Altan Öymen

Gazeteci, Siyasetçi, Yazar

Doğum
20 Haziran, 1932
Eğitim
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Burç
Diğer İsimler
Mehmet Altan Öymen

Gazeteci-yazar, siyaset adamı. 20 Haziran 1932, İstanbul doğumlu. Tam adı Mehmet Altan Öymen. Eğitimci Hıfzı Raşit Rahman Öymen’in oğlu, gazeteci-yazar Örsan Öymen ile diplomat Onur Öymen’in ağabeyleridir. Ankara Atatürk Lisesi (1949) ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (1955) mezunu. Gazeteciliğe öğrencilik yıllarında Ulus gazetesinin parlamento muhabirliği ile gazeteciliğe başladı. Sonrasında Yeni Ulus, Pazar Postası, Halkçı, Demokrat İzmir, Cumhuriyet gazeteleri ile Yeni Gün, Akis, Kim, Öncü dergilerinde yazarlık, büro temsilciliği, yazı işleri müdürlüğü ve Milliyet gazetesinde başyazarlık (1987-95) yaptı. 27 Mayıs (1960) İhtilalinden sonra Kurucu Meclis üyesi (1961) oldu. Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı, Türkiye’nin Bonn Basın Müşavirliği (1966) görevlerinde bulundu. 1971 yılında kardeşi Örsan Öymen ve Müşerref Hekimoğlu ile Anka Haber Ajansını kurdu.

Atlan Öymen, 1977 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) listesinden Ankara Milletvekili seçildi. İkinci Ecevit hükümetinde Turizm ve Tanıtma Bakanı, CHP grup başkanvekili ve CHP genel sekreter yardımcısı (1979-80) oldu. 12 Eylül (1980) İhtilalinden sonra yeniden gazeteciliğe döndü. 1995 seçimlerinde İstanbul milletvekili seçildi, partisinin grup başkan vekili oldu. Partisinin barajı aşamadığı 1999 seçimlerinin ardından yapılan olağanüstü genel kurulda CHP Genel Başkanlığına seçildi; bir yıl sonraki kongrede görevini Deniz Baykal’a devretti.

ESERLERİ:

ARAŞTIRMA: Mobilya Dosyası (Uğur Mumcu ile, 1977), Geleceği Yakalamak (2000).

ANI: Bir Dönem Bir Çocuk (2002), Değişim Yılları (2004).

HAKKINDA: Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. VI, 1969), Türkiye Ansiklopedisi (c. 2, s. 451, 1974), Büyük Larousse (c. 17, 1986), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Ertuğrul Kayserilioğlu / Hayata Dair Şeyler (Radikal Kitap, 4.11.2002), Sefa Kaplan / Bu Kez de Değişim Yıllarını Anlatıyor (Söyleşi, Hürriyet, 10.10.2004), İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006).

EĞİTİMDE DURUM

1940 yılı, Türkiye’nin eğitim ve kültür alanında yeni atılımlara geçtiği yıl oldu. İsmet Paşa yönetimi, bir yandan Erzincan depreminin yaralarını sarmaya çalışıyor, bir yandan da savaş tehlikesi ne karşı önlemlerini sürdürüyordu. Ama bunları yaparken, daha Millî Mücadele döneminde başlatıp Cumhuriyet'ten sonra bir se­ferberlik haline getirdiği eğitim çalışmalarını ihmal etmiyordu.

Eğitimde en temel eksiklik, kırsal kesimin okulsuzluğu, öğret­mensizliğiydi. Şehirlerde de okul ve öğretmen eksikliği giderile­memişti. Ortaokulu bulunmayan ilçe merkezleri az değildi. Fakat köylerin ve hatta kasabaların büyük bir kısmı, henüz ilkokul yü­zü görmemişti. Ülke okuma yazmayı öğrenmeden büyüyen ço­cuklarla doluydu.

Son nüfus sayımına göre (1935) erkeklerin yüzde 77'si, kadınla­rın da yüzde 92'si okuma yazma bilmiyordu. Tabiî bu oran köyler­de şehirlerden çok daha yüksekti ve gelecek için umut verici bir durum yoktu. Köy çocuklarının yüzde 75'i okula başlatılamıyordu.

Ayrıca, okuma yazma eksikliğinin dışında bir başka sorun daha vardı: Hiç okulsuz büyüyen çocukların “bilgi” diye öğrendikleri, köyün padişahlık döneminde büyümüş, kendileri de hiçbir eğitimden geçmemiş yaşlılarının anlattıklarıydı. Bunlar da çoğu defa Cumhuriyet'in çağdaşlaşma hedefleriyle taban tabana zıt olurdu. Köylerin okuyamayan çocuklarını okul yoluyla okutup aydınlat­mak, onların bu olumsuz etkilerden kurtulması için de önemliydi.

Bu duruma kısa vadede sonuç verecek bir çare bulmak gerek­liydi. İlk aşamada 20 bin öğretmen yetiştirilmesine ve binlerce okul yapılmasına ihtiyaç vardı.

Köy enstitüleri sistemi bu ihtiyaçtan doğdu.

Köy enstitüleri

Maarif Vekâleti o sırada bir dergi çıkarmaya başlamıştı: İlköğretim dergisi. Babam bunun yönetimini de üstlenmişti. Derginin matbaadan çıktığı gün, yoğun bir çalışmayı tamamlamanın mutluluğu ve gururu içinde birkaç tanesini eve getirir, bana da gösterirdi. Fotoğrafların, yazıların çoğu artık köy enstitüleri üzerineydi. İlköğretim denilince akla önce köy enstitüleri geliyordu.

Burada o konunun bir özetini yapalım:

Daha önceki Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde ilk adımları atılan projenin mimarı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, siyasî yöneticisi Arıkan'dan sonraki bakan Hasan Ali Yücel ve itici gücü Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ydü.

Sistem şu esaslara dayanıyordu:

•         Enstitüler yurdun tarıma elverişli olan belirli merkezlerinde yatılı olarak kurulacaktı. Öğrencilerine çağdaş öğretmenlik bilgilerinin yanında köy yaşamının gerektirdiği tüm pratik bilgileri ve becerileri de verecekti.

•         Öğrenciler, tarımdan hayvancılığa, marangozluktan demirciliğe kadar çeşitli alanlarda ustalaşacaklardı. Sadece el sanatları da değil, resim, müzik, tiyatro gibi güzel sanatlar alanında da yeteneklerine uygun çalışmalar yapacaklardı.

•         Enstitülere 5 yıllık ilkokulları bitirmiş olan köy çocuklarından sağlıklı ve yetenekli olanlar seçilerek alınacaktı (“5 yıllık” deniliyordu. Çünkü o sıralarda var olan ilkokulların bir kısmı 3 yıllıktı).

•         Enstitülerdeki eğitim süresi de 5 yıldı. Böylece toplam olarak 10 yıllık eğitimlerini tamamlayan çocuklar “köy öğretmeni” olacaktı. 20 yıl mecburi hizmetleri olacaktı. Mezun olur olmaz atamaları yapılacaktı.

•         Gidecekleri köyde okul yoksa, köy ihtiyar heyetinin sağlayacağı imkânlarla okul yapacaklardı. Kural “Kendi okulunu kendin yap” kuralıydı.

•         Maaşları şehirdeki öğretmenlerden hayli az olacaktı (20 lira). Ama gene köyce tahsis edilen bir yerde kendilerine lojman yapacaklardı. Küçük çapta tarıma ve -yerine göre- birkaç hayvan beslemeye elverişli bahçeleri olacak, bir köylü gibi yaşayıp, ihtiyaçlarının bir bölümünü kendi üretimleriyle karşılayacaklardı.

•         Sadece okulda değil, köyün kalkınmasında da aktif olacaklardı. Edindikleri bilgi ve beceriyle köyün her açıdan gelişmesine öncülük yapacaklardı.

Köy Enstitüleri Kanunu 17 Nisan 1940'ta çıktı.

Uygulamasına hemen başlandı. O vakte kadar açılmış olan bazı öğretmen okulları köy enstitüleri haline dönüştürüldü ve yeni enstitülerin inşaatına geçildi. İzmir'de Kızılçullu. Eskişehir'de Çifteler, Kırklareli'nde Kepirtepe enstitüleri 1937-1938 yıllarında öğretmen okulu olarak öğretime başlamıştı. Onlar köy enstitüsü haline getirildi... Sadece 1940 yılın­da 14 enstitü kuruldu ve faaliyete geçti: Kastamonu'da Gölköy, An­talya'da Aksu, Isparta'da Gönen, Kocaeli'nde Arifiye, Kayseri'de Pazarören, Malatya'da Akçadağ, Adana'da Düziçi, Samsun'da Akpınar, Trabzon'da Beşikdüzü, Balıkesir'de Savaştepe, Kars'ta Cilavuz. Bunlara daha sonra dört enstitü daha eklenecekti.

Ayrıca, Hasanoğlan'da bir yüksek köy enstitüsü kurulacaktı. Orada enstitülerden yetişen öğretmenler daha yüksek kademe­lerde görev alacak şekilde eğitilecekti.

Köy enstitüsü sistemi sadece köy çocuklarının bir an önce okula ve öğretmene kavuşturulmaları açısından değil, köyün çağ­daş yöntem ve bilgilerle kalkınması açısından da çok önemli bir atılımdı. Bunun savaş yıllarının imkânsızlıkları içinde başarılabilmesi, gerçekçiliği sayesindeydi. Devlet bütçesiyle altından kalkı­lamayacak büyük yatırımlar yerine, yerel olanakların ve insan emeğinin seferber edilmesi öngörülmüştü.

Köy enstitülerinden yetişen gençlerin, işleri çok, gelirleri az da olsa, enstitüdeyken edindikleri güçlü bir idealleri vardı: Görevli ol­dukları köyden başlayarak, ülkelerinin çağdaşlaşması ve halkın adil bir yaşam düzeyine kavuşması için çalışmak, çalışmak, çalışmak... Sistemin ve uygulamanın aksayan tarafları elbette vardı. Ama genel açıdan köy enstitüleri Türkiye'nin 1940'lardaki eğitim so­runlarının aşılmasında oluşturulabilecek en akılcı projeydi.

Tabiî, bu gelişmeden rahatsız olanlar da eksik değildi. Kuvvet­lerini halkın eğitimsizliğinden alan köy ağaları ile siyaset ağaları, sisteme muhalefetlerini önce alttan alta başlatmışlardı. Çok par­tili hayata geçişten sonra bunu, enstitüler hakkında uydurulan rivayetler eşliğinde, yıkıcı bir kampanya haline getireceklerdi. Enstitüleri aşama aşama yıkmayı başaracaklardı.

1940'lı yılların başlarında ise, benim çocukluğum sırasında ba­bamla birlikte tanıdığım köy enstitüleri, Cumhuriyet yönetimi­nin, geleceğe umutla bakmamıza büyük katkıda bulunan girişim­lerinden biriydi. Ve köyler için bir “kültür devrimi” niteliğindeydi. Bu devrim, 40'lı yılların sonuna doğru darbeler yedikten sonra, 1950'lerin başlarında tamamen durdurtulacaktı. Ama gene de Türk eğitim hayatında ve köy kalkınmasında çok değerli ve kalı­cı izler bırakmış olacaktı.

Bir bilanço yapılırsa şu sayılar sıralanabilir. Köy enstitülerin­den mezun olup ülkeye kazandırılan öğretmen sayısı 16 bin, eğit­men sayısı 9 bin olacaktı. 20 köy enstitüsü için kullanılan 600 ka­dar bina ile 7 bin köy ilkokulu binası, savaş koşulları altında uy­gulanan imece yöntemleriyle eğitim sistemine kazandırılacaktı.

Enstitülerden her alanda olduğu gibi sanat ve edebiyat alanın­da da Fakir Baykurt'tan Mahmut Makal'a, Talip Apaydın'dan Mehmet Başaran'a kadar birçok değer yetişecekti.

Enstitülerin ülkemizin eğitimine, tarımına, hayvancılığına, ba­lıkçılığına, arıcılığına doğrudan doğruya ve dolaylı olarak katkıla­rının, tabiî, hesabı tutulamaz. Varlıkları devam ettiği sürece, o yolda bir seferberlik halindeymiş gibi çalışacaklardı.

Zaten marşları da öyleydi. Toprağı verimli kılmak için çalışma­yı bir savaşa benzetiyorlardı:

“Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine

 “Toprakla savaş için ziraat cephesine...”

 

“Cephe”den uzaklaştırılıncaya kadar o savaşı sürdüreceklerdi.

                                                                                          (Bir Dönem Bir Çocuk, 2002)

 

 

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör