M. Kaya Bilgegil

Edebiyat Tarihçisi

Doğum
Ölüm
21 Ekim, 1987
-
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Akademisyen, Profesör, edebiyat tarihçisi (D. 1921, Gürün / Sivas - Ö. 21 Ekim 1987). İlköğrenimini Gürün’de; Sivas’ta başlayıp Erzurum’da devam ettiği ortaöğrenimini İstanbul Kabataş Lisesinde tamamladı. Ardından, Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Bir süre İzmit, Trabzon, Adana liseleri ve Gazi Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliği yaptı. Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde lisansüstü öğrenim gördü. 1951’de doktorasını verdi. 1966’da Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine doçent olarak atandı. 1970’de profesörlüğe yükseldi. Edebiyat ve İslâmî İlimler Fakültelerinin dekanlığını yaptı. Dönemindeki üniversite camiasının en renkli ve saygın isimleri arasında yer aldı.

Gençlik yıllarında yazdığı şiirler, 1934’ten itibaren Yedigün, Değirmen, Türk Yurdu gibi dergilerde yayımlanmıştı. Öğretim üyesi olduğu yıllarda Osmanlıca sözcük ve tamlamalara bolca yer verdiği makaleleri; Atatürk Üniversitesi Araştırma Dergisi, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Zafer, Son Havadis, Ortadoğu, İstanbul Enstitüsü dergi ve gazetelerinde yer aldı.

ESERLERİ:

MENSUR-ŞİİR: Cehennem Meyvası (1944).

ARAŞTIRMA-İNCELEME: XVIII. Asır Saz Şairlerinden Kusuri (1942), Türkçe Bilgisi (1963), Ziya Paşa Üzerinde Bir Araştırma (1970), Tevfik Fikret’in İlk Şiirleri (1970), Mehmed Akif (1971), Harabat Karşısında Namık Kemal (1972), Şair Şinasi (1972), Rönesans Çağı Cihan Edebiyatında Türk Takdirkârlığı (1973), Yakın Çağ Türk Kültürü ve Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, II (1976, 1980), Yeni Osmanlılar (1976).

KAYNAK: Kemal Yavuz / Kaya Bilgegil’in Ardından (Türk Edebiyatı, sayı: 170, 1987), M. Orhan Okay / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 6, 1992), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), Mehmet Ali Öz / Gürünlü Şairler (2002), Alim Yıldız / Sivaslı Şairler Antolojisi (2003), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2009), O dekanken örtü engellenemezdi (dunyabizim.com, 8.7.2010).

ARİFEM

Gökdeli’de sümbül açmış yaz gelmiş

Göllerine kuğu gelmiş, kaz gelmiş

Duydum ki, Gürün’e yeni kız gelmiş

Kilisli Arifem gelin mi oldun?

 

Gökdeli’de sümbül sarı, gül sarı

Bağlamamda ellik sarı, tel sarı

Arife’nin rengi çalmış dağları

Kilisli Arifem gelin mi oldun?

Beni bırakıp da elin mi oldun?

KAYA BİLGEGİL HOCA’YI TANIR MISINIZ?

KAYA BİLGEGİL HOCA’YI TANIR MISINIZ?

 

İsmail KARA

 

Kaya Bilgegil Hoca bugün Dergâh Yayınları’na geldi. Her zamanki gibi pardösü, kıravat, fötr şapka, günlük tıraş, asa yerine de kullandığı şemsiye ve çantasıyla... Batı görmüş bir İstanbul beyefendisi, grand tuvalet dedikleri cinsten... Başı da hafif yana eğik. Bu da eskiden kalma bir eda, Nihat Sami Banarlı Bey de öyle idi. Mutadı üzre mültefit selamlaşma ve hal hatır sormalardan sonra pardösü ve şemsiyesini (bazen bastonunu) alıyoruz, ağır bir eda ile oturuyor. Oturuyor ve ilk seçilmiş ve ağırlıklı kelimelerle birlikte eli sigara paketine gidiyor, bize de hemen kahvesini söylemek terettüp edecek, çaycıya ayrıca “okkalı olsun” tenbihinde bulunarak...

Mustafa Kutlu, Kaya Bey’in Erzurum’dan talebesi olduğu için özellikle tez savunma jürileri vesilesiyle İstanbul’a geldiğinde Dergâh’a uğrar ve şahsi değerlendirme raporunu notlarına bakarak veya tamamen hafızadan Kutlu’ya dikte ettirirdi. Çoğu umumi ifadelerdi zaten, Kutlu da bazı cümlelerde hafif tashih teklifleri yaparak birinci hamur kâğıda daktiloya çeker, imzaya hazır olarak Hoca’ya verirdi.

İstitrat: Gençler bilmez, birinci hamur beyaz kâğıt kıymetli olduğu için şimdiki A4’ler gibi her yerde, her zaman kullanılmazdı. Artık pek kullanılmayan üçüncü hamur sarı-saman kâğıt, ona yakın teksir kâğıdı, daha zayıf olarak bobin-gazete kâğıdı da vardı. Bir de üniversite baskısı kitaplarda kullanılan hususi ve tok bir üçüncü hamur kâğıdı vardı ki biz ona ikinci hamur derdik. Hepsi “yerli-milli” idi ve 1998 yılında özelleştirme kapsamına alınan, 2005’te de malesef kapatılan SEKA tarafından üretilirdi.

Şimdi Türkiye’de yerli kâğıt üretimi yok gibi. Niçin? Dışarıdan daha ucuza mı geliyor? SEKA kapatıldıktan sonra memleketimiz ithal kâğıt cennetine ve resmî kurumların lüzumsuz ve lüks kâğıt tüketimiyle, ilaveten çoğu işe yaramaz prestij kitap baskılarıyla israf cehennemine döndü. Orhan Şaik Hoca’nın tabiriyle tam bir “kâğıt ziyanlığı”. Bilgisayar çıktıları üzerinden yapılan birinci hamur kâğıt israfının ise haddi hesabı yok. Neden? İntehâ.

Bazı hocalar için büyük bir meseleydi bu jüri raporu işi. Aday talebenin kendisine daktilo ettirsen olmaz, onun tanıdığı birine yaptırsan o da olmaz. Kaya Bey için en iyisi Kutlu’ya müracaat. (Olmaz dediğime bakmayın, daha sonra doçentlik raporlarını bile bizzat adaya yazdıran çokça üniversite hocası gördük, duyduk. Danışmanlar dâhil tezleri okumadan jürilere gelenlerin sayısı ise mizana gelmez. Böyle üniversite olur mu, böyle bir vasatta ilim, ilim ahlâkı fidesi yetişir mi? Demeyin böyle, çünkü artık her şey “kolaylaştırılıyor”, vatandaşa hizmet!).

O devirde doktora yahut doçentlik jürilerine katılan hocalar mevzuat hazretleri icabı mecburen raporlarıyla gider ve müzakere sonucunda aday için müsbet veya menfi hükümle biten raporlarını juri başkanına teslim eder, onlar resmî dosyaya girerdi (şimdi sadece matbu bir kâğıdın güya alternatifli karelerine işaretler koyuyorsunuz).

İşini ve mesleğini ciddiye alan hocalar birkaç sayfalık mufassal ve müdellel raporlar yazar, tezin kuvvetli ve zayıf taraflarını maddeler hâlinde tek tek zikreder, tenkit ve tekliflerini yapar, adaya ve genç jüri üyelerine aynı zamanda yol gösterir, ondan sonra nihai hüküm cümlelerine intikal ederdi. Raporu muhtasar ve sıradan olmakla beraber değerlendirme ve müzakeresi bir ders kadar kıymetli ve metodlu olan hocalara da tesadüf ettim. Ciddi, dikkatli, rencide etmeden ve âlimâne tenkitler yapanlara da... Günahı söyleyenlerin başına, meşreben ziyadesiyle tedbirli olan, ismini veremeyeceğimiz bazı hocalar tezin kalitesi itibarıyla muhataralı yahut geçimsiz, kindar, hesapçı üyeleri olan jurilere, nihai hükümleri değişik yani biri müsbet diğeri menfi olarak yazılmış iki raporla gider, umumi duruma göre hangisi gerekiyorsa, hangisi uygunsa onu çıkarır verirmiş. el-Uhdetu ale’r-râvî...

