Tıp doktoru, mizah yazarı, karikatürist (D. 28 Şubat 1963,
Kilis - 5 Aralık 2017,İstanbul). Dr. Martinez ve Hazım Ruhi imzalarını da kullandı. Dicle
Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. 1997’de haftalık mizah-kültür dergisi Fesat’ın
(16 sayı) genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Çalışmalarını İstanbul’da radyasyon
onkolojisi uzmanı olarak sürdürdü.
Mizah yazarı ve karikatürist Altay Martı, 5 Aralık 2017 günü İstanbul’da
hayatını kaybetti.
İlk mizah öyküsü “Ödüllü Suç İşleme
Yarışması”, 1982’de Gırgır dergisinde çıktı. Diğer
yazıları ve karikatürlerini Express, Söz, Gırgır, Leman, Öküz ve Dinozor dergilerinde
yayımladı. Karikatür yarışmalarında dört ödül aldı.
ESERLERİ (Anlatı-Mizah):
Öldürmenin Erkek Yüzü (1995), Ağıraksak
Öyküler (Metin Üstündağ
karikatürleriyle, 1996), Savaş ve Kalbim (1996), Geçkin
Bir Kadın (1997), Süleyman Bey Çocuğu (1998), İyilik
Tanrısının Günleri (2003).
KAYNAKÇA: Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 10.12.1998), TBE Ansiklopedisi
(2001), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Karikatürist Altay Martı yaşama veda
etti (cnnturk.com, 06.12.2017), Nisan Güney Martı (Bilgi teyidi, Aralık 2017)..
DİYARBAKIR
KABADAYILARI, KIRIKLAR....
ALTAY MARTI
“Elli elli yüz
Biz
Diyarbakırlıyız
Ceketimizi
atarız
Kol üstünde
yatarız
Bize biz derler
Başkasına
çuvaldız derler
Hapishane evimiz
Karakol kahvemiz
Bekçi polis
uşağımız
Kelepçe kol
saatimiz”
Hepsi
de bedenlerinin bir yarısında şövalyelik, diğer yarısında cellatlık taşır.
Onlar Diyarbakır qırıklarıdır. Bakışları, yürüyüşleri, davranış kalıpları
birbirine benzer. Ceketleri omuzlarındadır hep. Zulalarında satır taşırlar.
Ayakkabıları sivri burun, yumurta topuktur ve mutlaka arkasına basılmıştır.
Tizbah (tesbih) olmazsa aksesuarı eksik kalır. Direngenlik, isyan duygusu ve
gözü-karalık sanki kalıtımsaldır Diyarbakır'da. Talihin pek şefkatli
davranmadığı, şiddetin akrep gibi ortalıkta dolaştığı, toprağı sürekli
çiğnenen, gülüşü dondurulmuş, dili ertelenmiş, acıya tanıklık etmesini bilen bu
şehirde, küçe çıkmazların, örtmelerin, havuşların, tahtların, eyvanların
birbirine karıştığı mahallelerde, o iri taşlı sağlam evlerde, sancılı
sokaklarda, beden dibinde ve viran caddelerde rastlayabiliriz onlara.
Hepside
"şehir çocuğu" olmakla övünür. Hançepek, Kore mahallesi, Alipar,
Mardinkapı, Ben-u sen ve Bağlar! En iyi şehir çocukları buralardan çıkar.
Kibir, gurur, başkaldırı ve kavga daha onlar ufacık bir çocukken siner
ruhlarına. Sıradan bir nedenden dolayı uzunca bir sokağın tüm insanları,
evlerde kavga için özel olarak yaptırılmış başı topuz cennahlarla, satırlarla,
kazma-küreklerle sokağa fırlayıp birbirinin kafasını gözünü yararsa hangi çocuk
büyüyüp de "qırıklık" mertebesine ulaştığında "ölüme de
tilili!" demez ki!..
Tozlu
küçelerde her üç lafının biri küfür olan ve iş küfüre geldi mi Kürtçe’yi de
Türkçe’yi de büyük bir ustalıkla kullanabilen, meydan-beş tıraşlı, üzerinde
eski bir fanila, bacağında yamalı bir pantolon, ayaklarında cizlavit ve
bakışlarında insanı hayrete düşürebilecek bir saldırganlık taşıyan kaç çocuk
büyüyünce özel bir söylem edinmez ki! Edinir elbette 5-6 yaşlarında bir
bastıbacak, sokağından geçen hiç tanımadığı yedi yabancı birinin ardından
"şebbşeeeboook!" diye bağırıp sataşır örneğin. Ya da bununla da
kalmaz insanı canından bezdirene dek hep aynı dizeyi tekrarlayıp durur:
"Paşa
paşa sırtın yere yapışa." Çok da hazır cevaptırlar sonra. Sigara içtiğini
gördüğünüz bir fırlamaya "Oğlum o elindeki ne! Niye içiyorsun?" diye
sorduğunuzda hiç istifini bozmadan, hatta dumanı da yüzünüze savurarak cevabı
patlatır. "Sana ne! Babanın cigarası mıdır!" Büyüyüp serpildikçe hem
hırçınlığı ve kaba-sabalığı, hem de mertlik ve raconculuğu artar qırığın.
Tünediği bir kahve köşesinde, yada Köpeküldüren şarabını çekmeye gittiği On Gözlü
Köprü' nün altında her an infilak edecek bir saatli bomba gibi durur. Söylemese
haddinden fazla zenginleşmiştir.
Şu
veya bu nedenden kafası bozulan yada canı sıkılan qırık o esnada çevresinde
bulunan herhangi birisine bulaşırken terminolojisini kullanır:
"Biz
ako şeyi miyiz ula rutto!" "Pot kıran ölür!" "Bize de mi
lolo ula qeşmer!" "Pıreze yapma ula kevaşe!" "Allah' ın
emriyle get kimseye karışma" "Qılo pılo yapma!" "Ayağı
yerde olanın!" Cahit Sıtkı Tarancı' sı Ahmed Arif' i ile ünlü Diyarbakır'
da şiddetin bile şiiri vardır:
“Dağkapı'
da hüzünlü bir akşam vakti Dan,dan,dan Ne oldi benim babam Ne olacak! Üç ölü
beş yaralı”
Sadece
bu değil elbette. Mısralarını tam olarak hatırlayamadığım ve tepeden tırnağa
meydan okumayı içeren bir başka şiir ise şöyledir :
“Elli
elli yüz
Biz
Diyarbakırlıyız Ceketimizi atarız
Kol
üstünde yatarız
Bize
biz derler
Başkasına
çuvaldız derler
Hapishane
evimiz
Karakol
kahvemiz
Bekçi
polis uşağımız
Kelepçe
kol saatimiz”
Ya
aşk! Aşık da olur elbet qırık. "Onun da kalbi vardır, O’ da
insandır."
Bu
aşklar akıl almaz bir yoğunluk taşır, ama senin benim aşkıma benzemez. Bir
ceylana sevdalanır qırık, fakat bunu hiç açık etmez. Bazen kızın bile haberi
olmaz. Artık iki tür kız vardır qırığın hayatında. Sevdiği kızın adı
"Dava", diğer bütün kızlar "Bacı" dır.
Genellikle
iş yapmaz qırık. Uzunca bir süre ana-babasının cebine koyduklarıyla geçinir
gider. Yavaş yavaş çatlak sesler çıkmaya başlayınca da iş başa düşer. Artık
gaspçılık Allah'ın emridir. Qırıklığın şanına halel getirmemek için gizli de
bir çırpınma içindedir elbette, çünkü parasız pulsuz kalıp arpacılık
(hırsızlık) gibi soysuz bir işe düşmek de vardır sonunda. Bu yüzden çok çalışır
qırık. Satırı jileti iyi kullanmalıdır. Bakışı, yürüyüşü, sesinin tonu ürkütücü
olmalıdır. Bunlar hiç aksamamalıdır ki Hugi (haraç) yiyebilsin, paralanabilsin.
Onun da bir dolu masrafı vardır çünkü! Sabaha ciğer kebabıyla başladıktan sonra
sayısız çay içen qırık ara sıra da Bedendibi' ne esrar çekmeye gider.
Maksat
kafa bulut olsun! Esrar bulamadığı zamanlarda pek dert edinmez. Pembe-Beyaz ve
sarı bomba iki zavallı haptır ve leblebi gibi satılır. Çekil şota bir köşeye,
yap "hableme" ni. Sonra duman gibi dolaş caddelerde. Çok mu dolu
için, kemiği etinden kaşından bol vücuduna ateş mi düşmüş, bas jileti göğsüne!
Sonra da yarı aralık kızarmış gözler ve kaskatı bir bedenle bağırmaya başla
"Var mi ulan ha!"
Bir
qırık arada bir de olsa neden kan revan içinde kalıp tehdit eder çevresini?
Niçin durup dururken kafa tutar yaşama? Bunu anlayabilmek için dönüp, bu,
surlarının kenarından iplik gibi kan sızan kara kaşlı şehrin tarihine, evlere
musallat olmuş zift gibi yoksulluğa, bu yaralı insanların yüzlerinde
umursamazlık, öfke, mahzunluk ve anlaşılmaz bir masumluğu taşımasını
becerebilen çocukların gözlerine bakmak lazım! Kavgalarda mertlik olmalıdır.
Qırık bunu çok iyi bilir.
Çocukluğum
ve ilk gençliğimde kaç kez tanık oldum. Öfke zapt edilememişse sözü öyle fazla
uzatmaz qırıklar, ama kavgada hemencecik başlamaz. Adil ve teke tek olması
gerektiğinden hemen iki taraftan biri gök gürlemesi gibi önerisini atar ortaya:
-Yürü
ula. Gazi köşkü' ne gidelim.
Gazi
köşkü ıssızdır çünkü. Engelleyecek, ayıracak insan yoktur. Hemen bir taksi
çevrilir. İki qırık da ağız lafları ve hışımlarıyla kurulurlar koltuğa ve kavgaya
doğru yolculuk başlar. Gazi Köşkü şehrin dışında olduğundan biraz pahalı bir
kavga olanıdır. İnsanlık hali, olur ya, para yoktur kırığın üzerinde. Bu gibi
durumlarda da kavganın hakkaniyetine gölge düşürülmez. Çünkü yürünerek gidile
bilinecek iki yer daha vardır. Biri bedendibi, diğeri koşu meydanı. Omuzlarını
alabildiğine kırarak, kaşlarını amansız çatarak ve tek kelime etmeden yola
düşer qırıklar.
Meydanlar
ikisini beklemektedir artık!
Peki
bu abartılı ve çoğumuza saçma gelebilecek adalet duygusu nasıl gelişmiştir bu
insanlarda? Çocukluğumda beni hep şaşırtmış bir olay vardır futbolla ilgili.
Topu orta sahadan kapmışsınız, rakip takımın oyuncularına çalımı basıp
bellerini kırıyorsunuz. Kaleciyle karşı karşıyasınız, bir çalım da ona, kale
önünüzde bomboş, hafif bir dokunsanız topa, gol! yok! olmaz! Çünkü tam o sırada
rakip takımdakiler hep bir ağızdan bağırmaya başlamışlardır:
-
Boş
kale kabrağiii! Boş kale kabrağiii!
Bu
laflar üzerinde durursunuz. Az önce gösterdiğiniz bütün hüner boşa gitmiştir.
Boş kaleye gol atarsanız kabrak olursunuz. Bırakırsınız topu. Saçma sapan da
olsa, içinde kurnazlıkta taşısa buradaki durumu görüyor musunuz?
Raconculuk
daha çocukken başlamış. Kabraktan qırık olmaz. Başka bir özelliği de kolay
kolay başka bir kenti, o kentin insanlarını beğenmemesidir kırığın. Mardin'e
bozuk plaka der, Urfa'nın yüzüne bakmaz, Antepi şehirden saymaz, Siirtliyi
küçümser, Diyarbakır'ın saf keriz tiplerine de dudak büker. Bu türden insanlar
için en yaygın kullanılan sıfat "GUNDİ" dir.
Bir
de "pis burjuva" çocuklarından hoşlanmaz. Onların adı da
"pisküvit çocuği" dır. Tek saygı duyduğu kesim "şehir
çocukları" dır. Her gördüğü yerde selamlar, bir yerde oturuyorsa hafifçe
yerinden kalkıp elini göğsüne götürüp başını eğer. Onlarla konuşurken dehşetli
efendidir. "Başımın tacısın" , "Başımla beraber" , "Ser
çavemın, ser seremin" gibi laflar hakedenler için en sık kullanılan qırık
klasikleridir. Bulunduğu mekan neresi olursa olsun, önce kendisi kalkmışsa
hesabı ödeyip çekip gider, kendisinden önce biri buna yeltenirse adamı elinden
kolundan tutup para verdirmemek için her türlü vücut hareketi yapar. Paraya
köpek muamelesi yapmak bir hayat tarzıdır, keyif verir kırığa.
Ya
aşk! Aşık da olur elbet qırık. "Onun da kalbi vardır, O’ da
insandır." Bu aşklar akıl almaz bir yoğunluk taşır, ama senin benim aşkıma
benzemez. Bir ceylana sevdalanır qırık, fakat bunu hiç açık etmez. Bazen kızın
bile haberi olmaz.
Artık
iki tür kız vardır qırığın hayatında. Sevdiği kızın adı "Dava", diğer
bütün kızlar "Bacı" dır. Kafası dumanlandığında etrafındakilere
bir-iki anlattığı olur. Özlem çeker, iç çeker, aşk acısı çeker, gözüne uyku
girmediği geceler olur, ama öldür ALLAH gidip davasıyla konuşmaz. Niçin?
Yakışmaz da ondan. Aşk hem engellenemez ve güzeldir, hem de köpek gibi
utanılası bir şeydir. Kızı şöyle bir-iki kapı önünde görme kader alışverişe
çıkmışsa ağır ağır takip etmek yeterlidir. Sanki şu güzelim şarkı qırıklar için
yazılmıştır "Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli". Politika! Olmaz
olur mu! Kıyısından köşesinden de olsa bütün Diyarbakır qırıkları "siyasi
bilinç" e sahiptir.
Faşizm,
ulusların kendi kaderini tayin hakkını, emperyalizmi! duymuştur en azından.
Kafasına estiği toplantılara, eğitim çalışmalarına katılır. Slogan attığı da
olur. "Devrimci ahlak" tan haberdardır. Lumpenlik suçlamasından ödü
patlar. Siyasilere müthiş saygı duyar. Onların olduğu ortamlarda kendine biraz
çeki düzen verir. Qırıklık raconunu zulaya atar, yeri ve zamanı gelince
çıkarır. İşin özü "Herseyin sahnesinde belli olduğu" bu büyülü şehrin
olmazsa olmaz süsleridir qırıklar. Çığlıkla öfke kardeş yaşayıp durur
içlerinde. Tekrar vurgulamam gerekiyor. Haksızlık, kan, baskı, isyan,
başkaldırı, yoksulluk! Bir harmanlayalım bakalım! Kaç hayat kırılır, kaç qırık çıkar,
bir harmanlayalım.
KAYNAK:
Altay Martı / Diyarbakır Kabadayıları, Kırıklar.... (gnoxis.com, 27Şubat 2008).