Abdüssettar Hayati Avşar

Gazeteci, Araştırmacı, Yazar

Doğum
02 Ekim, 1918
Ölüm
19 Ocak, 2015
Burç

Araştırmacı, gazeteci-yazar (D. 2 Ekim 1918'de Musul - 19 Ocak 2015, Ankara). Babası Ahmed Kâfi, Diyarbakır’da doğruluğu, yiğitliği ve kuvveti ile tanınmıştı. Ahmed Kâfi’nin 1867 yılında ilk oğlu dünyaya geldiğinde adını Şeyhmus Hayati koydu. İki yıl sonra Muhammed Nuri dünyaya gelir. Şeyhmus Hayati, Arapça, Farsça, Fransızca bilen İslam Hukuku’ndan gayet iyi anlayan, dini ilimlerde kendini iyi yetiştirmiş, doğruluğu ve bilgisi ile memleket, millet, vatan ve ilim yolunda kendini kanıtlamış biridir. Muhammed Nuri de bankacılıkta usuller ifade edecek otorite olmuştur. Şeyhmus Hayati 31 Mart 1909 vakasından sonra “Şeriatçı ve Sultan Abdülhamit taraftarı” diye görevinden azledilir. Azlinden sonra, iki sene kadar İstanbul’da ikamet etmiş, Şam’a giderek “Enveriye (Enver Paşa) Gaz Fabrikası” ismini verdiği petrol tasfiye rafinerisini kurarak, petrol çıkarmaya başlamıştır.

2 Ekim 1918 tarihinde Şeyhmus Hayati Bey’in dördüncü hanımı Fatima Zehra Hanım, altıncı çocuğu Abdüssettar Hayati’yi dünyaya getirir. İngilizler ailenin petrol imtiyazını edince Şeyhmus Hayati Bey ve ailesi buradan ayrılmak zorunda kalır. Nusaybin üzerinden Mardin ve Diyarbakır’a ulaşırlar. Abdüssettar Hayati altı yaşında iken annesinin ölümüyle sarsılır. Ruhunun derinliklerinde anne sevgisi daima bir özlem, bir doyamamazlık olarak nüksedecektir. Eski Türkçeyi, Farsçayı, Arapça’yı, Osmanlıca’yı babasından öğrendi. Kültürlü bir çevrede yetişerek, henüz okula gitmeden dünya klasikleriyle tanıştı.

1925 yılında Şeyhmus Hayati Bey, Abdüssettar’ı Cumhuriyet İlk Mektebi’ne kaydettirir. Okulda zekâsı, üstün kavrama yeteneği ile öğretmenlerinin dikkatini çeker.1931 yılında Diyarbakır Orta Mektebi’nde eğitimini sürdürür. Diyarbakır Orta Mektebi’nde oluşturduğu arkadaşlık ilişkileri gerçek dostluğun sualsiz, çıkarsız portresi olacaktır. Orhan Asena, Selahattin Yazıcıoğlu, Orhan Yapgu… Ortak paylaşımlar doğrultusunda, çocukluk eğlenceleri içinde, Müslüman, Ermeni, Süryani,  Keldani dostluklarla çerçevelenmiş mutluluklar ve üzüntülerle, zaman akıp geçerken, Abdüssettar için acıların en zor olanı, adı konulamayanı,1934 yılında Şeyhmus Hayati Bey’in vefatı yaşanır. Diyarbekirli yazar, araştırmacı Abdülgani Fahri Bulduk Bey, 1353 Hicri yılına tekabül eden Şeyhmus Hayati Bey’in ölüm tarihi için, 34 tane tarih düşürür.

Abdüssettar Hayati, eski Türkçeyi, Farsçayı, Arapçayı, Osmanlıcayı babasından öğrenmiş; kültürlü bir çevrede yetişerek, henüz okula gitmeden dünya klasikleriyle tanışmıştır.

Ağabeyleri Süleyman Kayaalp ve Abdüssamet Kani, kendi hayatlarını idame ettirmek için ellerinden gelen her türlü çabayı sarfedip, Abdüssettar’a örnek teşkil ederler. Diyarbekir İpekçilik ve Tohumculuk Mektebi’ne gitmeleri Abdüssettar’ın da bu alana yönelmesine vesile olur.1934 senesinde “İpekböcekçiliği Mektebi Şahadetnamesi”ni alıp, okulu birincilikle bitiren Abdüssettar, Kevork Torkumyan’ın “İpekböcekçiliği Kitabı”ndan birçok detayı bilen, Diyarbekir ipekçiliği hususunda daima araştırmalar yapan, bilinmeyene ışık, merak edilene cevap veren özelliğiyle daima var olur. 1937 yılında Ziraat Bankası’nda memur iken  “Bir Avuç Toprak” adını verdiği ilk ve tek romanını yazar. Okul yıllarında edebi yönüyle kendini göstermiş, bu yönü ilerleyen zaman içinde bilindik bir özellik olmuştur. Akrostiş oluşturmak onun için konuşurken kurgulaştırılan, zevkin ötesinde bir şeydir, sayısı bilinmeyen akrostişlerinden en önem arz edeni Orhan Asena ve Selahattin Yazıcıoğlu ile beraberken kendisi için irticalen söylediği akrostişidir. Daima araştıran yapısı, Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe, Fransızca dillerine hâkimiyeti, el yazması eserlere olan merakı, tarihin sisli havası içinde yok olmaya yüz tutmuş birçok tarihi olguyu ortaya çıkarmasına sebep olmuştur. Bunlardan bazıları: “Molla Ahmede Xasi, Ebu Musa Kardeşler, Mardin Tarihi (MAT DİN), Mevlana Müslühüddin-i Lari, Diyarbekir Musikisi, Musikişinaslar, Hattatlar, Şeyh Fasih DEDE, Mellak Ahmedi Paşa, Refet-i AMİDİ, Hoşap Kalesi, Urfalı Nabi, Seddidin Bini Rakika Amidi,Kemale-i Ümmi, Allame Suphi-i Amidî olarak sayılabilir.  Bir çok şair, edip, tarihçi, felsefeci, musikişinas üzerine araştırmalar yapmıştır.

1848 yılında muhalefet lideri Celal Bayar ve arkadaşlarının Diyarbekir’e geldiğini öğrenince Demokrat Parti Diyarbakır İdare Heyeti’nin bulunduğu binaya gider. Celal Bayar konuşmasını bitirince Abdüssettar saliselerin saniyelere dokunduğu süreçte, Celal Bayar’ın karşısına geçerek, ellerini masanın üstüne koyup, Bayar’a hitap ederek üç husus üzerinde durur. Kürt sorunu, Tıp Fakültesi’nin açılması, İmam Hatip Mektebi’nin açılması… Celal Bayar ve arkadaşları bu cesur Diyarbakırlıyı dinlerler. Abdüssettar’ın konuşması bittiğinde Celal Bayar yanındakilere hitaben: “Beyefendi’nin ismini ve adresini alın.” Deyince, Abdüssettar: “Ben Mebusluk istemiyorum.”cevabını verir.

Doktor Selahattin Yazıcıoğlu ve diğer arkadaşlarıyla “Diyarbakır Verem Savaş Derneği Eğitim Merkezi’ni” kurar.1950 senesi 25 Ocak’ında Müslüme Özpirinççi Hanımla evlenir. Aynı yıl Millet Partisi başkanı olarak yaptığı konuşmalardan dolayı 9.Bölge Müdürlüğü, Muammelat Şef Yardımcılığı’ndan tazminatı verilerek çıkarılır.1952 yılında Abdüssettar, arkadaşı Ahmet Ketencigil’in kurduğu “Şark Postası” gazetesinin idare ve mesul müdürü olarak çalışmaya başlar. “Şam, Bağdat, Kıbrıs, Paris, Tahran, Bari” radyolarını dinleyerek haberleri alır, haberleri önem derecesine göre gazetede İstanbul gazetelerinden önce yayınlar.1953 yılında bir arkadaşının kefaletiyle Ziraat Bankası’ndan üç bin lira çekip, Ağustos ayının sonunda matbaa malzemelerini almak için İstanbul’a gider. Bab-ı Ali yokuşunda Reşit Efendi Hanı’ndaki bir ticarethaneden matbaa malzemesi satın alır. Handa tanıştığı hat üstadı Hattat Hamit Aytaç Bey’le güzel bir dostluğun ilk adımlarını atar. Diyarbakır’a döndüğünde Diyarbakır ve kazalarının içinde bulunduğu 12 gazete çıkarır.

Diyarbakır’daki “Ümmid”, Silvan’daki “Meyyafarkin”, Çınar, Bismil, Çüngüş, Lice, Kulp, Hani, Ergani’deki “Nur-i Zülküf”, Eğil, Çermik, Dicle gazetelerinin idare ve mesul müdürü Abdüsssettar Hayati iken, eşi Müslüme Hanım, “Hani” gazetesinin sahibi olarak çalışmalarını sürdürür. Üç ay sonra maddi imkânsızlıklardan dolayı altı gazetenin basımı durdurulur. Kalanlar Silvan’daki “Meyyafarkin”, Diyarbakır’daki “Ümmid”, Kulp, Lice, Hani, Ergani’de ki Nur-i Zülküf gazeteleridir. Gazetelerde toplumsal haberlerin yanı sıra edebiyat ve tarihe ışık tutacak araştırmalarda bulunup, makaleler yayınlar. Gazetelerinde birçok mahlas (ikinci ad) kullanır. “Badi” mahlası en çok kullandığı isimdir. "Badi" mahlasını kullanmasının sebebini şöyle açıklar.

 “Bad sebeptir, bad rüzgârdır. Bad meşhur Diyarbekir Kürt Mervani Devleti’ni kuran “Badül Şucai Kürdi-i Dostek”tir. Kendisi Maden tarafından gelip Hamdaniler’in elinde olan Diyarbekir’i fetheder. Malabadi Köprüsü’nü de Badül Şucai Kürdi-i Dostek yaptırmıştır. (Dostek Aşireti, 330 Hicri)”

19 Şubat 1954 yılında “Valiler” başlıklı günlerce sürecek yazısına başlar. Diyarbakır’ın Osmanlılığı kabul tarihinden kısaca bahsederek, 1954 yılına kadar, farklı vasıflarıyla, irsi özellikleriyle, zaaflarıyla yöneten, bazen yönetilen valileri işler.

Ümmid gazetesinin baş tarafındaki “Hakka Tapar Hakkı Ararız” cümlesi O’nun hayata bakış açısının en güzel ifadesidir.1960 senesinin 26 Ağustos’unda Türkiye’de yankılar uyandıracak “Kara Çarşaf ”  başlıklı yazısını yayımlar.

Diyarbakır’da Üniversite kurulması için gösterdiği çaba, gazetelerinde haykıran kelimeler topluluğu olmuş. Bu topluluğu, arzular süzgecinden geçirince, ileriyi gören kabiliyetiyle de birleştirince, efkâr-ı umumiye, gazeteleriyle dile getirir. Nihayet 20 Aralık 1960 senesinde Diyarbakır Ziya Gökalp Üniversitesini Gerçekleştirme ve Yaşatma Derneği, Doktor Selahattin Yazıcıoğlu ve Vehbi Muhlis Dabakoğlu’nun özverili çalışmalarıyla kurulur.

1954’te serbest, 1957 de Cumhuriyetçi Millet Partisi Diyarbakır şubesi başkanı olarak liste başında seçimlere giren Abdüssettar, 16 Eylül 1961’de mebus namzedi olarak siyasi yaşamına devam eder. Fakat partisinin kazanmaması üzerine Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’yle siyasi yaşamına son verir. Ziya Gökalp’ın “Halk Klasikleri” adlı eserini, tercüme etmek, Latin harflerine çevirmek O’na nasip olur.

23 Haziran 1973’te Tıp Tarihi Uzmanı olarak vazifeye başlar. Anadolu’nun en eski ve iki katlı medresesi “Mesudiye Medresesi”ni Evkaf (Vakıflar Bölge Müdürlüğü) İdaresi’nden kiralanarak “Tıp Tarihi Enstitüsü” olarak kullanılır.

Dicle Üniversitesi tarafından “Tıp Tarihi, Hat, Türk Dili, Klasik Türk Edebiyatı, Türk Tasavvuf Edebiyatı alanlarındaki uzman kişiliği ile tanınmış gazeteci, yazar ve Diyarbakır’ın mümtaz siması” cümlesiyle biten, 07.04.1995 tarihli  “Fahri Doktorluk Diploması” verilir. Abdüssettar Hayati Avşar’ı en güzel anlatacak sözü kendisinin beytiyle ifade etmek gerekir

An kes ki nedaned ve nedaned ki nedaned

Cehl-i mürekkeb ebedüd dehrü bimaned

(Bilmediğini dahi bilmeyenler: kendi yarattıkları fasid dairenin içinde, kurdukları labirentin boşluklarında döner dururlar) 

Zamanı durdurmak, bedende ki değişimi önlemek mümkün müdür? Değildir elbet, ama Abdüssettar, doksanı deviren bir çınar olmasına rağmen hafızasının canlılığı, anlatma yeteneği, öğrenme sevgisiyle zamanın sınırları içine çok fazla geçememiş. Odasındaki onlarca el yazması eser ve eserlerden odaya yayılan koku, O’nun yaşam kaynağı, yaşama olan bağlılığının en güzel portresi olmuştur. 

ESERLERİ:

ROMAN: Bir Avuç Toprak (1937).

YAYIMA HAZIRLAMA (Ziya Gökalp’tan): Halk Klâsikleri I, Nasreddin Hoca’nın Latifeleri (1972).

KAYNAKÇA: Zübeyde Kırmızı / Amid-i Nur (2009) - "Abdüssettar hayati Avşar Amidî (Ekodiyar Dergisi, sayı: 17, Eylül-Aralık 2009), Afşin Oktay - Kemal Bağlum / Biyografiler Ansiklopedisi (1959), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c. 3, 1997, s. 52-53), Recep Acay / Ben-u Sen Gülleri (söyleşi, 2002), İhsan Işık / TEKAA (2006), Zübeyde Kırmızı / "Avşar, Abdüssettar" (İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi, 2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014).

KARA ÇARŞAF (I)

"Hem demokrasi der yırtınırlar hem de çarşaf giyen fakir, pâkdamen ar ve hicabı sonsuz hanımlara ve çarşaflarına "KARA ÇARŞAF'la hücum ederler!

Onlar, isterse! Karılarının memelerini üç buuttan göstersinler, hayat çeşmesi olan masum göğüsleri korseli sütyenler, balenalarla gözlere hançer olarak batacak şekilde sivriltsinler, şehvet metai haline soksunlar. Analarının sarkmış, büzük, çındır, memelerini Marlen Dıtrışvari ameliyatlarla beş kere parafinle doldurtsunlar. Bütün vücud inhinalarını en ince teferruatına kadar meydana sersinler. Madeni çıplaklar dedikleri güruh arasında geçen seneki misal üzerine teşhir etsinler. Garsoniyerlerde, pavyonlarda, Hiltonlarda, Gaskonyalılarda: Hello Darlingli, Ma şerili Aylavyu Conili ağızlarla viskilerini çeksin, çeksin, çeksin, çeksinler! çeksinler!!..

Fakat; millete tarize yeltenmesinler !..

Medeniyet, ilimle, ahlakla, bilgiyle, teraki ve tekâmüller, hicap ve namusla müzeyyen manevi cephesi sağlam, dindar cemiyetlerin vardığı merhalelerdir.

Hayvanlar da çıplak, vahşiler de çıplaktır. İnsanlaştıkça ulvi duygularla bezendikçe, medenileştikçe kâmil bir tesettüre gidilir.

Japon da kimonoludur. Fakat bu gibilerden bin kere medenidir. Asrının en ileri milletlerinden biridir.

Fakir halkın: yırtık pırtık elbiselerini ora, buralarını gözlerden saklayan on beş-yirmi lira değerindeki seten veya ketenden mamül siyah çarşafları niçin, niçin? Gözlerine giriyor da! Paris'teki Ciristiyan Dior'dan tutun da Londra, Roma ve Holiıvood 'deki terzilerin her mevsimde piyasaya sürdükleri arkadan, önden, yandan yırtmaçlı, koltuk altında göbeği, göğüsleri seyrettiren yalnız ve yalnız behimiyete, şehvete, hayvani hislere hitap eden sözüm onlara elbiseleri, üstüne kuş yuvaları, kilise çanları, Eyfel Kuleleri, tüyler boynuzlar, iktisadiyatında büyük rahneler açan bu para ve yıkıntı tuzakları; alakalarını çekmiyor, kalemlerini oynatmıyor, seslerini çıkartmıyor.

Çünkü, istedikleri zaten bu!

Onlar, Milleti ananelerinden, ahlakından, manevi varlığından soymak kendi çukurlarına çekmek istiyorlar.

Şekilde, çıplaklıkla, satıhla, medeniyet!

Ne gülünç, ne boş ve ne cahilane iddia!

Kışrını yırt! İçinde zakkum çıkan: Ebu cehil karpuzu.

Sincar sahrasında nısfınnehari arz, ölçen, dünya'nın yuvarlak olduğunu ispat eden üstürlablı, teleskopu yapan çarklı ve su ile müteharrik ilk makineleri bulan, bütün ilim ve sanat sahalarında en yüksek zirveye, şahikaya çıkıp bu günkü roket, füze, atom kobalt medeniyetlerini doğuran Avrupa rönesansını yaratan bin küsur sene evvelki İslam Medeniyeti: bilin ki, şortlu, göstermelik açık saçıklıkla mı ? Viski veya şampanya köpüklerini bi huşisindeki şehevi hayallerle mi? Şekil, satıh ve cullami vücud buldu. Hayır! Elbetteki hayır!.

Manevi cephesi sağlam, ahlak ve fazilette en yüksek merhaleye varmış, hak, hürriyetin nurlandırdığı İslami bir vasatta ciddi, samimi ve feragatkâr * çalışmalar, tükenmez cehd ve say-ü gayretler sayesinde husul bulmuştur."

KAYNAK: Zübeyde Kırmızı / Amid-i Nur (s. 144-145).

 

 

ABDÜSSETTAR HAYATİ AVŞAR'IN EVİ

Oturdukları ev hükümdar ailesinden olan Akkoyunlu İbrahim Bey’in (1131 hicri)  evidir. Ev iki katlı ve iki kuyusu bulunan Diyarbekir mimarisinin güzel bir örneğidir. Ev, semt olarak Çardaklı Hamamı’nın civarında İbrahim Bey Camii’nin karşısında bulunan İbrahim Bey Konağı’dır. Konağın yanında da bir mahalleyi içine alan İbrahim Bey Konağı’nın müştemilatıdır. (“Konağa bağlı olan evler”, damı düz fakat içerisi kubbeli, mescitli evlerdir. Merdivenle inince koca bir akarsu, bu suyun bir kolu Fatih Paşa (Kurşunlu Cami) Camii’ne, bir kolu da Mardin Kapısı’na doğru “Karadengiz” (Karadeniz) denilen yere yeraltından gelir).

Konağın kapısının üstündeki kemer siyah beyaz taşlarla şekilli olarak birbirine geçme şeklinde yapılmıştır. Pencere kepenkleri (tahta kapaklar) çeşitli çiçek şekilleriyle oyulmuş ve içerisine gül ağacı dallarının şekli verilmiştir. Kapıdan içeri girince eve gelenleri iki basamak karşılar. Basamaklardan aşağı inilince girizgâhtaki sağ tarafta büyük bir oda, odanın sonunda sokağa açılan demir parmaklıklı 50 cm boyunda 25 cm eninde küçük bir pencere vardır. Sol tarafta yine iki basamakla inilen, ambar olarak kullanılan oda bulunmaktadır. İki oda arasında içinde “Güngörmez” adı verilen kuyu bulunur. Bu kuyudan ihtiyaç duyulduğunda kovayla su alınır. 

Avludaki kuyudan tulumba ile su çekilirdi. Evin avlusuna daima serçeler konardı. Evlerin tepe pencerelerinin açıklığında, erkeğinin göğsü maviye yakın, dişisinin göğsü yine maviye yakın fakat noktalı olan, “Serçedoğan” denilen kuşlar yuva yaparlardı.

Evin avlusundaki dut ağacının gölgesinde oturmak, arkadaşlarıyla, aile fertleriyle zaman geçirmek Abdüssettar için tadın damaktaki en güzel anları gibidir.  

KAYNAK: Zübeyde Kırmızı / Amid-i Nur (2009, s. 31).

 

                                                

 

Yazar: Zübeyde KIRMIZI

BİR HAYAT - BİR ŞEHİR ABDÜSSETTAR HAYATİ AVŞAR ANISINA

 Hazreti Nuh’dan sonra insanlık âleminin mehdi, merkezi Diyarbekir; imanın, irfanın, ilmin, sanatın, edebiyatın, şiirin, musikinin, tıbbın ve diğer ilimlerin nebean ettiği şaşalı bir mihrak olarak, nimetler, feyzler ve nurlar saçmış bu şehirden, Abdüssettar Hayati Avşar’ı tanıtmak:

 

Kalem destinde raks eyler

Neşatından saçar gevher

Budur yekta edip zeyrek

 

Diyarbekirli tarihçi, edip Abdulgani Fahri Bulduk Beyin onun için söylediği manzume ile tinnetin taçlandırdığı tılsımlı tarih kapısının, zümrütten şeffaf iki kanadını açarak, ölüm yıldönümünde hatıralarımın yapraklarında biraz iz dişimi yaparak gezinmek, bir görevdir.

2 Ekim 1918 yılında Şeyhmus Hayati Bey’in dördüncü hanımı Fatima Zehra Hanım, altıncı çocuğu Abdüssettar Hayati’yi Musul’da dünyaya getirir.

İngilizler, Musul’u işgal edince işlettikleri Enveriye Gaz Fabrikası’na İngilizler tarafından el konulur(Gaz Fabrikasına ve petrol tesislerine, sonradan “Bay Yüzde Beş(Mr. Five Percent)” diye anılan, Kalust Gülbenkyan sahip olmuştur.)

Aileye,15 gün içinde Musul’u terk etmeleri, yoksa Hindistan’a sürülecekleri söylenir. Zor şartlar altında aile Nusaybin üzerinden Mardin ve Diyarbekir’e ulaşır. Abdüssettar Hayati altı yaşında iken Fatima Zehra vefat eder. Annesinin ölümü Abdüssettar’da derin izler bırakır. Ruhunun derinliklerinde anne sevgisi daima bir özlem, bir doyamamazlık olarak nükseder.

1925 senesinde Şeyhmus Hayati Bey, Abdüssettar’ı Cumhuriyet İlk Mektebi’ne kaydettirir. Okulda zekâsı, üstün kavrama yeteneği ile öğretmenlerinin dikkatini çeker.1931 yılında Diyarbekir Orta Mektebi’nde eğitimini sürdürür. Diyarbekir Orta Mektebi’nde oluşturduğu arkadaşlık ilişkileri gerçek dostluğun sualsiz, çıkarsız portresi olacaktır. Orhan Asena, Selahattin Yazıcıoğlu, Orhan Yapgu… Ortak paylaşımlar doğrultusunda, çocukluk eğlenceleri içinde, Müslüman, Ermeni, Süryani, Keldani dostluklarla çerçevelenmiş mutluluklar ve üzüntülerle, zaman akıp geçerken, Abdüssettar için acıların en zor olanı, adı konulamayanı,1934 yılında Şeyhmus Hayati Bey’in vefatı yaşanır. Diyarbekirli hekim, yazar, araştırmacı, edip, şair ve tarihçi, “Elcezire’nin Muhtasar Tarihi” adlı el yazması eserin yazarı, babasının yakın arkadaşı Abdülgani Fahri Bulduk Bey, 1353 Hicri yılına tekabül eden Şeyhmus Hayati Bey’in ölüm tarihi için, Ebced hesabıyla 34 tarih düşürür. İşte onlardan biri:

Güher tarihini zinde olanlar söyledi FAHRİ HAYATİ: Geçdi kühsarı mematı gitti Firdevse (1353)

Ağabeylerinin “Diyarbekir İpekçilik ve Tohumculuk Mektebi’ne gitmeleri Abdüssettar’ın da bu alana yönelmesine vesile olur.1937 senesinde “İpekböcekçiliği Mektebi Şahadetnamesi”ni alıp, okulu birincilikle bitirir

Para ve zengin olma hırsıyla gözü dönen bir adamın, helal-haram demeden, insani ve vicdani hislerden uzak, her türlü hilekârlıkla, vicdansızlıkla zengin olma hevesinden dolayı yaşadıkları, öldükten sonra otopsi için mezarının açılışında iki gözünün toprakla dolması kurgusuyla “Bir Avuç Toprak” adını verdiği ilk ve tek romanını yazar. Okul yıllarında edebi yönüyle kendini göstermiş, bu yönü ilerleyen zaman içinde bilindik bir özellik olmuştur..

 

Köprünün orta gözü

Sular apardı bizi

Nakif gözün kör olsun

Öldürdün hepimizi

 

Sözleri Diyarbekir’i, “Suzan Suzi” türküsünü akıllara getirir. Abdüssettar için 1947 yılının Mayıs ayı, ortaokuldan arkadaşı Nakif’in altı arkadaşıyla arabayla ongözlü köprüden nehre uçmalarının acı hatıratı olacaktır. Arabada bulunanlardan Suzan Hanım işte bu türkünün kahramanıdır. Abdüssettar ortaokuldan beri tanıdığı Nakif’i kendi elleriyle defneder.

Doktor Selahattin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarıyla “Diyarbekir Verem Savaş Derneği Eğitim Merkezi’ni” kurar. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda muhasip(muhasebeci) olarak çalışmaya başlar. 1950 senesi 25 Ocak’ında Müslüme Özpirinççi’yleevlenir.1952 yılında Abdüssettar, arkadaşı Ahmet Ketencigil’in kurduğu “Şark Postası” gazetesinin idare ve mesul müdürü olarak çalışmaya başlar. “Şam, Bağdat, Kıbrıs, Paris, Tahran, Bari” radyolarını dinleyerek haberleri alır, haberleri önem derecesine göre gazetede İstanbul gazetelerinden önce yayınlar.

1953 yılında matbaa malzemelerini almak için İstanbul’a gider. Bab-ı Ali yokuşunda Reşit Efendi Hanı’ndaki bir ticarethaneden matbaa malzemesi satın alır. Handa tanıştığı hat üstadı Hattat Hamit Aytaç Bey’le güzel bir dostluğun ilk adımlarını atar. Diyarbekir’e döndüğünde Diyarbekir ve kazalarının içinde bulunduğu 12 gazete çıkarır.

Diyarbekir’deki “ÜMMİD”, Silvan’daki “MIYAFARKİN”, ÇINAR, BİSMİL, ÇÜNGÜŞ, LİCE, KULP, HANİ, Ergani’deki “NUR-İ ZÜLKÜF”, EĞİL, ÇERMİK, DİCLE gazetelerinin idare ve mesul müdürü Abdüsssettar Hayati iken, eşi Müslüme Hanım, “Hani” gazetesinin sahibi olarak çalışmalarını sürdürür. Toplumsal haberlerin yanı sıra edebiyat ve tarihe ışık tutacak araştırmalarda bulunup, makaleler yayınlar. Gazetelerinde birçok mahlas (ikinci ad) kullanır. “Badi” mahlası en çok kullandığı isimdir.

Daima araştıran yapısı, Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe, Fransızca dillerine hâkimiyeti, el yazması eserlere olan merakı, tarihin sisli havası içinde yok olmaya yüz tutmuş birçok tarihi olguyu ortaya çıkarmasına sebep olmuştur. Yüzlerce makale, fıkra, edebi ve ilmi araştırmalar yapar. Bunlardan bazıları: “Molla Ahmede Xasi , Ebu Musa Kardeşler , Mardin Tarihi (MAT DİN) , Mevlana Müslühüddin-i Lari , Diyarbekir Musikisi, Musikişinaslar ,Hattatlar,Şeyh Fasih DEDE,Mellak Ahmedi Paşa, Refet-i AMİDİ, Hoşap Kalesi,Urfalı Nabi, Seddidin Bini Rakika AMİDİ,Kemale-i Ümmi, Allame Suphi-i AMİDİ,Ebu Fadl İbni AMİD,İbni Miskaveyk “MİSKAVEYKHİ”,Ebu Nasr Yusuf Ül Mennazi,Ebul Ula Muarri,Gülşeni Tarikatının Piri “Şeyh Gülşeni-i AMİDİ”,Ahi Babai AMİDİ,A. HAMİ , Hasan Vali,Lebib,Seyyid Nuh Çelebi, Rızai AMİDİ,Türkçe Baki Divanı, Diyarbekirli Nakşibendî Şeği Aziz Mahmud-i Ürmevi-i Amidi’nin “Baba Kelamı”, Diyarbekirli Abdurrahman Bini Hasan’ın “Kitabi Muaddilüsselat”ı, Süleyman Nazif, Celal Güzelses, Ali Emiri, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Gökalp…”

Eşi Müslime Hanım hem hayat arkadaşı hem de gazetelerinde çalışan fakat daima arka planda kalan en büyük destekçisi ve yardımcısıdır.

Hallaçların tokmaklarını, demircilerin çekiçlerini yirmi dört usulde vurup makamlar oluşturduğu Diyarbekir musikisiz, musiki Diyarbekirsiz düşünülemez.“Diyarbekir’de Musiki ve Celal Güzelses”, “Diyarbekir Musikisine Kısa Bir Bakış” başlıkları altında makaleler yazar.

Üniversite kurulması için girişim ve talepleri hep sürmüş, gazetelerinde Badi(kod ad)mahlası altında sitemli, hicivli yazılar yazmıştır.

23 Haziran 1973’te oğulları havacı er Muhammed Hayati Avşar’ın yanına gitmek üzere Diyarbekir otobüs terminalinde beklerken, gelen anonsla telefona çağrılır. Telefonun öteki tarafında Dr. Selahattin Yazıcıoğlu vardır. Yazıcıoğlu arkadaşı, dostu Avşar’a Tıp Tarihi Uzmanı olarak vazifeye başlama haberini verir.

Anadolu’nun en eski ve iki katlı medresesi Mesudiye Medresesini “TIP TARİHİ ENSTİTÜSÜ” olarak kullanmaya başlar. Mesudiye Medresesi’ni bir grupla beraber ziyaret eden İtalyan Prof. Rabyola:

-“Dünyanın birçok yerini gezdim, galerileri ziyaret ettim. Fakat sizin enstitünüzdeki resimler ve minyatür fotoğrafları ve bilhassa o kıymetli yazmaları başka yerde görmedim.”der.

Hollanda’nın Utrecht Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Martin Van Bruinessen “Evliya Çelebi in Diyarbekir” adlı eserinin hazırlanmasında büyük yardımları olduğu için eserin giriş bölümünde kendisinin bu katkı ve yardımlarından sitayişle bahseder,

Türk-İslam Mimarisinde nikâhlı-nikâhsız kemerler, döner sütunlar; eyvanlı, zir-zeminli, serdaplı, havuzlu, selsebilli Diyarbekir evleri konusunda da bilgisinden daima yararlanılmıştır.

Dicle Üniversitesi tarafından 1995 yılında “FAHRİ DOKTORLUK DİPLOMASI” verilir.

1995 yılında Prof. Dr. Önder Göçgün ve Doç. Dr. Münir Erten tarafından Abdüssettar Beyle tanıştırıldım. Zaman içinde ailenin bir bireyi, Avşar ailesinin manevi kızı, Abdüssettar Bey’in asistanı oldum. 19 Ocak 2008 yılında tarifi zor bir acı ile ailenin can damarı eşi, benim için anlatılamayacak yeri olan Müslüme Hanım hayata gözlerini yumdu.

Hazreti Ali’nin : “ Men allemeni harfen fekad seyyereni abden” (Bana bir harf öğretenin ebediyen kölesi olurum) sözü bu yaşanmışlıkların nokta kısmıdır.

10 Şubat 2009 yılında Abdüssettar Hayati Avşarla ilgili biyografik ve sözlü tarih çalışması olan “AMİD-İ NUR” adlı kitabı yazdım.

 

Gidelim böylesine

Garipler mahlesine

Orda bir garip ölmüş

Gelin gidağ yasına

 

19 Ocak 2015 yılında Ankara’da vefat etti. Ağacın dalından bir yaprak düştü, Diyarbekir canlı tarihini, yaşayan kütüphanesini kaybetti.

Her biri, bir şehre, bir ülkeye şeref verecek yüzlerce: Âlim, şair, hattat, musikişinas, ressam, sanatkâr ve edip yetiştiren Diyarbekir’den bu büyük insanı tanıtmak, anlatmak, çok zor ama bir o kadar da mutluluk verici.

Satırlarımın son cümlesini bana hitaben söylediği:

İşte geldik gidiyoruz

Şen olasın AMİD-İ NUR…..

Sözleriyle tamamlamak istiyorum.

Yazar: Zübeyde Fidan KIRMIZI
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör