Asker, oyun yazarı, şair (D. 1851, Manastır / Yunanistan - Ö.
1907, Halep / Suriye). Asıl adı Mehmet Rıfat. Harbiye Mektebi (Harp Okulu,
1872) mezunu. 93 Harbi diye bilinen Türk-Rus Savaşına katıldı. Sultan
Abdulaziz’in tahttan indirilmesi olayına (1876) karıştığı gerekçesiyle II.
Abdülhamid tarafından sürüldüğü Halep’te öldü.
Manastırlı Rıfat’ın Hasan Bedrettin Paşa (1850-14) ile
Fransızcadan çevirdikleri yirmi kadar oyunu “Temaşa” adlı bir dizide
yayımlandı. Bu piyesler Gedikpaşa Tiyatrosunda sahnelendi.
ESERLERİ:
ŞAİR: Divançe.
OYUN: Osman Gazi (1873), Görenek (1973), Pâkdâmen
(1874), Ya Gazi Ya Şehit (1874), Delile Yahut Kanlı İntikam (H.
Bedrettin Paşa ile, 1875), Fakire Yahut Mükâfât-ı İffet (H. Bedrettin
Paşa ile, 1876).
KAYNAK: Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı
Müellifleri II (1972), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18.
bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999),
M. Koç / Mehmet Rıfat (Manastırlı) (Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar
Ansiklopedisi, c. 2, 1999), TDE Ansiklopedisi (c. 7), İbnülemin Mahmud Kemal
İnal / Son Asır Türk Şairleri (c. IV, 2002), İhsan Işık /
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2. bas., 2009).
İKİNCİ FASIL
İKİNCİ PERDE
MANZARA
Yine
köyün diğer bir meydanı, Ahmet çarıkları çekmiş yol haliyle, meydandaki çınar
ağacına gönüllü bayrağını takmış
görünür. Köylüler - Ahmet - Bir iki gönüllü.
Birinci Meclis:
AHMET
- Güneş ortalığı kaplıyor, herkes işine gücüne gitti, belki de askerler
talimden gelmiştir. Onlar halâ gelecekler de yola çıkacağız. Bilmem ki, bu
nasıl gönüllülüktür? Senin gönüllü dediğin uyku uyumaz, bir dakika rahat etmez.
Sevdiği şeyden başkasının yüzüne bile bakmaz. Bahusus asker gönüllüsü? Uyuşa
bile rüyasında, kavgalarda bulunur. Geçen gece nasılsa uyuyabilmişim. Uyur
uyumaz rüyaya dalmışım, sanki asker olmuşum, her şeyi öğrenmişim, sefer açılmış
hepimiz gitmişiz. Tıpkı Mahmut çavuşun söylediği gibi top-tüfek kavgasından
sonra boğaz boğaza gelinmiş, ben düşmanın başlarından birinin başını kesmişim.
Doğru büyüğümüze gitmişim, o da anlımdan öpmüş. Eliyle göğsüme nişan takmış,
ben yine kavgaya saldırmışım. (Bu aralık Mahmut Çavuş gelip, arkadan dinler.)
Derken yerden bir ateş çıkmış. Beni göklere atmış. Sanki şehit olmuşum. Etrafımda Melekler toplanmış, Cennete
götürürlerken sevincimden uyandım. Rüya olduğunu görünce üç-dört saat ağladım.
Şimdi onu düşünüyorum. Bu bizim arkadaşlar da, dediğim gibi gönüllülerden
olsalar elbette bu zamana kadar gelirlerdi. Nah işte, vakit de geldi...
(Dönüp
güneşe bakarken Mahmut Çavuşu görür, sükût eder.)
M.
ÇAVUŞ — Nasıl? Ahmet pehlivan, rüyadaki lağımdan korktun mu?
AHMET
— Lağım nedir?
M.
ÇAVUŞ — Şimdi söylenip duruyordun, yer patlamış seni gökyüzüne atmış, işte ona
lağım derler.
AHMET
— Ne korkacağım, Allahımdan istediğim şehitlik ayağıma geldi, fena mı?
M.
ÇAVUŞ — Aferin pehlivan işte öyle olmalı, yarın öbür gün kavgaya giderseniz
öyle lağammış, topmuş, yanar gülle imiş hiçbirini hatırına bile getirme. Bak
Ahmet, insan bir kere ölür. Evde de olsa ölür, tarlada da olsa ölür, kavgada da
olsa ölür, ölümden hiç korkmamalı.
İkballi insan kavgada ölür. Ne soru, ne sual, ne de ölüm acısı. Bir
gülle gelir, yahut senin rüyada gördüğün gibi bir lağam patlar, bir anda canını
cennete gönderir. Allah'ın vadi var. Askerlikte öleni nerede olursa olsun şehit
eder.
AHMET
— Ya ben askerde bulunduğum zamanda kavga olmaz da gitmezsem, ya askerlikte ölmezsem,
şehit de olamam, gazi de...
M.
ÇAVUŞ — Zararı yok... Onun da sevabı başkadır. Sen vaiz efendilerden işitmedin
mi? Anlatayım da bak... Bizim Alay Müftüsü Hacı Mahmut Efendi vardı. Sağsa
Allah selâmet versin, öldü ise Allah Rahmet eylesin... O mübarek adam her cuma
vaaza çıkar, hep askerliğin şerefinden, muharebenin faziletlerinden,
sevaplarından söylerdi. Bir gün şehitliğin mertebesini, gaziliğin sevabını
söyledi de, senin gibi birisi, tıpkı senin sorduğun şeyi sordu. Hoca da: Korkma
oğlum, size bir saat nöbet beklemenin sevabı kâfidir dedi...
AHMET
— Allah, Allah...
M.
ÇAVUŞ — Ne şaşıyorsun? Bir kere Allanın inayeti, bir de askerliğin büyüklüğünü
düşün... Elbette öyle mükâfat eder. Herkes canının rahatı için çalışır;
Askerler canını vermeye çalışıyor... Binlerce din kardeşlerinin, vatan
yoldaşlarının namusunu muhafaza eder. Devletin şanına, Milletin bayrağına
hizmet eder. Onun kıymetini bilemezsin.
AHMET
— Niye bilmiyeceğim... Kışla kapısında, karakolda bir dikilip, durmak değil mi?
M.
ÇAVUŞ — Değil ya!.. Bak, sana nöbeti anlatayım, biz nöbete giderken,
yüzbaşımızın söylediği sözleri söyliyeyim de anla; —Her nöbete gidişimizde — “Çocuklar,
siz nöbette iken, kendinizi herkesten büyük, herkesten cesur, herkesten
emniyetli saymalısınız. Çünkü bütün ümmeti Muhammed ve onların sayesinde
yaşıyan bu kadar halk, sizin cesurluğunuza, doğruluğunuza emniyet etmiş...
Süngünüze yaslanmış uyuyor... Devletin şanı, Milletin namusu... O, bir saatte
sizin üzerinizdedir... Her biriniz düşmanın bir ordusuna karşı durmuş kale
gibidir... Biriniz azıcık uyuşa, yahut gevşeklik etse, bu koca ordu bozulur...
Bu ordunun bozulması ile Devlet de elden gider. Demek ki koca bir devlet o bir
saatte size teslimdir... Sevabım da müftü efendiden her gün işitiyorsunuz. Ona
göre hareket edin.” derdi...
AHMET
— Mahmut Çavuş; Kuzum, ağacığım... Başını ağrıtacağım amma neyse, şu ricamı
kabul et.
M.
ÇAVUŞ — Ayol ben kalem efendisi değilim ki başım ağrıtan. Ne söyliyeceksen
söyle..
AHMET
— Hani geçende askere yazılacağımız gün muharebeyi söylüyordun da, kuracılar geldi Yarıda kaldı. Onun
aşağısını
M.
ÇAVUŞ — Peki ama, o vakit hangi muharebeyi söylüyordum...
AHMET
— Canım, Hüseyin ağa dedin, sonra onu bıraktın muharebede boğaz-boğaza geldin
mi sağa vur, sola vur, hep düşman demiştin...
M.
ÇAVUŞ — Ha... anladım, anladım... Fakat o bitti idi...
AHMET
— Başka yok mu?
M.
ÇAVUŞ — Çook… Kars kavgasında Şeşhaneci Mahmut Çavuş vardı. Düşman içinde yapayalnız
kaldı. Kırılıncaya kadar kılıçla, kırıldıktan sonra tüfeğinin ucundan tuttu.
Sopa gibi dipçiği ile beş-on düşman tepeledi... Süngü soktu…
O
haliyle düşmanın boğazını sıktı… Boğdu…
AHMET
— Yaman pehlivanmış be!...
M.
ÇAVUŞ — Sonra düştü... Galiba da şehit oldu. Düşman ise uyur arslana rastgelmiş
de, yolu kesilmiş yaban öküzü gibi yanıma sokulmazdı. Yirmi-otuz adım uzakta
etrafım dolaşarak, kedi ciğere bakarcasına diş bilerlerdi. Hiç insan o halde
güler mi? Ben yaralı olduğum yerden bunları seyrederken birkaç kere kahkaha ile
güldüm… Nasıl gülmiyeyim ki? Şehidin etrafına toplanan düşmanlar ara sıra da
avcıya uğramış çil yavrusu gibi dağılıyor, sonra da kuzgun gibi toplanıyorlardı.
Meğerse merhum Mahmut Çavuş bir iki defa can çekişmiş, bu aralık vücudu,
kımıldadıkça düşmanlar kaçarmış…
AHMET
— Amma da korkmuşlar ha!..
M.
ÇAVUŞ — Anladın ya… düşmanın hali bu… bizim askerin ölüsünden bile korkar. Hem
biz ne kadar az olsa, şehitlerin ruhu imdadımıza yetişir. Ali Dayı söylüyordu;
Silistre'de altı bin kişi ile düşmanın yüz bin kişisini bozmuşlar... Tuttukları
esirler: “Meğer siz üç adammışsınız. Biz ise sizi pek çok görürdük... Yeşilli
alaylarınız nerede?” diye gördükleri ruhları sorarlarmış... Onlar da, hayır,
bizde yeşilli alay yoktur, dedikçe; Nasıl yok, birtakım iri iri herifler gelip
boğazımızı sıkarlar, ellerimizi tutarlardı, diyerek cevap verirlermiş... (….)
(Ya Şehid Ya Gazi, 1874)