Hukukçu, Cumhuriyet başsavcısı (D. 1923, Susurluk / Balıkesir – Ö. 1985). Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten (1937) sonra Ankara’nın Balâ ilçesinde sorgu yargıcı olarak göreve başladı. Daha sonraki yıllarda Yargıtay başsavcı yardımcılığı ve İzmir Cumhuriyet Savcılığı yaptı.
27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra Yargıtay üyeliğine seçildi. Milli Birlik Komitesince Yüksek Soruşturma Kurulu üyeliğine, daha sonra da bu görevin bir devamı olarak Yüksek Adalet Divanı başsavcılığına getirildi (1960). Divan’ın Yassıada'da yaptığı yargılamalarda Demokrat Parti (DP) iktidarı sorumlularından 228 sanık hakkında idam isteğinde bulundu. Yalnız Celâl Bayar hakkında üç, Adnan Menderes hakkında da yedi kez idam isteğinde bulunmuştu.
Altay Ömer Egesel, Yassıada duruşmaları bittikten
sonra Yargıtay Birinci Ceza Dairesi üyeliğine (1961) döndü. 1985’te öldü.
KAYNAK:
Türkiye Ansiklopedisi 4 (1974).
BİR DE ÖMER
ALTAY EGESEL VARDI
YAŞAR TAŞKIN KOÇ
14
Mayıs 1950'de çok partili hayatın yarım kalmayan ikinci seçimi yapıldı.
2.
Dünya Savaşı sonrasında yeni bir Türkiye kuruluyordu ve bu seçimden Demokrat
Parti ezici bir galibiyetle çıktı.
Cumhurbaşkanı
Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes oldu.
Bu
zaferi, DP'liler “Beyaz Devrim” olarak tanımladı.
On
yıl sonra Cumhuriyet tarihinin ilk askerî darbesiyle onları indirip iktidarı
ele geçiren cunta ise kendi getirdiği dönemi “2. Cumhuriyet” olarak tanımladı.
Tuhaf
ülkeydi burası ve bu tanımlar değişerek zaman içinde yeniden kullanılacaktı
başkalarınca.
65
yıl önce açık seçimlerle iktidara gelen yeni bir umut olarak sarılınan partinin
hemen on yıl sonra yani 55 yıl önce uğradığı büyük haksızlık ve zulüm konusunda
bile yarım asır sonra ittifaka varamamak tuhaflıklarımızdan biri.
Cumhuriyet
gazetesinin sürmanşetinden tehditler savuran eski savcı Celal Kara'nın da yine
o döneme atıf yapması; yine Menderes'in öldürülmesini hatırlatması bu yüzden
çok acı bu yüzden çok tuhaf ama bu yüzden bize özgü.
Kara,
aradan geçen zaman içinde unutulduğu varsayımıyla kendince anlatmış olan
biteni…
Oysa
yetkisi olmayan bir davayı Başsavcı'dan bile gizleyip, UYAP'a girmeyip, yetki
aşımıyla aylarca teknik takiple sürdürüp, son anda daha doğrusu “iste(n)diği”
anda yetkili bir TMK savcısıyla birlikte flaş bir operasyona çevirmişti.
O
kadarını unutmadık henüz.
Salim
Başol'a mandalina satılmadığının altını çizerken Başol'un emirle verdiği
kararlardaki insanlarla mı özdeşleşiyor… yoksa iktidarı Başol'un mahkûm ettiği
insanlara mı benzetiyor… bunu da karıştırmış röportaj uzayınca.
Onu
da hatırlatalım; iktidarı Menderes'e hatta daha ötesine benzeten kendisi.
Açıklamalarına
bakılırsa Başol'un yerinde kendisi var; HSYK değil.
17/25
Aralık Operasyonu başarılı olsa fiilen ve resmen de Başol'un oturduğu kürsüde
olmasa da Yassıada kadar utanç verici yargılamalara atıf yapabildiği ve
Anayasa'yı ihlâlden ceza verilmiş gibi anlatırken İstanbul'un imar çalışmaları
dahil saçma sapan onca davadan bile idam cezası verildiği gerekçesini
sakladığına göre hemen yanındaki Başsavcı Ömer Altay Egesel'in yerinde
oturanlardan olacaktı şüphesiz.
Köpek,
külot, bebek, cımbız davaları kısa bir dönem de olsa nasıl Yassıada'da yaşanan
gerçekleri örttüyse Kara'nın röportajındaki Ebru Gündeş detayı da o kadar
örtebilir.
Tuhaflık
değişmiyor ama psikolojik savaş taktikleri hep aynı.
Nihayetinde
darbeler ve bunlara atıflarla ilgili kendimizi ne kadar yorsak, ne kadar
tartışsak boş. Çünkü darbeleri bir çekirdek cuntanın başarılı askerî operasyonu
olarak tanımlamanın dışına çıkmadıkça değişen bir şey olmaz.
O
yüzden aslında eski savcı güzel bir noktaya temas etmemizi, dikkat etmemizi
sağlamış;
27
Mayıs neydi ve kimler için kimlerin isteğiyle yapılmıştı? Ve sonrasında
Türkiye'de neleri değiştirdi?
“27
Mayıs basındaki yazılar, parlamentodaki kimi yasaklayıcı kanunlar veya
araştırmalar, bazı gazetecilerin tutuklanması, kimi üniversite hocaları ile
hukukçuların itirazı ile Ankara ve İstanbul'da birkaç bin öğrencinin eylemleri
sonunda oluşmuş olgunlaşmış ve gerçekleşmiş bir darbedir” diyorsak birbirimizi
yormayalım.
Yok
eğer “Başka ve çok çok önemli sebepler, dinamikler, ilişkiler var” diyorsak,
meselâ “Nasıl olmuşsa olmuş darbeyi yapan ne kadar MBK üyesi varsa ya Kore'de
ya bizzat ABD'de bulunmuş” diyebiliyorsak tartışmayı sürdürebiliriz.
Tıpkı
17/25 Aralık'ta rolü olan ne kadar aktör varsa hepsinin istisnasız -yine ne
büyük tesadüf- ABD'de bir yere bağlanabilecek aynı zincir içinde yer alması
gibi…
Röportajda
tehditler, Ebru Gündeşler, darbe benzetmeleri, Salim Başol'lar var ama en temel
soru ve sebep yok…
Oysa
Can Dündar bu işleri bizden iyi bilir; tam bu bam teline basacak soruyu neden
sormamış acaba?
Her
şeyi yıkıp geçecek o hakiki soruyu…
KAYNAK:
Yaşar Taşkın Koç / Bir de Ömer Altay
Egesel vardı (yenisafak.com.tr, 15 Mayıs 2015).