Mehmet Nacar

Eğitimci, Gazeteci, Yazar, Şair

Doğum
01 Ocak, 1946
Ölüm
14 Mart, 2019
Eğitim
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Acık Öğretim Fakültesi Eğitim Önlisans Programı
Burç

Eğitimci, şair ve gazeteci yazar (D. 1 Ocak 1946, Yavuzlu / Kilis – Ö. 14 Mart 2019, Kilis). Siyaset adamı ve yazar Bahri Zengin ile yazar Hüseyin Rahmi Yananlı halaoğulları; kendisiyle aynı adı taşıyan siyaset adamı Mehmet Nacar da amcasının oğludur. Eserlerinde Mehmet Necip, Mehmet Necip Nacar, Mehmet Nacar adlarını kullandı.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi Acık Öğretim Fakültesi Eğitim Önlisans programını (1990) bitirdi. 1967 den, 1995 yılına kadar sırasıyla Adana, Ordu, Kahramanmaraş, Tokat ve Gaziantep illerinde öğretmenlik yaparak, emekli oldu.

1961 yılından itibaren yerel gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Gaziantep’te çıkan Yenigün (2002) ve Gaziantep 27 (2006) gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı.

 

Vefatı:

 

Kumru dergisi yazarı ve Gazişad Yönetim Kurulu Üyesi Şair ve Yazar Mehmet Nacar 14 Mart 2019 günü Kilis’te vefat etti. Cenazesi 15.03.2019 günü Cuma namazını müteakip Kilis’in Yavuzlu köyünde (Tilhabeş) toprağa verildi. Sıdıka Nacar ile evli; Funda, Serpil, Mehmet Ferhat adlarında üç çocuk babasıydı. Gaziantep Kültür, Sanat ve Edebiyat Derneği (kurucu) ve Anadolu Basın Birliği (Yönetim Kurulu) üyesiydi.

 

Sanat - Edebiyat Çalışmaları:

 

 Mehmet Nacar’ın ilk şiiri 1961 yılında Kilis Kent gazetesinde yayımlanmıştı. Zeytin Dalı (kurucusu ve yazı işleri müdürü) dergisini 1967 yılında bir sayı çıkardı. Bu dergi otuz üç yıl sonra Kilis Kültür Derneği adına yeniden çıkarılmaya başlandı. Daha sonraki yıllarda; Aykırısanat, Alleben, Merci Dabık, Maki, İklim, Nida, Bizim Ece, Ortanca dergileri ile yerel Kent, Hududeli, Haber, Flaş, Hedef, İleri, 25 Aralık, Güncel, Yenigün, Zafer, Doğuş, Gaziantep27 gazeteleri ile birçok İnternet sitesinde şiirleriyle yazıları çıktı. Aralık 1967’de Zeytin Dalı dergisini çıkardı. Yedi bin kadar makalesi Gaziantep27, Güncel, Zafer, Yenigün, Kent (Kilis) gazetelerinde yayımlandı. Gaziantep Kilim FM Radyosu’nda “Yitik Sevgiler” adlı kültür - sanat programı (2003) ile Kıbrıs Bayrak Radyosu Televizyonunda (BRTK) bir yıl süreyle şiirleri okundu ve klipleri yapıldı. Kimi şiir ve yazıları Londra Olay gazetesinde Türkçe olarak, İran’da Farsçaya çevrilerek yayımlandı.

Divane” adlı şiiri Halil Taşkın tarafından “Haberim Yoktur” adıyla; “Yetim Gönlüm” şiiri Doğan Balyemez tarafından “Hüzünler” adıyla; “Anlayamadın” şiiri de Turgay Tekinaslan tarafından “Vuslata Beş Kala” adıyla bestelendi.  Güftelerinden yapılan besteler TRT repertuarındadır. Ayrıca “Hak Etmemiştim” ve “ Bekle de Gör Demedim mi?” adlı şiirleri Doğan Balyemez tarafından (TSM tarzında), “Bu Dünya” ve “Bir Hata İşledim” konulu şiirleri Ekrem Çeken tarafından (TSM tarzında), “Kilis Destanı” konulu şiiri Hüseyin Fındık tarafından (THM tarzında), “Serseri” şiiri (Ben Sevdalı Sen Belalı) Selami Şahin tarafından (arabesk tarzında), “Seninle Yeniden” adlı şiiri Sadun Aksüt tarafından (TSM tarzında) bestelendi.

 

Bestelenen Şiirleri:

 

Yetim Gönlüm, Hak Etmemiştim, Bekle de Gör Demedim mi konulu şiirleri Doğan Balyemez tarafından TSM tarzında.

Divane şiiri Halil Taşkın tarafından fantastik müzik tarzında,

Anlayamadın şiiri Turgay Tekinarslan tarafından pop tarzında

Bu Dünya ve Bir Hata İşledim konulu şiirleri Ekrem Çeken tarafından TSM tarzında, Kilis Destanı konulu şiiri Hüseyin Fındık tarafından THM tarzında, Seninle Yeniden adlı şiiri Sadun Aksüt tarafından TSM tarzında bestelenmiştir.

 

ESERLERİ (Kitap):

 

Şiir: Yitik Sevgiler (2002), Bu Kentin Yalnızları (2003), Hasrete Yolcuyum (2007), Hüzünlü Bestem (2009), Sürgün Aşıklar (2012).

Deneme: Neredesin Sen (2010).

Anı: Kapıldım Gidiyorum (2014).

 

KAYNAKÇA: Nejat Taşkın / Yitik Sevgiler (Kilis Kent, 30 Ekim 2002), Ahmet Ayaz / Gaziantep’te Kültür-Sanat ve Edebiyatta İz Bırakanlar (2003),  Hasan Şahmaran / Kilisli Ünlüler (2003), Hasan Şahmaranoğlu / Yitik Sevgiler (Kilis Kent, 28 Nisan 2003), Gürsel Güzel / Bu Kentin Yalnızları (Gaziantep Haber Gazetesi, 26 Nisan 2004), İsa Kayacan / Gaziantep’ten Mehmet Nacar (Burdur Yeni Gün, 16 Temmuz 2004), Sabahattin Yarar / Bu Kentin Yalnızları (Kilis Kent, 29 Mayıs 2004), Tamer Abuşoğlu / Gogol’dan Nacar’a Kesişen Delilik (Gaziantep27 Gazetesi, 26 Temmuz 2004), Fevzi Günenç / İroniyle ‘’İnce Alayla’’ Bezenmiş Şiirleri Mehmet Nacar’ın (Gaziantep Zafer, 22 Aralık 2004), Abdurrahim Karakoç / Bana Gelen Kitaplar [Mehmet Nacar] (Vakit Gazetesi, 25 Aralık 2007), Kendisinden alınan bilgiler (Şubat 2016).

 

 

 

 

 

ÂLEMİN YALNIZIYIM


Gam ehliyiz, viraneyiz çöllerde,
Harabeyi yolcu bilmez, yol bilmez.
Efsaneyiz sevda çeken dillerde,
Yüreğimiz ahraz oldu, dil bilmez.

Dünya denen acımasız pazarda,
Yaralandık işve küpü nazarda.
Huri, melek alış veriş gezer de,
Cüzdanımız para bilmez, pul bilmez.

Anlaşılmaz gönül dili lehçemiz,
Hasret dolu hüzün bezi bohçamız.
Sevgilerle yağmurlanan bahçemiz,
Çalı bilir, diken bilir, gül bilmez.

Seyranımız türlü türlü çiçekler,
Üzerinde dans ediyor böcekler.
Bal arısı hüzünleri kucaklar,
Kovanımız zehir bilir, bal bilmez.

Sevda bizde, hasret bizde, gam bizde,
Vefasızmış talih denen densiz de.
İmdat diye yüzdüğümüz denizde,
Kaderimiz ada bilmez, sal bilmez.

 

BEN DE GELİRİM


 

Seni tek başına bırakmam asla,

Gölgene takılır ben de gelirim.

Bir türkü olurum ağlayan sesle,

Bahtına yakılır ben de gelirim.

 

Gizliden gizliye peşinden koşar,

Geçtiğin yollara gönlümü döşer,

Çin Seddi olsam da ardına düşer,

Sırayla yıkılır ben de gelirim.

 

Alevler düşürdün duygu haneme,

Ayrılık kaygısı işler sineme.

Ulu bir çınardır, gelemez deme,

Kökümden sökülür ben de gelirim.

 

Sesini vermeden nefesin neye,

Tahammül edemem bir tek saniye.

Göğsüme basarak geçesin diye,

Yollara dökülür ben de gelirim.

 

Zamanın karanlık duvarı bizi,

Yutup yok etmeden izlerimizi.

Gittiğin yerlere bağrımın közü,

Abide dikilir ben de gelirim.

 

Gözünün rengini derde banarak,

Işığın olurum gökte yanarak.

Karanfil kokulu toza dönerek,

İzine ekilir ben de gelirim.



BULUTTA SALINCAK


 

Önce sıkar burnumu canımı sızlatarak,

Sonra öper ucundan gülücükler katarak.

 

Sitemleri nazları kobranın zehri gibi,

Yüzü surla çevrilmiş bir sevda şehri gibi.

 

Zehrindeki damlalar dertlerimin ilacı,

Sevgisi ev sahibi, sitemleri kiracı.

 

Nazları uzak dursun, gözleri beri gelsin,

Darılarak gidince beklerim geri gelsin.

 

Aylar boyu anlattım sevdiğimi bilmiyor,

Dikenleri isyankâr çiçekleri solmuyor.

 

Bir yağmur bulutuna kurmuş salıncağını,

Gözleriyle suluyor gönlümdeki bağını.

 

Kaçıp gitmek isterken geri geri koşarım,

Gözlerinin açtığı kuyulara düşerim.

 

Kalbinde yayla balı, dili Maraş biberi,

Ben aşkından ölürken meğer yokmuş haberi.

 

Deli dolu olsa da bahtımdaki sevgilim,

Yüreğime sevdayı nakışlayan sır ilim.

 

Gönlüm onun askeri yenilirim kavgada,

Sonbahar yaprağıyım sürünürüm sevdada.



 

 

 

YALAKA


Yağdanlığa dönüşmenin ilmini,

Âliminden iyi bilir yalaka.

Çevirirken edepsizlik filmini,

Başrolünde artist olur yalaka.

 

Çayırların vak vak öten kazıdır.

Cehaletin akort tutmaz sazıdır,

Avcılara leş toplayan tazıdır,

Koklamadan koku alır yalaka.

 

Hallerinde maskaralık diz boyu,

Şaklabanlık okulundan her huyu.

Kenef kokan dibi kuru kuyuyu,

Dolduracak Zemzem bulur yalaka.

 

Onur gurur namus şeref arama,

Ölçüp biçsen sığmaz hiçbir kurama.

Adam olmak onun için zor ama,

Ömür boyu öküz kalır yalaka.

 

Soytarıdır zenginlerin yanında,

Paspas olur siyasinin önünde.

Azrail’e hayatının sonunda,

Göbek ata ata ölür yalaka.

 

Nabza göre hem solcudur, hem sağcı,

Onun ile yarışamaz her yağcı,

Kangal sanıp bekçi yapsa bir bağcı,

Tilki olur üzüm çalar yalaka

 

Kucak açar pislik akan taşkına,

Hürmet ona, servet ona, aşk ona.

Kurularak şerefsizlik köşküne,

Şerefliye zevkle güler yalaka.

 

Merde söver alkış tutar namerde,

Her kapının anahtarı kemerde.

Gümüş palan som altını semerde,

Anırarak zevke dalar yalaka.

 

Yağcılıkla doldururken keseyi,

Muhammet’le değiştirir İsa’yı,

Yahudi’ye öve öve Musa’yı,

İt önünde çanak yalar yalaka.

 

YİTİK SEVGİLER


 

Bu Kentin Yalnızları,

Yitik Sevgiler,

Hasrete Yolcuyum

                

Her üç eser de Şair Mehmet Nacar’a ait şiirlerin bulunduğu gönül fırtınalarıdır…

Mehmet Nacar Kilis ilimizde yetişmiştir… Kilis doğumlu, Maraş sakini rahmetli Şevket Bulut’u hatırladım… Şevket Bulut da önceleri şairdi, sonra hikâyeye yöneldi ve başarılı da oldu…

Mehmet Nacar hece vezniyle yazıyor…  Şiirlerinde genellikle aşk var, sevgi var, serzeniş var… Amma konuya hâkim, dili berrak, iradesi düzgün…

 

Bu yorgun dünyanın güneşi sönse,

Aşkımdan usanıp tersine dönse,

Dağları, denizi, ovası yansa,

Ateşler içinde seni ararım…

 

Şairdir, elbette mübalağası olacak. Zaten yanmış, bir daha yanması mümkün değildir…

Yukarıdaki dörtlük Bu Kentin Yalnızları’ndan alınmıştır.

 

Gönlüme yer etti bu tatlı çile,

Gizli kalmalıydı, döküldü dile.

Gitsen de yıllarca gelmesen bile,

Geleceksin diye beklerim seni…

 

Beklemenin hazzını mı, azabını mı desem, ancak yol gözleyenler bilir…

 

Boğazına kadar borçlara dalmış,

Dosta ve düşmana maskara olmuş,

Hiç böyle bu kadar sahipsiz kalmış,

Görmedim ben seni ey Anadolu…

 

Mehmet Nacar sosyal meselelerin de şairi… Yeri geldikçe sahayı genişlettiğini görüyoruz…

Her üç kitabın isteme adresi: Deniz Mah. Yavuz Sultan Selim Cad. Sahil Apt. No:175/10 Şahinbey/Gaziantep.

 

Son kitabı, yani Hasrete Yolcuyum daha farklı…

Bir tekâmül hissediyorum yaşantısında ve şiir hayatında…

Zaten öyle olması da gerekir… Suyun bile biteviye akanı daha duru olmaz mı?

 

Ne dost bulabildim, ne mekânım var,

Yine de âlemin tek sahibiyim.

Kurumuş dallarda baykuş gibiyim,

Ele bahar geldi, bana sonbahar.

 

Altmışını devirmiş insana elbette sonbahar yakışır… Orada güzellik bulmak güzeldir…

Başarı dileklerimle…

 

(Vakit Gazetesi. 25/Aralık/2007)

 

 

Yazar: ABDURRAHİM KARAKOÇ

ŞAHİNLER DİYARINDAN SÜZÜLEN KUMRU


 

Sıcaklığın 44 dereceyi gösterdiği bir temmuz günüydü. Kalp hastası olduğumdan sokağa çıkmam yasaklanmıştı. Evde oturuyor kâh televizyon seyrediyorum kâh okuyor, kâh yazıyorum. Torunum Metehan’ın “Dede bu dergi sana” söylemi ile kendime geliyorum. Poşetinden çıkardığım dergiye bir göz attığımda tarihimizde önemli yeri olan bir kale ve Yavuz Bülent Bakiler üstadımın muhteşem bir şiiri ile karşılaşıyorum.

Ben Antepliyim, Şahin’im ağam.

Mavzer omuzuma yük.

Ben yumruklarımla dövüşeceğim.

Yumruklarım memleket kadar büyük.

***

Kim veya kimler çıkarıyor bu dergiyi, nasıl adresime geliyor merak edip bakmıyorum bile. “BEN ANTEPLİYİM, ŞAHİN’İM AĞAM” ifadesi beni yarım asır öncesine götürmeye yetiyor.

Yarım asır öncesi ilimizdeki bir sinemada hatırımda hiçbir zaman çıkaramadığım başrollerini Mahir Özerdem ile Pervin Par’ın paylaştığı “Şahinler Diyarı” adında bir film oynuyor. Arkadaşlarımızla bir araya gelip türlü zorluklarla temin ettiğimiz paralarla sinemaya gidiyoruz. Şahin Bey adındaki kahramanın birkaç serdengeçti arkadaşı ile birlikte şimdi adını hatırlayamadığım bir köprünün başında Fransız’a geçit vermediğini görüyoruz. Ellerimiz sızlayıncaya kadar alkışlıyoruz. Daha sonra vücuduna aldığı yüzlerce mermi ve süngü darbeleriyle şehit olan Şahin Bey’e gözyaşı döküyoruz. Hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. İşte biz bu ruhla yetiştik, bu duygularla büyüdük. Çünkü bizde ki vatan sevgisi bayrak kadar mukaddesti, “Şahinler Diyarı” kadar büyük.

Bu yüzden ben Antep’in “ŞAHİNLER DİYARI” olduğunu kabullenir ve her Anteplinin bir Şahin Bey olduğuna inanırım.

***

Tarih, kültür sanat ve edebiyat dergisi olan KUMRU’yu açıyorum.

Avukat Abdullah Bay’ın sahipliğindeki derginin Yazı İşleri Müdürlüğünü muhterem hocam, sevgili dostum Mehmet Nacar’ın yaptığını görüyor, dergiye daha fazla ilgi duymaya başlıyorum. Sonrasında “Keşke her ilde böyle bir avukat olsa'” temennisinde bulunuyorum.

Süratle göz atıyorum dergiye.

Abdulhadi Bay’ın “Nefes” başlıklı girişi sonunda Mehmet Nacar’ın sadece Antep’i değil bütün Türkiye’yi ilgilendiren batı hayranlığı maskaralığı karşısında Türkçeye gönül veren Antepli Richard’ın Antep sevdasını, Suna Bay’ın “Çeyiz, Kına ve Düğün” başlıklı gelenek ve göreneklerimizi canlı tutan yazısını, Şükran Günay’ın “Tütün Tarlası” yazılarını zevkle okuyoruz.

Birbirinden güzel yazılar ve şiirler içerisinde gezinirken yine Mehmet Nacar  Hocamızın “Anadolu’da Bahar, İsmail Mercan’ın “Mum Işığında Mektup”, Fikret Oğuztürk’ün “Anan Koca mı Gördü?' başlıklı o muhteşem şiirlerini görüyoruz.

Rasim Köroğlu’nun “Sonradan Görme”, Osman Öcal’ın “Hasretim Gül Simana”, Nermin Terzi’nin “Gidiyorum” şiirleriyle güçlenen ve güzelleşen derginin bir yerinde yer alan bendinizin “Akşam” şiiriyle mutluluğum had safhaya ulaşıyordu.

İçimi bir ferahlık kaplıyor, serinleniyorum.

***

Bu dergi bana unutamadığım bir hadiseyi hatırlatıyor. İlimizde yapılan Uluslararası Hazar Şiir Akşamları münasebetiyle bendenize bir mektup yazan ülkemizin yetiştirdiği mümtaz insan emekli valimiz Şair Rıza Akdemir mektubunun başlangıcında diyordu ki “Şehirleri sevdiren sadece düzgün yolları, cadde ve bulvarları, yüksek yüksek binaları değildir. Şehirleri sevdiren insanları birbiriyle kaynaştırmasını sağlayan bu gibi etkinlikleridir.” İşte bu ifade bugün elimdeki KUMRU dergisinin varlığı ile can buluyordu.

KUMRU dopdoluydu. KUMRU bir kuğu gibi Antep’in semalarında yurdun dört bir yanına süzülüyor, Şahin Bey’den Anadolu’ya selamlar götürüyordu. Allah yolunu açık etsin.

 

(Mehmet Şükrü Baş (02 Ağustos 2010, Elazığ Nurhak Gazetesi)

 

 

Yazar: MEHMET ŞÜKRÜ ERBAŞ

HAKKINDA

TÜRKIYE’NIN TANINMIŞ ŞAIRI MEHMET NACAR’IN

“HASRETE YOLCUYUM” KITABININ DIL VE ÜSLUP ÖZELLIKLERI HAKKINDA INCELEME

(MECAZLAR – I. MAKALE)

 

Doç.Dr.Tamilla Abbashanlı (Aliyeva)

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,

Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü,

Öğretim Üyesi,

Azerbaycan

 

Azerbaycan’da basılmış “Edebiyatşünaslığın Esasları” kitabında bedii dil hakkında bunlar dile getirilmiştir: “Bedii dil bedii eserlerin dilidir. Hayatı, varlığı şairane bir şekilde, tasvirler aracılığı ile gösteren sanat eserlerinin dili bedii dildir. Tabii ki, bu dil halk dilinden kenar bir dil değildir. Canlı konuşma dili, edebi dil, bedii dil-genellikle bunların hepsi halk dilinin ayrı ayrı dallarıdır. Ayrılıkta bunların hiç biri genel halk dilini kapsamaz ve ifade edemez. Ona göre ki, bunların her birinin kendine has özellikleri vardır. Bedii dil genel halk dilinin bütün kurallarına tabidir ve halk dilinin kuruluş, zenginlik, söz ihtiyatı ve elvanlığını burada bulmak mümkündür. “(s.70)

Canlı konuşma dili edebi dil de bedii dilden farklıdır. Bellidir ki, dilin lügat terkibinde ve ya lügat fondünde olan bütün sözler onun hazinesi hesap edilir. Dil lazım geldiği zamanı ihtiyatta olan söz hazinesinden istifade ediyor. Bedii dilde öyle bir söz yoktur ki, bedii dilde kullanılmasın. Konuşma dilinde kullandığımız bütün sözlerin bedii dile girmeğe hakkı yoktur. Bu sözler bedii dile girmek için özel “kontrolden” geçmelidir.

“Çok asırlık ve zengin edebiyat tecrübesi gösterir ki, bedii dile, bedii esere girmek için her söze “belge” verilmiyor, özellikle, çeşitli bilim sahalarına ait olan sözler ait oldukları ilim sahalarında kullanılsalar da şiire, bedii dile gire bilmezler. “ A.G.E. s.71)

Eğer şair ve ya yazar eserinde insanların ahlakına kötü etki gösteren söz işletirse, bu zaman mutlaka okuyucularından özür diliyor. Tabii ki, bu kurala önceler emel ediliyordu, şimdi postmodernist denilen bu üslup vardır, orada her şey kullanıla bilir-diyorlar postmodernist yazar ve şairler.

Edebiyatşünas bilim insanlarının fikrince her sözü edebi ve bedii esere getirmek dilin özelliğini bilmemek, dili bozmak demektir. Bedii dilde söz ve ifadelerin durumu ağır ve mesuliyetlidir. Neden? Burada sözlerin yeri dar, ifade ettiği fikirler geniş olacaktır. Yani az söz ile geniş, derin mana ifade edilmelidir. Türk dünyasının ölmez sanatkârı Nizami Gencevi ne güzel demiş:

Sözün de su gibi letafeti var,

Her sözü az demek daha hoş olar

(N.Gencevi’nin kıtabı) (s.85)  Nizami.İnciler. T.C.Kültür Bakanlığı. Türk Dünyası edebiyatı Milli Kütüphane Basım Evi, Anakara 1994

Rus şairi Nekrasov da N. Gencevi’nin fikirlerini bir daha onaylıyor:

Şiir parlak zara benzer,

Saf ve temiz olmalı zar.

Şair olan unutma ki,

Güzelliği budur şiirin,

Söz az olsun, mana derin.

(.71; Müdrik sözler Aleminde, Bakı, Azerneşr, 1984, )

 

Bedii dilin özelliklerinden biri de büyük bir fikri kısa bir aforistik ifade ile okuyucuya iletmektir. Bu yönden şiirler atasözlerine, manilere çok benziyorlar.

Bu gün şiirinin dil ve üslubundan konuştuğumuz Anadolu’nun güzel bir bölgesinde yaşayıp yaratmış hürmetli şairimiz Mehmet Nacar’ın şiirlerinde yukarıda söylediğimiz kuralları gördük ve şiirlerinden konuşmadan önce şairimize, hocamıza ve üstadımıza teşekkür ederiz.

Demin belirttiğimiz gibi, Mehmet Nacar’ın şiirlerinin konusunu ele almayacağız, sadece dil ve üsluptan konuşacağız. Aslında M. Nacar şiirlerinde önemli konulara da dokunmuştur. Örneğin, vatan, halk, Atatürk, Türk dünyası, doğa, aşk, dost vs. Bunlar da bir makalenin konusudur. Allah nasip ederse, bir gün bunlar hakkında da bir inceleme yazı hazırlarız, yeter ki, saglık olsun…

M. Nacar’ın kitaptaki şiirlerinin dilini hem edebiyatşünaslık, hem de dilcilik yönünden inceledik. Aynı zamanda başka eserlerde görmedigimiz yeni bir yöntem, yeni bir kurgu

İle karşılaştık. Şair yeni bir usul bulmuş ve  bu usule biz “mesaj gönderme” adını verdik.

Günün nabzını gösteren fikirlere rastladık. Değişik hiciv türünü keşif ettik bu şiirlerde. “Çok güzel” deyeceğimiz ifadeler gördük ve bunları bu makalede sizlerin takdimine sunmakla beraber aynı zamanda fikirlerimizi sizinle paylaşacağız.

Yukarıda söylediğimiz gibi, M. Nacar’ın şiirinin dili bedii dilin kurallarına cevap veriyor, tabi ki, küçük kusurlar da olacak.

Bedii dilin canı, kanı mecazlardır. Mecazlar belli bir mefhumların bir biriyle karşılaştırılmasıdır, mecaz –sözün sözlükteki anlamında değil, başka anlamda, bazen ise aksi anlamda işlenmesidir. İçerisinde mecaz, istiare olmayan şiir şiir değildir. Bu şiirin diline bedii dil demek yanlıştır. Mecazda mefhumun birinin özelliği o birinin üzerinde göçürülür ve ikinci hakkında fikir daha da güçlü oluyor. Mecazın en güçlü türü teşbihtir (istiare). M. Nacar’ın şiirlerindeki istiarelere dikkat edelim. Onu da deyelim ki, onun şiirlerinde bol bol mecaz var, ona göre de şiirlerinin bedii dili çok zengindir:

 

İpekten yumuşak gönülsün bende,

Elim uzanınca taş olmasaydın* (s.1) M.Nacar, “Hasrete Yolcuyum” kitabından, s.1

 

Kurumuş dallarda baykuş gibiyim,

Ele bahar geldi, bana sonbahar” (s.2)

 

Özlem ateşinin yangın yerinde,

Sevdamı bulmanı beklemekteyim (s.3)

 

Şair bu örneklerde “gönülü yumuşak ipeğe”, kendisini “kurumuş dallardaki baykuşa”, “Özlemi ateşe” benzetir ve böylece esas fikrini güçlendirir. Bundan başka şairin şiirlerinde çok sayıda teşbihe rastladık ki, sadece bunları söylemekle yetineceğiz: “Yıldızlar mızraptı, dolunay teldi”; “Yıldızlar falcıydı, ay bahtiyardı” (s.34); “Masada kar gibi eridim yoksun” (s.35); “Bir güvercin olsan koynuma girsen”, Ekildin bahçeme gonca gül gibi”(s.41); “İçimde açmamış goncaydı ümit” (s.45); “Çığ taneli goncayı andıran tebessüm” , “Ucu sevdaya varan zirvemde ak bulutsun” (s.46); “Hiç susmayan şarkısın gönlümün semalarında” (s.47); “Ben sevda bahçesi, sen de çiçeksin” (s.52); “Gözlerimi halı yaptım yoluna” (s.55); “Gözlerinin rengidir gönlümün eğlencesi” (s.56); “Sırrına erdiğim çile ilminin”, “Gönül salonunda sevda filminin” (s.57); “İdam ipim olsa kınalı saçın” , “Çile ipliğinden kördüğüm yumak” (s.58); “Kara giymiş bir bulut karşı dağda ağlıyor”; “Sevda türküsü söyler ağaçlarda serçeler” (s.61); “Yaşarım Antep’in mahzun halini” (s.62); “Her çiçek gözünden bin damla saçar” (s.64); “Harman olmuş duygularım yüreğimden akan seldir” (s.68); “Denizi doldurur akmayan yaşlar” (s.92); “Bilgi bahçesinin ilkbaharından” (s.94); “Bir kez çimdikleyin vicdanınızı” (s.98) vs.

Buradaki benzetmelerin – teşbihlerin bazısı benzetilerek üstü örtülü benzetilmiyor, bazısı ise üstü örtülüdür, bunu okuyucu anlar. Çünkü benzettiği özelliğin kime ait olduğunu okuyucu biliyor. Örneğin;  “Kara giymiş bulut ağlıyor”, burada bulut insana benzetilir, ağlamak insana mahsustur. Sevda türküsü söylemek, mahzun olmak, gözünden damla saçmak çimdiklemek insana, harman olmak – buğdaya,  akan seller ise doğaya mahsustur.

Mecazın bir türü olan abartmalara burada rastladık. Örneğin; “Denizi doldurur akmayan yaşlar” ı  göstere biliriz.

Bir daha önceki fikrimizi tekrar ediyoruz ki, mecazlar şiirin dilini zenginleştirir. Üstad şairlerin dili her zaman mecazlarla zengin olur. M. Nacar böyle şairlerden olduğu için onun şiirlerinin dilinde çok sayıda mecazlar bulduk, şimdi onları dikkatinize sunmak istiyoruz.

 

Yan yana uçardık en yükseklerde,

Kanadı kırılmış kuş olmasaydın (s.1)

 

Kavrulan çöllerde ne işim vardı,

Leyla ordusuna baş olmasaydın (s.1)

 


               Bu üç örnekte bulunan mecazlar en fazla mecazın ikisi mübalağa türüne aittir. Çünkü uçmak kuşa mahsustur,  şair ise sevgilisi ile göklerde uçmak istiyor. Ve ya: şair sevgilisinin resmini içmek istiyor. M. Nacar onu atıp giden sevgilisinin ardınca çöllere düşmüş, ama o kız Leyla ordusuna baş olmuş. Burada bir kinaye var:-Leyla aşkın, sadakatin, ehdü-peymanın, vefanın simgesidir, şairin sevdiği kız Leyla ordusuna baş olmuş. Ama bu kız da Leyla gibi vefalı dırsa, şairin çöllerde ne işi?

Başka örnekleri mısraların içinde değil, ayrıca dikkatinize sunuyoruz: “Gözleri gönlümü çaldıktan beri” (s.7);  “Buzlu yüreğinden sevgiyi tüket”, “Yanılıp yanarak tüten olmasın”; “Sabahsız gecenin dostudur şişe” (s.8), “Candan kopardığım sevgi gülünü”, “Hüzünler canımı dağladığında”, “Yaralı yüreğim ağladığında” (s.9); “Sevgi meydanında süren kavganın”, “Sevgi bahçesini buladın kana” (s.10); “Baksana gönül garsonu”, “Gönül kasalarımdaki servetleri”, “Gözlerine yükle getir”, “Ben sevda marka içerim”, “Ayrılık mikrobu bulaşmasın” (s.11); “Asma kilit vardı dudaklarımda” (s.13); “Hüzünlerim üfler ney’e”; “Dil yolladım sana doğru”, “Gönlümü verdim postaya, kul yolladım sana doğru”, “Ümit nikâhlı yüreği, “Dul yolladım sana doğru” (s.15). Yeni örneklere geçmeden önce buradaki mecazlara aydınlık getirelim. Bu örneklerde tahminen iki tür mecaz kullanılmıştır: 1.mübalağa türlü; 2.Kinaye türlü. Mübalağalı mecazlara bunları ait ettik: Buzlu yürek; sevginin tüketilmesi, hüzünlerin canı dağlaması; yaralı yüreğin ağlaması, sevgi bahçesini kana bulamak, dudaktaki asma kilit, ümit nikâhlı yürek, posta ile dil ve dul yollamak, hüzünlerin ney’ye üflenmesi; vs. Kinayeli mecaz:  gönül garsonu; gönül kasalarındaki servet; sevdanın da markalı olması; ayrılık mikrobu vs. Aşağıdaki dörtlükte çok güzel mecazlar kullanılmıştır:

Geçtim sevda otağından,

Öptüm gönül eteğinden.

Bin bir sevgi peteğinden,

Bal yolladım sana doğru (s.15)

 

M. Nacar’ın kitabı bildiğimiz gibi, “Hasrete Yolcuyum” adlanır ve onun bu adda olan şiiri dikkatimizi daha çok çekti. Şiirin adı da mecazdır:-Hasrete Yolcuyum. Şair her zaman hasrete yolcudur, gece gündüz gidiyor, ama hasret bitmiyor. Geri dönüş de yok, çünkü geri dönüş umutsuzluk demektir, şair ise umudunu kayıp etmiyor:

 

Bitmez servet sandım, paslanmış pulu,

Gönlüm o servetin ağlayan dulu.

Gaipten çağırır, meçhulün yolu,

Hasrete yolcuyum, dönemem artık (s.19)

 

Bu şiirde hayli mecaz vardır. Örneğin, “Gönlüme diz çökse vuslatın atı” (s.19), “Sevdamın güneşi dünyamı yaktı”, “Cennetin kapısı yarın dudağı”, “Izdırap dağının yücelerine” vs. “Cennetin kapısı yarın dudağı” ifadesi divan şiirinden gelir, klasik şairlerimiz buna benzer ifadeler çok kullanmışlar. Nesimi’de, Molla Penah Vagif’de, Karacaoğlan, Aşık Elesger ve başka şairlerde çoktur. Genellikle, bu şiirde mecaz daha  fazla kullanılmıştır:

 

Izdırap dagının yücelerine,

Konuğum sabahsız gecelerine.

Yalan ovasının ecelerine,

Minnetten yorgunum, inemem artık (s.19)

 

M. Nacar’ın başka şiirlerine kısa bakış yapalım. Örneğin “Kömüre bulanmış baht kumaşından”, “Yaralı gönlümü saran ateş” (s.21), “Gönlümün gülünde ötüşen kuşlar”, “Bakışın başrolde oynuyor her gün”,”Sevdanın renginde görüldü yine” (s.25), “Sevgi boncuğunu ipe dizdiğim” , “Hüzün bulutunu başımdan savan”(s.27), “Sevgi bardağıydım hasretle doldum” (s.30), “Reçete sayılsın bahtıma ferman” (s.33), “Gönlümü astığım bir kurumuş dal” (s.38), “Yaktığın gönlüne her yanı yama” (s.40), “Gönül kumaşıma bürürüm seni” (s.41), “Yudumlarken sevdayı, yolumuzu seçenler” (s.56), “Hasreti eksen de geçemem senden” (s.59) vs.

Şairin “Gemi” adlı dörtlüğünde de derin anlamlı mecazlar verilmiştir:

Gönül kumaşına, sevda deseni,

Çizer oya oya, kahve gözlerin.

Sevda denizinde, büyülü gemi,

Girer gizli koya, kahve gözlerin (s.23)

 

Şair bu dörtlükte mecazın gücüyle hem kalbindeki ince duyguları okuyucuya iletir, aynı zamanda sanki sevgilinin kahve renkli gözleri türü gönül olan bir kumaşa hem sevda desenini oya oya diziyor. Ve bir de gerçek geminin denizlerdeki halını gösterir. Elbet ki, bütün bunlar M. Nacar’ın kaleminin, ilhamının gücüyle ortaya konulur. Bir de Allah’tan gelen fıtri başarının gücüyle.

Çok değerli üstadımız M. Nacar’ın şiirlerindeki mecaz dünyasından ayrılmak istemesek te ayrılmak zorundayız. Çünkü gelecekte yazacağımız konular bizi af etmezler. M. Nacar’ın şiirlerindeki deyimler, şiirdeki felsefi fikirler, şairin hicivleri, şiirlerdeki mesajlar ve aktüel konular, mısra içinde mısra, söz oyunu, aşk konusu, dilcilik elementlerinin şiirde kullanılması, neologizm ve argo, güzel ifadeler ayrıca inceleme istiyor. İnşallah bir gün onları de işleyeceğiz, inşallah. Sayın M. Nacar Hocamıza şiir, sanat yolunda uğurlar diliyoruz. Her zaman böyle güzel şiir kitaplarını bekliyoruz.

 

*Okuyucuları yormamak için örnekleri iki mısra ile verdik.

 

Kaynaklar:

M.Celal; P.Halilov (1972).  Edebiyatşünaslıgın Esasları. Bakı, Maarif neşriyatı, s.70

A.G.E, s.71

N.Gencevi. (1994). İnciler. T.C.Kültür Bakanlığı, Milli Kütüphane Basım Evi, Ankara, s.85

K.Tarverdiyeva (1984).Müdrük Sözler Aleminde. Bakı, Azerneşr, s.71

Mehmet Nacar (2007). Hasrete Yolcuyum. Kilis, Kent Ofset Tesisleri.

 

 

 

 

 

 

Yazar: TAMİLLA ALİYEVA

SÖYLEŞİ


 

KUMRU: Okurlarımızın sizi daha iyi tanıması için, biraz kendinizi tanıtır mısınız?

M.NACAR: Kilis ilimize bağlı Yavuzlu Beldesi nüfusuna kayıtlıyım. Sınıf öğretmeni olarak değişik illerde görev yaptım. Eskişehir AÜ, AÖF, Eğitim Önlisans mezunuyum. Şiir ve gazeteciliğe gönül verdim. Son çalıştığım yer olan Gaziantep’te emekliye ayrıldım ve buraya yerleştim.

KUMRU: Şiir yazmaya ne zaman başladınız?

M.NACAR: Şiir yazmaya lise yıllarımda başladım. Yazdığım her şiir “Kilis Kent” gazetesinde yayınlanmıştı. Liseden bu yana halen yazıyorum.

 

KUMRU: Şiire başlarken, örnek aldığız şairler oldu mu?

M. NACAR: Elbette oldu. Necip Fazıl Kısakürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ömer Hayyam, Fuzuli çok beğendiğim şairlerdir. Daha bunlar gibi birçok ismi okudum ama ben kendi tarzımı oluşturdum.

 

KUMRU: Şairlik doğuştan gelen bir yetenek midir, yoksa sonradan kazanılan bir özellik midir?

M.NACAR: Şairlik doğuştan gelir. Tıpkı ham elmas gibidir. Yaşam boyunca gelişen kültür birikimiyle işlenerek olgunlaşır. İyi işlenen ve fark yaratan şairler gönüllerin en değerli ziynetidir. Kimisi doğuştan şairdir ama işlenmediği, kendini keşfedemediği için bu özelliğin farkına varmaz ve yok olur gider. Kimisi de bu özelliğini farkeder ama nedense kendini geliştirmez. Şairlik doğuştan gelen yeteneğin yanı sıra çağdaş kültür düzeyine vakıf, geçmiş ustaları okuyan ve tanıyan, sosyal konularda uzman, duygu ve hayal dünyası geniş, kelime hazinesi zengin kişilerden oluşur.

 

KUMRU: Şiire başlarlarken, kendinize bir hedef  seçtiniz mi, hedefiniz ne idi?

M.NACAR: Şiire başlarken tek amacım vardı, Türk Edebiyatına kalıcı eserler vermek, Edebiyatımızda nokta kadar da olsa iz bırakabilmek.

 

KUMRU: Bu hedefe ulaşabildiniz mi?

M.NACAR: Buna zamanımızın okurları ile geleceğin edebiyatçıları karar verecektir.

 

KUMRU: İlk şiir yazmaya başladığınızda, çevreden aldığınız tepkiler nasıldı?

M.NACAR; Sürekli takdirle karşılandım. Lise birde yazıp yayınlattığım bir şiirimle Kilis’te ünlenmiş, şiir severler arasında popüler olmuştum. Kilis’te yazmaya başlamak benim için bir şanstı. Çünkü Kilis bir kültür kentidir. Sürekli destek aldım,

 

KUMRU: Şiirlerinizde işlediğiniz ana tema nedir? Her şairin adından söz ettirdiği bir tarzı vardır. Sizin şiir tarzınız nedir?

M.NACAR: Şiir yazmaya lise yıllarımda sevgi şiirleri yazarak başlamıştım. Bu çizgime her zaman sadık kaldım. Belli zamandan sonra şiir tarzıma, taşlamalar, doğa şiirleri, tasavvufi şiirler de karıştı ama tarzımın ağırlık merkezi hasret, hüzün ve sitem şiirleridir. Özetle hüzün şairi olarak tanınırım.

 

KUMRU: Sevda şiirlerinizden birini okumak isterseniz memnuniyetle dinleriz.

M.NACAR:  Var mı Sandınız ?

 

Aşkın ummanına ışıklar saçan,

Ruhumun şavkını har mı sandınız?

Hasretin zehriyle sevdadan göçen,

Gönlümün gözünü kör mü sandınız?

 

Kaç kere kırıldı içimde bin fay,

Bahtın mehtabında kayboldu son ay,

Yalanlar marifet, ihanet kolay,

İnsanca sevilmek zor mu sandınız?

 

Yıllarım dünyanın ömründen uzun,

Halimi görseydi ürkerdi Mecnun.

İnleyen dağlarda Leyla’ya zebun,

Döktüğüm yaşları kur mu sandınız?

 

Sevginin ufkundan güneş çıkmadan,

Umut tünelinde çıra yakmadan,

Bir kere içine girip bakmadan,

Gönlümü evrenden dar mı sandınız?

 

Sevgiye yurt değil, ne ten, ne beden,

İlahi sevgiler büyür ebeden.

Paranın şöhretin peşinden giden,

Vefasız ceylanı yar mı sandınız?

 

Sonsuz okyanusum, sevgi doluyum,                         

Yunustur rehberim, mecnunluk huyum,                                               

Bir pençe toprağım, bir bardak suyum,             

Beni bu âlemde var mı sandınız?

 

Mehmet Nacar

 

KUMRU: Güzel bir şiirdi efendim. Sohbetin devamında sizden yine şiirler dinleyeceğiz. Şiirlerinizi genellikle hangi ruh haliyle yazıyorsunuz?

M.NACAR: İnsan ruhu denize benzer, Ben fırtınalı zamanlarımda güzel yazdığımı sanıyorum.

KUMRU: Sizce iyi bir şiir nasıl olmalıdır?

M.NACAR: Öncelikle akıcı olmalı. Gizli bir musikiye sahip olmalı. Konu bütünlüğü, şiir kurallarına uygunluk, serbest veya hece şiirlerinde kafiye bulunması şarttır. Anlamlara takla attırılmalı, mevcudun tekrarından kaçınılmalıdır.

 

KUMRU: Eserlerinize baktığımızda, özellikle ilk kitaplarınızda, serbest şiirler gözümüze çarpıyor. Hececi bir şair olarak, serbest şiir hakkında ne düşünüyorsunuz?

M.NACAR: Türk Edebiyatında şimdiye kadar üç ölçü kullanılmıştır; Hece ölçüsü, aruz ölçüsü ve serbest ölçü. Serbest şiir deyince bazıları yanlış anlıyor. Serbestten kasıt ölçü anlamında serbestliktir. Serbest şiirlerin çoğuna bakınca görüyoruz ki, mektuba da serbest şiir diyorlar, söz yazarlığına da serbest diyorlar. Düz yazıyı alıp, alt alta sıralayıp serbest şiir adı altında yayınlayan çok kişi var. Adı serbest olunca, şiir her anlamda serbesttir diye düşünmek yanlış. Serbest şiirinde kendine özgü kuralları vardır. Mesela; serbestte de kafiyeler kullanılır. Birçok ünlü ismin eserlerinde bunları görebilirsiniz. Kafiyeler şiiri düz yazıdan ayıran en belirgin ve tek özelliktir.

 

KUMRU: Günümüzde, “hece ömrünü doldurdu, çağdaş değil, duyguları sınırlandırıyor” gibi görüşler ortaya atılıyor. Siz bu görüşler hakkında ne düşünüyorsunuz?

M.NACAR: Şairlik, ender bulunur bir yetenektir. Şairlik yeteneği olan kişiler, heceye yoğunlaşıp çok güzel şiirler yazabiliyor.

Hecenin ve kafiyenin duyguları sınırladığı çağımızın en büyük yalanlarından biri. Benim duygularımı sınırlamıyor, aksine süslüyor ve güzellik katıyor. Hece şiirinde ustalaşmış kişilere bir bakın. Duyguları nasıl güzel işliyorlar. Bir Necip Fazıl’da, Faruk Nafiz’de ve yahut Abdurrahim Karakoç şiirlerinde duyguların adeta nakış nakış işlendiğini görüyoruz. Şiiri düz yazıdan ayıran en önemli ayrıntı, kafiyelerdir. Kafiyeler ve hece ölçüsü benim şiirimde duygularımı sınırlamıyor, süslüyor. Hece çağdaş değil diyenler hece şiirine özgü edebi mühendisliği öğrenemeyenlerdir. Kendi eksiklerini heceye çamur atarak savunmaktalar

Gelelim çağa ayak uyduramama, ya da çağdaş olamama konusuna. Edebiyatın ve edebin modası olmaz. Edebiyat çınardır, geçmişten geleceğe uzar gider. Heceye parmak hesabı diyenler gerçekten komik duruma düşmekteler. Hece konusunda bilgisizler. Hececi hiçbir usta yazdığı hece şiirlerindeki heceleri saymaz. Kurallar uygulanınca hece sayısı otomatik ve hatasız olarak ortaya çıkar.

Velhasıl bir şiir ölçüsünün geri kalmış olup olmamasına yaşadığımız dönemin karalamacıları karar veremez. Ona ancak çağlar karar verir. Hece ölçüsü milat öncesinden beri süre gelen bir mirastır. Dünkü, bu günkü veya yeni çıkmış bir tarz değil. Divan Edebiyatı bir zamanlar halk edebiyatını küçük görmüş, hatta yöneticiler dahi aruzla şiir yazar olmuş. Ama halktan kopuk olduğu için, şimdilerde yazmak şöyle dursun, okuyanı bile bulmak zor. Serbestin akibeti de aynı olacaktır.

 

KUMRU: Şiirde üslup hakkında ne düşünüyorsunuz?

M.NACAR: Şiir bir mühendislik ve mimarlık işidir. Şairler, şiire başlamadan önce, şiirin ustalarını okuyup, şiirin temel konularını, tekniğini öğrenmeli. Bir binanın yapılması için nasıl mühendislik teknikleri gerekli ise şiir yazmanın da kendi kuralları vardır.

Şiir yazacak kişiler, şiir kuralları konusunda ustaları örnek almalı ama tarz konusunda kendi tarzını, kendi üslubunu oluşturmalı. Üslup konusu ise mühendisliğe değil mimarlığa benzer. Çevrenize bakın, her binanın şekli farklı, üslubu farklı ama temel ölçüler aynıdır. Şiirde üslup konusunu böyle özetlemek mümkündür. Yani ustaları, üstatları okumalıyız, şiirin kurallarını öğrendikten sonra kendi ruhumuzun el verdiği üslubu, tarzı oluşturmalıyız. Zaten Edebiyatımızda her zaman kendi tarzına oluşturanlar var olmuş, diğerleri o tarzın gölgesinde kaybolup gitmiştir.

KUMRU: Hasret ve Hüzün şairi olarak tanınıyorsunuz. Peki, hasret ve hüzün tanımını, şairinden duymak istesek bize nasıl anlatırsınız bu iki olguyu?

M.NACAR: Çölde yol alan susuz bir yolcusunuz. Susuzluktan dudaklarınız çatlamış. Birdenbire karşınızda yeşillikler içinde, pınarların aktığı, şelalelerin çağladığı, kuşların cıvıldadığı bir bahçe görüyorsunuz. Ancak siz koştukça bahçe sizden uzaklaşıyor. Hiç bir zaman bahçeye yetişemiyorsunuz. Hasret, çölde o bahçeye doğru yapılan koşudur.

Hüzün ise; siz koştukça bahçenin sizden uzaklaşmasının verdiği acıdır.

 

KUMRU: Bu güzel tanımın üzerine bir de hasret şiiri dinlesek sizden.

M.NACAR: Hazan Bahçesi

 

Hazan bahçesinde yürüyen adam,

Arkanda rüzgârlar önünde yağmur.

Zamanın ufkundan batıyor akşam,

Ayakların yorgun dizlerin çamur.

 

İçinde büyüdün bu sonbaharın,

Altmış yıl yürüdün vermedin mola.

Ağlamaz ardında bıraktıkların,

Çoktan unutuldun devam et yola.

 

Yazdığın romanda sayfalar yırtık.

Sağlamda feleğe itiraz kaldı.

Boş bırak kalanı, doldurma artık,

Sararmış defterde sayfan az kaldı.

 

Anılar içinde çırpınan candan.

Bir hayır bekleme, geçenler geçti,

Vefasız sevgilin çıkmaz aklından.

Hayatın yılları onunla göçtü,

 

Mutsuzluk yolunda çileyen bahtsız,

Yaşamak ne imiş öğrenemedin.

Kendine sultandın ülkesiz tahtsız,

Mutlu olmak varken hiç denemedin.

 

Hasretle ıslanır sevdalı gözler,

Hâla sevgilide gönül durağın.

Hazan bahçesinde ışıldar közler,

Hiç meyve vermez mi sevdalı bağın?


Mehmet Nacar

                                                                                   

KUMRU: Birazda kitaplarınızdan bahseder misiniz?

M. NACAR: Yayınlanmış beş kitabım bulunuyor. Dört kitabım şiir türünde, bir tanesi de nesir şiir türündedir. İlk iki kitabım, “Yitik Sevgiler” ve “Bu Kentin Yalnızları” hem hece hem de serbest şiirlerin karışımından oluşmakta. İlk iki kitaptan sonra serbest şiir yazmayı bıraktım. Üçüncü kitabım “Hasrete Yolcuyum” ve dördüncü kitabım “Hüzünlü Bestem” sadece hece şiirlerinden oluşmaktadır.

Beşinci ve son kitabım “Neredesin Sen” nesir şiir türünde bir eserdir. Türk Edebiyatında örneği az bulunur. Benzeri eserler, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Şemsi Belli tarafından yazılmıştır. Kafiyeli nesir şeklindedir. Edebiyatımızda nesir-şiir, manzum-nesir, artistik-nesir gibi isimlerle adlandırılmıştır.

 

KUMRU: Kitap çalışmalarınız halen devam ediyor mu, yeni kitap çalışması var mı?

M.NACAR: Evet yakın da bir şiir kitabım daha çıkacak. Daha sonra köşe yazılarımdan seçilen Ermeni iddiaları ile ilgili bir kitabım hazır ve baskı beklemekte. Bunun yanı sıra ülkemizdeki terör olayları ile ilgili bir kitabım daha baskıya hazır beklemekte.

 

KUMRU: Toplumumuzda şiir yazanların sayısı artmış ama şiir okuyanların sayısı azalmıştır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

M.NACAR: Günümüzde herkes şair olduğundan dolayı şiir okuyan kalmamıştır diyebiliriz. Ayrıca şiir, magazin, bira ve pop kültürünün altında ezildi. Televizyon ya da diğer teknolojik alanlar okuma kültürümüzü olumsuz yönde etkiledi. Kitap yapma kolaylığı ülkeyi kitap çöplüğüne dönüştürdü. İnternet ve şiir sitesi adıyla açılan siteler halkımızın tamamını şair yaptı. Türkiye’de her adamın üç şairdir. Birincisi kendi ismi ile şairliği, diğer ikisi de rumuzla yaptığı şairliğidir. Hal böyle olunca şair çok ama okuyan yok. İnternet öncesi yazılı basında şiir adı altında hiçbir karalama yayınlanmazdı. Özetle okunacak şiir bulanlar mutlaka okuyacaktır ama çok aramaları gerekecek.

 

KUMRU: Günümüz şairlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.NACAR: Şair olanlara sevgi ile bakıyoruz. Mesela, Bekir Sıtkı Erdoğan, Cemal Safi, Abdurrahim Karakoç vb. şairler çağımızın şiir dünyasının çınarlarıdır. Teknoloji ve para desteğiyle ünlenen ama şair olmayan çok kişi var.

 

KUMRU: Amatör olarak şiirle uğraşanlara, ya da şiire yeni başlayan gençlere önerileriniz neler?

M.NACAR: Her şeyden önce Türkçeyi doğru öğrenmelerini ve güzel kullanmalarını öneriyorum.

Fantezi olsun diye şiir yazarak bu güzelliğe zarar vermesinler. Şairlik yeteneği olan kişiler, Türk Edebiyatının ve Türk şiirinin kurallarını öncelikle öğrenmek zorundadır. Buna çağdaş dünya edebiyatını da eklemekte yarar görüyorum.

Ayrıca çağdaş kültür düzeyine erişmeyen ve edebi bilgilere vakıf olmayan bir kişi, yeteneği olsa bile şair olamaz. Kişi, evvela edep elbisesi giyerek girmelidir bu kapıdan.

 

KUMRU: Teşekkür ediyoruz üstadım.

M.NACAR: Ben de teşekkür ediyorum.

Yazar: KUMRU EDEBİYAT DERGİSİ

RÖPORTAJ


Ortaokulu sanat enstitüsünde okudum. O yıllarda duvar gazetesi çıkarırdık. Sene 1962-1964 arası. Heveslenip gazetede roman yazan arkadaşlarımız olurdu. Şiir yazanlar olurdu. Bir de okulda askeri disiplin benzeri bir disiplin vardı. Sizden bir üst sınıflara abi demek zorundasınız. Abi demezseniz onların sizi dövme hakkı dahi vardı. Okulun duvar gazetesinde yazdıkça ve  okudukça ben de heveslenmeye başladım. Sonra şiire yöneldim. Tabii, gençlik yıllarımızda yaşadıklarımız her gencin yaşadığı durumlardı. Ancak, şimdikiler gibi değildik. Gençlik yıllarımızda zaman zaman okuldan kaçar sinemaya giderdik. En büyük eğlencemiz sinemaydı. İstesek de başka eğlence olanağımız yoktu. Cebime bir bloknot, bir de kalem taşır, her fırsatta şiir yazardım. Kent gazetesinin şimdiki sahibi Ahmet Barutçu o zaman aynı gazetede mürettipti. Gazetede kültür sanat sayfası çıkarırdı. Bir gün bana geldi. Abi sayfada bir boş yer var, şiirin yok mu, ver de yayınlayalım dedi. Bloknotumda yeni yazdığım serbest tarzda bir şiir vardı. Serbest şiirleri de pek sevmem. Yırtıp verdim kendisine ve yayınlandı. O şiir çok ses getirdi. Köşebaşı isimli kısa ve öz bir şiirdi. Kilis’te o yıllarda kız enstitüsü, öğretmen okulu, klasik lise ve ortaöğretim kurumlarında  popüler oldu. Marifet iltifata tabiidir diye bir söz var. Beğenmeyip atacak olduğum şiirin bu kadar tutması beni çok etkiledi. ‘’Sende yetenek var bu yola devam et’’ dedim kendi kendime. Aile olarak varlıklı ve kalabalık bir aileden geliriz. Birkaç amcamın köy odası var. Bu odalarda sohbetler dinlerdik. Yaşanmış öyküler, ibretlik fıkralar anlatılırdı. Her oda bir okul gibiydi. Konuşmacılar da gerçek birer hatip. Köy odalarında o günün şartlarında çok şeyler öğrendim. Tabi ki, şiirler de okunurdu. Şarkı ve türküler dinlenirdi.

Şiire Köşebaşı’yla başladım ve bir daha da bırakamadım. Ortaokulu erkek sanat enstitüsünde bitirdikten sonra klasik liseye (Kilis Lisesi) geçtim. Lisede Arı Grubu adında bir grup oluşturduk. O yıllarda liselerde fen ve edebiyat adı altında yalnızca iki bölüm bulunurdu. Ben edebiyat bölümündeydim. Arı grubunda birkaç arkadaş toplandık. Kent gazetesi tabldot boy ve yalnızca dört sayfaydı. Çarşamba günleri iki iç sayfasını bize verdiler. Grup adıyla kültür sanat sayfası çıkarmaya başladık. Sayfada kendi yazdığımız şiir, öykü, fıkra ve köşe yazılarımızı yayınlıyorduk. Edebiyat öğretmenimiz Halil İban (Kulakları çınlasın) not cimrisi bir öğretmendi. Benden beş alan kendini on almış saysın derdi. Onun ilgisini çekmiş yazılarım. Bir gün beni öğretmenler odasına çağırdı. Yazılarımın güzel olduğunu söyledi. Beni yönlendirmeye çalıştı. Doğuştan biraz dik kafalı olduğumdan öğretmenimin dediğinin tersini yapmaya başladım. Yine de en yüksek notu alan ben olmuştum. Bir gazete daha vardı Kilis’te. Şiir ve yazılarım onların da dikkatini çekmiş. Yazı istediler. Böylece, lise bitene kadar yazı hayatım o iki gazetede devam etti. Bu arada bir de önemli hata yaptım. İstanbul’da yayınlanan bir kültür sanat edebiyat dergisi olan Hisar dergisinde zamanın ünlü edebiyatçıları yazıyordu. O dönemde telefon yok. Bilgisayar yok.  Mektupla haberleşme var. Derginin adresine şiirlerimi mektupla göndermeye başladım. Üst üste birkaç mektup gönderince bir gün bana bir koli dergi göndermişlerdi. Üzerine de bir not düşmüşler. ‘’Bu dergileri oku ve ona göre daha güzel yazmaya çalış. Sonra da bize gönder’’ diye. Buna çok üzüldüm. O zamanlar edebiyatta yeniyim. Kendimi çok iyi görüyorum. Sıfır olduğumdan haberim yok. Derginin bana o şekilde bir yönlendirme yapması onuruma dokundu. Ondan sonra İstanbul’da hiçbir yere şiir göndermemeye başladım. Yaşadığım farklı illerin yerelinde şiirlerim yayınlandı ama İstanbul’a küstüm. O yıllarda yazdığım çok harika şiirlerim de vardı. Rast gele kağıtlara yazıp attım onları. Aynı zamanda köy öğretmeniyim. Yazı hayatım böyle başladı.

 

Şiirlerinizin teması ne oluyordu genelde?

 

Şiirlerimin teması sevgi ve aşk üzerinedir. Lise yıllarımda başladığım alışkanlıkla, hala öyle devam ediyorum. Şimdi yazdığım şiirlerimi okuyanlar duygu açısından liseli şiirleri gibi diyorlar. İlk yıllarda yazdıklarım içimden kopup gelen ve taşan duygulardı. Şimdi yazdıklarım bir yapı ustasının deneyim ve alışkanlıkla duvar yapmasına benzer bir olay. Başlarken sevgi ve aşk şiirleriyle başladığım için şimdi yazmak da çok kolay geliyor. Şiirde de branş olduğuna inanırım. Ben branş olarak sevgi ve aşkı seçmiştim.Tabi, sevgi ve aşk şiirleri dışında yazdığım taşlamalarım da çok.  Taşlamalarımın bayağı sivri olduğu söylenir. Taşlamalarımı çoğunlukla net ortamında paylaşmıyorum. Bazılarını seçip kitaplarıma alıyorum. Bir de ironik şiirlerim var birkaç tane. Kilis Kültür Derneği adına 1967 yılında Zeytin Dalı isimli bir dergi çıkarmıştım. Yürütemeyip kapattım. Otuz üç yıl sonra aynı dergi, aynı dernek tarafından yeniden yayınlanmaya başladı. Şiir gönderdim ama bazılarını yayınlamadılar. Nedenini sordum. Yalnızca Kilis’le ilgili şiirleri yayınlıyoruz dediler. Bir eşref saatimde İçoruk Ağe konulu ve Kilis lehçesiyle bir şiir yazarak gönderdim. Bu şiiri yazarken derginin editörüyle dalga geçmeyi düşünerek yazmıştım.

 

Beşenli, Akpınar, Söğütlü Dere,

Her hafta gidoruk ayrı bir yere,

Mitor heybesinde bahdeniz, tere,

Arakıyı açooooor, içoruk ağe.

 

Şiir beş kıta. Tamamı güzel olmuştu ama ben en çok şu dörtlüğü beğenmiştim

 

Akşamdan akşama çıkoruk dama,

Yavaşca söylor ya, düşoruk gama,

Avrat artık yeter, içme dor ama,

Arakıyı açooor, içoruk ağe…

 

Bu dörtlükteki Yavaşca sözüyle belitilen Kilisli Bestekâr Alaeddin Yavaşca üstadımızdır. Şiiri gırgır ve protesto amacıyla yazıp gönderdim. Dergide yayınlandı. Zeytin Dalı yurt içi ve yurt dışında her yere ulaşmakta. Beni arayan arayana. Şiir çok tuttu. Dergiye ulaşamayan Kilislilere de birbirlerine telefon ve faksla ulaştırmakta. Düşünmeye başladım. Bu şiiri okuyanlar benim eksiksiz bir alkolik olduğum kanaatine varacaklar. AKP iktidarının ilk yıllarında İçoruk Ağe şiirimin tersini yazdım. Adı ‘’Artık İçmoruk Ağe’’ Bu şiirim de on kıta. Bir iki örnek dörtlük sunayım sizlere.

 

Nefsimize zulüm edoruk her gün,

Büfenin önünden geçmoruk ağe,

Yılbaşı gelse de senede birgün,

Arakıyı açmor, içmoruk ağe.

 

Bütün büfeleri yoklasak doru,

Kiminin önünde beklesek doruk.

Bir boş ganne bulsak, koklasak doruk,

Arakıyı açmor, içmoruk ağe.

 

Güzelbağ şarabı raflardan bakor,

Düşümde burnuma anason kokor,

Musluktan Narlıca suları akor,

İnattan onu da içmoruk ağe.

 

Bu şiirimin içeriğinde politik taşlamalar da var. Kilis’ten yayın yapan bazı radyolara gönderdim. Sitelerinden izlediğim kadarıyla daha çok okur toplamakta.

Ben genelde hüzün, gurbet ve hasret şiirleri yazarım. Kilis lehçesiyle yazdığım şiir türünden çok az şiir yazdım. Bir de Antep Elinde konulu şiirim var. Bir dörtlüğünü paylaşayım sizlerle.

 

Uzaktan görünür Almalı Köyü,

Köprünün üstünde koç Şahinbey’i,

‘’Söz verdim, Antep’e geçirmem’’ deyi,

Fransız’a kurşun sıkarken gördüm.

 

Tema dediniz. Doğa, aşk, hasret, hüzün, politik taşlamalar, nasihat ve milli konularda yazıyorum.

 

Şiir yazmak nasıl bir duygu?

 

Şiir benim arkadaşım. Dert ortağım. Özellikle bunaldığım veya isyankâr zamanlarımda iyi şiir yazıyorum. Bu yüzden şiirlerimin konusu sitem, hüzün, hasret, aşk, sevgi veya taşlamalardır. Yazdığım zaman deşarj olurum. Rahatlarım. Şiiri bir asalet, yücelik olarak görürüm. Şiir asil duyguların kağıt üzerindeki resmidir. İnsanı yücelten değerlerin yazıya geçmiş belgeleridir.İnsanlık tarihini veya Türk tarihini ele alalım. Orta Asya’dan beri Dede Korkut’un şiirsel söylemleri var. Selçuklu döneminden, Osmanlı döneminden günümüze gelen şiirler var. Romanlar, öyküler unutulsa da şiirler unutulmuyor. Türk halkı şiir seven bir halk. Şiir yazdıkça yüceldiğimi düşünüyorum. Şairin dünyası ayrı bir dünya. Normal günlük yaşayan insanların dünyasından çok daha farklı. Yahya Kemal’in tabiriyle rint oluyor insan. Dünya değerlerine, paraya, pula pek önem vermiyorsun. Maddiyat kazanılabilir ve çabuk da kaybedilebilir. Yüzlerce fabrikanız olsa sonunda batabilirsiniz. Ya da mirasçılar paylaştıkça küçülüp kaybolurlar. Güzel eserler ortaya çıkarıp Türk Edebiyatına geçerseniz o eseriniz asla kaybolmaz. Üstelik paylaştıkça büyür ve çoğalır.Yunus Emre, Karacaoğlan kayda geçmemiş kişiler bunlar. Hatta, Yahya Kemal da sağlığında kitap yapmamıştır. Ancak, Türk edebiyatına kalite kazandıran, edebiyatı edebiyat olarak yapan kişiler olduğundan günümüze kadar gelebilmişler. Benim amacım da bu yönde. Kendimi hala edebiyat ve şiir öğrencisi olarak görürüm. Tek bir amacım var. Türk Edebiyatında nokta kadar bir iz bırakabilmek. Ün, şan, para ve geçici değerlerin hiç birinde gözüm yok.

Ömrümce yalnız kendimle yarış halindeyim

 

İyi bir şiirde olması gereken şeyler nelerdir?

 

Önce serbesti de heceyi de ele alarak söylemek isterim. Çok farklı bazı kurallar vardır şiirde. Bu kurallar ki, şiiri düz yazıdan ayırırlar. Şiirde en önemli ve mutlaka olması gereken kural kafiyedir. Zamanımızda amatör olsun, profesyonel olsun, hemen bütün şairler kafiyeyi yalnızca hece şiirlerine özgü bir kural olarak düşünmekte. Türk edebiyatına geçmiş ünlü ustaların, mesela Ümit Yaşar, Orhan Veli, Şemsi Belli gibi serbest yazan ünlü ustaların şiirlerine bakın. O şiirleri güzelleştiren tek şey vardır. Araya kafiyeler serpiştirilmiş olması… Hece şiirlerindeki dörtlüklerde en azından ilk üç satır birbirleriyle kafiyeli olmak durumunda.  Serbest şiirde satırların peş peşe, zincirleme birbirleriyle kafiyeli olması şartı yok. Kafiyeler uygun şekilde satır aralarına serpiştirilir. Eğer kafiye serpiştirme olayı yoksa, yazan kişi ne kadar ünlü olursa olsun ona şair diyemem. Birincisi bu.

İkinci olarak şiir anlaşılabilir olmalı. Şiirde yenilikçiler var. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü yenilikçiler. Adam yazmış şiiri. Sonra da, efendim diyor, şiirden zaten bir şey anlaşılmamalı. O zaman kendilerine diyorum ki, madem bir şey anlaşılmasın istiyorsunuz, boş bir kağıt verin, bakıp dursunlar. Onların mantığından yola çıkarsak, boş kağıt en iyi şiir. Çünkü, hiçbir şey anlamak mümkün değil. Şiir duyguların kağıda dökümüdür. Duyguların sızıntısıdır ama o sızıntı ne kadar fazla olursa şiir de o kadar güzel olur.

İyi bir şiirde konu bütünlüğü olmalı. Gerek sosyal bir konuyu işliyorsunuz, gerek bir sevgi ve aşk konusunu işliyorsunuz veya Pir Sultan gibi nasihat yazıyorsunuz. İlk baştaki konu sonuna kadar devam etmeli ve okuyan kişinin gözünde bir tablo canlandırmalı. Bu yapılmıyorsa, her dağdan bir taş alınmışsa, bulmaca gibi çözüm gerektiren şiirler şiir değildir. Serbest şiir kolay. Serbestte konu bütünlüğü, akıcılık, kafiyeler bulunsun yeter. İstediğin kadar uzatıp kısaltabilirsin ama serbestin de uzununa göre kısası daha güzeldir. Uzun olup güzel olabilen şiir çok az. Mesela, Ümit Yaşar’ın Milyon Kere Ayten şiiri. baştan sona kafiyelidir.

Hece şiirlerinde çok daha farklı özellikler ve zorluklar var. Onun için herkes hece yazamaz. Hece şiirlerinde hece eksiği veya fazlası kabul görmez. Akıcılık olacak. Konu bütünlüğü olacak. Kafiyeler kusursuz olacak. Kafiyeler de beş altı çeşittir ki, bunların en kolayı yarım kafiye. Tam kafiye, zengin kafiye, cinaslı kafiye, tunç kafiye gibi kafiyeler. Yarım kafiye özellikle amatörlerin kullandığı bir kafiye şekli. Kendim çoğunlukla zengin kafiye kullanırım. 

Hece şiirleri tıpkı bir beste gibidir. Müzik eseri gibidir. Kendine özgü ritmi, ses uyumu, akıcılığı vardır. Mesela, müzik eserlerinde es var. Es nefes alınması gereken yerler. Hece şiirlerinde de duraklar var. Bir dörtlüğün tek bir satırı duraklara uygun olmayınca o dörtlüğün tamamı bozulur. Konunun ehli olmayan kişiler kalıplaşmış durak düzenini ezberlemiştir. Son yazdığım bir şiiri net ortamında paylaştım. Birisi yorum yapmış.  ‘’Şiir çok güzel ama duraklar uygun değil’’ demekte. Çünkü, adam altı artı beş veya beş altı durakları biliyor.  Oysa ki, o şiir dört artı dört, artı üç duraklı. Bekir Sıtkı Erdoğan’ın Kışlada Bahar şiiri var ;

Ela gözlüm efkârlanma gül gayrı

Bütün satırlar dört, artı dört, artı üç duraklıdır. Benim şiirimde öyle. Bazıları bunları bilmiyor. Ben durakları ayırarak cevap gönderdim o kişiye.

Ayrıca yine hece şiirlerinde ilk dörtlükten başlayıp son dörtlüğe doğru gittikçe yoğunlaşan bir duygu yoğunluğu olması gerekir. Son dörtlükler mutlaka vurucu olmalı, akılda kalmalı. Hecede dörtlükler şiir kurallarına uygunluğun yanı sıra Türk dilinin kurallarına, imla kurallarına ve dil bilgisi kurallarına kesinlikle uymalı. Son zamanlarda şiirde bir çok kişi noktalama kurallarına uymuyor. Bu neye benziyor? Siz bir duvar örüyorsunuz ama harç kullanmıyorsunuz. Türk dilinin ana kuralıdır, dilbilgisi kuralları ve noktalama işaretleri. Noktalama işaretleri sizin neyi, nasıl anlatmak istediğinizi gösteren işaretler. Adamın dil bilgisi zayıf.  Diyor ki, herkes bildiğini istediği yere koysun. Olmaz ki… Çok ünlü bir örnek var.  ‘’Oku baban gibi eşek olma.’’  Burada virgülün konulması gereken iki yer var. Virgülün yerinin değişmesi cümlenin anlamını tümüyle tersine çevirmekte. Şiirde dilbilgisi ve imla kuralları kusursuz uygulanmalı. Çünkü, sen şairsin, şiir yazıyorsun. bir şeyler anlatmak istiyorsun. Anlatmak istediğin duygu ve düşünceleri  herkesin  kolay ve net olarak anlayacağı şekilde yazmak zorundasın. Bunu yapmak için de imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uymak şartı var. Eski köye yeni adet getirilemez. Yine iyi bir şair kafiyeleri tutturmak için uydurma veya yabancı sözcüklere meyletmemeli. Hece şiirlerinde kafiyeleri tutturmak çabasıyla yarı yarıya Osmanlıca sözcükler kullanılıyor.  Atatürk Türk Dil Kurumunu kurdu ki, kendi dilimize sahip çıkalım ve kullanıp geliştirelim. Türk kültürünü yabancı kültürlerin etkisinden kurtarmanın tek şartı Türk dilini sadeleştirmek, güzelleştirmek ve öz Türkçeyi kullanmaktır. Divan edebiyatına bakın. Pek bir şey anlamıyoruz. Oysa Türk şairler ve yazarlar yazdılar. Yunus Emre’yi anlayabiliyoruz, Karacaoğlan’ı anlayabiliyoruz. Kültür ve sanat hizmetleri şahısların kendileri için imar edilmiş özel saraylar değildir. Halkın bütününe hizmet için yapılan bir sanattır. Halka hitap edemiyorsanız, ne kadar ileri düzeyde şair ve yazar olursanız olun fark etmez. Bu durumda siz müşterisi olmayan bir işyeri açmışsınız demektir. Çünkü, bir kitap yazmışsınız ama onu sizden başka okuyan ve anlayan yok. Yaptığınız sanat toplumun benimseyip paylaştığı bir sanat olmalı.

Şair sözcüklerle bir cambazın ipte oynadığı gibi oynamalı. Sözcüklere ve anlama derinlik kazandırmalı. Hayal dünyamızı zorlayan yeni konuları şiirleştirmeli. Ezberlenmiş türde yazılan şiirler sınıfta kalır.

 

Siz serbest mi tercih ediyorsunuz, hece mi?

 

Ben önceleri ikisini de yazardım. Hala kendini aşamamış bazı çevreler var ve hece şiirini gericilik sayıyorlar. Şiir kalıba girer mi, diyorlar. Bu eleştirilere canım sıkıldı. Dedim ya, bir huyum var ki, dayatılanın tersini yaparım. Bu tür yersiz eleştiriler nedeniyle serbest yazmayı bıraktım. Yoksa, benim ilk kitaplarımda yarı yarıya serbestler var. Hece şiirlerine karşı çıkanların taraflı ve maksatlı davrandığına inanıyorum. Hece yazmamın bir başka yönü daha var. Bence şiirde hece yazmak sorumluluktur. Bir şair eğer hece şiiri yazamıyorsa serbestte ne kadar başarılı olursa olsun tam bir şair değildir. Ayrıca, hece şiiri Türk kültüründe çok farklı, çok önemli yeri olan bir nazım şekli. Hecenin kültürümüzde bağlantıları ve akrabaları var. Hece şiirini yok ettiğiniz takdirde, Türk kültürünü büyük ölçüde tahrip etmiş olursunuz. Hece şiiri Türk Sanat Müziğinin ve Türk Halk Müziğinin öz kaynağıdır. Hece şiiri yoksa, Türk Sanat ve Türk Halk müziği besteleri yapılamaz. Türk folklöründe, halaylarda hece şiirleri vardır. Türk müziği ve Türk Foklörü ile hece şiirleri dört sütun üzerine kurulmuş bir bina gibidir. Bu binanın asıl taşıyıcı sütunu da hece şiiri. Hece şiirini çektiğiniz zaman diğerleri de yıkılmakta. Zamanımızda güzel hece şiirleri yazan kalmadığı için, dikkat ederseniz yeni Türk Sanat Müziği besteleri yapılamıyor. Cemal Safi dışında besteye uygun hece şiirleri yazan ve yaşamakta olan şairimiz yok gibi. Halbuki, Alaeddin Yavaşca başta olmak üzere halen yaşamakta olan bestekâr üstatlarımız var. Bu üstatlar Sanat Müziği demode oldu, artık beste yapmayalım demiyorlar. Onlar bestelerini yaparlar ama kaynak lazım. Bestelere uygun hece şiirleri kaynağı ise kurumaya yüz tutmuş durumda. Geçmişte ideolojik gerginliklerin olduğu yıllarda Türk kültürünü baltalamak, eskiyi yok etmek için büyük çabalar sarf edildi. Şiirde yenilikçilik adı altında farklı şeyler ortaya atıldı. Sanat Müziğimizden, Halk Müziğimizden ve yerleşik kültürümüzden uzaklaşmaya çalışıldı. Halbuki, gelecek geçmişin devamıdır. Geleceği geçmişten koparamazsınız. Kültür de, sanat da, edebiyat da öyle. Avrupalılar Kurtuluş Savaşında, altı yedi devlet işbirliği yaparak ülkemizi işgal etti. Irak’tan kötü durumdaydık. Kıtlık var, devlet yok, paramız yok ama onları yenerek geri gönderdik. Kültürümüzü işgal edip yok ettiklerinde savaşmaya gerek kalmadan ve kalıcı olarak ülkemizi işgal edebilirler. Şu anda yapılan uygulamalarda bu yönde. Onun için kültür, sanat, şiir, hafife alınacak şeyler değildir. Kendi öz benliğimizden ve kendi değerlerimizden uzaklaştığımızda yok olmuş sayılırız. Bizi devlet ve millet yapan en temel unsur kendi öz kültürümüz. Hece şiirleri de öz kültürümüzün ayrılmaz bir parçası.

 

Gaziantep’teki edebiyat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

 

Gaziantep’te sıradan halkımız şairleri düğünlerde davul zurna çalarak halkı eğlendirenlerle aynı kategoride algılamakta. Kültürlü kesim de okunacak şiir yok diyerek önem vermemekte. Tabi ki, böyle düşünenlerin haklı yönleri de az değil. Kitap dünyamız çöplüğe döndü. Paran varsa istediğin kadar berbat şeyler yaz ve kitap yap. Hatır için kitap alınıyor. Hatta hatır için de okunuyor. Tanıdığım bazı kişiler var. Şairlik yeteneği yok. Yazdığı şiirlere şiir demeye utanırım. Kendisini gaza getirmişler ve şiir kitabı yapmış… Piyasada bu tür kitaplar hızla çoğalmakta. Böyle olunca da gerçek şairler ve şiirleri arada kaynayıp gitmekte.

Gaziantep’te kültür sanata ekonomik katkı yok. Sanat için değil de hatır için katkı var. Devlet kültüre verdiği önemden dolayı belediye yasasına yerel kültüre destek babında iki yüze kadar kitap alma yetkisi tanımıştır. Şimdi belediyelere kitap satmaya kalkarsanız sizi tanıyan veya referans(!) olacak birilerini devreye sokmanız gerekiyor. Bu durumda ya kaleminizi onların emrine vermeniz, ya da şairliği seçmeniz gerekmekte. Gerçek bir şair tarz, üslup sahibi olmanın yanı sıra edebi onur sahibi olmalıdır. Gaziantep, kendi kültürüne katkı sağlayan kalem erbaplarına ve gönül adamlarına kendisi sahip çıkmalı. Şairin minnet ve ricası veya araya birilerini koyması beklenmemelidir. Bu düşüncede olduğum için geçen yıl bastırdığım üçüncü kitabım hala matbaa kolilerinde beklemekte. Şairin parasal beklentisi olmaz ama bastırdığı kitapların maliyetini kazanması da doğal hakkıdır. Çünkü, gönül adamlarının parası olmaz. Onlar kendilerini para dışında değerler kazanmaya adamıştır.

Kitaplarımı il dışından isteyenlere karşılıksız olarak göndermekteyim.

Gaziantep, kültüre gereken önemi vermeyen ve kültür sanat adamlarını kendi kaderiyle baş başa bırakan bir kent. Kendini kültür ve sanata adamış kişileri sahiplenmemekte.

Dost meclislerinde söz açılınca Gaziantep’i bir file benzettiğimi söylerim. Kent büyük, zengin, güçlü kuvvetli ama kafasında kültür eksik.

 

Kendinize örnek aldığınız şair ve yazarlar var mıydı? 

 

Benim lise yıllarımdan başlayarak, rahmetli üstadım Necip Fazıl Kısakürek ile belirli aralıklarla görüşmelerimiz, dostluklarımız oldu. Necip Fazıl üstadım doğduğum beldede benden önce iki yakınımı yetiştirdi. Biri Hüseyin Rahmi Yananlı. İstanbul’da üstadın misyonunu devam ettirmekte. Varlıklı bir aileden gelir ama bu yolda bütün malvarlığını kaybetti. Mesleği avukatlık ama mesleğini yapmadı. Yazarlığa yöneldi. Diğeri de Bahri Zengin. Milli Selamet Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve makine mühendisi. Üstat onların vasıtasıyla ilgimi çekti. Buraya konferanslara geldi gitti. Bulunduğu toplantılara katıldım. Yakınlaşma ve dostluk duymaya başladım. Bu yakınlaşma dolayısıyla onun eserlerini inceden inceye okuma durumu doğdu. Bu sebeple Necip Fazıl rehber oldu bana. Üstadın yanı sıra Faruk Nafiz Çamlıbel var ki, edebiyat öğretmeni arkadaşlar benim şiirlerimi daha çok Faruk Nafiz’e benzetirler. Biz lisede Nihat Sami Banarlı’nın Türk ve Batı Edebiyatı kitabını okuduk. O kitapta Faruk Nafiz’in ‘’Şair’’ adında bir şiiri vardır. Son satırında şöyle der; ‘’Şair sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın.’’ O söz beni çok etkilemişti. Bunların dışında örnek aldığımız, etkilendiğimiz, kalemimizin onlara ulaşmasını istediğimiz şairler var. Bunlardan en önde gelen isimler Bekir Sıtkı Erdoğan, Orhan Seyfi Orhon, Kemâlettin Kamu…

Belirli birini örnek alıp, onun izinden giderek, onun yaptıklarını yapmaya kalkarsanız başarılı olmanız mümkün değil. Her şairin kendine özgü bir üslubu, yazım şekli ve teması olmalı. Böyle olunca şair olabilirsiniz. Birisinin yaptığını devam ettirmeye kalkarsanız taklitçi ve kopya olmaktan öte geçemezsiniz.

Türk Edebiyatına geçmiş ustalarımız bizim şiir öğretmenlerimizdir. Onlardan çok şey öğrendim ama kendi edebi hamurumu kendim yoğururum.

 

Bir de internet radyonuz var galiba, orada neler yapıyorsunuz?

 

İstanbul’dan şair dostum Ayfer Yaba hanımefendi ile ortak çalıştırdığımız bir forum ve bu foruma bağlı Duygu Radyo adında bir internet radyomuz var.

Yaba ailesi benim aile dostumdur. Açtığımız forumun adı Duygu Yansımaları. Net adresi duyguyansimalari.com

Forumumuz kültür sanat ve edebiyat forumu. Henüz bir yaşında ve altı yüzün üzerinde üyemiz var. Ancak, her başvuranı üyeliğe almıyoruz. Seçme yapıyoruz. Edebi değeri olanları, şiiri ciddiye alanları kabul ediyoruz. Yakın zamanda siteye dönüşmeyi planlamaktayız. Forumda kültür, sanat ve özellikle de edebiyatla ilgili konular paylaşılmakta.

Radyomuz günde on sekiz saat yayında. Müzik yayınları yapmaktayız. Ağırlıklı olarak Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve hafif Türk müziği yayınları yapıyoruz. Radyomuz bütün dünyadan dinlenebilmekte. İstatistiklerimize göre yurt dışı dinleyici kitlemizin ağırlığı Avrupa’da yoğunlaşmakta. Gariptir ki, Türk Cumhuriyetlerinde (Azerbaycan hariç) dinleyicimiz yok. İkinci sırada ABD var. İç Asya hariç bütün dünyadan dinleyicilerimiz bulunmakta.

Eylül ayından başlayarak akşamları saat yirmi/sıfır iki arası canlı yayınlar yapmaktayız. Canlı yayınlarımız şiir ağırlıklıdır. Farklı illerden şiir gönüllüsü programcı dostlarımız var. Haftanın akşamlarını paylaşarak sırasıyla yayın alıyoruz.

Forum ve radyomuzda Türk Dilinin kurallarına uymak esastır. Gerek forumda paylaşılan, gerekse radyomuzdan okunan şiirlerde dil, dilbilgisi ve imla kurallarına azami özen gösterilmekte. Ayrıca sevgi, saygı ve nezaket kurallarına uymayan üyelerimizin kaydı silinmekte.

Net üzerinden foruma ulaşıldığında radyomuz da otomatik olarak çalmaya başlar. Radyo istek hattımız forum sayfası üzerindedir.

 

Biraz kitaplarınızdan bahsedebilir misiniz?

 

İlk kitabım Yitik Sevgiler. Ağostos/2002 de yayınladım. Yüz yirmi sayfa ve içinde yüz iki şiirim mevcut. Taşlamalar, sevgi şiirleri, doğa şiirleri karışık olarak sayfalarda yer almakta. Taşlamalarım genelde siyasi içerikli. Yarı yarıva hece ve serbest şiirlerimden oluşan bir kitap.

Yitik Sevgiler’i yayınladığımda radyocu bir dostun eline geçmişti. Bana ulaştı kendisi. Radyoda program yapmamı istedi. Kilim FM radyosunda bir süre program yaptım. Bu program süresince kitaplarım satılıp tükenmişti.

İkinci kitabım Bu Kentin Yalnızları. 2003 yılı yaz ayında yayınlandı. Bu kitabım da yüz yirmi sayfa. İçindeki şiir sayısı yaklaşık olarak önceki kitabımdaki kadar. Bu kitabım iki bölümden oluşmakta. Birinci bölüm sevgi şiirleri. İkinci bölüm taşlamalar ve fantastik şiirler. Kitap serbest ve hece şiirlerimden oluşmakta.

Üçüncü kitabımın adı Hasrete Yolcuyum. Tamamı hece şiirlerimden oluştu. Üstat Abdurrahim Karakoç’un tespitiyle birimci kitabımdan üçüncü kitabıma doğru sürekli bir gelişme var. Üçüncü kitabım Türk hece şiiri kurallarına kusursuz uyan hece şiirlerimle doludur.

Kitap yüz sayfa. İçerikte doksan kadar şiir var. Yine birinci bölüm sevgi şiirlerimi kapsıyor. İkinci bölüm ‘’Her Daldan Esintiler’’ adıyla taşlamalar ve farklı konuları işleyen eserlerden meydana gelmekte.

Baskıya hazır kitaplarım var ama ekonomik nedenlerden yayınlayamadım. Bunlardan ‘’Neredesin Sen’’ Gaziantep’te bazı gazetelerde tefrika edildi. Çok beğenildi. Manzum/nesir tarzındadır. Şemsi Belli ve Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bu türde eserleri var. Edebiyatta az denenmiş bir tarz...

Konu eserlerimden açılmışken bilinmeyen bazı eserlerime de burada yer vermek isterim.

1967 yılında Kilis Kültür Derneği adına Zeytin Dalı dergisini çıkardım. O günün şartlarında dergi çıkarmak hayli zor bir işti. Tek sayı olarak çıkarıp kapattım. Otuz üç yıl sonra aynı dergi Kilis Kültür Derneği adına yeniden yayın hayatına başladı. Sanırım beş yıldan beri kesintisiz yayınlanmakta.

Bestelenmiş şiirlerim var.

Serseri şiirim Selami Şahin tarafından (Çalınarak) bestelendi. Çok yeri değiştirilmiş olmasına rağmen asıl önemli kısımları olduğu gibi alınmıştı. Beste adı ‘’Ben yaralı, sen sevdalı’’

Divane şiirim fantezi müzik tarzında Halil Taşkın tarafından bestelendi. Beste adı Divane.

Yetim Gönlüm adlı şiirim Kıbrıs’ta yaşayan Gaziantepli bestekâr Doğan Balyemez tarafından Türk Sanat Müziği formatında ve hüzzam makamında bestelendi. Beste adı Hüzünler. Bu beste TRT beste yarışmasında finale kaldı ve sonuçlar yakında açıklanacak.

Son olarak Anlayamadın konulu şiirim Turgay Tekinarslan tarafından ve pop müzik tarzında bestelenmiştir.

 

Bir de köşe yazarlığı geçmişiniz var? İlk ne zaman başladı, genelde yazılarınızın konusu ne oluyor?

 

İlk köşe yazılarımı lisede okuduğum yıllarda yazmıştım. Öğretmen olarak dolaştığım beş ilde aralıklı olarak yazmayı sürdürdüm. 1987 de Gaziantep’e gelerek buraya yerleştim. 1995 yılından itibaren günlük köşe yazamaya başladım. On iki yıl ara vermeden günlük yazdım. Gaziantep’te günlük köşe yazdığım ilk gazetem Güncel Gazetesi. Daha sonra Zafer, Yenigün ve Gaziantep27 gazetelerinde yazmayı sürdüm. Tabi ki, bunlar aralıksız yazdığım gazeteler. Perakende yazdığım gazeteler de az değil.

Halktan yana bir gazeteciyim. Halkın sesi olmaya çalışırım. Uyutulan halkı uyandırmayı denerim yazılarımda. Böyle olunca da siyasi konularda yazmak zorunda kalıyorum. Ayrıca Ermeni meselesi ve terör konuları da yazılarımda ağırlık verdiğim konulardır.

Bir süre Yenigün gazetesi ile Gazintep27 gazetelerinde yazı işleri müdürlüğünde bulundum.

Yayınlanan makale sayısı altı/yedi bin civarında.

Halen Gaziantep27 ile Kilis Kent gazetelerinde yazmaya devam ediyorum. Trabzon ve Afyon illerimiz başta olmak üzere on kadar da net gazetesinde yazmaktayım.

 

Özgeçmişinizi sizden dinleyelim?

 

1946 yılında Kilis'in Yavuzlu beldesinde doğdum. İlkokulu beldede, ortaokul ve lise öğrenimimi Kilis’te tamamladım. Öğretmen okulu fark derslerini vererek öğretmen lisesi diplomasını da Kilis’te aldım. Anadolu Üniversitesi AÖF, Eğitim Önlisans mezunuyum.

1967 den, 1995 yılına kadar sırasıyla Adana, Ordu, Kahramanmaraş, Tokat ve Gaziantep illerinde öğretmenlik yaparak, emekli oldum. Halen Gaziantep ilinde köşe yazarlığı yapmaktayım. İlk şiirlerim 1961 yılında yayınlanmaya başladı. 1967 de Kilis'te ''Zeytin Dalı'' dergisini tek sayı olarak çıkarıp, kapattım. Otuz yıl sonra bu dergi Kilis Kültür Derneğince yeniden hayata geçirildi ve halen yayındadır.

Şiirlerim Zeytin Dalı, Aykırısanat, Alleben, Merci Dabık, Maki, İklim, Nida, Bizim Ece, Ortanca dergilerinde, İstanbul Kilis Vakfı'nın Dünyada Kilis bültenlerinde, Kent, Hududeli, Haber,  Flaş, Hedef, İleri, 25 Aralık, Güncel, Yenigün, Zafer, Doğuş, Gaziantep 27 gazetelerinde yayınlandı ve yayınlanmayı sürdürmekte.

Şiirlerim Kıbrıs Bayrak Televizyonunda (BRTK) bir yıl süreyle okundu. Bazıları klip yapıldı.

Ayrıca Londra Olay gazetesinde şiir ve yazılarım aralıklı olarak yayınlandı. İran Azerbaycanında Farsçaya çevrilerek gazete ve dergilerde yayınlanan şiirlerim mevcut.

1995 yılından beri günlük köşe yazıları yazmaktayım. Altı bin kadar yayınlanmış makalem var. Gaziantep’te yayınlanan Yenigün ve Gaziantep27 gazetelerinde bir süre yazı işleri müdürlüğünde bulundum. Yine Gaziantep'te yayın yapan Kilim FM radyosunda bir yıl süreyle kültür, sanat ve edebiyat programı yaptım.

Kilis’te yayınlanan ''Kilisli Ünlüler'' ve Gaziantep’te Şahinbey Belediyesince yayınlanan ''Gaziantep’te Kültür, Sanat ve Edebiyatta İz Bırakanlar'' (Ahmet Ayaz) adlı kitaplarda şiirlerime ve özgeçmişime yer verildi...

Evli ve üç çocuk babasıyım.

Gaziantep Kültür, Sanat ve Edebiyat Derneği kurucu üyesi ve Anadolu Basın Birliği üyesiyim.

 

Son olarak sanat ve edebiyat adına neler söylemek istersiniz?

 

Atatürk ‘’Sanatsız kalmış milletlerin hayat damarlarından birisi kurumuş demektir’’ diyerek, sanat ve edebiyatın önemine dikkat çekmiştir.

Sanat ve edebiyat halkımızın duygu, düşünce, mantık ve her türlü güzellikteki ortak buluşma noktası. Milletlerin kültür seviyesi okudukları kitaplarla sınırlı. Okunan kitaplarda da ağırlık sanat ve edebiyat konularını içeren kitaplardadır.

Sanat ve edebiyat toplumların gönül asaletini yükselten, onları daha insani davranışlara yönelten, beyinlerine ve gönüllerine balans ayarı yapan yüce değerler. Ancak bu değerlerin seçiminde dikkatli ve uyanık olmak gerekir.

Edebiyat sarayı dilimizdeki sözcük tuğlalarından oluşur. Öncelikle dilimize ve dil kaynağından meydana gelen edebi değerlerimize gereken ilgi ile saygıyı göstermek zorundayız.

Çok önemli bir nokta da, globalleşme veya milenyum adı altında dayatılan konulara karşı uyanık olmalıyız. Kendi edebiyatımızın başka kültürlerin edebiyat potasında erimesine asla göz yummamalıyız.

Gelecek nesillere bırakılacak ve o nesilleri yönlendirecek en değerli eserler kültür, sanat ve edebiyat eserleridir.

Yazar ve şairlerimize sahip çıkılmalı. Halkımız en değerli eserleri bedavaya alarak okuyabilmelidir.

Gaziantep Life dergisine teşekkür ediyorum.

 

Yazar: GAZİANTEP LİFE DERGİSİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör