Hukukçu, şair (D. 1916, Kurudere köyü / Kırklareli - Ö. 1 Şubat 1979,
Kırklareli). Eflâtun Cüneyt adıyla da yazdı. Ortaöğrenimini Bursa Lisesi’nde
tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1943) mezunu.
Ölümüne kadar Kırklareli’nde avukatlık yaptı. 1952’de gizli örgüt kurma
eyleminde bulunduğu iddiasıyla yargılanarak yirmi ay hapis yattı, 1954’te
beraat etti.
Gençlik döneminde hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerini Haykırışlar
(1938) adlı kitabında topladı. Bu tür şiirleri Servet-i Fünûn, Yedigün,
Yücel (1938-40), Türkiye Yazıları (1977-78) dergilerinde yer aldı.
Serbest ölçüye ve toplumcu gerçekçi akıma uyan şiirlerini ise Yeni
Edebiyat (1941), Yürüyüş (1942), Gün (1945), Yeryüzü (1952),
Dost (1959), Türkiye Yazıları (1977-78) dergilerinde yayımladı.
Niyazi
Akıncıoğlu İçin Ne Dediler?
“Niyazi Akıncıoğlu, geleneksel anlatılardan, ayrıca hem
halk şiirinden ve müziğinden, hem de divan şiirinden ve müziğinden eşit oranda
motifler alan, ancak bunu yapısal bir taklitçiliğe dökmeden kendi şiir kalıbı
içinde eritebilen, benzersiz bir şair. Genel olarak klasikten yola çıkan
şairlerde bir ‘duruluk’ görülür. Oysa Akıncıoğlu öyle değil; birbiri üstüne
devrilen ya da birbiriyle geçişimli kısa dizelerden oluşan dinamik bir şiir
dili var. Sözü aldı mı soluk soluğa ilerliyor. Ancak bu hızlı koşu, renkleri
dağıtarak değil, renkleri berkiterek sürüyor. Dahası, durup kalsa, dizeye
çalışayım dese belki de yakalayamayacağı imgelere dönüşüyor:
‘Kelepçe arkadaşım, ümit’ işte beyaz yelkenli
yükle düşünceni,
yükle gemini
Selamın geçiyor
besbelli
yeşerdi telgraf
direkleri” (Tahir
Abacı)
ESERLERİ (Şiir):
Haykırışlar
(1938), Umut Şiirleri (toplu
şiirleri, haz: Ö. Can – H. Atabaş, 1985).
KAYNAKÇA: Ömer Faruk Toprak / Sosyalist Kültür Ansiklopedisi
içinde (1980), Yurt Ansiklopedisi (c. I, 1982), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü
(1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) - Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2.
bas. 2007), Asım Bezirci / Temele Gül Dikenler (1997), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve
Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Veysel Gültaş /
Kadı Burhaneddin’den Günümüze Hukukçu Şairler Antolojisi (2003), Muhsin Macit /
Niyazi Akıncıoğlu ve Şiiri (Türk Edebiyatı, say: 357, Temmuz 2003), Tahir Abacı
/ Şiir Kitapları Sözlüğü - 6 (Adam Sanat, Aralık 2004), Emrullah Güney /
Akıncıoğlu Niyazi Bey (haber50.com, 08 Temmuz 2013, bilgi teyidi 28.08.2019).
Bir yerde görürsen ki:
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
Edirne'desin.
Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen,
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler'desin.
Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
"Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez"
Burda her şey,
bakınır hüsnüne hayran.
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhadd-i vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur-okur akar.
Ve bihaber Yıldırım'da, bir evcikte
- akan sudan, uçan kuştan -
yeşil dut yaprağında
ak bir ipekböceği,
kozasını dokur dokur ölür.
Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası'nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık'tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir caneriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
“Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan.”
(1945)
AKINCIOĞLU
NİYAZİ BEY
Prof. Dr.
Emrullah GÜNEY
Dumanlı
yaylalarda otlaklarımı,
Ceylanlar
yitürdü, kuşlar yitürdü;
Ovada
dönüm dönüm topraklarımı
Dostlarım
paylaştı, dostlarım sürdü.
Seferde
gemilerim korsan elinde,
Tezgahımı
kurduğum köyü su bastı.
Son
kalan kervanımı soydular Çin7de,
Devecilerim
yolda kendini astı.
Başımı
koymuşum bir aşka dünyada,
Kendi
kendimin bile değilim dostlar1
Ne
malım, ne mülküm var başka; dünyada,
Topu
topu üç arşın bir toprağım var.
1940
Niyazi
Akıncıoğlu 1919’da Kurudere ’de doğdu. 16 yaşında şiir yazmağa başladı. 1938’de
ilk ürünlerini Haykırışlar adlı kitapta topladı. İlk
şiirlerinde kimlerin etkisi var? Faruk Nafiz, Orhan Şaik, Nihal Adsız, Namdar
Rahmi Karatay… Zaten kitabını da öğretmeni Gökyay’a adadı.
Adını
ilk defa
Yedibela
Rasim’ in hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal
geyik boynuzu kabzasında
İlk
Bursalıyı tanıdım:
“
Bıçakçı Remzi” yazıyordu.
Ve
kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir
yara izi gibi kazılmıştı : Bursa.
…..
Bursa
eyi, Bursa güzel.
Bursa
için destan yazılır,
Bursa
için iğneyle kuyu
kazılır;
Fakat
yalan:
“
Bursa’da zaman,
Billur
bir avize, gibi değil.
Değil
ama,
Bir
ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı
bırakıp gitmek haseti,
Yaşamak
hasleti,
Dünya
sevgisi;
Yeşil
yeşil yeşeriyor,
Mavi
mavi gülüyor.
1938’de
Bursa Lisesi’ni bitiren Akıncıoğlu, 1939’da İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi
olur. İkinci Büyük Paylaşım Savaşı’nın etkisiyle toplumcu düşünceye yönelir.
Şiirlerinde insancıl köz dikkat çeker. Savaşların insanımıza yansıyan üzünç ve
acısını yüreği eriyerek şiirleştirir. Kana susamışlara karşı kardaşlığı,
barışı, demokrasiyi, özgürlüğü savunur. Artık hece şiirinden biçim ve
içeriğinden ayrılır.
1940’larda
özgün şiire ulaşmış. Şiirimize ayrı bir tad, yeni bir soluk getirir. Bir “umut
şairi” olarak tanınmış. Yürüyüş, Ses, Gün, Sokak, Pazar Postası, Pınar,
Yeryüzü, Meydan, Dost gibi dergilerde yayımlamış şiirlerini.
Yeni
doğmuş gibiyiz;
Kitaplarımız,
defterlerimiz yeni.
Dünya
eski bile olsa,
Gün
aynı günse de;
Bacamız
tüter,
Destilerimiz
dolu.
Elden
öğün beklemez oldu
Beş
parmağında beş hüner,
Mes’uttur
insanoğlu.
Evimiz-barkımız
var,
Alıştık
lezzetine sofranın.
Sütü
yetiyor çocuklarıma
Hoşnuduz,
karımız var.
Ve
dünya habersiz değildir bizden,
Her
taşın altında künyemiz yazar.
Yazar,
şair Mehmed Kemal diyor ki : “Niyazi Akıncıoğlu, divan şiiri kelimeleri
kullanarak kendine özgü bir şiir dili oluşturmaya çalışmıştır. Onun için
şiirlerinde birçok divan şiiri “mazmun”u bulabilirsiniz, Niyazi’den sonra üne
kavuşmuş birçok şair, bilerek bilmeyerek, onun geliştirdiği şiir dilinden
yararlanmıştır” (Cumhuriyet.17 Şubat 1979 ).
Selamın
geçiyor besbelli,
Yeşerdi
telgraf direkleri;
Seneler
sonrası, ormanından ayrı.
Bir
sevinçtir aldı kırlangıçları,
Rastgele
öpüştüler
Düşünmeden
günahı,
Öbür
dünyayı.
Ben
deli-divane olsam
Çok
mu görülür?
1939-45
arasındaki dünya cehennemden farksızdır. Yalnız, cennet olmasa da, bu cehennem
evreninde küçük adacıklar vardır. Türkiye de bunlardan biridir. Akıncıoğlu,
savaşı çıkaran Alman nazizmine düşmandır.
Nakışında
bülbül ötmüyor,
Çiçek
açmıyor kumaşların.
Çatlamış
arından kanter içinde:
Toprağın
derdi büyük,
Başağın
yükü ağır
Silah
çatmış ifritler harman yerinde;
Kulakları
sağır,
Gözleri
kör.
Görmüyorlar
güneşi,
Bu
sesi duymuyorlar;
Nankör,
nankör insanlar.
Bu
ses ki pervaz-pervaz,
Bu
ses ki şehir-şehir,
Ve
köy köy ve dağ dağ
İnsanın
sesidir; insanı arar.
1950
yılında Akıncıoğlu gizli bir parti kurduğu savıyla yargılanır; iki yıl tutuklu
kalır. İçerdeyken de şiir üretir. Savunmanı Abdurrahman Altuğ, mahkemede onu
şöyle savunur : “ Müvekkilim şairdir. Ama memleket çapında isim yapmış,
edebiyat antolojilerine geçmiş bir şairdir. Müvekkilimin Edirne hakkında
yazdığı şiir, bugüne kadar bu belde için yazılmışların en güzelidir.
Bursa için yazılan yüzlerce şiirin en güzellerini de müvekkilim yazmıştır.
İstanbul ve Kırklareli için de şiirleri vardır. Vatanını ancak üstün bir aşkla
sevenler böyle şiirler yazabilir.”
Yalansa,
dolansa eğer
Vebali
tarihin boynuna olsun.
Vaat
ettiği günden bahistir
Konuştuğumuz
dil,
Yazdığımız
her satır.
Bir
umuttur bu,
Veya
bir arzu;
Veya
canevimizden koparılmış
En
aziz, en güzel, en kıymetlimiz.
Onunla
biz
Etle
tırnak gibiyiz;
Deli-divane
babından,
Yoluna
adak kişiyiz.
Özgür
kaldıktan sonra ekmek parası için avukatlık-savunmanlık eder. Fakat, 1970’e dek
sessiz, suskun kalır. 1971’de Yağmur duası, Hasbihal, Hürriyet Kasidesi;
1972’de Uzaktan sevgilerle; 1977’de Mev’ut Gün, Mutluca
Şiir yayımlanır.
Asrımızda
niceler var:
Kan
damlamasa kaleminden şairin
Yazılmadık
kalacaktır şarkısı
Ve
türküsü yakılmadık.
……….
Asrımızda
Geçip
yardan, anadan,
Dönüp
bir yol arkasına bakmadan
Niceler
var:
Yürür
dağlar gibi dağda;
Savrulur
bir yangın gibi rüzgarda;
Gider
yolda ulam ulam;
Akar
suda oluk oluk.
Kan
gelir gözlerinden,
Kan
gider dizlerinden.
Hababam
Sınıfı yazarı, Cideli ozan Rıfat Ilgaz’ı dinleyelim : “ 1940 Kuşağı’nın
ünlü şairlerinden Niyazi Akıncıoğlu, yalnız şiirleriyle değil, ipince, upuzun
boyu, sarı bıyıklarıyla da gösterişli bir kişiydi. İnce, uzun parmaklarıyla
bıyıklarını kıvıra kıvıra, yalnız kendi şiirlerini değil, hocası Şair Orhan
Şaik’in şiirlerini bile okusa sevdirirdi. Gökyay’ın kağıt
kayıklarının kenarlarına etkili sesiyle “Selam sabah
dizdirir”, bu kağıt kayıklarla enginlerin ötesine doğru çeker
giderdi okurken. O gider de biz kalırsak, önce Niyazi’ye “Sitemdi” bu! sen de
onun arkasından takılıp gidecektin ister istemez! Nereye dek? Diyelim ki,
“Zekatı mey verilen bir diyare dek!”
Gün
geldi, vakterişti;
Tebdil
oldu yuva, azad oldu kuş.
Üryan
oldu, gördük;
Ayan
oldu bize hali:
Ağzında
zeytin dalı,
Ve
unutulmuş belli
Bileklerinde
bakla bakla
Zincir
vebali.
“ Niyazi
Akıncıoğlu bu arada, barış içinde yaşamaya en yatkın arkadaşlarımın başında
gelirdi. Eli açık mı açıktı. Faruk Toprak’ın insanı deli eden hesaplılığına
karşı, Niyazi kuşağımızın en savurgan kişilerindendi. Öğretmen olan babasından
para geldi mi, sanatçı dostlarını hemen toplar, gelen paranın tümünü bir gecede
harcardı. Böyle gecelerinde Beyoğlu’ndan, yattığı yere, Sirkeci üzerinden
Aksaray’a, taksiyle dönmekten çok hoşlansa da sonunda yayan gitmek zorunda
kalırdı. Parası oldu mu, hiç gözünün yaşına bakmamak gerekirdi. Nasıl olsa
dibine darı ekilecekti. Sen olmamışsın da başkası olmuş ne fark ederdi ki…
Radyoda
bir hüzzam şarkı var
Dışarıda
sümbül havası
Halbuki
şimdi uzak ufuklarda kar yağıyor”
……….
Bir
şarkıdır bu
Kalübeladan
beri söylenir
Kurtlar
dilinde, kuşlar dilinde.
Ben,
onunla büyüdüm
Onunla
yürüdüm
Onun
için ölebilirim.
………
Bir
şarkıdır bu
Kan
ve ölümle yazılmış kalplerimize,
Unutulmaz.
Sıvas’ta
Madımak yangınında yok edilen yazar, eleştirmen Asım Bezirci’yi dinleyelim :
“ Akıncıoğlu –Nazım Hikmet’ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmed Arif’ten
önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir. Gelgelelim o,
bununla yetinmez, sırasında divan şiirinden de yararlanır, fakat ikisini de
taklide yeltenmez. Hem divan, hem de halk geleneğinin kimi öğelerini beceriyle
kullandığı “Edirne” şiiri buna iyi bir örnektir.”
Bir
yerde görürsen ki:
Ağır
ve edalı akar,
dal
dal söğütleri öperek
samur
üç belik gibi
Üç
koldan sular;
müjdeler
olsun efendim:
Edirne’desin.
Mevsim
, fasl-ı bahardır,
gecedir
ve mehtap vardır.
Ve
sen,
bir
kavsi kuzahta yürür gibi
Köprülerdesin.
Şataraban
makamında bir şarkı dudaklarında,
düşünür
çözemezsin:
Bu
naz-ı istiğna, bu avaz neden:
neden
yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle
ferman etmiş eden
kimseler
bilmez.
“Gönül
bir top ibrişim
sarılsa
çözülmez”.
Burada
her şey,
bakınır
hüsnüne hayran.
Seyreyler
cemalini eğilmiş suya
mermer
ihtişamında serhad-di vatan.
Aşina
bir çehre sezer belki diye
devr-i
saltanatından Edirne;
bir
deste alev güldür, mahzun;
yar
elinden düşürülmüş şimdi suda.
Ve
sular;
şimşir
kelamı dilinde
destan
okur, okur akar.
Ve
bihaber, Yıldırım’da bir evcikte
- akan
sudan, uçan kuştan-
yeşil
dut yaprağındaki bir ipek böceği,
kozasını
dokur dokur ölür.
Uyanır
veda etmiş gibi uykuya,
konuşan
bir dil olur
çiler
uzakta;
bülbül
sesi yağmur gibi
Bülbül
Adası’nda.
Kanadı
gümüşlü kuşlar geçer
İki
şak bölüp mehtabı;
Kıyık’tan
uçurulmuş
salınır
bahçeler içre kızlar ki;
Nazardan
kaçırılmış.
Ağzında
kan kırmızı can eriği,
mehtapla
beraber düşmüş gibi arza;
kızlar
ki güzel,
dört
başı mamur ve murassa.
Sevdaya
tutulmak bile mümkün
Yeni
baştan.
Neden
yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle
ferman etmiş eden.
Söylemek
kolay olsa eski türküsünü:
“Edirne
köprüsü taştan
sen
çıkardın beni baştan”.
Ayırdın
anamdan, hem kardaştan.
1945
KAYNAK:
Emrullah Güney / Akıncıoğlu Niyazi Bey (haber50.com, 08 Temmuz 2013, bilgi
teyidi 28.08.2019).