Şair, yazar, çevirmen ve öğretmen. 10 Haziran 1970, Kaman / Kırşehir doğumlu. Şair Hüseyin Çiftçi’nin oğludur. Bursa / Uludağ Üniversitesi Fransız Dili ve Eğitimi Ana Bilim Dalı’nı bitirerek, öğretmen olarak çalışmaya başladı; halen Nevşehir / Avanos’ta çalışıyor.
Fuat Çiftçi, şiir yazmaya ilkokul öğrencisi olduğu yıllarında başlamıştı. “Varlık”, “Şiiri Özlüyorum” (kurucularından), “Hürriyet Gösteri”, “Kitap-lık”, “Akatalpa”, “Özgür Edebiyat” ve “Yasakmeyve” dergilerde şiirleri, şiir üzerine yazıları ile söyleşileri yer aldı. “Bağımlılık-Şiir” başlıklı kişisel bir şiir manifestosu yayımladı. 2003 Ağustos ayında Nevşehir / Avanos’ta çıkmaya başlayan ve Nevşehir’de yayınlanan ilk şiir dergisi olan “Şiiri Özlüyorum”un sahipliğini ve editörlüğünü yaptı. 1989 yılında Hey dergisi yılın ozanı ödülünü, 1990 yılında Nevşehir Gazeteciler Cemiyeti şiir üçüncülük ödülünü, “Ağrılı Renk” (2009) adlı şiir kitabıyla 2010 Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü, Bursa Amatör Sanatçılar Derneği şiir yarışması mansiyonunu (1991), 1994-97 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesince düzenlenen şiir yarışmalarında ikincilik, birincilik ödüllerini aldı.
Çiftçi, gerek çıkardığı dergiyle gerekse şiiri yaşamında önemli bir yere oturtan yaklaşımı ve şiire ilişkin içtenliğiyle son yıllarda dikkat çeken isimlerden oldu. Şimdi onun şiirlerini kitap bütünlüğü içerisinde okumak, şiirlerine daha yakından bakabilmeyi mümkün kılıyor. Gerçi, dergilerde şiirlerini okuyordum ama kitap gerçekten farklı oluyor; izlekler, imgeler daha bir yerine oturuyor, söyleyişin tutarlılığı veya tutarsızlığı kendini ele veriyor kitap bütünlüğünde.” (Baki Asiltürk)
“Fuat Çiftçi’nin şiirlerinde sık kullandığı bir teknik var. Söylediklerini bir atasözü, vecize gibi bitirmekten, toplu bir düşünce yumağına dönüştürmekten hoşlanıyor. Şöyle ki: ‘susmak eşittir dövünmekle’, ‘barış bir çocuğun adıdır mutlaka’, bu örnekler çoğaltılabilir. Bu tür deyişin meselelere, veciz sözlere yaklaşan bir tarafı da var elbet. Zaten Çiftçi yer yer kesin sözler söylemekten hoşlanan bir tip. Esnekliğe yer vermiyor. Onda sözün tartısı taş kadar ağır.” (Hüseyin Peker)
ESERLERİ:
ŞİİR: Aynada Arbede (2005), Ağrılı Renk (2009), Kumaş Atlar (2012), Uçurum Beyanı (2015).
DENEME-ELEŞTİRİ: Bağımlılık-Şiir (Manifesto, 2008), Hilesiz Vesika (2010), Kabuğunun Çıbanı / İkinci Yeni’nin Kültürleri ya da İmge Sosyolojisi Oluşturmak (2014), Bir Sürekli Hüseyin Çiftçi-Hüseyin Çiftçi’ye 70. Yaş Armağanı (2015).
SEÇKİ-YILLIK: Poetik-A (2010), Yıllıklar Yıllığı (2010), Kırıklar Atlası (2011).
GÜNLÜK: Dikkatin Kemikleri (2012).
ÇEVİRİ: Kırmızı Açlık (René Char’dan, 2015).
KAYNAKÇA: Hüseyin Peker / Aynada Arbede (Cumhuriyet
Kitap, 7 Nisan 2005), Hüseyin Çiftçi /
Belleğin Hayali Müzesi: Aynada Arbede
(Şiiri Özlüyorum, Mayıs-Haziran 2005), Baki Asiltürk / “Denedim Bütün Sözcükleri” (Virgül dergisi, 1 Ocak 2007), Koray Feyiz
/ Şiir ve Letrizm (Cumhuriyet Kitap, 22 Kasım 2012),
Baki Asiltürk - Harun Atak / Diyalojik Konuşma (Özgür Edebiyat,
Kasım-Aralık 2012), Ahmet Ada / Kumaş Atlar Dolayısıyla Şiir (Şiir Vakti, Bahar
2013), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2015).
iliklerime dek daraldın kapı
aşk ki kovuğumda dar meydan
canımı sıvazlayan derin yontu
çöle sığıntı bir yelkenim; sağır.
ovdum tenimi sabrın mermeriyle
kurmaca yalnızlık bu etimi
kavuran
karanlığa gövdeyim sabana
koşulmuş
gözlerimin fırınında daraldın
kapı.
tüketti öyküsünü tanrı; kırgın.
saat ayarı mıyım küs pencerelere?
sırtımda acının ulusu, aynada
arbede
özlem dönencesinde daraldın kapı.
hüznün ayazı bohçalanır; çığlığım
paslı.
sahi neden şiirime dolandın kapı?
KAÇIŞIN
KOKUSU
Fuat ÇİFTÇİ
uykunun sürülerini kesiyor imkânın
hacamatı; özgürlüğün etten kılıcıyla kasılmış firar. arayışın embriyosundan
geçiyor ıstıraplar; ahlak
sürtüşünce mağaradan inmiyor
selâmetin seyisi…
merhametin şehla kolyesi, efkârın dinamitleridir.
eğriyi göverten siyasa ağılına kakıyor cahilliğin kurtçuklarını mağmum. vakit
kusuyor şımartılmış haşerat; doğumların hayalet sağanağı taşlaşan diriliş
olmalı, kaçışın kokusu tutuşturuyor eşrafı; [aşüfteliğin iflah olmaz
sansarıdır hazzın kasveti.] insaf darbesinden kopma gökkuşağında bekleşen
ağrılardı soluktaki yara…
kutsal kitaplarda dinozor geçmeli diye
taşlaşıyor halk; bükülü dişlerin şimşeğinden seğiriyor memleket. evvelin ruh
girişine kesilmiş etin tabutu; rastlantı tohumunu hazzın öğütleriyle
çarşaflıyor insan tozu; şefaat karabasanı yerli yerinde… kasılmanın
hükmetmesine kömürleşmiş sadakatle uyuşturuluyor yatak; okşamalara boğulmuş
duvaklar! hâlâ memesi boğulan denizdi kuştüyünde; sürülerin yosununa yekpare
kanat.
hurma rakısıyla nabzın peteklerine süzülüyor
bereket süpürgesi. bükülmüş uçuşuna gömülü suç uzuyor; çıplaklığın palamarına
şemsiye gibi bilge köpükleri… nefis hazinesi ölçüsüz doğumların hışmıyla
tanelenmiş tarlalardır, sırtını döndüğünde ey mücevherat alfabem! kaynağın
dibine dayalı başlardı pulları dökülmüş kız dudağı; yaratılış huzmesi havai
fişek nur tahılı… ters gölgenin unutulmuşluğa sürdüğü omuzlardan çekiliyor
kuzgunî aşklar. ölüdeniz olmalı korkuya atılan hendese.
erkenci parıldıyor kadın koğuşundaki zor gül; kör soluklu aryaların altın damarlarında
boğulmuş vatansızların buzul tabutlarıydı telaş piramitleri. hürmetten lime
lime şefkatin uzuvları… ölü dişlerin simyasında düştü bilim; teselli istemiyor
dünya. kurbanın işvesiyle kaburgasını saçmış ikrar embriyosu. parçaların avı
havadaki mezar… varoluşun tavı oynaşan yaralardan geçiyor, düşmelerin besini
diyorum muammalar kolyesine…
şartın mekân sahibi olduğu sabredişte kadın
çehresiyle şeffaflaşan keski, aşktandı derdi kasap kuğu. memesinin yeleğinde
karabasan süpürgesini döküyor bir çığlıkta yarasa; otlaşan balık, kanuna sarılı
şifre… doğumuna gömülen adalet başlı hudutlarda ayaklanan yine rakamlardı. ah,
ham çökeleği kışkırtıcılığın…
ay şarabı çehreniz, ey maral tarlalığında
avuttuğum kelebek hasretler; firar kanayan sırları tarttım da geldim koynunuza.
ölü piksel yalvaç kuramı, nedene çökmüş kafatasıdır; Türkiye, yağmur
gibi toplanıyor sancı bağlarına… laneti çiğneyen kargayım ülkem!
SUDAKİ GÜNEŞİN SERÇESİ
Fuat ÇİFTÇİ
kargaları büyütüyorum taşın aynasında,
hiçliğin kafesinde çalkalanan düğün dernek gölgelerle toz tutmuş yalnızlıklardı
sudaki güneşin serçesi. yüzünü yaşamadığım cıvıltıya düzen düşüren
kelebek, hıncın billurunda kanıyordu; masumun kurum kırıntıları mıydı uçurum
uyak? sürekli düşüşün ağır pasıyla örtülüyor sofra, saflığın terzisi otlarla
sağanak atmaca tekneleri…
görünmez
kanatları çimlendiriyor
körpe göğsünde; deniz çadırlarıyla örttüğü soluğundan ateş böcekleri. yokluk
gibiydi suratının dallarından geçen masal! ağzımın çırılçıplak yok
meyvesinde soydum kabaran yerlerini çınarın; eşik ağzını atlamayan yolcuydu
narı filiz sürmüş memelerin! inceciğin sarkan çekirdeğini örten sarmaşıklarla
inilti döküntülerine kanmış yaprak.
ay’ı dokuyan kadeh kervanından tersine
çevirdiğin saatle giyiniyor çingene. geviş getiren ökçelerden devşirdiği
bacalardan indiriyor çeliğini felaketin; çağdaş mıhların gövdesinden yapılma
çarşaflardan koşuşuyor demokrasi.
giyinme üstünü, sandıklardan boşalttığım kin ilmikleri! köreltici uçurum
sürüsü şol cennetin cahilliği; kervan rahmeti derler etin kemikle karığına…
yer
sinisinde derviş düveni babalarla güvenli çocuklardı ülkem; yaban renginde,
boynuzları aslan başlı dalgakıranlarla giyiniyor üstünü yelkovan. uçarı pençe
geçmiş gibi köyünden yarılıyor tarlası göğün; örümcek ağında nazar boncuğu
halkım, kıvrık martısıdır mızrakların. kadırgalar minareden yukarı; Kasımpaşa
semt adı değildir. –köylülük, aldanışların sığınacağı evliya
oyuklardır.-
umudun
çömeldiği bilinmezin
sürüsünü güderken devrilişlere kesmiş sessizlik gelinciklerini topluyor domurun
uykusu. ot peteklerinin ardındaki dal gibi kıvrılıyor arı tüyleri. perdenin
ağrı düğümünde şafak ne kadar da uçuk; bal süzüyor denizden çer çöpün dikeni.
uykunun tasmasına saklanmış kedinin kanadı var; atlas memelerle süslü kızlar,
giyinip kuşattığı, yanlışlıkla döndürdüğü kuşları titretiyor böğürtlen
dikenlerinde.
saf uğultu gözlüyor udunu yaranın;
kalçasının cüppesine serilmiş kör çıplaklığıyla kekeme balkonlardan deviriyorum
ağrının döşeğini. uslu kızların geçitlerinde köstebeğin dişleri var; eşimi
aldatmaya değersin avlumun zakkum gölü! biçiyorum titreyişini koynunun
çobanının: komşucuklardı, sakladığın iki kartal; ah, aklımda sürüklenen göğsünün
satırı! insansız yastığına işle beni meyveni dilime koyup.