Kaya Bey’in o kadar vakti yoktu. Hem birçok şey söyleyen hem de çok bağlayıcı olmayan güzel cümleler kurardı. Zaten konuşma ve ifadede usta idi. İltifat ve nezakette bana göre biraz mübalağaya kaçsa da üslup sahibi ve nazik biri idi. Bir defasında yine yayınevinde iken o günlerde jurisi olan bir talebesiyle konuşmasına şahit olmuştuk. O nazik insanın birden nasıl sertleştiğini de gördük; her şey zıddıyla kaim mi demeli. Bizim de tanıdığımız talebeye juri ile ilgili uzun uzun nasihatlerde bulunuyor, taktikler veriyordu telefonda fakat herhâlde karşıdaki bazı itirazlar veya farklı fikirler serdetmiş olmalı ki Kaya Bey birden “Oğlum A., eşşşek, benim sana dediklerimi dinle, hâlâ konuşuyorsun...” diye başlayan sert şeyler söyledi, biz Kutlu ile birbirimize bakışıp kaldık. Telefonu bitirince de o bildik nazik hâline avdet etti ve bizden de özür diledi, o talebenin beceriksizlikleri ve laf anlamazlıklarına dair bir şeyler daha söyledi.

Kutlu’nun dediğine göre Kaya Bey’in ailesi (eşi) Erzurum’a gitmemiş. Hoca orada yalnız kalıyor. Bazı alışkanlıkları da var, onlarla birlikte belki sıhhati de bir miktar bozulmaya başlamış gibi. Bugün bana da lütfetti, bir kitap imzaladı. Edebiyat Bilgi ve Teorileri 1-Belâgat kitabından (Ankara, Atatürk Üniversitesi Yay., 1980, 362 s.), “İsmail Kara Bey’e sevgilerimle” yazarak...

Benim için büyük bir lütf u ihsan elbette. Çantasından çıkarıp imzalamıştı; beni düşünerek mi çantasına almıştı, pek zannetmiyorum ama kısmet bana imiş. Bu kıymetli kitabı biliyor ve hususen Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi maddeleri için, bazen kendi ihtiyaçlarım için de kullanıyordum. Arapça-Osmanlıca-Türkçe arasında çok rahat gidip gelme imkânı veren dolu bir eserdi benim için. Şimdi artık daha rahat kullanacaktım.

 

Not 1. Ezel Erverdi’nin, Kutlu’nun tanışıklıklarından yola çıkarak, biraz da edebiyat tarihi yayıncılığımızın büyük ölçüde yeni Türk edebiyatı üzerinden yürümesi sebebiyle Kaya Bey’in bütün eserlerini yayımlamaya da karar vermiştik. Hoca’nın muvafakatıyla Türkçe Dilbilgisi’nin ikinci baskısı ile başladık (1982).

Bu kitabı biraz daha yakından tetkik edişim bu baskı vesilesi ile oldu. Sistematiği ve bütünlüğü açısından olmasa da bilgileri itibarıyla çok kıymetli bir kitap gibi geldi bana. Özellikle Osmanlıca ile kuvvetli bağlar kurması itibarıyla.

Sonra arkası gelmedi. Sebebi Hoca’nın eserlerini yeniden okuyup bitirememesi idi. Her seferinde “çalışıyorum, getirip takdim edeceğim” diyordu. Nihayet bir gün yeni Türk edebiyatı ve çağdaş Türk düşüncesi tarihi açısından çok kıymetli olan bir kitabını getirdi: Yakın Çağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 1-Yeni Osmanlılar (Ankara, Atatürk Üniversitesi Yay., 1976, 530+9 s. katlamalı tıpkıbasım).

Hoca baştan sona okumuş ve özellikle çokça Fransızca metinde epeyce tashih yapmıştı. Birkaç sayfadaki bir iki paragraflık ekler hariç ilave bilgi, cümle veya yorum ilavesi yahut değerlendirme tashihi yoktu. Kitabı teslim aldığımda künye sayfasındaki kayıttan gördüm ki kitap talebelerinden Dr. Kemal Yavuz’a ait. Belli ki Hoca’nın kendisinde nüsha kalmamış veya kalanlardan birini bulamamış, talebesi Kemal Yavuz’un kütüphanesinde gördüğü nüshaya el koymuş, herhâlde yeni baskıdan verme sözü vererek... Kemal Bey de ne desin, boyun bükmüş, emriniz olur demiştir. (Bu kitabın ikinci cildi Müteferrik Makaleler altbaşlığıyla basıldı, Erzurum, Atatürk Üniversitesi Yay., 1980, 509 s.).

Maalesef bu kitabı basmak kısmet olmadı. Hoca’nın İstanbul’a geldikten sonra sıhhatinin iyice bozulması ve kısa bir zaman sonra da vefatı (21 Ekim 1987) yayınların devamını getirmeyi zorlaştırdı. Ailesiyle yürütebileceğimiz münasebetleri kuramamak bizim için de takip ve basma işlerini akamete uğrattı. O defter öylece kapandı. Bu tashih edilmiş kitap da bende kaldı.

Tashihler bir tarafa baskı sırasında iki sayfanın yarımşar sayfasının metni çıkmamıştı (s. 325,332). Aynı formada iki sayfa olduğuna göre baskı sırasında araya başka bir kâğıdın girmesi veya merdaneden geçerken kâğıdın kırılması dolayısıyla bu boşluklar oluşmuştur (kâğıtların kalitesiz, makinaların eski olduğu devirlerde bunun örnekleri çoktur, bazen da bir formanın arka yüzü hiç basılmadan cilde girer ve okuyucunun önüne formanın 8 veya 16 sayfası boş gelir, karıştırırken iki sayfa dolu, iki sayfa boş görürsünüz). Birkaç kütüphanedeki kitaba baktırdım, bu sayfalar tamdı. Hoca bize vereceği bu nüshaya o sayfaların eksik kısımlarını eliyle bir kâğıda yazıp oralara yapıştırmıştı.

Not 2. Hoca vefat ettikten sonra Edebiyat Bilgi ve Teorileri 1’i Enderun Kitabevi tıpkıbasım olarak yayımladı, sanıyorum varislerine de ulaşamadan. Çok da iyi yaptı çünkü mevcudu kalmamıştı, meraklı talebeler ve okuyucular eseri bulamıyorlardı. Bu baskıyı vesile edinerek ben de bir yazı yazdım: “Edebiyat Bilgi ve Teorileri”, Tercüman, 24 Mayıs 1989. O yıllarda Tercüman gazetesinin Kültür Sanat sayfasını Beşir Ayvazoğlu yönetiyordu ve benden de zaman zaman yazılar istiyordu. O köşede bir kısmı Amel Defteri kitabına da giren bazı yazılarım çıkmıştır. (Beşir Bey gazetecilik icabı bu yazının üstüne küçük bir başlık da ekledi, “Bir büyük adam, Bilgegil ve bir ‘muhalled’ kitap”. Fena değil...). Bu yazıyı kesip kitabın iç kapağına tutuşturdum. Nankör tarih görsün diye!!! Nankör tarihin güzünü bir daha açmak için (!) o karalamayı küçük tashihlerle buraya alıyorum: “Edebiyat Bilgi ve Teorileri”

Merhum Kaya Bilgegil de tozlu kütüphane raflarından, divanlardan, yazma-basma kitaplardan, özellikle de kendisinin çok önem verdiği Paris’ten derlediği malzemelerin çoğunu kitap hâline getiremeden bu dünyadan göçtü. Son birkaç yılı zaten çalışacak ve yazacak bir hâlden çok uzaklarda geçti. Fakat ondan önceki görüşmelerimizde –birçok yazarımız gibi– yazdıklarından değil yazacaklarından bahseder, bunları tamamlayabileceğinden endişeli olduğu için de dudaklarından düşmeyen sigarasına ve varsa kahve fincanına dalar, görünmeyen ufuklarda karaltılar yakalamaya çalışırdı. Korktuğu onun da başına geldi, notları sahipsiz, kitapları yetim kaldı. Çünkü kuşlar da kaderle uçar, notların da kaderleri vardır.

Bir dostum anlatmıştı: Trabzon Lisesi’nde edebiyat dersleri sevmedikleri dersler arasında imiş. Bir gün çok iyi giyimli, yakışıklı, eski Osmanlı efendilerini andırır bir hoca gelmiş dediler; edebiyat hocası.

Derse gelmiş, kendisini tanıtmış: Kaya Bilgegil. İlk birkaç dersini yalnız şiir okuyarak geçirmiş; divan şairlerinden Yahya Kemal’e birçok seçkin şairin şiirleriydi bunlar. Okumuyordu, adeta icra ediyordu, hareketleriyle mimikleriyle... Öğrenciler şaşkındı, zaten sevmedikleri edebiyat dersi iyice çekilmez hâle gelmiş gibi gözüküyordu. Duymadıkları şairler, işitilmedik şiirler. Fakat Kaya Bey, hiç de usûl ve tarz değiştireceğe benzemiyordu.

Yeni bir ders; yine şairler, yine şiirleri... Ne arada bir konuşma, ne bir açıklama, ne de öğrencilere herhangi bir soru.

Aradan çok geçmedi, öğrencilerin dikkati gittikçe hocaya ve okuduklarına, sesine ve edasına takılı kalmaya başladı, pek anlamadıkları şeyleri dikkatle dinlemeye başladılar. Tanımaya ve bağ kurmaya mı başlamışlardı acaba? Kaya Bey, bu dikkat yoğunlaşmasını hemen fark etti, zaten yapmak istediği de bu idi. Bıraktı şiir okumayı, edebiyatın, şiirin ne olduğunu anlatmaya başladı. Başlayış, o başlayış. Edebiyat en sevilen ders, Kaya Bey en sevilen hocalar arasında yer aldı. Ve biz çok şey öğrendik o derslerden...

Enderun Kitabevi’nin yeniden bastığı Edebiyat Bilgi ve Teorileri kitabını masamın üzerinde görünce bunları hatırladım. Bu kitabın ilk baskısından Hoca bana da imzalamak lütfunda bulunmuştu. Benim edebiyatla bağım dolaylı idi, edebiyat teorisi ise, ancak Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Arap Edebiyatı hocamız Bekir Sadak Hoca’dan okuduğumuz “Belagat” dersi çerçevesinde bir yere sahipti. Bununla beraber kitabın bazı bölümlerini okudum, örnek olarak verdiği beyitleri anlamaya çalıştım ve çok şey öğrendim. Yakınımda duran kitaplardan biri olduğu için zaman zaman da bir ıstılaha –hangisi rast gelirse– ve onun örnek beyitlerine bakar, bir şeyler daha öğrenmeye çalışırım. Yalnız edebiyatla değil, Türk kültürünün herhangi bir dalıyla ilgilenen insanların bu kitaptan tamamlayıcı çokça şeyler öğreneceklerini söylemek hiç şüphesiz bir hakikati ifade etmek olacaktır.

Hoca da önsözünde bunu belirtiyor: “Eski kütüphanelerimizle yeni insanlarımızı barıştırabilirsek hatta bu insanların bazılarında barışma temayülünü uyandırabilirsek vazifemizin yerine getirilmesinde bir adım daha ilerlediğimize inanacağız.”

Kaya Bey’in bu kitabıyla Türkçe Dilbilgisi kitabının bence mühim bir başka özelliği daha var. O da terimleri ve konuları bugünkü dille anlatmaya çalışmasına rağmen Türkçede yer etmiş Arap-Fars dilleri, edebiyatları ve eski Türk edebiyatıyla, Osmanlıcayla bağlar kurmaya çalışması, bunları parantez içinde vermesi, ayrıca Batı dillerindeki karşılıklarını da aktarma gayreti taşımasıdır. Bu anlamda dilbilgisi kitabının bir benzeri olmadığı gibi bu kitabının yerine tavsiye edilebilecek başka genel bir kaynak da yoktur.

Hoca’nın konuyu işleme ve yazma tarzı klasik bir tarzdır, bugünkü anlamda bütünüyle metodik sayılmaz. Bu yüzden onun yazılarıyla, kitaplarıyla ilk defa yüz yüze gelenler kendilerini biraz karışıklığın ve düzensiz gibi gözüken bir muhtevanın içinde bulabilirler. Bunda bir bakıma haklıdırlar da. Fakat o karışıklığa ısındıktan sonra güzellikler art arda gelecektir. Boşuna dememişler “Zafer biraz da hasar ister”. (Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri- Belagat, İstanbul, Enderun Kitabevi, 1989).

 

Not 3. Yazıda sözün gelişi “bir dostum anlatmıştı” diye aktardığım rivayeti Kadir Mısıroğlu’ndan naklen Bekir Topaloğlu hocamız “bir muallimlik dersi” kabilinden bana anlatmıştı. Trabzon Lisesi’nde Kaya Bey’in talebesi olan Kadir Bey, bu anekdota yer vermemekle beraber hocası hakkında bazı hatıra notları kaleme aldı. Bu yazıyı tamamlamak için o notlara tekrar baktım.1 Burada Trabzon Lisesi’ndeki hocalığına dair birkaç satırı aktarmak herhâlde münasip olur:

“(...) Ben ömrümde bu kadar dersini sevdirmeyi becerebilen ve mesleğine âşık bir başka insan görmedim. Bize okuttukları fakülte seviyesinde idi. Bilmeyene not vermez, bilene kadar tekrar tekrar tahtaya kaldırırdı. Hatta mektebin pansiyonunda kalan bu mübarek insan bozuk ve yanlış muhtevalı imtihan evrakını alıp mütalaaya gelir ve bunların sahiplerine, ‘Kardeşim, Allah için söyle ben böyle mi anlattım?! Çıkar notlarını oku, öğren!.. Ben burada bekleyeceğim’ [derdi]. (...) Bu şekilde muamelesi yüzünden en haylaz çocuklar bile onun dersini ‘on’ alacak derecede öğrenirlerdi. (...) Aşırı merhametli ve alafranga tavırlı idi. Bundan dolayı talebe arasında lakabı ‘Şarlo’ idi. Nöbetçi olduğu zaman bilhassa yatakhanelerde sükûneti sağlayamaz, ekseriya gelip beni kaldırır ve bu işi bana havale ederdi” (Geçmiş Günü Elerken, s. 94, dn. 65).

Başka bir yerde kayıtlı olduğunu görmediğim, “Kaya Bey [1954 seçimlerinde] DP’den Trabzon mebusu olmak hevesine kapılmış, kendisini seven talebeleri de bu iş için bir hayli koşturmuştu. Ona [farklı fikirlerdeki diğer hocalar] bir de bundan dolayı kızıyorlardı. Gerçi o namzet bile olamamıştı ama yine de bu çalışma mektepte bir hayli kıskançlık uyandırmıştı” bilgileri için ayrıca bk. age, s. 106.

*

Kaya Bey rahmetlinin bilgili bir insan, mesleğini seven bir muallim olduğunda şüphe yok. Öyle anlaşılıyor ki Osmanlıcanın, Türk edebiyatının gavâmızına nüfuz etmek için çok çalışmış, çok okumuş. Sonradan yayımladığı eserlerin Fransızca kaynaklarına bakılırsa Paris’teki yıllarını da iyi çalışarak değerlendirdiği anlaşılıyor. Bunlar, yani ihata ve derinlik, yeni sorular, yeni yaklaşımlar kitaplarında gözüküyor.

Fakat yazma tarzı bu kadar sistematik ve muhkem mi? Burada karar vermek elbette bana düşmez ama bundan çok emin değilim. Yine de kesin olan bir şey var ki eserleri okumasını bilen, dönemin diline ve meselelerine aşina ve anlamak için çaba sarf edenler için çok kıymetli bilgiler, düzenlemeler ve yorumlar ihtiva ediyor. Sistematiği bir tarafa Türkçe Dilbilgisi kitabı da belki Osmanlıcayı, Türkçeyi mukayeseli olarak kavramak, değişimleri görmek, vasıflı örnek cümleler (şevâhid) bulmak için en iyi başlangıç kitaplarından biri olabilir. Yalnız okurken kalem, defter el altında olmalı, not alarak dikkatle çalışmak lazım.

 

Not 4. DİA’daki “Kaya Bilgegil” maddesi uzun yıllar birlikte çalıştıkları meslektaşı Orhan Okay tarafından yazılmış güzel bir maddedir. Bu vesile ile Orhan Okay’ın Hüseyin Ayan’la birlikte yayına hazırladıkları ve Dergâh Yayınları’nın neşrettiği Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ına Kaya Bey’in uzun ve kıymetli bir Giriş yazdığını da teberrüken zikretmiş olalım. Güzel bir metindir doğrusu. (2)

Şimdilik son not. Kaya Bilgegil Hoca’nın emek mahsulü ve kıymetli eserleri bugün için sahipsiz ve âdeta kayıp sayılır. Vefatından sonra yapılan bir makale derlemesinin devamı gelmedi. Salkımsöğüt Yayınları’nın teşebbüsü de bilmediğimiz sebeplerden akim kaldı. Halbuki rahmetlinin geride bıraktıkları yeni Türk edebiyatı veya çağdaş Türk düşüncesi çalışan birinin gözden geçirmesi ve belki yeniden düzenlemesi ile ciddi bir toplu neşri ziyadesiyle hak ediyor.

Yoksa bu memlekette, üniversite ve ilim dünyamızda Kaya Bilgegil diye biri yaşamadı mı? Kayıplar ülkesinde...

 

(1) Kadir Mısıroğlu, Geçmiş Günü Elerken 1, İstanbul, Sebil Yay., 1993, s. 94-109. Mısıroğlu, Kaya Bey’le Osman Şems Efendi Divanı’nın peşinde cereyan eden hatıralarını ise Benden Tarihe Haberler kitabında, Fuad Şemsi kısmında anlatıyor, İstanbul, Sebil Yay., 2016, s. 297-99. Bazı hatıra parçaları için ayrıca bk. age, 399, 496, 500.

(2) Orhan Okay, Kaya Bilgegil hakkında, değerlendirmeler de içeren güzel bir hatıra-portre yazısı da yazmıştır; “Taşralı bir İstanbul Efendisi”, Silik Fotoğraflar-Portreler içinde, İstanbul, Dergâh Yay., 2013, s. 152-58.

 

KAYNAK: İsmail Kara / Kaya Bilgegil Hoca’yı tanır mısınız? (Dergah dergisi, 27 Ekim 1983).

 

 

 

Yazar: İsmail KARA
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör