Adil Yılmaz

Yazar, Şair

Doğum
04 Ocak, 1951
Eğitim
Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Eğitim Ön Lisans Programı
Burç

Şair ve yazar. 4 Ocak 1951'de Adıyaman'ın Gölbaşı ilçesine bağlı Kalemkaş köyünde doğdu. İlköğrenimini kendi köyünde, ortaöğrenimini Gölbaşı'nda tamamladı. 1972'de Gaziantep Öğretmen Okulunu bitirerek öğretmenliğe başladı. Anadolu Üniversitesine bağlı Açık Öğretim Fakültesi, Eğitim Ön Lisans Programını ve daha sonra MEB'in açmış olduğu Zihinsel Engelli Çocukların Eğitimi ile ilgili kursları tamamlayarak sertifika aldı. Yurdun değişik yerlerinde 1972 yılından itibaren;  Cide (Kastamonu), Adıyaman ve Gaziantep'ın çeşitli ilçeleri ve beldelerinde öğretmenlik görev yaptıktan sonra 1997'de Adana'da emekli oldu. Daha sonra Adana, Diyarbakır, Ankara’daki zihinsel engellilere eğitim veren değişik özel eğitim kurumlarında yönetici ve öğretmenlik yaptı. Şu anda Ankara'da özel bir eğitim kurumunda eğitim koordinatlığı yapmaktadır. Evli ve dört çocuk babasıdır. Edebiyatçılar Derneği üyesidir.

Amatörce resim, dekor, tabela, ders araçları geliştirme gibi çalışmalarda da bulunan Yılmaz'ın, "Öğretmenlik Aşkı" adlı ilk şiiri,1992'de abece dergisinde yer almıştı. Sonraki ürünleri Damar, Edebiyat ve Eleştiri, Türk Dili, Öğretmen Dünyası, Afrodisyas Sanat, Patika, Lacivert, Anadolu Ekini, Aykırı Sanat, Ardıç Kuşu, Evrensel Kültür, Karşı Edebiyat, abece, Ekin Sanat, Akdeniz dergileri ile Adana, Gaziantep, Ankara yerel gazetelerinde yayımlandı.

Çalışmalarında doğanın, toplumsal yaşamın ve eğitimin tüm izleklerini eksiksiz süren Adil Yılmaz, yaşamını 'taşların yerine oturduğu' bir dünya üzerine kurmuş ve arada bir de Eğ. Pauio Freire'ı dediği gibi dünyaya bir ileti sunmayı kendine ilke edinmiştir.

"Adil Yılmaz şiiri, soluklu, soluğu kendine yeten bir şiir. Hem de her dizesi, Doğa Esini” ile soluklanan... Şiir dokusunu ışıtansa, o boyası atmamış "Masal Rengi" düş hâlâ.

"Tanrıçanın Tılsımı"nı arayacak kadar da eskil (antik); epik - “Destansı". Ayakaltı olmadığı, ayakaltında kalmadığı, AVM’lere hiç uğramadığı için de aşınmamış / aşındırılmamış bir şiir.

Adil Yılmaz şiiri olabildiğince yaşamından ve çağından sorumlu bir şiir. Bu yüzden nice söylemek istediğini, “Öfke damarının tutulmuş nabzıyım” dizesiyle örtüştürerek dışa vurmakta. Kaygılı, ama umutsuz ve umarsız değil. Dahası, nicedir kendini hepimize özleten bir yaşama sevincinin güne vurumu. Türkçemin o hiç büyümeyen çocuk damarı; şaşırtıcı, ama yarası bir o denli de çabuk kabuk bağlayan. Şu dizelerinde olduğu gibi: “Çelişki akan bir damar mı Türkiyeli olmak? / Söyleyin su dostlar; / ellerinde bayrak çırpan şu çocuk da olmasa, / kim serper bu yangın yüreğe bir damla?” (Tahsin Şimşek)

ESERLERİ (Şiir):

Karın Sırtında Üşüyen Beyaz (1991), Kartal Gözünde Nişan (1994), Alkış Damla (1998), Işıkla Terapi (2006), Düşler ve Kanatlar (2012).

KAYNAKÇA: Ahmet Yahşi / Adil Yılmaz İlk Kitabını Yayınladı (Yeni Adana Gazetesi, 1991), Aysel Yenidoğanay  / Yeni Adana Gazetesi (1991 ve 3.5.1992), Mehmet Demirel Babacanoğlu (Yeni Adana Gazetesi, Haziran 1992), Dr. Ömer Uluçay – Çukurova Bölgesiyle İlgili Edebiyat Çalışması - Adil Öğretmenden Mesaj Var (Yağmur Gazetesi, Mart 2006), Osman Poyrazoğlu (Öğretmen Dünyası, 2007), Mustafa Dertli – Çukurovalı Şairler Antolojisi), Cumali Karataş (Yeni Adana Gazetesi, 11.6.2007), Tahsin Şimşek (arka kapak yazısı, Düşler ve Kanatlar, 2012), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2015).

 

 

MİTLER, FREIRE, PRICE

1.

Kuytunun iyilik perisi insan, bir sanrı belki,

bir kale, kendini bilmez hıçkırık

pasıyla emzirdiği burçlarını mitlerin.

Ömür imbiğinden süzülü tanığı yılların,

sonunda anlar, çekilen her ah,

duvar dibindeki resmidir çarpıp dağılışın!...

Hiç anlamaz olur mu ki

terk ettiğim tedirginlikle sıvanmış,

tövbenin mistik yuvasıdır silinmez bellek,

her an hazır çatlamaya ikiz yumurta!...

 

Babam avcıydı, ama yeleğini giymedim hiç,

deyişime aldanıp kuşlar;

üşüştü gecelerime kanatları açık.

Takviye bir soluktur anımsatır bana:

Deneyimsiz körüğün çırpınışından

ya da kırıp atmaktan özge bellekteki zincirlerini mitlerin

kurtuluş yok!...

 

 


 


Elifba’mın harflerine koştum önce;

size, n’idem ki güneşi tutulmuş yüzler,

yeryuvarının karanlık döngüsüne bırakmış kendini,

her biri huşu içinde Mecnun’u Asya çölünün,

tökezletme ağırlığında dörtnala koşan atımı;

mitleriniz ki, tarih önünde!...

 

(Düşler ve Kanatlar'dan)

 

ÖZGÜRLÜK GEMİLERİ

Irmak olup akardı, iki kardeş dize

eteklerinde

Çobanyıldızı süslerdi geceyi ateşböcekleriyle

Daha dün gibi aklımda o dağ

Sanki göğsümüze çiçeklenmiş sipsivri

Düşsel bir zaman

Ömrümüz bir kovalamaca

Mayısböceğiyle patikalarda

Kadife kanatlı kelebeklerdik

Gemileri göğe sürerdim ben

Suların bittiği yerde

Şimdi ne oldu ?

 

(Alkış Damlası'ndan)

 

 

IŞILDAKLI KOMPARTIMAN

             Yıl 1964, hiç unutmam; adı kadar güzel olan doğduğum Kalemkaş Köyü’nde ilkokul dördüncü sınıftayım. Bir gün coğrafya dersinde haritada ilçemin adını aldığı gölü arıyorum. Gölbaşı yazılı yeri işaret parmağımla sıkı sıkıya tutup, gözlerimi umutla sağa sola gezdiriyorum. Maviye boyanmış küçük bir noktanın beni nedenli sevindireceğini tahmin bile edemezsiniz. Ama ne yazık ki yok! Haritacılar  bunun anlamını  nereden bilebilecek?

Aradan yıllar geçmiş, memleketimden uzaklarda kalmıştım. 30.7.1998 tarihinde amcamın düğün çağrısı üzerine Gölbaşı’na gitmem gerekti. Öğretmenlikten emekli olduğum Adana’dan yüreğimde büyük bir özlemle trene atladım.

Yolculuk sırasında kendisini diğer yolcular arasında elgin bulan insan, her ne kadar sezdirmese de bir güvercin uysallığıyla boynunu o yana, bu yana çevirerek ürkek bakışlarını gezdirir önce. Yavaş yavaş oluşan güven ortamı sonunda tanışmak ve söyleşmek üzere ilk hamle yapılır. Bulunduğum kompartımanda da öyle olmuştu. İzlemede kalmayı uzun süre tercih etmeme karşın sonunda bu yolculuk söyleşisine ben de katıldım.

Tren yolculuğunu severim sevmesine de , çekilmez yanlarını da bulurum. Daha trene biner binmez bir koku dolar genzinize. Kir-pas içinde ne rahatça oturabilir ne bir yerden tutunabilir ne de içinizden gelerek solunum yapabilirsiniz. Sanki birileri bunun böyle olmasını bilinçle ve inatla istiyormuş gibi gelir bana hep; tren yolculuğuna karşı planlı bir caydırma hareketi. Buna bir de Anadolu insanının eğitimsizlikten ve yoksulluktan  kaynaklı o kendini rahat bırakışı eklenince tamamlanır bu plan. Yerli yersiz konuşmalardan tutun, ayakkabılarını çıkarmalarına...Trenin sık sık tehirlerinden kaynaklı sıkıcılık cabasıdır. Sanırım bu iç sıkıntısını giderecek tek şey camlardan baktığınızda görmediğiniz yerleri görmenin sevincidir. Ya da yolculuk öncesi akıl edip yanınıza aldığınız bir kitap olabilir bu.

Hava henüz kararmamıştı ki Amanoslarda bir tünele girdi trenimiz. Gündüzün ortasında karanlık; gece karanlığı yanında bir hiç kalır. İşin tersliğine bakın; bizim kompartımanda lambalar da yanmıyor. Neyse ki yolculardan Malatyalı Abdurrahman’da Tayvan malı radyolu bir ışıldak varmış. Akşam olmuş, gökyüzü çiçeklenmişti. Bahçe’yi geçmiştik. Fevzipaşa’ya varana dek bir dizi tünelden geçtik. Tünellerden her çıkmamızda, kendini trenimizin çıkardığı ritmik seslere kaptıran ay, sanki eğilip yüzümüze büyülü bir öpücük konduruyor ve hızla uzaklaşıyordu bizden...Fevzipaşa’da mola verdik. Çukurova’nın nemi yoktu artık. Havada sahici bir yayla rüzgarı.  İştahımız birkaç kat artmıştı. Büfelere koşup üzüm, peynir alıp yedik.

Trenimizin hareketiyle söyleşimizi kaldığımız yerden sürdürdük. Daha çok kısa sorularımla söyleşi temini ben yönlendiriyordum. Buradaki amacım hem gereksiz sıkıcı konuşmaları engellemek hem de Anadolu insanının nabzını tutmaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse sonuçtan mutluydum. Demokrasiyi, sosyal devlet ilkelerini bir yana iterek yoksulluk ve eğitimsizlik gömleğini yıllarca bu ulusa reva gören yöneticilerin tutumlarına ve yine yıllarca pompalanan ırkçı, gerici Türk-İslam sentezi ideolojisine karşın insanımız, ne Cumhuriyetimizin temel değerlerinden kopmuş ne de Atatürk’ e sevgileri azalmıştı yüreklerinde. Kürt kökenli olmalarına karşın etnik ayrılıkçı, çarpık düşüncelerin tuzağına da düşmemişlerdi. Server Tanilli Hoca’m boşuna “ Anadolu insanı bir doğa varlığıdır” dememişti. Onlar biliyorlardı ki, bu topraklarda yeşeren çirkinliklerin tek besleyici gübresi işsizlik, eğitimsizlik, adam kayırmacılık, yolsuzluk, rüşvet ve emeğin hakkını almayış  idi. Selam size buradan Elazığlı, Malatyalı, Diyarbakırlı dostlar...

    Söyleşimiz sürerken trenimiz de akıp gitmişti. Pazarcık’ı çoktan geçmiştik. Trendeki görevlilerden birinin, “Gölbaşı’na yaklaştık.” duyurusu memleketime kavuşma heyecanımı daha da yükseltmişti. Pencereye yaklaşıp, yol kıyısı boyunca öbek öbek gülüşler fışkırarak ay ışığına ayrı bir ahenk katan akasyaları, söğütleri, meşeleri seyrettim. Dağların karanlık ve yer yer loş gölgelerinin benim için ayrı bir gizemi vardı. Çocukluk anılarımla kucaklaşıyordum sanki birer birer...

Tren yolculuğunun ayrı bir güzelliği de yol boyunca sizi romantik düşlere taşıyan irili ufaklı istasyon binalarıdır. “Mimari dondurulmuş müziktir” diyen Goethe’den daha iyi nasıl tanımlayabilirsiniz bunu? Evet, Gölbaşı istasyon binası karşımda!...

(Adıyaman Gölbaşı gazetesi 1998)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör