Araştırmacı yazar. 18 Temmuz
1977, Kızılcahamam / Ankara doğumlu. İlkokuldan üniversiteye eğitim hayatını
Ankara’da tamamladı. Uygur İlkokulunu bitirdikten sonra Keçiören Lisesi orta
kısımda okudu. Ankara Gazi Lisesinden sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümünden mezun oldu.
1997-2002 arası gazetecilik
yaptı, Gündüz gazetesi, Kanal 7 ve Akşam gazetesinde çalıştı. 2002 yılından itibaren orta dereceli
okullarda öğretmenlik yaptı. Dilek Yıldırım’la evli; Ceydanur ve Ali Tahir
adlarında iki çocuk babasıdır.
Yazı hayatına Dergâh dergisinde başladı. Türk
edebiyatı ve Türk düşüncesi üzerine ayrıntılı incelemeler kaleme aldı,
ürünlerini başta Dergâh, Hece, İtibar
ve Umran olmak üzere çeşitli
dergilerde yayımladı. Çağdaş Türk düşüncesi ve çağdaş İslam düşüncesi üzerine
çalışmalarına devam etmektedir.
Ercan Yıldırım İçin Ne Dediler?
“Ercan Yıldırım, yeni çıkan kitabı ‘Zamanın Ruhuna Karşı Küresel Medeniyet
ve İslam – Batı Karşılaşması’nda (…) yeni
bir bakış açısı sunmaktadır. Wallerstein, Batı merkezli bir coğrafyanın kendi
dışında kalan coğrafyaya tahakkümünü ekonominin belirleyiciliği ile
değerlendiriyorken; Huntington, Batı’yı merkez alan bir anlayış ile
medeniyetlerin çokluğuna vurgu yaparak bunları kültür alanına indirgiyordu.
Yıldırım ise geliştirdiği “küresel medeniyet” kavramı ile medeniyetin tekliğine
işaret ederek Huntington’un, coğrafyanın değişkenliğine vurgu yapmasıyla da
Wallerstein’ın ötesinde konuyu daha bütünlüklü olarak ele alıyor. Buna göre,
içinde bulunduğumuz medeniyet (küresel medeniyet), dünya çapında etkili tek
medeniyet olma vasfını ürettiği teknik - maddi ve manevi kültür, cazibesiyle
kazandı. Bu küresel medeniyetin temel vasfı ise ayrıcalığının belirli bir coğrafyada
toplanmaması, sabit bir coğrafyasının ve merkez fikrinin olmayışıdır.” (Haydar Barış AYBAKIR)
ESERLERİ:
Düşünce-
Araştırma-İnceleme:
Mustafa Kutlu Hikâyeciliği (2007), Modern Türkün Hikâyesi (2011), Edebiyatta Türkün Düşüncesi (2012), Türk Düşüncesinde İslam (2013), Anadolu'da İslam Ruhu (2014), Zamanın Ruhuna Karşı (2014), İslamcılığın İki Kurucusu Mehmet Akif Necip
Fazıl (2016).
Yayıma
Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in
gazete yazıları, 12 cilt).
KAYNAKÇA:
Asım Öz / Bilge Karasu İslamcıların Neyi Olur? (HaksözHaber İnternet Sitesi,
11.05.2009), Türkiye Yazarlar Birliği - Türkiye Kültür ve Sanat Birliği (2009),
Necip Tosun / Türk Öyküsünün Dünü Bugünü (Zaman Kitap eki, 06.06.2011), Banu Altunova / Modern Türk’ün Hikayesi
(Heceöykü Dergisi, Sayı: 45. Haziran Temmuz 2011), Atakan Yavuz / Herşey
Yazıldı mı? Türk Modernleşmesi Bağlamında Modern Türk’ün Hikâyesi (Dergah
Dergisi, Sayı: 257, Temmuz 2011), TYB Akademi / Çağdaş İslâm Düşüncesi (Yıl:2
Sayı: 4 Ocak 2012), Atilla Mülayim / Türk’ün Edebiyatla İmtihanı (Star
Gazetesi, 07.06.2012), Murat Erol /
Düşünceye Edebi Bakış (Yeni Şafak Kitap eki, 12.09.2012), Suavi Kemal Yazgıç /
Edebiyatta Türk’ün Düşüncesi (İtibar Dergisi, Sayı: 13, Ekim 2012), Mehmet Aycı
/ Düşünceyi Düşten, İnceden Ayırmayanlardan (Dünyabizim İnternet Sitesi.
06.10.2013), Yakup Öztürk / İslamsız Bir Türkiye Mümkün mü? (Yeni Şafak Kitap
eki, 09.04.2014), Yağız Gönüler: Anadolu'da İslâm Ruhu: Vatan ve Millet Oluşumu
(İtibar Dergisi, Nisan 2014. Sayı: 31), Hatice Kübra Akbulut / Tasavvuf
Anadolu’da Kurucu Bir İşlev Gördü (Dünyabizim İnternet Sitesi, 01.10.2014),
Haydar Barış Aybakır / Küresel Medeniyetin Ruhuna Karşı (Yeni Şafak Kitap, 10.12.2014), Metin Erol / Zaman Mefhumu ve
İslam (Kaçak Yolcu İnternet Sitesi. 23.12. 2014), İhsan
Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (C. 12, 2020).
Anadolu, Doğu ile Batının
kaynaştığı, kucaklaştığı, karşılaştığı coğrafyadır. Anadolu, savaş-barış,
bolluk-darlık, sıkıntı ve ferahlık zamanlarına şahit olmuş güzide bir
coğrafyadır. Yeryüzündeki hiçbir coğrafyada rastlanılmayacak zenginliğe,
berekete, medeniyete sahne olmuştur. Anadolu insana/ insanlığa zengin bir
kültür mirası sunar. Anadolu'yu anlamak, tanımak, Anadolu'da meydana gelen
gelişmeleri bilmek, bugünümüzü anlamlandırmamız ve yaşananları bir yere
koymamız açısından bize yardımcı olacaktır. Ercan Yıldırım'ın Dergah
Yayınları'ndan çıkan Anadolu'da İslâm Ruhu isimli kitabı ismiyle müsemmâ bir
kitap. Yıldırım kitapta gaza, gazi, vatan, millet, ulus, Doğu, Batı,
kapitalizm, tasavvuf ve daha birçok kavram üzerinden İslam'ın Anadolu'daki
serencamını aktarıyor.
Anadolu'da İslâm Ruhu, bir
başkaldırı kitabıdır diyebiliriz. “Bu kitabı, bugün Türkiye’de insanların
Tevfik Fikret ile aynı görüşü paylaşır duruma gelmeleri üzerine yazmaya karar verdik.”
diyor Ercan Yıldırım. Tevfik Fikret’in “Haluk’un Amentüsü” şiirinde yoğun
derecede hissedilen inanç ve medeniyet bunalımına aksi bir duruş vardır
Anadolu’da İslâm Ruhu kitabında. Yıldırım farklı yaklaşımlar öne sürer; sorular
sorarak okuyucuda dikkat uyandırması, okuyucuya sunduğu cevapları
temellendirerek, sağlam dayanaklarla vermesi kitabı güzel hâle getiren
unsurlardan. Kitapta, salt tarih değil, yer yer ekonomi, edebiyat, sanat,
kültür, din konularına da yer veriliyor. Kitap, ‘sıkıcı bir tarih’ olarak
değil; ‘canlı ve zengin bir tarih’ perspektifiyle okuyucuya sunuluyor. Yıldırım
her ne kadar “Ben bir tarihçi değilim. Yazdığım kitabın tarih ilminde,
metodolojisinde ve tarihî hakikatler bağlamında bir yenilik getirdiğini iddia
edemem.” dese de, kitap hem geçmişimiz hakkında bize fikir veriyor, hem de
ileriye dönük fikirler geliştirmemizi sağlıyor. Mühim olan şey, bir kitabın
okuyucunun kafasında ‘kendine getirici bir soru’ bırakmasıdır. Bir kitap bunu
yapabiliyorsa, o kitap ve onun müellifi amacına ulaşmış demektir. Bu anlamda
Anadolu’da İslâm Ruhu, yeni bir ufuk çizgisi sunarak, “Biz kimiz, nereye aitiz,
nereden geldik ve nereye gideceğiz?” sorularını düşüncemizde faal hâle
getiriyor.
Anadolu,
İslâm’ın savunmasının başladığı yerdir
Tarih şuurunun, bir milletin her
ferdinde, bilhassa aydınlarında olması gerekir. Güncelin esiri olan
zihinlerimiz, geçmişin derinliklerinde yolculuğa çıkamayacak kadar tembelleşti.
Güçsüz bir kafa ve hissiz bir kalp, güncelin yoğunluğundan ve bombardımanından
bize kalanımız, bakiyemiz. “Tarihin sesi kısık, güncel avaz avaz bağırıyor.”
diyen Yıldırım, ahenkli bir şekilde birbiri ardına gelen konularla geçmişi,
güncelin önüne alıyor. Güncelin de geçmişin içinde bir yerlerde yaşanmış
olduğunu, çözümsüz olmadığını vurguluyor.
Kitapta dikkatimi çeken diğer bir
husus, Türklere özgü fetih hareketleridir. Türkler fethettikleri yerlerde asla
asimilasyon hareketlerine girişmemişlerdir. Bu bir milletin kendine olan
güvenini, inancını gösterir. Fakat Batılılar, ele geçirdikleri yerlerde gövdede
baş bırakmamacasına saldırgan ve öldürücü olmuşlardır. Zorlama politikası
gütmeyen Türklerin karşısında, zorlama politikasını sonuna kadar kullanan, ele
geçirdikleri yerleri talan ederek, Hristiyanlaştırmaya çalışan Batılılar
vardır. Batılıların kesintisiz devam eden bu politikası günümüzde dahi
hissedilebilmektedir. Haçlı Seferleri'yle İslâm’a karşı çıkan Batılılar,
tehlike olarak gördükleri Türkleri bertaraf etmek istiyorlardı. Bertaraf
edememişlerdi ama Anadolu’daki Türk tehdidini azaltabilmişlerdi. Haçlı
Seferleri Müslümanları biraz silkeledi ve onlara misyonlarını yeniden
hatırlattı. Müslümanların kurduğu yaşam alanını tehlike olarak gören
Avrupalılar, Haçlı Seferleri'yle bu düzene darbe yapmak istedi. Tamamen olmasa
bile başarı sağladılar. Çünkü Batı kendi güvenliği için İslâm’ın berhava
olmasını istiyordu. Bunun için Ortadoğu’nun sarsılması, oradaki düzenin
bozulması yeterliydi. Bugün Ortadoğu hâlâ yangın yeridir. Anadolu’da İslâm
Ruhu, geçmişin ardıllarının bugün de bariz görülüyor ve devam ediyor olmasına
dikkat çekiyor, Türkleri/Müslümanları silkelenmeye, gücünü toplamaya çağırıyor.
Bu iradenin ve ruhun halen mevcut olduğunu savunuyor Yıldırım ve şöyle diyor:
“Anadolu, İslâm’ın savunmasının başladığı yerdir.”
Anadolu’nun
İslâmlaşma süreci devam ediyor
Ercan Yıldırım, gaza-fetih-cihad
açısından ve tasavvuf açısından da Anadolu’nun İslâmlaşmasını inceliyor.
“Anadolu’nun İslâmlaşması birçok farklı unsurun, anlayışın, düşüncenin bir
araya gelmesiyle oluşmuş blok bir yapıdan mürekkeptir. Zaten hayret edilen de
bu kadar ayrı ve her an birbirine cephe alabilecek unsurun mezcedilerek, millet
hâline gelmesidir. Bu farklı etnik yapıların üzerinde ittifak ettiği tek
hakikat İslâm’dır.” Anadolu bu zenginliğin içerisinde kendisini
birleyici/toparlayıcı bir değerin, İslâm’ın öncülüğünde zeminini
sağlamlaştırmıştır. Bu zemini sağlamlaştırıcı unsurlardan birisi de tasavvuftur.
“Tasavvuf, hangi şubesiyle olursa olsun Türklerin müşterek his, fikir ve güç
olarak birlik olmalarını sağlamıştır.” Tasavvuf Anadolu’da kurucu bir işlev
görür. Gönül kurma fikri, şehirlerin kurulmasına vesile olmuştur. Ayrıca
Anadolu’da serpilen tasavvufi kurumlar, Anadolu’daki akidenin, inancın sağlam
kalmasını da sağlamıştır. Bunu kavîleştirenler Mevlana, Yunus Emre, Hacı
Bektaş, İbn Arabî, Aşık Paşa gibi değerli mutasavvıflardır. Anadolu,
İslâmlaşmasını bu velilere borçludur. Bugünkü sistem ve formasyon buna müsaade
etmese de Yıldırım umutludur, hiçbir şeye “O artık geride kaldı” muamelesi
yapılmazsa, zirveye koşar adım çıkabileceğimizi söyler.
Modernitenin ve kapitalizmin de
Türklerdeki dirlik ruhunu öldürdüğünü düşünen Yıldırım, bu unsurların Türklerin
hayatına nüfuz etmesiyle, Türklerin gerilemeye başladığını düşünür. “Türkler
zamanın icablarından geri kalmama adına teknoloji ve teknik gelişmeleri almaya
çalışırken bir anda kendilerini rasyonalitenin, pozitivizmin kucağında
buldular. Gelenek reddedildi, İslâm’ın ve Müslümanların ‘metafizik’ ve yaşayan
her türlü dinamikleri tarihin çöp sepetine atıldı.”
Kitapta ideolojiye hapsolmamış
bir İslâm ve Türk portresinden bahsedilir. Anadolu’nun İslâmlaşmadan önceki
tablosu ve İslâmlaştıktan sonraki tablosu anlatılır. Bu süreçte etkili olan
faktörler hem zengin soru ve cevaplarla, hem de tarihî vesikalarla verilir.
Anadolu’nun İslâmlaşmasında sadece gaza ideolojisiyle değil, ahlakla, ilimle,
sistemle, yazıyla, edebiyatla yol alındığını vurgulayan Yıldırım, bugün
Türkiye’de bu kaygıların yok olmak üzere olduğu uyarısını yapıyor. Kitaba göre
yapılacak olan şey şudur: Müslümanlar ilkin kendilerine ait bir dünya kurma
fikri etrafında toparlanmalıdır. Ayrıca Anadolu’nun İslâmlaşması, tarihte
kalmış, devri geçmiş ve bugüne söyleyecek bir şeyi olmayan dönem olarak
görülmemelidir. Çünkü Anadolu’nun İslâmlaşma süreci hâlâ tamamlanamamış,
donmamış, devam eden bir süreçtir.
(Hatice Ebrar Akbulut - 01 Ekim
2014 Çarşamba- Dünya Bizim)
Yirminci yüzyılın son çeyreği
dünyanın daha eşitlikçi, adil ve özgür olabileceğinin yüksek sesle dile
getirildiği bir dönemdi. Önceki dönemlerden farklı bir şekilde bu umutları dile
getiren fikirler, üzerinde anlaşılmış temsil ve iktidar çerçevesinin dışına
çıkılarak biçimlendiriliyordu. Yine aynı dönemde Immanuel Wallerstein modern
sosyal değişimlerin bir dünya-sistemi bağlamında tarihsel bir perspektif ile
anlaşılabileceğini ileri sürerek ulus-devleti analiz birimi olmaktan çıkardı ve
akademi çevrelerinde de büyük ses getiren dünya-sistemleri analizini
geliştirdi. Wallerstein, “insan doğar, büyür, ölür” metaforundan hareketle
sonsuz sermaye birikimine dayalı tarihsel ve toplumsal bir sistem olarak kapitalizmin
bir uygarlık olarak 16. Yüzyılda Batı Avrupa’da doğduğunu, ileri doğru bir yapı
biçiminde yayılarak geliştiğini ve bütün dünyayı tedricen tahakkümü/hegemonyası
altına aldığı ABD evresinde de kendi iç çelişkilerinden dolayı sonlanacağına
inanıyordu. Mamafih, 90’ların başında Sovyet Bloğunun dağılması, umutların
yerini belirsizliğe ve şüpheciliğe bıraktığı gibi güncel dünyayı kendi öznel
kategorileriyle muhakeme eden Wallerstein’ın kapitalizme karşı bir hareket
oluşturma gayreti de sekteye uğramıştı. Yaşanılan hayal kırıklığı ve getirilen
eleştiriler Wallerstein’ı savunmaya itse de, kapitalizmin bir dünya-sistemi
olarak sonunun yaklaştığını her fırsatta belirtmiş, bunu da kapitalist
dünya-ekonomisinin merkez güçleri olan ABD, AB ve Japonya arasındaki
rekabet/çatışma süreçlerine dayandırmıştır.
Soğuk Savaşın bitmesiyle Samuel
P. Huntington ise 21. Yüzyıl dünyasının küresel politikalarını ideolojinin ve
ekonominin değil, medeniyetler arasındaki mücadelenin belirleyeceğini ileri
sürmüştü. Bu teze göre çağdaş uluslararası sistemin kurulmasından bu yana
prensler, milli devletler ve ideolojiler arasındaki kavgalar Batı medeniyetinin
kendi içindeki mücadeleleriydi. Yeni dünyada ise milletlerarası siyaset, ilk
defa Batı dışına çıkarak medeniyetler arasındaki mücadele halini alıyordu.
Artık Avrupa sömürgeciliği bitmiştir, ABD hegemonyası ise zayıflamaktadır.
Bunun yanı sıra diğer medeniyetler de yerli dilleri, inançları, kurumları ve
tarihi adetleri ile kendilerini yeniden ortaya koyarken Batı kültürünü de aşındırmaktadırlar.
Huntington’a göre insan hakları, kişisel özgürlükler, demokrasi, serbest piyasa
gibi yegâne kaynağı Batı olan ve diğerleri tarafından da aşındırılan bu
değerlerin korunması ve geleceğe taşınması için Batı’nın kendi içinde birliğini
sağlaması mühim bir meseledir. Batı’nın kendini sürekli olarak bir şeyin
karşıtı olarak tanımladığını hatırlarsak “medeniyetler çatışması” teziyle
medeniyetlerin Batılı ve Batılı olmayanlar olarak konumlandırılması bir anlamda
da Batı’nın Soğuk Savaş sonrası politikalarına meşru zemin hazırlama
kaygısıdır.
Medeniyetin
Küreselleşmesi
Ercan Yıldırım, yeni çıkan kitabı
“Zamanın Ruhuna Karşı Küresel Medeniyet ve İslam – Batı Karşılaşması”nda
yukarıdaki iki tezin dışında yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Wallerstein,
Batı merkezli bir coğrafyanın kendi dışında kalan coğrafyaya tahakkümünü
ekonominin belirleyiciliği ile değerlendiriyorken; Huntington, Batı’yı merkez
alan bir anlayış ile medeniyetlerin çokluğuna vurgu yaparak bunları kültür
alanına indirgiyordu. Yıldırım ise geliştirdiği “küresel medeniyet” kavramı ile
medeniyetin tekliğine işaret ederek Huntington’un, coğrafyanın değişkenliğine
vurgu yapmasıyla da Wallerstein’ın ötesinde konuyu daha bütünlüklü olarak ele
alıyor. Buna göre, içinde bulunduğumuz medeniyet (küresel medeniyet), dünya
çapında etkili tek medeniyet olma vasfını ürettiği teknik - maddi ve manevi
kültür, cazibesiyle kazandı. Bu küresel medeniyetin temel vasfı ise
ayrıcalığının belirli bir coğrafyada toplanmaması, sabit bir coğrafyasının ve
merkez fikrinin olmayışıdır.
Ercan Yıldırım, kitabında konunun
daha net anlaşılması amacıyla eski kapitalizm ve küresel medeniyet arasında bir
karşılaştırma da yapar. Her ne kadar kapitalizm İtalyan Site Devletleri’nde
oluşum aşamasındaysa da Hollanda, İspanya ve Portekiz’in sömürgelere ulaşması
ile kapitalizmin doğduğunu, İngiltere’nin yekteyi devralıp sanayi yoğun bir
ekonomiye girişmesi ile de muazzam bir gelişme gösterdiğini söyleyen Yıldırım,
bu dönemlerin temel özelliğinin “doğrudan müdahale ve yönetim” üzerine
dayandığını söyler. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise ABD ile bu yöntemden
vazgeçilerek “kontrollü ve denetimli” bir piyasada merkezi idarelerin
güçlenmesi ve yönetimlerin rahatlatılması sağlandı. Bu demokrat tavır ile
merkez ve çevre arasındaki ilişki sürekli yenilenerek dengeye getirilmeye
çalışıldı. İşte bu politikalar neticesinde 1970 sonrasında “küresel medeniyet”i
de işletecek neoliberal politikalar ile BM, Dünya Bankası, IMF gibi denetim
mekanizmaları geliştirildi. Böylece herkes paranın döndüğü saha içerisine
çekildi. Bu saha insanın sosyal tarafını tamamen gelir düzeyiyle de
açıkladığından herkes sistemin selameti ve düzenli işlemesi için var gücüyle
çalışmak zorunda kaldı. 1980’lerle de bu kapitalist döngüye periferi
diyebileceğimiz Batı dışı unsurlardan da belirleyici katkılar gelmeye başladı.
Bu gelişmelerle ABD hegemonyası da zayıflıyor, fakat buna karşı alternatif
düzenler geliştirmek yerine neoliberalizmin ekonomik ahlakını periferi kendi
sahasına taşıyordu. Artık kapitalizm pazar süreçleri içerisinde tek boyutlu
olmaktan çıkıyor, dünyadaki tüm insanları, sistemleri ve kültürleri de pazar
içine katarak çok yönlü, çok kültürlü büyük bir sistem tesis ediyordu: küresel
medeniyet.
Küresel
Medeniyetin Ulusu, Dünya Yurttaşlarıdır
Kant’ın zamanında sermaye sabit
ve yerleşik olarak görülüyordu. Dolayısıyla vaktiyle “dünya yurttaşlığı”
vurgusu ya da Fichte’de dile geldiği şekliyle bütün yeryüzünü vatan olarak
bütün insanları da milleti olarak görmenin olumsuz bir tarafı yoktu ve dönemin
milliyetçiliklerine bir denge siyaseti de güdüyordu. Dahası bu vurgu,
Yahudi-Hıristiyan geleneğinde olumlu bir ahlaki değeri olan yersizlik ile de
örtüşüyordu. Günümüzde ise Kant’a dönüş, neoliberal politikalar eşliğinde yeni
kozmopolit burjuvaziye ve muazzam sermaye dolaşımı ile kitlesel köklü yerinden
edilmelere meşru bir zemin sunmaktadır. Bu olumsuzluklar karşısında kitlelerin
de gündelik hayata dair derinden hissedilen güvensizlik ve endişeleri “zamanın
ruhu”na uyumlu hale getirilerek sisteme kanalize ediliyordu. Bir başka deyişle,
zamanın ruhunu belirleyen de egemen medeniyetin kavramlarıydı ve küresel
medeniyet de, ulusunu “dünya yurttaşlığı” kavramı üzerinden tahayyül ederek
farklılıklara saygı adı altında farksızlaştırma politikalarını da hayata
geçirebiliyordu. Yıldırım’ın deyişiyle artık küresel medeniyet bir Avrupalı ile
Sudanlıyı eşitleyebiliyordu.
İşte bu farksızlık hali üzerine
yoğunlaşan Ercan Yıldırım, içine girmeye zorlandığımız yer konusunda da
yeterince donanımlı bir şekilde kaleme aldığı “Zamanın Ruhuna Karşı”da bir
irade beyanında bulunarak küresel medeniyetin Müslümanların biricikliğine en
büyük tehdidi oluşturduğunu gözler önüne serer. Kendilerine iktisadi manada bir
çıkış yolu bulamayan günümüz insanının “maaşlı burjuva olma” halinin yerine
Yıldırım, küresel medeniyetin saldırılarına karşı imanda, amelde, ahlakta
cedele girmeden, hesap kitap yapmadan İslam’a, Allah’a tam bir teslimiyet
sahibi olmayı öneriyor; çünkü ancak bu yolla küfre yer tanınmayarak geriletilebilir.
(Haydar Barış Aybakır - Yeni
Şafak Kitap. 10.12.2014)
Gözlerinin elinde taşkın bir
ruhun dizginleri vardır.
Taşkın bir ruh nasıl olur da bu
kadar kendi halinde, bu kadar dengeli bir bakışla, tebessümle, insanların,
sokakların, kentlerin ve yeryüzünün aynasına çıkar, bunu kendisine sormalıdır.
Ömrünün ayakları kendisine ve
dünyaya sorulan sorduğu soruların cevaplarını bulmak için öyle yollara öyle
patikalara düşmüştür ki, hangi yolun kayba ve karanlığa, hangi yolun hakikate
götürdüğünü sadece el ayak yordamıyla değil gönül yordamıyla keşfedecek bir
basiret kazanmıştır.
Haritası mutlak ölçeklidir.
Coğrafyanın insana, insanın
coğrafyaya çektirdiğini en iyi bilenlerimizdendir.
Zümreci, çeteci, cemaatçi,
cemiyetçi değildir; bütün tanımlardan uzakta, bütün bu tanımları da bilerek
hayata çentik atar.
Atının koşumunda haram desen,
haram örgü, haram nakış bulunmaz.
Düşünceyi düşten ve inceden
ayırmayanlardandır. Eleğinin ve süzeğinin kasnağı merhamet ağacındandır.
Ömründen bir nice güneşli,
yağmurlu, bulutlu, parçalı bulutlu günü kütüphanelerde geçirmiştir. Bağlanması
bilindik anlamıyla kayıtsız ve şartsız değildir.
Yenilmez. Kalbin ve Allah’ın
yenilmeyeceğine inanır. Tek başına kalsa bile Viyana’yı kuşatabilecek bir melek
ordusu besler.
Hesaplaşma adamıdır.
Hesaplaşırken borçlu ve alacaklı hanelerinde yüzlerce yıldır hile yapanları,
kalem oynatanları kalemlerinden olduğu kadar kalelerinden de tanır.
Ekmeğe bakarken gülümser.
En Ankaralı olanımızdır. Karasını
da karesini de çıpasını da bilir.
Hacı Bayram Veli Hazretlerinin
dizi dibinde şiir tedris etmişliği vardır.
“Galat”ı yanlıştan ayıracak bir
dil ve tarih bilgisine sahiptir.
Türkçenin “eylem dili” oluşuna
ayrı bir hayranlığı vardır. Eyleyerek bir millet olduğumuzu her fırsatta dile
getirir.
Ercan Yıldırım bu, kardeşimiz.
Kütüphanelerin yakından tanıdığı
adam…
İflah olmaz bir modernlik
karşıtı…
Şakağında insanlık sızısını her
dem taze tutanlardan…
Mustafa Kutlu Hikâyeciliğine
çalıştı.
Modern Türkün Hikâyesi ve
Edebiyatta Türkün Düşüncesi kitapları var.
“Şairin Devriye Nöbeti” üst
başlığı halinde İsmet Özel külliyatına katkında bulundu.
Yarımın “yâr” olmayacağını bilir,
tamamlamak üzere dünyaya gönderilenlerden…
Yamuğa ve istimale tahammülü
yoktur.
Yüzü Misak-ı Millîye sığmayacak
kadar “misak” ve “millî”dir.
Atlarını kirpiklerine bağlar.
Böyle biliriz.
(Mehmet Aycı - Dünyabizim
İnternet Sitesi. 06.10.2013)
Gözlerinin elinde taşkın bir
ruhun dizginleri vardır.
Taşkın bir ruh nasıl olur da bu
kadar kendi halinde, bu kadar dengeli bir bakışla, tebessümle, insanların,
sokakların, kentlerin ve yeryüzünün aynasına çıkar, bunu kendisine sormalıdır.
Ömrünün ayakları kendisine ve
dünyaya sorulan sorduğu soruların cevaplarını bulmak için öyle yollara öyle
patikalara düşmüştür ki, hangi yolun kayba ve karanlığa, hangi yolun hakikate
götürdüğünü sadece el ayak yordamıyla değil gönül yordamıyla keşfedecek bir
basiret kazanmıştır.
Haritası mutlak ölçeklidir.
Coğrafyanın insana, insanın
coğrafyaya çektirdiğini en iyi bilenlerimizdendir.
Zümreci, çeteci, cemaatçi,
cemiyetçi değildir; bütün tanımlardan uzakta, bütün bu tanımları da bilerek
hayata çentik atar.
Atının koşumunda haram desen,
haram örgü, haram nakış bulunmaz.
Düşünceyi düşten ve inceden
ayırmayanlardandır. Eleğinin ve süzeğinin kasnağı merhamet ağacındandır.
Ömründen bir nice güneşli,
yağmurlu, bulutlu, parçalı bulutlu günü kütüphanelerde geçirmiştir. Bağlanması
bilindik anlamıyla kayıtsız ve şartsız değildir.
Yenilmez. Kalbin ve Allah’ın
yenilmeyeceğine inanır. Tek başına kalsa bile Viyana’yı kuşatabilecek bir melek
ordusu besler.
Hesaplaşma adamıdır.
Hesaplaşırken borçlu ve alacaklı hanelerinde yüzlerce yıldır hile yapanları,
kalem oynatanları kalemlerinden olduğu kadar kalelerinden de tanır.
Ekmeğe bakarken gülümser.
En Ankaralı olanımızdır. Karasını
da karesini de çıpasını da bilir.
Hacı Bayram Veli Hazretlerinin
dizi dibinde şiir tedris etmişliği vardır.
“Galat”ı yanlıştan ayıracak bir
dil ve tarih bilgisine sahiptir.
Türkçenin “eylem dili” oluşuna
ayrı bir hayranlığı vardır. Eyleyerek bir millet olduğumuzu her fırsatta dile
getirir.
Ercan Yıldırım bu, kardeşimiz.
Kütüphanelerin yakından tanıdığı
adam…
İflah olmaz bir modernlik
karşıtı…
Şakağında insanlık sızısını her
dem taze tutanlardan…
Mustafa Kutlu Hikâyeciliğine
çalıştı.
Modern Türkün Hikâyesi ve
Edebiyatta Türkün Düşüncesi kitapları var.
“Şairin Devriye Nöbeti” üst
başlığı halinde İsmet Özel külliyatına katkında bulundu.
Yarımın “yâr” olmayacağını bilir,
tamamlamak üzere dünyaya gönderilenlerden…
Yamuğa ve istimale tahammülü
yoktur.
Yüzü Misak-ı Millîye sığmayacak
kadar “misak” ve “millî”dir.
Atlarını kirpiklerine bağlar.
Böyle biliriz.
(Mehmet Aycı - Dünyabizim
İnternet Sitesi. 06.10.2013)