Yazar, düşünür, çevirmen, editör (D.
1952, Kayırlı / Niğde – Ö. 7 Ocak 2023, Köln / Almanya). İlköğrenimini köyünde,
ortaöğrenimini Kayseri İmam Hatip Lisesinde yaptı (1974). İngiliz Dili ve
Edebiyatı ile Amerikan Dili ve Edebiyatı Tarihi bölümlerinde yükseköğrenim
gördü (1975-79).
Diyanet İşleri Başkanlığı
(1972-74), İller Bankası (1974-76), Türkiye Zirai Donatım Kurumunda memurluk
(1976-78), Mila Haber Ajansında yazı işleri müdürlüğü (1978-79) ve Devlet
Planlama Teşkilatında tercümanlık (1979-82) görevlerinde bulundu.
Kurduğu Aylık Dergi ve
yayınlarının (1978-88), Eksen Yayıncılık ve aylık Meydan dergisinin
sahipliği ve genel yayın yönetmenliğini yaptı.
Dört ayrı eserinden dolayı
koğuşturmaya uğrayan Yaşar Kaplan, Demokrasi Risalesi (1985) adlı deneme
kitabı nedeniyle Ceza Yasasının 163. maddesine muhalefetten yargılanıp altı yıl
üç ay hüküm giydi, üç yıla yakın cezaevlerinde kaldı.
Hapisten çıktıktan sonra 2001
yılında Almanya’ya gidene kadar Akit gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Hayatını
ve çalışmalarını Almanya’nın Köln kentinde sürdürüyordu.
Yaşar Kaplan, yazar Cihan Aktaş’ın
kız kardeşi Hülya Aktaş evlenmiş, bir süre sonra boşanmıştı.
İslamcı edebiyatın 80’li yıllardaki
ünlü isimlerinden olan Yaşar Kaplan, hikâye, deneme ve eleştiri yazılarını
kendi adı ve müstear imzalarla Edebiyat (976), kurucusu olduğu Aylık
Dergi (1978-88) ve Meydan (1989) dergilerinde yayımladı. Yönettiği Aylık
Dergi’de aktüel konulara getirdiği cesur ve özgün yaklaşımlarla
hikâyeciliğinin yanı sıra deneme ve eleştirileriyle de ilgi topladı.
Yeni kuşağın çevresinde toplandığı
önemli dergilerden biri olan Aylık Dergi, çok sayıda genç şair ve yazarın
tanınmasına imkân sağlamıştır.
Vefatı:
2022 yılından itibaren pankreas
kanseri nedeniyle tedavi gören Kaplan, 7 Ocak 2023 günü sabah saatlerinde Almanya'nın
Köln kentinde tedavi gördüğü hastanede vefat etti. Yazdığı eserlerden dolayı 3
yıl hapis yatmış, hakkında başka mahkumiyet kararları olduğu için Almanya'ya
gitmişti.
7 Ocak'ta Almanya'da vefat eden Yaşar
Kaplan’ın cenazesi Türkiye’ye getirilerek Ankara’da toprağa verildi. Kaplan
için 9 Ocak 2023 günü Ankara Hacı Bayram Camisi'nde ikindi namazını müteakip
cenaze namazı kılındı.
Cenaze törenine Kaplan'ın ailesi
ve yakınlarının yanı sıra TBMM Başkanı Mustafa Şentop, eski TBMM Başkanı Bülent
Arınç, eski Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, AK Parti Genel Başkanvekili Numan
Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şen, Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü İbrahim Kalın, Ankara Valisi Vasip Şahin, Mamak Belediye Başkanı Murat
Köse, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi Birol Aydın ve Kaplan'ın
yakınları katıldı.
Kaplan'ın cenaze namazını Diyanet
İşleri Başkan Yardımcısı Burhan İşliyen kıldırdı. Kaplan'ın cenazesi, törenin
ardından Ankara Taceddin Dergahı'na defnedildi.
ESERLERİ:
Hikâye: Dönemeçler
(1976, 2018), Birinci Kitap
(1982), İkinci Kitap (1982), Sıfırüç Depremleri (1987), Canhıraş (1991).
Deneme-
İnceleme:
İzdüşüm (1983), Demokrasi Risalesi (1985), İran’a
Nasıl Bakmalı (1986), Mücahide
Mektuplar (1990), Açıl Susam
Açıl (1990), Bir Şenliktir İnkılab (1992), Vatan Millet Sakarya Üstüne Düşülmüş Notlar (1993), Devrim ve Terbiye (1995), Kalem ve Kelepçe (1995), Hz. Ali
(1998), Siyaset Bilinci (1998), Günümüz Yezidiliği (2013),
Ademce, Düşüncenin
Temel Dinamikleri.
Anı: Giriş ve Çıkışlar (1989).
Mektup: Yazışmalar (1982).
Çeviri: Malcolm X (Alex Halley’ den, 1983), İslâm Ekonomi Düşüncesi (M. N.
Sıddıkî’den, 1984), Yarınki İslâm (Abdülkadir
es-Sufi’den, 1984).
Roman: İdris'İn İdris
(2019).
KAYNAKÇA:
İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998)
- Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish
Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), Yaşar Kaplan: Ülkemi özledim
(Tuna Acar röportajı, star.com.tr, 24 Mart 2015), Aydın Engin / Gurbette Bir
Düşünür; Yaşar Kaplan (akasyam.com, 15.02.2018), Türkiye’nin yanında durmak
insanlık vazifesi (Merve Akbaş röportajı, gercekhayat.com.tr, 28.01.2019),
Yaşar Kaplan kitapları (kitantik.com, kolnkutuphane.de, hepsiburada.com,
amazon.com.tr, kitapyurdu.com, kidega.com, 01.04.2022), Yaşar Kaplan vefat
etti: Yazdığı eserlerden dolayı üç yıl hapis yatmıştı (yenisafak.com, 08 Ocak
2023), Yazar Yaşar Kaplan Hakk'a yürüdü
(yeniakit.com.tr, 08 Ocak 2023), Yazar ve çevirmen Yaşar Kaplan Hakk'a yürüdü
(karar.com, 08 Ocak 2023), Almanya'da vefat eden yazar Yaşar Kaplan son
yolculuğuna uğurlandı (aa.com.tr, 10 Ocak 2023), Mütefekkir ve yazar Yaşar
Kaplan dualarla ebediyete uğurlandı (AA – star.com.tr, 10 Ocak 2023), Yaşar
Kaplan'ı Ebediyete Uğurladık (mirathaber.com, 11.01.2023), Mütefekkir ve yazar
Yaşar Kaplan dualarla uğurlandı (hertaraf.com, 11.01.2023).
“Dostum,
Selam ile
dua ile başlarım. İyi dileklerimle, sana olan özlemlerimle başlarım.
Dostum,
Mesele nedir? Mesele sadece okumak ve öğrenmek midir? Mesele sadece yazmak ve
konuşmak mıdır?
Mesele
nedir? Mesele sadece bazı doğruların kağıttan kağıda veya dilden dile
aktarılması mıdır? Yoksa asıl mesele yaşamak, yaşamaya savaşmak mıdır?
Ellerine
Kur’an ve Sünnet’i alarak toplumlardaki yanlışları, cemaatlerdeki yanlışları,
kişilerdeki yanlışları, faaliyetlerdeki yanlışları düzeltmek amacıyla oldukça
iyi niyetlerle yola koyulanlar bir gün gelip kendilerinin de birçok yanlışa
düşeceklerini hiç akıllarına getirmişler midir acaba? Hem de elde hakikatler
hakikatini anlatan, Sırat-ı Müstakim’i öğreten, hayatımızın yegane rehber
kitabı gibi sağlam bir kaynak olduğu halde yanlış yapmanın ne ağır bir vebal
getireceğini hiç düşünmemişler midir acaba?
Malumun
olduğu üzere son yılların modası haline getirilen şeylerinden bir tanesi de
Kur’an okumaktır. Bir zamanlar, Kur’an okunmadığı için yaşanan sıkıntıların bir
benzeri şimdi de hakkıyla okunmadığı, usulünce okunmadığı için yaşanmaktadır.
Kur’an okumak da moda olur mu hiç? Niçin olmasın! Her şey moda olabilir.
Kur’an’ı okumalıyız, Kur’an’ı anlamalıyız deyip durduğumuz halde, Kur’an-ı
Kerim’i anlamanın gereklerini yerine getirememek, buna rağmen gene de okuyalım,
anlayalım edebiyatı yapmak, meseleyi tamamen moda haline dönüştürmektir. Hem
sabah akşam Kur’an okuyacaksın ve insanları sürekli Kur’an okumaya, Kur’an’ı
anlamaya çağıracaksın, hem de Kur’an’ın anlattıklarını hiçe sayarcasına şu
hayata ilgisiz kalacaksın. Hem elinden Kur’an düşmeyecek, hem de küfr ile iman
arasındaki, şeytan ile Rahman arasındaki ezeli ve amansız kavgada tarafsız
kalacaksın. Bu mudur Kur’an’ı okumanın bedeli? Bu mudur Kur’an’ı anlamak?
Kur’an’ın
elde olması yetmez, dostum. Kur’an gönüllerde olmalıdır, hayatlarda olmalıdır.
Kur2an yaşayan için gereklidir, savaşan için gereklidir. Kur’an, Arapçasını
veya mealini ezberleyerek durmaksızın bu ezberleri lafzen tekrar eden, okuyup
öğrendiklerini gereğini yerine getirmeyen insanların nesine gerek Kur’an?
Kur’an’ın anlamını bilmeden Arapçasını ezberleyenler ile günümüzün meal
hafızlarının ne farkı vardır hakikatte? Nasıl olsa hayata yansıyan bir şey yok.
İster Arapçasından okuyarak, ister Türkçesinden okuyarak tatmin olmaya çalış,
ne fark ediyor? Kur’an, öğrendikleri şeyleri yaşamak isteyenler için
gereklidir; İslam’ı konuşup da yaşamaya yanaşmayanlar için değil, Kur’an
savaşanlar için gereklidir, sıvışanlar için değil. Kur’an Mü’minler için
gereklidir, papağanlar için değil.
Ellerdeki
ve dudaklardaki Kur’an’ın insana bir yararı yoktur dostum, ruhlardaki ve
gönüllerdeki Kur’an’dır bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan. Ayet ayet
yaşanmak için okunan Kur’an’dır bize rehberlik edecek olan. Sünnet ile yaşanır
hale getirilen Kur’an’dır bizi kurtaracak olan.
Rabbim
bizleri Kitabın ayetlerini sürekli okudukları halde anlamayanlardan veya
Kitab’ı kendi keyiflerine göre yorumlayıp nefislerinin eğlencesi haline
getirmek isteyenlerden etmesin.
Yüce Mevla
bizi Kitab’la terbiye, Sünnet’le tezkiye etsin.
Ahiri
Kelam, vesselam.”
Selam ve
dua ile…
Ayhan
Engin
KAYNAK:
Aydın Engin / Gurbette Bir Düşünür; Yaşar Kaplan (akasyam.com, 15.02.2018).
Uzun
yıllar sonra Ketebe Yayınları tarafından ‘Dönemeçler’ kitabı yeniden yayınlanan
Yaşar Kaplan, okuyucularına yeni kitaplarının da geleceğinin müjdesini verdi.
90’lı yıllarda hakkında açılan davalar nedeniyle Almanya’ya yerleşmek zorunda
kalan Kaplan, “Türkiye’nin yanında durmak bir insanlık vazifesidir” diyor.
Aylık
Dergi, Bu Meydan, Hüner gibi dikkat çeken dergiler, hikâyeler, düşünce
yazıları, köşe yazıları ve yasaklanmış kitaplar ile tanınan bir yazarsınız.
Ancak bir süredir yazı ve eserlerinizi görememiştik. Bunun nedeni nedir,
yazmayı bırakmış mıydınız ve bir yazar yazmayı bırakabilir mi?
Yazmayı
bir hayat tarzı olarak benimsemiş yazarların okuma ve yazmaları hiçbir zaman
sona ermez. Yazmak, geçici heveslerle ve geçici hedefler için yapılacak bir iş
değildir. Yazarın son nefesine kadar bütün hayatını dolduran bir yaşama biçimi
olarak yazmak; bütün boyutlarıyla ihata alanı çok geniş bir varoluş biçimidir.
Bu bakışla, yazmak var olmanın, var olmak yazmanın bir ayrılmazıdır. Yazarın
durduğu yerden bakılınca yazmak ve paylaşmak aynı şey değildir. Fakat okurun
durduğu yerden bakılınca, yazdıklarını paylaşmayan yazar yazmayı bırakmış kabul
edilir. Bize gelince, sürekli yazmamıza rağmen yazdıklarımızı bir zamandan beri
kitap, dergi ya da diğer medyalarda (ortam) paylaşma imkânımız olmadı.
Sizin bu
anlamda yaşadıklarınızı, yeni düzeninizde kurduğunuz ya da kuramadığınız
alışkanlıklarınızı sorsak…
Bizim
okuma ve yazma etkinliğimiz (faaliyet, aktivite) en zor şartlarda bile durmadı.
Cezaevlerinde geçirdiğimiz yıllarda dahi yanımızda çuval dolusu notlar, yazı
defterleri ve kitaplarla “sevkiyat”a çıktık. Hayatımıza dair bir cümle
istiyorsanız, şunu diyebilirim: Yol uzun, şartlar çetin, karanlık zifiriydi. Bu
bir romanın, bir hikâyenin ilk cümlesi ya da sonundaki zaman ekini kaldırırsak
bir şiir dizesi olabilir. Ama bu sadece, bizim yaşanmışımızı özetleyen bir
cümle. Davası olan, kendisini kuşatan zorluklara değil, hedefindekine bakar. Normal
zamanlarda günlük alışkanlığım, her gün mutlaka nisap miktarı okumak, nisap
miktarı yazmaktır. Yazmak, canlı yaşamanın doğal sonucu olarak kendiliğinden
geliyor zaten.
Ya
Türkiye’ye bir şey olursa
Dönemeçler’in
ilk baskısı 1976’da bambaşka bir Türkiye’de yapılmıştı. Bugün bize nasıl bir
mesaj veriyor?
Tüm sanat
eserleri gibi edebî eserler de bir zaman kesiti olarak tarih’ten ya da
güncel’den bazı hadiseleri konu edinebilir, ama farklı kurgu ve anlatım
özellikleri nedeniyle içerdiği düşünce ve duygu, yaygın kelimeyle söylersek,
mesaj bakımından zamanla sınırlı olmaz. Bunu bir cümleyle şöyle
formülleştirebiliriz: Sanat eseri, geçici olandaki kalıcıyı anlatır. Bununla
birlikte, Dönemeçler’in önceki baskısında çok katmanlı ve çok sıkı örülmüş,
belki yer yer zor nüfuz edilecek bir dokusu vardı. Yeni baskıda ana tema ve ana
yapıyı korumakla birlikte birkaç “açılım” müdahalesi yaparak daha rahat
okunabilecek, hatta roman okurlarının da tercih edebilecekleri bir eser haline
getirdik. “Bugün bize nasıl bir mesaj veriyor?” sorusunun cevabı uzun. Kitabın
verdiği birçok mesaj var. Her çeşit okuyucu kendine göre farklı mesajlar
bulabilir. Şunu söyleyebilirim; bu kitap bugünün ve bu ülkenin elem ve ümidini
hem özel hem genel bakışlarla ele alıyor. Bu vesileyle önemli gördüğüm bir
noktaya dikkat çekmek isterim. Dönemeçler’in Ketebe’den çıkan yeni baskıdan
okunması gerekir. Eski baskı ile yeni baskı arasında ifade ettiğim gibi önemli
bazı açılım farkları var. Bu bakımdan önceden okumuş olanlara da yeni baskıdan
tekrar okumalarını tavsiye ederim.
90’lı
yıllarda yaşanan sıkıntıların ardından Almanya’ya gitmek zorunda kaldınız.
Oradan Türkiye’ye baktığınızda neler görüyorsunuz?
Türkiye
gelişiyor ve değişiyor. Hem sorunlar, hem çözümler düzleminde bir gelişme var.
Müzmin sorunlara çözümler getirilirken, bu çözümler de yeni sorunlara neden
olabilir. Ayrıca ülke olarak hedefler büyüdükçe, yük ve sorumluluklar daha da
artıyor. Meselâ bir küreselci projesi olarak ülke âhengini bozmak ve sosyal
dayanışmayı parçalamak için Türkiye’yi önemseyen ve önemseyen vatandaş diye bir
ayrışma yaratıldı. Bu bağlamda AB lideri ülkelerden gelen “Türkiye’de yüzde 49
oyumuz var” açıklaması, iktidar karşısında tek cephe olmaya zorlanan
vatandaşlarımızı kendi vatandaşları gibi gördükleri anlamına geliyor.
Eksiklerine rağmen Türkiye ümit ve heyecan verici bir yolda. O nedenle dünyanın
gözü kulağı Türkiye’de. Türkiye’nin büyüyüp güçlenmesini isteyenlerde “Ya
Türkiye’ye bir şey olursa” korkusu, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyenlerdeyse
“Ya Türkiye’ye bir şey olmazsa” korkusu var. Buradan baktığımda yolu çok uzun
bir ülke görüyorum.
Bu ülkede
yaşamanın bedeli ağır
Sizi yurt
dışında yaşamaya iten süreç boyunca Türkiye çok yara aldı. O günlerde neler
yaşadınız?
Evet,
ülkemiz çok zor dönemeçlerden geçerek bugünlere gelmeyi başardı. Ülkemizle
birlikte bu ülkeyi savunan insanlar da çok zor yıllar geçirdi. Fakat malûm
zahmetsiz rahmet olmuyor. Geriye dönüp bakınca zor olduğunu değerlendirdiğimiz
şeyler yaşadık. Ama bunları yaşarken o kadar zor gelmedi. İnsan niyetlendiği
yolun zorluklarını bilir ve hayatın her türlü cevr’ü cefâsına kendini hazır
hissederek yola çıkarsa, çekilenler zor gelmiyor. Esasen, tarih ve
coğrafyamızın bir özelliği olarak; bu ülkede yaşamanın bedeli her zaman ağır
olmuştur.
En başta
Aylık Dergi ve Bu Meydan’dan bahsetmiştik. Çıktığı dönemin önemli dergileriydi
bunlar. O günlerde bu dergilerde yazan isimler, bugün edebiyat dünyamızın
önemli isimleri. Siz bu yayınların bıraktığı izi nasıl yorumluyorsunuz?
Samimiyetle
yapılan işlerin bıraktığı izler ve etkiler zannedilenden daha güçlü ve kalıcı
oluyor. Bizim çıkardığımız dergiler içinde özellikle Aylık Dergi’nin yeri
başkaydı. Bir “mektep dergi”ydi. Bu gibi süreçlerin uzmanları tarafından ayrıca
ele alınması yararlı olacaktır.
Yazı
hayatınız değerlendirildiğinde önemli kırılmalara, serüvenlere sahip. Bir yazar
olarak, insan olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zorluklarımız
oldu, ama direnmek ve her şeye rağmen ayakta kalmak insanı daha güçlü kılıyor.
O nedenle, yaşadıklarım bende düşünce ve sanat anlayışı yahut bakış ve duruş
bakımından bir kırılmaya neden olmadı. Türkiye’de olduğunu varsayarak öyle
ifade edeyim, düşünce dünyamızda bazı kavramlar temelden yanlış anlaşılır ve
yanlış kullanılır. Bu kırılma bunlardan bir tanesi. Olur olmaz yerde
kullanılınca kırılma olanla olmayan birbirine karışıyor. Bu tür kavramlar
konusu ülkemizin entellektüel düzeyine bir katkı olarak detaylı bir şekilde
ayrıca ele alınması gerekir.
Ünlü bir
sinema yönetmeni “vatanım ayakkabılarımdı” diyor. Yeryüzünde dolaştığı tüm
coğrafyayı kendi için vatan saydığına, bütün coğrafyayı vatan olarak gördüğüne
işaret ediyor. Anavatanınızdan uzak biri olarak, bu durumla ilgili neler
söylemek istersiniz?
Bağlanacak
bir ülkesi olmayanlar için her yer vatan gibi görünebilir. Ama bağlanacak yeri
ve değerleri olanlara her toprak vatan olmuyor. Bizim güzel ülkemiz, yerine bir
başka ülke konulamayacak kadar farklı ve değerlidir. Üstelik Türkiye sadece
Türkiye’de yaşayanların değil, yeryüzünde gönülleri Türkiye’yle birlikte çarpan
milyara yakın insanın da gönül vatanı. Çünkü Türkiye, insanî değerleri ve hakkı
yenmişlerin hakkını yüksek sesle savunan, onlara gücü yettiğince destek veren
tek ülke. Bugün içinde yaşadığımız şu berbat dünyada insan onurunu yücelten
duruşuyla başka ülkelere çok büyük fark atan bir ülke olarak Türkiye için ancak
şu söylenebilir: Türkiye’yi sevmek, Türkiye’yi savunmak ve Türkiye’nin yanında
durmak bir insanlık vazifesidir.
Ben ülkemi
derleyip gönlüme koydum
Gitmek
zorunda kaldığınız ülkeniz, yaşadığınız şehir, mahalleniz, memleketinizle
ilgili duygusal mesafeniz nasıldı?
Ayrılmak
kolay olmadı. Tabir caizse karış karış dolaştığım, “sokaktaki insan”ıyla,
kanaat önderleri, cemaatleri, tarikatları, vakıfları, sivil toplum kuruluşları,
çeşitli siyasal ve sosyal oluşumları, medyası ve akademik çevreleriyle
tanıdığım, her kesimiyle diyalog içinde olduğum, geleceği için kafa yorup taban
eskittiğim, bu yolda bedel ödediğim bir ülke bırakıyordum arkada. Çok zor bir karardı.
Onun için ben ülkemi olumlu olumsuz neyi varsa her şeyiyle derleyip gönlüme
koydum ve yanımda getirdim.
Şimdi
hikaye zamanı
Okuyucular
Yaşar Kaplan’dan yeni kitaplar beklemeli mi?
Elbette.
Kutular dolusu notlarımız, bitmiş defterlerimiz var. Ömrümüz vefa ederse
bunların en azından bir kısmını hazırlamayı ümit ediyoruz. Türkiye’de iken
çalışmalarımıza yeterince zaman ayıramadık. Özellikle hikâyelerimize haksızlık
ettiğimi düşünüyorum. Şimdi hikâye zamanı… Önce biraz hikâye, sonra başka
kitaplar inşaallah!
KAYNAK: Türkiye’nin
yanında durmak insanlık vazifesi (Merve Akbaş röportajı, gercekhayat.com.tr, 28.01.2019),
Röportaj: Tuna ACAR
‘SUSARAK
bir hüzün büyüteceğiz. Ve susarak yazacağız bu destanı.’
Aylık
Dergi, Bu Meydan ve Hüner… Bir zamanlar Türkiye’nin entelektüel hayatına katkı
sunan dergiler... Dergilerin ardındaki isim ise Yaşar Kaplan.... Kaplan, 28
Şubat mağdurlarından biri olarak 15 yıldır yurt dışında. Bu süre zarfında Yaşar
Kaplan’dan ses seda çıkmamıştı ki Şeref Akbaba yönetimindeki Ay Vakti dergisi,
bu uzun sessizliğin ardından Yaşar Kaplan ile bir röportaja yer verdi.
Gurbet:
Ayıklanma süreci
Sıfırüç
Depremleri kitabında ‘Susarak bir hüzün büyüteceğiz. Ve susarak yazacağız bu
destanı’ diyen Kaplan, röportajında suskun yıllarını şu cümleyle özetliyor
‘Gurbet bazılarını boşaltır, bazılarını doldurur. Her iki halde de hem birey,
hem toplum için hayırlı bir ayıklanma söz konusu.’
‘Türkiye’ye
dönüş var mı’ sorusuna ise şu cevabı veriyor Kaplan ‘Biz kendi ülkemizde de
vatan hasreti çekerek yetişmiş bir neslin mensubuyuz. O nedenle gurbette
yaşamaya alışkınız. Bunu yeni kuşaklar bilmez. Onlar nispeten birçok şeyi hazır
buldular ve daha iyi şartlarda yaşıyorlar. Dünü bilmeyenlerin yahut dünü çabuk
unutmuş görünenlerin bir kısmı kendi ülkemizin şartlarını zorlaştırmakla meşgul
olsalar da, Türkiye’nin iyilikleri bitmez.’
Nostalji
ile adam yetişmez
Söyleşide
‘Bazen bir kişinin konuşması bir milletin konuşması, bütün bir toplumun
direnişe geçmesi gibidir’ diyen Kaplan, nostalji ile adam yetişmeyeceğine de
dikkat çekiyor. ‘Eskiyi bilerek ama gerektiğinde aşarak gitmek zorundayız. Eski
ile arayı açmamış, ama yeniye doğru doludizgin koşan cesur gençlere ihtiyacı
var bu ülkenin.’ Toplumları bekleyen bir tehlikeye de dikkat çekiyor Kaplan:
Yetenekli evlatlarını siyasete kaptırmış ülkenin geleceği karanlık ve sığdır.
Siyasetin belli yetenekleri yok etme özelliğini görerek, yetenekleri siyasetin
tuzağından uzak tutmak gerekiyor.’
‘Ait
olduğum dünyadan hiç kopmadım’ diyen Kaplan, yeniden okuyucularıyla buluşmayı
son zamanlarda daha çok arzulamaya başladığını belirtiyor ve ekliyor: Samimi
yayıncılar arasından eserlerimizin tamamını sistematik bir sunumla yayımlamaya
talip olan biri çıkarsa aranıza dönmem daha da yakınlaşabilir.’
KAYNAK: Yaşar
Kaplan: Ülkemi özledim (Tuna Acar röportajı, star.com.tr, 24 Mart 2015).
Adını lise
öğrencisi olduğum yıllarda duymuş ve kendisi ile tanışmak istemiştim.
Küçükyalı’da bulunan ‘Hüner Yayınevi’ndeki makamında ziyaret ederek tanışma
fırsatı buldum. Tanıştıktan bir yıl sonra beni arayıp; “yanımda çalışmak ister
misin?” sorusuna büyük bir heyecanla “evet demiştim. Çünkü Yaşar hoca Türkiye
de ki İslami hareketin öncülerinden olan fikir, sanat ve düşünce insanıydı.
Onunla birlikte çalışmak büyük bir onurdu benim için.
Aylık
Dergi, Bu Meydan ve Hüner Dergisi Yaşar hocanın öncülüğünde hazırlanan ve
özellikle üniversite gençliğinin değer verdiği dergilerdi.
“Demokrasi
Risalesi, “Açıl Susam Açıl”, Mücahide Mektuplar” eserlerinden bazıları.
“Demokrasi Risalesi” üç yıl hapis yatmasına sebep olan önemli bir eser.
Kırkıncı baskısını birlikte hazırladığımızı, kapak kompozisyonu için nezaketen
fikrimi sormasını tebessümle hatırlıyorum.
28 Şubat
süreci bütün Müslümanları hedefine almış olmakla beraber, Yaşar hoca gibi
donanımlı, samimi, öncü, mücadele adamlarını ilk hedef olarak belirlemişti.
Akit gazetesinde özellikle Çevik Bir ve avanesine yönelik yazdığı yazılarından
dolayı apar-topar içeri alındı.
28
Şubat’ın mağrurlarından (mağdur değil) biri olan Yaşar Hocam yaklaşık on yedi
yıldır Almanya’da.
Telefonla
yaptığımız son görüşmemizde; bir dosya üzerinde çalıştığını en kısa zamanda
Türkiye ye döneceğini ifade etti. Kendisini dört gözle ve hasretle beklediğimi
benim gibi düşünenler adına da ifade etmek isterim.
Yaşar
hocamın 1987 yılında kaleme aldığı, dünü ve bugünü anlatan belki de yarınları
anlatacak olan uyarıcı ve önemli bir yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.
MESELE NEDİR?
“Dostum,
Selam ile
dua ile başlarım. İyi dileklerimle, sana olan özlemlerimle başlarım.
Dostum,
Mesele nedir? Mesele sadece okumak ve öğrenmek midir? Mesele sadece yazmak ve
konuşmak mıdır?
Mesele
nedir? Mesele sadece bazı doğruların kağıttan kağıda veya dilden dile
aktarılması mıdır? Yoksa asıl mesele yaşamak, yaşamaya savaşmak mıdır?
Ellerine
Kur’an ve Sünnet’i alarak toplumlardaki yanlışları, cemaatlerdeki yanlışları,
kişilerdeki yanlışları, faaliyetlerdeki yanlışları düzeltmek amacıyla oldukça
iyi niyetlerle yola koyulanlar bir gün gelip kendilerinin de birçok yanlışa
düşeceklerini hiç akıllarına getirmişler midir acaba? Hem de elde hakikatler
hakikatini anlatan, Sırat-ı Müstakim’i öğreten, hayatımızın yegane rehber
kitabı gibi sağlam bir kaynak olduğu halde yanlış yapmanın ne ağır bir vebal
getireceğini hiç düşünmemişler midir acaba?
Malumun
olduğu üzere son yılların modası haline getirilen şeylerinden bir tanesi de
Kur’an okumaktır. Bir zamanlar, Kur’an okunmadığı için yaşanan sıkıntıların bir
benzeri şimdi de hakkıyla okunmadığı, usulünce okunmadığı için yaşanmaktadır.
Kur’an okumak da moda olur mu hiç? Niçin olmasın! Her şey moda olabilir.
Kur’an’ı okumalıyız, Kur’an’ı anlamalıyız deyip durduğumuz halde, Kur’an-ı
Kerim’i anlamanın gereklerini yerine getirememek, buna rağmen gene de okuyalım,
anlayalım edebiyatı yapmak, meseleyi tamamen moda haline dönüştürmektir. Hem
sabah akşam Kur’an okuyacaksın ve insanları sürekli Kur’an okumaya, Kur’an’ı
anlamaya çağıracaksın, hem de Kur’an’ın anlattıklarını hiçe sayarcasına şu
hayata ilgisiz kalacaksın. Hem elinden Kur’an düşmeyecek, hem de küfr ile iman
arasındaki, şeytan ile Rahman arasındaki ezeli ve amansız kavgada tarafsız
kalacaksın. Bu mudur Kur’an’ı okumanın bedeli? Bu mudur Kur’an’ı anlamak?
Kur’an’ın
elde olması yetmez, dostum. Kur’an gönüllerde olmalıdır, hayatlarda olmalıdır.
Kur2an yaşayan için gereklidir, savaşan için gereklidir. Kur’an, Arapçasını
veya mealini ezberleyerek durmaksızın bu ezberleri lafzen tekrar eden, okuyup
öğrendiklerini gereğini yerine getirmeyen insanların nesine gerek Kur’an?
Kur’an’ın anlamını bilmeden Arapçasını ezberleyenler ile günümüzün meal
hafızlarının ne farkı vardır hakikatte? Nasıl olsa hayata yansıyan bir şey yok.
İster Arapçasından okuyarak, ister Türkçesinden okuyarak tatmin olmaya çalış,
ne fark ediyor? Kur’an, öğrendikleri şeyleri yaşamak isteyenler için
gereklidir; İslam’ı konuşup da yaşamaya yanaşmayanlar için değil, Kur’an
savaşanlar için gereklidir, sıvışanlar için değil. Kur’an Mü’minler için
gereklidir, papağanlar için değil.
Ellerdeki
ve dudaklardaki Kur’an’ın insana bir yararı yoktur dostum, ruhlardaki ve
gönüllerdeki Kur’an’dır bizi karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan. Ayet ayet
yaşanmak için okunan Kur’an’dır bize rehberlik edecek olan. Sünnet ile yaşanır
hale getirilen Kur’an’dır bizi kurtaracak olan.
Rabbim
bizleri Kitabın ayetlerini sürekli okudukları halde anlamayanlardan veya
Kitab’ı kendi keyiflerine göre yorumlayıp nefislerinin eğlencesi haline
getirmek isteyenlerden etmesin.
Yüce Mevla
bizi Kitab’la terbiye, Sünnet’le tezkiye etsin.
Ahiri
Kelam, vesselam.”
Selam ve
dua ile…
Ayhan
Engin
KAYNAK:
Aydın Engin / Gurbette Bir Düşünür; Yaşar Kaplan (akasyam.com, 15.02.2018).