Kanuni Sultan Süleyman

Osmanlı Padişahı, Şair

Doğum
27 Nisan, 1494
Ölüm
07 Eylül, 1566
Burç
Diğer İsimler
I. Süleyman, Muhibbî, Muhib, Meftunî, Muhteşem Süleyman

 Onuncu Osmanlı padişahı ve şair (D. 27 Nisan 1494, Trabzon - Ö. 7 Eylül 1566, Zigetvar / Macaristan). I. Süleyman olarak da adlandırılır. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun’dur. Sultan II. Selim’in babasıdır. Şiirlerinde “Muhibbî” dışında “Muhib”, “Meftunî” mahlaslarını (takma adlarını) da kullandı. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlarından itibaren özenle yetiştirmeye başlamıştı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve öğrenim gördü. İlköğrenimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun’dan (Yavuz Sultan Selim’in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince öğrenim için İstanbul’a, dedesi Sultan İkinci Bayezid’in yanına gönderildi. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi’den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken savaş teknikleri konusunda da öğrenim gördü.

Şehzade Süleyman, önce Şarki Karahisar’a, oradan Bolu’ya, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliği (1509) ile görevlendirildi. Yavuz Sultan Selim’in 1512’de tahta geçmesi üzerine İstanbul’a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul’da kalarak babasına vekâlet etti. Bu sırada Saruhan (Manisa) sancakbeyliğinde de bulundu. Babasının ölümü üzerine, 30 Eylül 1520’de yirmi beş yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.

Kanunî, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, “Arslan öldü, yerine kuzu geçti” diye düşünenleri sevindirdi. Ancak böyle düşünenler çok geçmeden düş kırıklığına uğradılar. Onun padişahlık dönemi, Türk hâkimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir oldu. Zaferden zafere koşan ve Avrupa’da fetihlere devam eden Kanunî, padişahlığı sırasında pek çok iç isyanla da uğraştı. 1566’da son seferine Macaristan üzerinden çıktı. Zigetvar Kalesi kuşatıldı, ancak kuşatma devam ederken yetmiş bir yaşındaki ve kırk altı yıl saltanat sürmüş olan Kanunî Sultan Süleyman öldü. Padişahın ölüm haberine karşın kale yine de alındı.

Kanuni Sultân Süleyman, tahtta çıktığında, Şam Beylerbeyi olan ve iktidâr değişikliğinden yararlanarak Melik Eşref unvânıyla hükümdârlığını ilan eden Canberdi Gazâli’yi 1521’de idam ettirdi. Ardından, ünlü seferlerinden 1. Sefer-i Hümayûn’unu Belgrat üzerine yaptı. 1. Macar Seferi ya da Engürüs (Macaristan) Seferi de denen bu seferin sonunda, sırasıyla Böğürdelen (Şabaç), Zemun ve Salankamin kaleleri fethedilmiş ve daha sonraları Dâr’ül-Cihâd adını alan Belgrâd 1521’de Osmanlı mülküne katıldı. Bu arada Yemen’de fitnelere yol açan İskender adlı kişi, kendi adamları tarafından öldürülünce 1521 tarihinden itibaren bu beldelerde de Osmanlı Sultanı adına hutbe okunmaya başlandı.

Sultan Süleyman, 2. Sefer-i Hümayûn’unu Rodos ve adalar üzerine düzenledi. 1522 yılının sonlarına doğru Bodrum, Tahtalı ve Aydos kaleleriyle birlikte İstanköy, Sömbeki ve Rodos adaları Osmanlı ülkesine katıldı. Rodos’un alınması, Avrupa’da büyük bir hayret ve üzüntü uyandırmıştı. Bu arada Anadolu’da ve Mısır’da çıkan küçük isyanlar da aynı yıl bastırılmış; ülkede huzur ve asayiş sağlanmıştı. Bu arada Yeniçeriler, savaşlarda ganimet alamamalarından dolayı hoşnutsuzdu. Yeniçeriler, Sultan Süleyman’ın Edirne’de olduğu sırada, Pargalı Damat İbrahim Paşa’nın da Mısır’a gitmesini fırsat bilerek, 16 Mayıs 1525 İstanbul’da ayaklanma başlattı. Başta Veziriazam İbrahim Paşa'nın sarayı olmak üzere Vezir Ayas Mehmet Paşa ve Defterdar Abdüsselam gibi devlet büyüklerinin konaklarını, gümrükleri, dükkânları ve halkın evlerini yağmaladılar. İsyan sürerken Kanunî Topkapı Sarayı’na ulaştı. İlk iş olarak Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa’yı idam ettirdi. Mustafa Paşa kethüdası Bali ile Reisülküttab Haydar da olaya karıştıkları için hapsedilerek bir süre sonra öldürüldüler. Padişahın hızlı ve sert bir şekilde olaya müdahale etmesiyle isyan daha fazla yayılmadan yatıştırıldı.  

Kanunî’nin 3. Sefer-i Hümayûn’u, 2. Engürüs ya da Mohaç seferi olarak da bilinir. Bu seferle Macaristan, Hırvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya Osmanlı topraklarına katıldı. 1526 tarihinde Tuna nehri üzerinde bulunan Petro Varadin (Petervardin) kalesini fetheden Osmanlı orduları, daha sonra da sırasıyla Sirem yöresindeki kaleleri, İyluk ile ondan fazla kaleyi ve Drava nehri kenarındaki Ösek (Eszek) kalesini almıştı. Ardından 1526 yılının Eylül ayında Macaristan’ın başkenti olan Budin alındı. Kanuni, bu seferiyle Orta Avrupa’da dengeyi değiştirmiş ve artık Osmanlı Devleti’nin sınırları Avusturya ve Çekoslovakya’ya dayanmıştı.

Ferdinand’ın Almanlardan destek alarak Budin’e yürümesi üzerine, 4. Sefer-i Hümayûn’unu da Macaristan’a düzenleyen Kanuni, 1529’da Budin’i yeniden Osmanlı hâkimiyeti altına soktu ve yol üzerindeki Estergon’u ele geçirdikten sonra Ferdinand’ın gizlendiği Viyana’ya doğru yürüdü. Ancak kimi başarısızlıklar üzerine, yeniden umutlanan Alman Şarlken ile Macar Ferdinand’ın üzerine 5. Sefer-i Hümayûn’unu yapmayı planlayan Kanunî, 1532 tarihinde başladığı bu seferinde, önce Siklos (Şikloş), Kanije ve sonra Viyana yolunu Osmanlı ordularına açan Güns kaleleri başta olmak üzere on beşten fazla kaleyi fethetmeyi başardı. Kanunî, Budin’i geri aldığı gibi, Papoçe, Şopron, eski başkentlerden Gradcaş, Pojega, Zacisne, Nemçe ve Podgrad kalelerini aldıktan sonra, 1532’de Almanlarla barış antlaşması yaparak İstanbul’a döndü.

Doğuya yapılan 6. Sefer-i Hümayûn, Irakeyn Seferi ya da İran Seferi diye de bilinir. Şarlken’den sonra Kanunî’nin ikinci büyük rakibi olan Şah Tahmasb, Bitlis hâkimini kendisine bağlanması için zorluyor ve Osmanlı Devleti’nin başına doğuda sıkıntı açıyordu. Bunun üzerine Doğu seferi 1533 yılında Vezir-i Azam (Başbakan) İbrahim Paşa komutasında başladı; Adilcevaz, Erciş, Van ve Ahlat alındıktan sonra 1534 yılında Tebriz’e girildi. Aynı yılın Eylül ayında Padişah da sefere katıldı ve Karahan Derbendi geçildikten sonra Hemedan ve Kasr-ı Şirin yoluyla Bağdat’a ulaşıldı. 1534’ün Aralık ayında Bağdat direnmeden teslim oldu. Kerkük ve Hille gibi Irak beldeleri Osmanlı ülkesine katıldığı gibi, Güney Irak, Kuveyt, Lahsâ, Katîf, Necd, Katar ve Bahreyn bölgeleri de Osmanlı Devleti’ne katılınca, bütün bunlar, Basra Eyâleti adı altında Osmanlı’ya bağlandı (24 Temmuz 1538). Bu arada Barbaros Hayreddin Paşa, aynı yıl Tunus’u fethederek Osmanlı Devleti’ne bağlamıştı.

7. Sefer-i Hümayûn’da Venediklilerin üzerine gidilmiş, Korfu ve Otranto hücuma maruz kalmışsa da, Venediklilerin barış isteği ve Fransa Kralının da arzusu üzerine barış yapılarak 1537 yılında İstanbul’a dönüldü. Bu arada Doğu Hırvatistan’da Osiyek yakınlarındaki Vertizo’ya sokulan düşman askerleri yok edildi.

8. Sefer-i hümayûn, Kara Boğdan yani Moldavya üzerine yapıldı. Kanunî 1538 yılında Moldavya üzerine yürürken, denizlerde Hadım Süleyman Paşa, Süveyş’ten hareket ederek Yemen ve Aden’i almış ve Hindistan’daki Diu Kalesini kuşatmıştı. Yine aynı yıl, Osmanlı Devleti’ne Batı Cezayir’i kazandıran Barbaros Hayreddin Paşa, Batılı donanmalara karşı kazandığı Preveze Deniz Zaferi ile Akdeniz’i bir Osmanlı gölü konumuna getirmişti. Kara Boğdan seferi de, her ne kadar barış ile sonuçlandıysa da, hem Moldavya bölgesinde ve hem de Tuna boyunda Osmanlı sınırları durmadan genişliyordu.

9. Sefer-i Hümayûn, 1541’de yapılan Budin Seferi’dir. Macaristan’da Osmanlıların koruması altındaki Kral Yanoş Zapolya’nın ölümüyle (1540), Avusturyalı Ferdinand’ın buraları işgal etmek istemesi ve hatta Budin ve Peşte’yi kuşatması, Kanunî’yi yeniden bu bölgelere yönlendirdi. 1541 tarihli bu seferle artık Macaristan’ı Budin Eyâleti’nin bir parçası durumuna getirmişti.

Kısa bir süre sonra Ferdinand, yine Almanların desteğiyle Budin ve Peşte’yi kuşattıysa da, Kanunî Sultân Süleyman 10. Sefer-i Hümayûn’u ile hem Ferdinand’ı ve hem de onu destekleyen Almanları, 1543 tarihinde geri çekilmeye ve Osmanlı Devleti’nden barış antlaşması istemeye mecbur etti. Bu seferin sonucunda Macaristan’ın dinî merkezi olan Estergon, İstolni-Belgrad ile birlikte iki önemli sancak merkezi olarak Budin’e bağlandı. Peç ve Şikloş geri alındı. Yapılan antlaşmayı bütün Avrupa devletleri kabul etmek durumunda kalırken, Kanunî, tartışmasız “Cihân Padişahı“ unvanını bu sefer ile kazandı ve artık “İmparator” sıfatı, sadece Muhteşem Süleyman için kullanılabilecekti.

Muhteşem Süleyman, 11. Sefer-i Hümayûn’unu, Osmanlı devletini İran’a yaptı. 1548-49 yıllarında yapılan bu 2. İran Seferi ile, Tebriz geri alındı. 1553-55 yılları arasında da 3. İran Seferini ve genelde ise, 12. Sefer-i Hümayûn”unu yaptı. Buna Nahcivan Seferi de denilmektedir. Padişah, 1554 yılında Kuzey Azerbaycan üzerinden Güney Azerbaycan’a geçince, Şah barış istedi; 1555 yılında Amasya’da imzalanan antlaşma ile Gürcistan paylaşıldı ve Irak’ta eski sınırlar korundu. Şehzâde Mustafa ve Şehzâde Bâyezit sorunlarıyla yıpranan Kanunî, son büyük seferini, 1566 yılında Zigetvar üzerine düzenledi. Buradaki kuşatma sürerken, 72 yaşında olan Muhteşem Süleyman karargâh çadırında öldü.

Kanunî Sultan Süleyman, bilim, kültür ve sanat adamlarını korur ve onların çalışmalarını desteklerdi. Onun edebî eserlere verdiği yüksek değere en açık örnek, “Hümayunnâme” adındaki çeviri eser kendisine sunulduğunda, bu eseri bir gecede okuyarak çevirmeni Alaaddin Çelebi’yi Bursa kadılığına atamasıdır. İnce duygular ve düşünceler şairi olan padişah Kanunî’nin Divan’ı; aşk, heyecan, kahramanlık ve tefekkür şiirleriyle doludur. Bir hükümdar tarafından söylendiği için anlamı bir kat daha büyüyen; “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyti Türk halk diline yerleşerek bir atasözü değeri kazanmıştır. Şiir alanında, başta Bakî olmak üzere; Fuzulî, Ahmet Paşa, Necâti ve Hayalî gibi ustalarla İranlı şairlerden etkilendi. Şiir sanatına ciddiyetle eğilerek, Osmanlı Divan edebiyatının en oylumlu divanlarından birini ortaya koydu.

Ünlü şarkiyâtçılarından Ortalon’un şu sözleri onun nasıl bir padişah olduğunu göstermesi bakımından önemlidir:

Sultân Süleyman’ın eserleri bir sıraya konulsa, en alt katta muhârebeleri, onun üstünde bıraktığı âbideler ve en üstte ise, kurmuş olduğu ilmî ve hukukî müesseseler gelir.”

Gazelleri inceden inceye işlenmiş hayaller ve söz oyunlarıyla doludur. Sade yazmaktan ve zaman zaman ustaca kaleme alınmış kahramanlık şiirleri nazmetmekten hoşlanan bir şairdir.” (Ahmet Atilla Şentürk)

KAYNAKÇA (Başlıcaları): Nihat Sami Banarlı / Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (Kanuni Sultan Süleyman I, s. 567-570), Prof. Dr. M. Tayyip Gökbilgin / Kanuni Sultan Süleyman (1992), Ahmet Atilla Şentürk / Osmanlı Şiiri Antolojisi (1999), Coşkun Ak / Şair Padişahlar (2001), Güler Tüzün / Muhteşem Süleyman (Tarihte Olağanüstü Kişiler, s.19,  2004) – Kanuni (Britannica Bilgi Hazinesi, s. 477, 2008), İhsan Işık / TEKAA (2006), Yavuz Bahadıroğlu / Kanuni Sultan Süleyman: Muhteşem Padişah (Osmanlı Tarihi, s.157-189, 2009), Mustafa Armağan / Avrupa’nın Patronu Kim Olacak? “Kanuni’nin casuslarından mektup var!” (Kır Zincirlerini Osmanlı, s.158-161, 2010).

 

GAZEL 1

Halk içinde mu'teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi
 
Ko bu ayş u işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-ı bâki ister isen olmaya tâat gibi
 
Olsa kumlar sayısınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şişe-i çarh içre bir sâat gibi
 
Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht u saâdet âlem-i vahdet gibi
 
Ger huzûr itmek dilesen ey Muhibbî fârig ol

Var mıdur vahdet makâmı gûşe-i uzlet gibi

 

 

GAZEL 2

Aşk mıdır cân ü dil mülkünü yağma eyleyen
Aşk mıdır sînemin içre gelip câ eyleyen

Aşk mıdır boynuma takıp belâ zincîrini
Gezdirip Mecnûnleyin âlemde rüsvâ eyleyen

Aşk mıdır bî-vefâ güller elinden geceler
İnledip bülbülleri tâ subh gûyâ eyleyen

Aşk mıdır eyleyen tîr-i cefâya cân-siper
Mihnet ü derd ü gamı sînemde peydâ eyleyen

Aşk mıdır bir kemân-ebrû nigârın yâdına
Ok gibi bu kaddimi büküp benim yâ eyleyen

Aşk mıdır fenn-i derdi okutup âşıklara
Fasl u bâbı sînemin levhinde inşâ eyleyen

Aşk mıdır bu Muhibbî sîne sîne dâğ vurup
Âhir ânın gözleri yaşını deryâ eyleyen

SULTAN I. SÜLEYMAN (KANUNÎ)

             

Yaşadığı asrın ve Osmanlı Devleti'nin son büyük padişahı olan Kanunî Sultan Süleyman; “Muhibbî” mahlâsıyla kaleme aldığı şiirleri, bu şiirlerde gösterdiği şairlik kudreti bakımından da “muhteşem” bir şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor. Kırk altı yıl süren saltanatı döneminde; at sırtından inme fırsatı bulamayan, seferlerle, zaferlerle, bitmez tükenmez devlet işleriyle uğraşıp didinen “Muhteşem Süleyman'ın şiire de zaman ayırabilmesi, sayısız şiirler kaleme alması, divanlar düzenlemesi, dilden dile asırlarca dolaşacak mısralar yazabilmesi, onun bu alanda da “muhteşem” oluşunu ortaya koyuyor.

Büyük şair, büyük padişah Kanunî, babası Yavuz Sultan Selim gibi her tür şiirden anlayan; âlim ve şairlere büyük önem veren, onları himayesine almaktan, onlarla dost, arkadaş olmaktan büyük bir zevk alan yüce bir yaratılışa sahipti. Şairler sultanı Bakî gibi dönemin önde gelen şairleriyle karşılıklı şiir sohbetlerinde bulunmak, beğendiği şiirlere nazireler yazmak, şiirlerinin diğer şairlerce özellikle Bakî tarafından beğenilmesi, onu son derece mutlu ediyordu.

Bakî, dostlarından birine gönderdiği bir mektupta padişahtan övgü ile bahsediyor, “ebyât-ı şerifesi bî-misl ü bî-hemtâ vâki olduğundan gayrı hususâ,

Eğrilik olsa aceb mi kâfiri mihrâbda

beyt-i şerifi vallahulazîm bir mertebe ser-âmed beytdür ki asla nazîre mümkün degüldür.” diyordu. Ayrıca bu şiire iki nazîre söylediğini; bunu da “Yenilen oyuna doymaz.” sözüyle açıklayarak, daha fazla karşılık verecek kudretinin olmadığını belirtiyordu.

Padişah şairlerin ve diğer divan şairlerinin en çok şiir yazanları içerisinde ilk sırayı verebileceğimiz Kanunî Sultan Süleyman'ın 3000 civarında şiiri bulunmaktadır. Tarafımızdan hazırlanan ve 1987 yılında Kültür Bakanlığınca büyük boy kağıda basılan 875 sayfalık “Muhibbî Divânı'nı incelediğimizde, büyük padişahın büyük şairliğine de şahit olacağız.

Divanın ilk bölümü; Kanûnî'nin hayatı, sanatı, edebi kişiliği ve şiirlerinden örneklere ayrılmıştır, ikinci bölümdeki şiirleri çeşitli yazma nüshaların karşılaştırılması sonucunda tespit edilmişlerdir.Gazeller bölümünde; hayatı savaşlarla, yoğun devlet işleriyle geçen, bu arada şiir yazacak zamanı adetâ yaratan padişahın “Muhibbî” mahlâsıyla kaleme aldığı 2799 şiirini görmekteyiz. Diğer nazım şekillerine ayrılan bölümde de yine eşsiz güzellikleri içeren 59 çeşitli nazım şekli, 51 dörtlük ve 217 beytine şahit oluyoruz.

Bu şiirler içerisinde dil, duygu ve içerik açısından henüz gelişmemiş ilk şiirleri yanında; padişah olup büyük şairlere yakınlaşması sonucunda ortaya çıkan olgun ve sanat zevkini ortaya koyan şiirlerine bakınca, Kanûnî'nin ne derece ince duygu ve düşünceler şairi olduğunu görüyoruz. Yazdığı aşk, heyecan, kahramanlık ve tefekkür şiirleri ve yıllarca gönüllerden silinmeyen, atasözü gibi dilden dile dolaşan şiirleri yanında, şairlik gücünü ortaya koyan ve divan şiirinin bütün incelikleriyle söylenmiş şiirleri Muhibbî divanının büyük bir bölümünü kapsamaktadır. Bunlar arasında;

 

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

 

Beytiyle başlayan muhteşem gazeli hâlâ güncelliğini koruyan eşsiz şiirleri arasındadır. (….)

Muhibbî divanının dikkat çekici şiirleri arasında, Kanunî'nin sevgiliye yazdığı şiirlerin apayrı bir yeri vardır. Seferde iken yazdığı mektuplarında bu şiirlere yer veren padişah, savaşlardan, fetihlerden bunalan gönlünü bir nebze olsun ferahlatmanın yolunu buluyordu:

Hurrem Sultan'ın;

 

Ey saba sultanuma zar u perîşân diyesin

Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgân diyesin

 

beytine cevap olarak;

 

Nâmeler gelse kaçan İstanbul-ı âbâddan

Bûy-ı zülfini seher-geh aluram Bağdaddan

 

Gül yüzünden dûr olalı ben nice cân virmeyem

Giceler tâ subha dek hâli degül feryâddan

 

beyitlerini söylüyor ve ona sahip olduğu toprakların eşsiz güzellikleriyle sesleniyordu. (….)

3000 civarında şiire imzasını atan büyük padişah yıllar boyu etkisini günümüze kadar taşıdığı gibi; eşsiz beyitlerini ortaya koyarken divan şiirinin bilinen ustalarının etkilerini de şiirine yansıtmış, onlardan aldığı ilhamla bu büyük divanını oluşturmuştur. Kanûnî'yi etkileyen şairler arasında hemen hiç yanından eksik etmek istemediği şairler sultanı Baki ile klasik şiirin büyük ustası Fuzûli başta gelmektedir. Ahmet Paşa, Necati, Hayâli gibi usta şairlerin izlerini de Muhibbi'de görmek mümkündür.

16. Asrın ve klasik edebiyatın büyük şairi Baki'nin hayatında Kanuni Sultan Süleyman'ın apayrı bir yeri vardır. Hayattaki en büyük dayanağını kaybedince Bâki, duyduğu derin üzüntüyü, duygu ve düşüncelerini ünlü mersiyesinde ölümsüzleştirerek edebiyatımıza eşsiz ve ebedi bir eser bırakmıştır. (….)

Kanûni'nin bazı şiirlerinden İran şairlerinden ne derece etkilendiğini görmek mümkündür. Hafız, Cami, Selman, Nevâyi, Nizami, Şeyh Attar gibi şairleri sevip okuduğunu, yer yer onlardan söz ettiğini, hatta Farsça şiirler yazabilecek kadar onları benimsediğini, dillerini öğrendiğini biliyoruz. Zaman zaman onlara özenen şair, yeri gelince onlardan daha ilerde olduğunu, onların beğenisini kazandığını söylemekten kendini alamaz :

 

Husrev ü Hafız ider şi'r-i Muhibbiye pesend

Câmi tahsin ide ger görse bu nazm-ı hasenüm

 

Muhibbi'nin etkilediği şairler arasında Mesihi, Sevdâyi, Ulvi, zâdi gibi şairler başta gelmektedir.

                                                          (Coşkun Ak-Şair Padişahlar, 2001)

 

Yazar: Coşkun Ak

KANUNİ DÖNEMİNDE İLİM VE SAN'AT HARAKETLERİ

Kanunî Sultan Süleyman ilim ve kültür adamlarını himaye eder ve bu çeşit hareketleri desteklerdi. Kendisi de bizzat şâirdi ve Muhibbî mahlası ile divan tertip etmişti. Onun edebî eserlere verdiği yüksek değere en açık misâl, Kelîle ve Dinme mütercimi Vasi Âlisi [b. bk.] diye  meşhur olan-Alâeddin  Ali- Çelebî (Filibevî)'nin  Hümâyûn-nâme adı ile yaptığı tercümeyi takdim ettiği zaman, onun bu eseri bir gecede okuyarak, mütercimini Bursa kadılığına tâyin etmesidir. Kanunî'nin büyük bir hükümdar olduğunda ittifak eden  tarihçilerden bir kısmı, onun devrinin on büyük sadrâzamı olduğunu ve on mümtaz vasıflı defterdar ve nişancısı yanında, on tâne büyük âlim ile on büyük şâir bulunduğunu da bildirmektedirler. Ünlü ilim adamlarından fakîh ve büyük âlim Kemal Paşazâde [b. bk.] ve Ebüssu'ûd [b. bk.] 'dan başka Celâlzâde Sâlih Çelebi, Taşköprülüzâde İsâmeddin Ahmed (Şaka'ik al-numaniye ve Mavzuat al-ulum müellifi), Ahlak-ı Alai müellifi Kınalızâde Alâeddin Ali Çelebi, Ahterî Mustafa b. Şemseddin, Abd Allah b. Şeyh İbrahim Şabistari; Zahir al-Din Erdebili, Camâleddîn Aksarayî neslinden Hurram al-Camâli, Muhammed b. İbrahim al-Halabi (Hanbelîzâde), Ahmed b. Abdal Avval al- Kazvini, Muhyi'1-Din Muhammed Karabagi, Bostan Çelebi diye meşhur Mustafa b. Muhammed ve Fevrî Ahmed bunlar arasında zikredilebilir. Kanunî devrinde, onun adına yazılan mühim eserlerden Molla Kırîmî'nin Hulâşat al-mizâc, yine bu hükümdar nâmına Abd al-Karim b. Muhammed tarafından siyâsete ve ahlâka dâir yazılan Naşa'ih al-abrar, Koca Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebî'nin ahlâkî eseri Anis al-salatin ve calis al- havakin, tarihe dâir Kaşfal'gumam fi ahbar al-ıımam tercübesi, kardeşi Sâlih Çelebî'nin Kanunî'nin emriyle 8 cilt üzerine tercüme ettiği Manakib-i Bahman Şah b. Firûz Şâh hikâyesi, kozmografya âlimi Konya'lı Mehmed b. Kâtib Sinan'ın Mizân al- kavâkib adlı eseri, yine hey'et âlimi Mustafa b. Ali'nin Âlâm al-ibâd fî ahbar al- bilâd'ı, Matrakçı Nasuh'un Sultan Süleyman nâmına Târih-i Tabarî'den tercüme eylediği Macma al-tavârih'i, şehzâde Mustafa nâmına hocası Gelibolulu Mustafa Surûrî Efendi'nin şiir san'atından, arûz ve kafiyeden bahseden Bahr al-maârif adlı kitabı, ahlâkî, dinî ve idarî esaslardan bahseden Zahîrat al-mulûk tercümesi Kanunî devrine âit belli-başlı ilim ve kültür eserleridir. Kanunî, medrese tedrisatında bir çok tâdîlât yaptırmış ve yeni ihtiyaçlara göre "bu  tedrisata  yeni  bir  veche verdirmişti. Osmanlı ordusunun üssünden uzaklarda savaşması ve gittikçe büyümesi, hekim ve mühendis ihtiyacını artırdığından Süleymaniye medreselerinde tıp ve riyaziye tahsiline  ehemmiyet verilmiş, ayrıca bir tıp medresesi ile bir de dârüşiffâ te'sis olunmuştu.

 Kanunî devrinde türk edebiyatının pek bâriz bir gelişmeye mazhar olduğuna işâret edilmelidir. Bunda Türk edebiyatının XV. asırdan itibâren muayyen bir inkişaf seyrine girmiş olması yanında, şâir ve nâsirlerin bizzat Kanunî'nin şahsında kadirşinas bir hâmî bulmuş olmalarının da hissesi bulunmaktadır. Bu devir   şairleri gazel ve kasîde tarzında kendi san'at  kudretlerini, en az seleflerinin fazlaca takdir ettikleri İran   şâirlerinin seviyesinde hissetmişlerdir. Bu tarzın büyük mümessilleri arasında sağlam ve ölçülü dil ve   sanatının yanında yetiştirici tarafı ile de meşhur Zâti [b.bk.], eserleri tasannudan ziyâde hassas ruhunun sıcak ve samimî terennümlerine istinâd eden Hayalî [b.bk], devrinde "sultânu'ş-şuarâ" unvânını almış ve birçoklarının en olgun eseri saydıkları meşhur mersiyesinde Kanunî'ye olan sevgisini ve onun vefatı üzerine duyduğu acıyı ebedîleştirmiş olan Bâkî [b. bk.], ilim, zekâ ve hassasiyeti, pek az san'atkâra nasip olan bir şi'riyet ve tabiîlikle terennüm edebilen Fuzûlî [b. bk.] gibi simalar vardır. Onun mesnevi tarzındaki Leylî vü Mecnun’u da, bilindiği  gibi  türk  şiirinin  muhalled  eserlerindendir. Bu devrin, mesnevi tarzında eserler veren diğer şâirlerinden en belli başlıları, bâzı eserlerindeki mahallî unsur ve tasvirleriyle de alâkayı  çeken hamse sâhibi Taşlıcalı Yahyâ, edebiyatımıza getirdiği yeni mevzûlerdaki mesnevileri yanında manzum ve mensur çok sayıdaki eserleriyle husûsî bir yer işgal eden Lâmi'î Çelebi [b.bk.] v.b. dir. Bu devrin ediblerinden Sehî [b.bk.], Latîfî [b.bk.,] Ahdî [b.bk.] ve bilhassa Aşık Çelebî [b.bk.]ve bunları  tâkîben  Kınalızâde Hasan Çelebî'nin te'lîf ettikleri şuarâ tezkireleri ile Âlî [b.bk.] 'nin Kunh al-ahbâr'ında Kanunî  devri şâirlerine tahsis ettiği kısım gibi eserler bahis mevzûu olan velûd devirde yaşayan şâirlerin miktarı hakkında bir fikir verebileceği gibi. Âşık Çelebî'nin eserinde yer-yer edebî muhit ve münâkaşalara da temas edilmiştir.  Nesir de, bu devrede, kudretli şahsiyetlerin elinde san'at ve ilim dili olarak gelişmiştir. Devrin pek çeşitli mevzûlardaki mensur eserleri arasında bilhassa tarihler nazar-ı dikkati celbeder. Filhakika XVI. asırda eserleri, meşgul olduğumuz devrin tarihinin kaynaklan arasında bulunan Kemâl Paşazâde, Celâlzâde, Hoca Sa'deddin Efendi, Lütfî Paşa, Selânikli Mustafa Efendi ve bilhassa Âlî gibî simâlar yaşamışlardır.

 

Hakkında: Prof. M. Tayip Gökbilgin, Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul, İstanbul 1992. s. 208-212

 

 

Yazar: Prof. M. Tayip Gökbilgin

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör