans ve sempozyumlarda bildiriler sundu. Bazı kitapların
editörlüğünü yaptı.
Araştırma ve çeviri kitapları
yanı sıra lise ve üniversiteler için ders kitapları da vardır.
Türk Ocakları Genel Başkanı ve İLESAM
üyesidir.
Ödülleri:
“XV - XVI. Yüzyıllarda Canik
Sancağı”
adlı eseriyle 1999 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Araştırma Ödülünü kazandı.
ESERLERİ:
Araştırma-İnceleme: Osmanlı İmparatorluğunda Çözülme ve
Gelenekçi Yorumcular (1995, 2005), XV -
XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı (1999), Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları III
(B. Yediyıldız ve Ü. Üstün ile, 2002), Kanun-ı Kadimin Peşinde: Osmanlı'da
Çözülme ve Gelenekçi Yorumcuları - 16. Yüzyıldan 18. Yüzyıl Başlarına (2013), Kıskaçtaki
Türkiye (2017),Türkiye’nin beka Meselesi (2019).
Çeviri: Hukuk / Yasama ve Özgürlük III - Özgür Bir
Toplumun Siyasî Düzeni (F.A. Hayek’ten, 1997), Bir Türk Casusunun Mektupları (P. Marana’dan Fatma Acun ile,
1999).
KAYNAKÇA:
İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, 2017), Prof. Dr. Mehmet Öz yazdı:
İnalcık’a bakılmadan Osmanlı yazılamaz (karar.com, 29.07.2016), Mehmet Öz
kitapları (arkadaş.com.tr, tarihistan.org, simurg.com.tr, 27.06.2019).
İNALCIK’A
BAKILMADAN OSMANLI YAZILAMAZ
Prof. Dr. Mehmet
ÖZ
“O,
eserleriyle ve öğrencileriyle yaşamaya devam edecek...” Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Öz, 100 yaşında
hayatını kaybeden ‘Tarihçilerin Kutbu’ Prof. Dr. Halil İnalcık’ı anlattı.
Bilkent
Tarih Bölümü Başkanı Mehmet Kalpaklı’nın Türk Ocakları Bursa Şubesi’nce
düzenlenen ‘Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri’ toplantılarının ikincisinde
-ilki, yine bir Kırım Türkü olan İsmail Bey Gaspıralı hakkındaydı- sunduğu
bildirinin başlığı “Biyografisine Sığmayan Bir Bilim Adamı” idi. Bu gerçekten
de ziyadesiyle isabetli bir tanımlama. Tarihçilerin Kutbu olarak andığımız
Halil Hoca, gerçekten de yüz yıllık ömrüne büyük başarıları sığdırmış, 20. yüzyıldan
21. yüzyıla uzanan tarihimizin uluslararası alanda şöhret kazanmış en önde
gelen tarihçisi, en önde gelen birkaç sosyal bilimcisinden biridir. (Bu
vesileyle belirteyim ki, Hoca’nın bu unvanının patenti, kendisinden
“şeyhülmüverrihîn” yani tarihçilerin şeyhi diye bahsedilince “Hocam siz
şeyhülmüverrihîn değilsiniz” diyerek onu bir an şaşırtan sonra da “şeyh çoktur
siz kutupsunuz, “kutbülmüverrihîn”siniz” diyen Hocam Ahmet Yaşar Ocak’a
aittir.)
1977
yılında başlayan lisans öğrenciliğimden önce eserleriyle tanıştığım, özellikle
Bilkent Üniversitesi’ne gelişinden sonra şahsen de yakından tanımak ve
dostluğunu kazanmak fırsatını bulduğum Halil İnalcık, bilim adamı kimliğiyle
tam manasıyla örnek alınacak ama erişilmesi güç bir başarının adıdır. 1916
yılında Kırım göçmeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğan Halil
İbrahim, ilk öğrenimini Ankara’da Gazi mektebinde aldı. Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi’nden 1940’da mezun olan İnalcık, 1942’de Tanzimat ve Bulgar Meselesi
adlı teziyle doktora, 1943’te Viyana’dan Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve
Kırım Hanlığı başlıklı teziyle doçent oldu. (Hoca’nın biyografisi, görüşleri ve
tarihçiliği konusunda bkz. Emine Çaykara, Tarihçilerin Kutbu-Halil İnalcık
Kitabı adlı söyleşi kitabı).
Bundan
sonrası, sürekli üreten, 1940’larda, 1950’lerde yazıldıkları halde bugün hâlâ
değerlerini koruyan araştırma makaleleri, metin neşirleri, kitaplar,
uluslararası bilimsel organizasyonların kurulması, toplantılar, pek çok değişik
milletten yetiştirdiği tarihçiler, sayısız fahri doktora ve ödüllerle dolu
bilime adanmış bir ömür. Hem bilime hem de mensubu olmakla iftihar ettiği Türk
milletine hizmet aşkıydı bu. En büyük hedefi de Türk ve bilhassa Osmanlı
tarihini bütün dünyaya doğru olarak öğretmek. Eserlerinin muhtelif dillere çevrilip
ders kitabı olarak okutulması onu ziyadesiyle sevindirirdi. Osmanlı
İmparatorluğu-Klasik Çağ adlı kitabı gerçekten de bütün dünyada Osmanlı klasik
çağını, siyasî, kurumsal, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla en iyi
şekilde açıklayan bir başucu kitabıdır.
Halil
İnalcık’ın eserleri olmadan, onun katkıları dikkate alınmadan Osmanlı tarihinin
yazılamayacağı herkesin mutabık olduğu bir husustur. Gerçekten de O,
kariyerinin farklı aşamalarında, dönemin eğilimlerini de dikkate alarak Osmanlı
tarihinin pek çok yönüne eğilmiştir. Ancak çok çeşitli konuları işlemesine
rağmen bunların hiçbirinde yüzeysellik görülemez. Meslektaşlarında en çok
dikkat ettiği ve eleştirdiği hususların başında yüzeysellik gelirdi. Doktora
için İngiltere’deyken yeni çıkan yürüklerle ilgili makalesini değerlendirirken
Metin Kunt Hoca’nın O’nun hakkındaki hükmünü hiç unutmam: Halil Hoca ele aldığı
konuyu en ince ayrıntısına kadar inceler ve yeni bir görüş getirir. O makalede
de yaptığı buydu: Konar-göçerlerin sosyal ve ekonomik hayata katkılarını arşiv
malzemesi ışığında somut verilerle göstermek.
Bilkent
Üniversitesi’nde birlikte bulunduğumuz jüriler ve tez komitelerinde en çok
dikkatimi çeken yönlerinden biri, adayların konularını somut tarihi verilere
dayandırıp dayandırmadığını, konuya dair literatürü tetkik edip etmediğini
kontrol etmesiydi. Nazik bir üslupla aslında bir şekilde komitelerdeki
meslektaşlarını adeta sorgularken çok şey de öğretirdi. Hocalığı ve yol
göstericiliği mükemmeldi.
Halil
Hoca’nın ilerleyen yaşı hiç şüphesiz bedenen bir şeyleri alıp götürüyordu ama
ruhu bazen bir çocuk gibi çoğunlukla da genç bir delikanlı gibiydi. Dünya tarih
camiasının tanıdığı büyük bir şöhrete sahip olmasına rağmen yüksek lisans veya
doktoraya yeni başlayan bir öğrencinin, eserlerinde ortaya koyduğu görüşlerden
haberdar olduğunu öğrenmek ona büyük mutluluk verirdi. Yani kibirli değildi,
büyük tarihçiydi. Sürekli bir araştırma ve yazma şevki vardı. Toplantılar bitip
ayrılırken “benim için dua edin” diye uğurlardı bizi. Çünkü yazmayı planladığı,
üzerinde çalıştığı kitapları vardı.
Tam
100 yaşında vefat eden Hocamızı şubat ayı sonlarında Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Dursun Yıldırım ve Türk Ocakları Genel Sekreteri
Doç. Dr. Emrah Şenel’le birlikte ziyaret etmiştik. Ziyaretin iki sebebi vardı:
İlki, Genel Başkanı olduğum Türk Ocakları Derneği’nin 2015 yılı ödüllerinden
Prof. Dr. Osman Turan Türk Ocakları Türklük Araştırmaları armağanının kendisine
verildiğini bildirmek, ikincisi ise Hoca’nın kurucuları arasında bulunduğu TKAE’nin
kendisi için hazırlama kararı aldığı ve editörlüğü de tarafıma tevdi edilen
armağan kitap konusunda kendisini bilgilendirmekti. Hoca her iki haberden de
çok mutlu olmuştu. Bakıldığında artık ayakta gezemez bir haldeydi ama ilmî
çalışmalarına devam etmek için kendisine yardımcı olan öğrencisi Tayfun Ulaş
ile o hiç eksilmeyen heyecanı ile çalışmalarına devam etmekteydi.
Hoca’nın
yıllar içinde en çok dikkatimi çeken yönü, ilerleyen yaşına rağmen ilmî
araştırmaya, yeni şeyler keşfetmeye, yeni görüşler ortaya atmaya karşı duyduğu
bitmek tükenmek bilmeyen heyecanıdır. O’nun, 80’li yaşlarında Osmanlı
Beyliği’nin temellerinin atıldığı coğrafyayı karış karış gezerek, toponomik
verilerle arşiv belgelerini ve kronikleri karşılaştırmak suretiyle Bafeus
Savaşı, Pelekanon Savaşı vb. pek çok hadiseye yeni açılımlar getirmesi işte bu
yeni şeyler keşfetme iştiyakının sadece bir örneğidir.
Halil
Hoca tarihin arşivlere ve birincil kaynaklara dayanılarak, bu kaynaklara
hakkıyla nüfuz edilerek yazılacağını savunurdu. Ancak O, sadece belgelere göre
tarih yazan biri değildi. Teorik tartışmalardan haberdar olmakla kalmamış,
Osmanlı sisteminin siyasî ve sosyo-ekonomik boyutlarına dair kendi görüşlerini
sistemleştirmiştir. O’nun Osmanlı tarım ve toprak düzenine dair çift-hane sistemi
yaklaşımı bunun tipik bir örneğidir. Böylece, Osmanlı tarihinin gerçeklerini
bilmeyen ama teorik modellerle her şeyi açıklayanlara(!) karşı onların anladığı
dilden konuştuğunu da göstermek isterdi.
O,
Türkiye’ye kaybedilen topraklardan gelmiş Osmanlı bir ailenin Cumhuriyet’in
değerleriyle yetişmiş bir çocuğuydu. Atatürk’le ilgili hatıralarını büyük bir
heyecanla anlatan Hoca, milliyetçi idi ama ilmî çalışmalarında nesnelliğe ve
bilim ahlâkına titizlikle dikkat ederdi. Bu bakımdan popüler algılara göre
değil bilimsel gerçekler doğrultusunda yazardı. Hoca aslında yaşayan Osmanlı
tarihi idi, kendisini idarî işlerden uzak tutmuş, hep ilmî çalışmalara
yoğunlaşmıştır. Toplumu, siyaseti ve dünyayı takip etmiş ama siyasî tartışma ve
çekişmelerin dışında kalmaya özen göstermiştir.
Hoca’nın
az bilinen ve özellikle de son yıllardaki eserlerinde ortaya çıkan bir yönü de
şiire ve edebiyata düşkünlüğüdür. Şair ve Patron kitabı bu bakımdan mühimdir.
İlber Ortaylı’nın Bernard Lewis’ten naklettiği şu hüküm O’nun bizim
tarihçiliğimizdeki yerini hakkıyla belirtir: “Köprülü ve Barkan zamanlarının
büyük alimleriydiler, Halil İnalcık tüm zamanların büyük alimi..” Ancak Hoca
kendi ilmî şeceresinde Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü’nün yerini hakkıyla teslim
eder, Ömer Lütfi Barkan’ı hep derin bir saygı ve takdirle anardı.
Tarihimizle
ilgili o kadar çeşitli ve değişik konularda zamana karşı dayanıklı ve değerli o
kadar çok kitap ve makale yazdı ki, Amy Singer’ın Bursa’daki toplantıda çok
yerinde bir şekilde ve edebî bir üslupla belirttiği üzere, bunların belki onda
hatta yirmide biri bile Türk tarihçiliğine adını altın harflerle yazması için
yeterli olurdu. Sadece birkaç misal: Osmanlı Hukuku, Osmanlı Padişahı,
Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü hakkında 1958-60 yıllarında yayınladığı
makaleler Türk ve İslam siyaset ve hukuk tarihine vukufunun örnekleri olarak
hâlâ temel metinler olarak okunuyor; 1954’te yayınlanan Osmanlı Fetih
Yöntemleri hakkındaki analitik makalesindeki tespit ve tahliller geçerliliğini
koruyor. Kırım Hanlığı, Don-Volga Kanalı Projesi, Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu,
Adalet-nameler vb. sayılamayacak konudaki katkıları klasikleşmiştir. Osmanlı
klasik sisteminin değişmesi üzerine yazdıkları, Osmanlı Devleti’nin kuruluş
sürecine dair yorum ve tahlilleri bize yol göstermeye devam ediyor. O,
eserleriyle ve öğrencileriyle yaşamaya devam edecek.
Nur
içinde yatsın, mekânı cennet olsun.
KAYNAK:
Prof. Dr. Mehmet Öz yazdı: İnalcık’a bakılmadan Osmanlı yazılamaz (karar.com,
29.07.2016).
KISKAÇTAKİ TÜRKİYE
Mehmet Öz
Türk Yurdu Yayınları
Ürün Açıklaması
Elinizdeki
kitap, Türk Yurdu dergisinde Mayıs 2014-Mart 2016 tarihleri arasında yayınlanan
aylık yazılarımdan oluşmaktadır. Bunlara ilaveten 1915 Olayları hakkındaki bir
açıklama ile Şube Başkanları ile yapılan istişarî toplantılardan birinin açış
konuşması da kitapta yer almaktadır. Genel Başkanlığımın ilk dönemindeki
yazılarım Türkiye'nin Kritik Dönemeci başlığıyla yayınlanmıştı. Bu kitaba ise
yine yazılarımdan birinin başlığından mülhem olarak Kıskaçtaki Türkiye adını
vermeyi uygun bulduk.
Türkiye,
dünyadaki ve yakın coğrafyamızdaki değişme ve çatışmaların da etkisiyle
özellikle 2010'larda kritik bir viraja girdi.
Suriye
kriziyle somutlaşan örtülü Üçüncü Dünya Savaşının en çok etkilediği ülkelerden
biriyiz. Etnik-bölücü hareketle Suriye'nin kuzeyindeki uzantısı, arkalarındaki
uluslararası güçlerin yardım ve yönlendirmeleriyle Türkiye'yi bir terör
sarmalıyla meşgul etmenin peşinde. Bu kitabın tashihini yaparken 13 Mart
2016'da, Ankara'da yine haince, yine tam da PKK'lı alçaklara yakışan insanlık
dışı bir vahşet yaşandı. Onlarca yurttaşımız, otobüs duraklarında beklerken
hainlerce katledildi. Allah hepsine rahmetiyle muamele eylesin.
Zor günlerden
geçtiğimiz muhakkak... Ancak asla ümidimizi kaybetmeyeceğiz. Yaşadığı
sıkıntılara rağmen Türkiye, insan sermayesi, tarihi, kültürü, ekonomisi ile
büyük bir bölge gücü olmak için gerekli şartlara sahip bir ülke... Akıllı bir
siyaset ile bütün bu zorlukları aşacağımıza yürekten inanıyorum. Yeter ki kendi
içimizde, bize zaman ve enerji kaybettiren didişmeleri aşalım, tarihimizi bir
ayrışma aracı olarak kullanmak yerine bütünleşme kaynağı olarak sahiplenelim.
Prof. Dr.
Mehmet ÖZ
(Arka Kapak)