Enis Behiç Koryürek

Şair

Doğum
11 Mart, 1893
Ölüm
17 Ekim, 1949
Eğitim
Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi)
Burç

Şair (D. 11 Mart 1893, İstanbul - Ö. 17 Ekim 1949, Ankara). Kaymakam (yarbay) askerî doktor İsmail Behiç Bey’le, aslen Trabzonlu olan Faika Hanım’ın oğlu. Babasının görevi nedeniyle çocukluğu Makedonya’da geçti. İlköğrenimini babasından ve özel hocalarından aldı. Ortaöğrenimini Selânik ve Üsküp’te tamamladı. İstanbul Sultanîsi (lise, 1909), Mülkiye Mektebi (1913) mezunu. Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı) Ticaret İşleri Şubesinde kâtip olarak (1913) göreve başladı. Birinci Dünya Savaşı başlarında Bükreş’te Şehbender (konsolos, 1915), Budapeşte’de Şehbender Yardımcısı (1916) ve Basın Ataşesi oldu. Budapeşte’de başkonsolos olan Ahmet Hikmet Müftüoğlu ile tanıştı, bir Fransız kızıyla evlendi. 1919’da İstanbul’a dönerek Hariciye Nezâretinde çalışmaya devam etti. Aynı yıllarda Vefa ve Kabataş liselerinde Fransızca ve edebiyat dersleri de verdi. Millî Müdafaa teşkilâtında görev üstlendi. Millî Mücâdele’den sona Ankara hükümeti tarafından Edirne Valiliği Hukuk İşleri Müdürlüğüne (1922) atandı. Bu görevde iken Edirne Lisesinde edebiyat ve Fransızca derslerine girdi. İlk eşinden ayrılarak Fahri Paşa’nın kızıyla evlendi. 1926’da Ticaret Vekâleti Ticaret Muâhedâtı (Antlaşmaları) Dâiresi başkan yardımcısı olarak Ankara’ya tayin edildi. Bu görevi sırasında da Ankara Ticaret Lisesinde Fransızca öğretmenliği yaptı. 1930’da Sovyet Rusya hükümetiyle ticaret müzakerelerinde bulunan heyetle birlikte Moskova’ya gitti. Daha sonra Başbakanlığa bağlı Yüksek İktisat Meclisi genel sekreterliği (1930-36) yaptı. 1941’de Ekonomi Bakanlığında İş ve İşçiler Dairesi Başkanı, daha sonra Çalışma Bakanlığı Müsteşarı oldu. Koryürek, 1934-36 yılları arasında Fransızcadan demografi (nüfus meseleleri) üzerine beş kitap çevirdi. Ayrıca Türkiye’de işçi sorunlarına eğilerek çözüm yolları için kurumlaşmanın yollarını açan ilk bürokratlardan biri oldu. 1946’da Demokrat Partiye girip milletvekili adayı olunca görevinden alındı. Son yılları ekonomik sıkıntılar içinde geçti. Cebeci Asri Mezarlığında toprağa verildi.  

Enis Behiç’in, Namık Kemal’e ithaf ettiği, ilk şiiri Mülkiye Mektebi öğrencisi iken yayımlandı. Dağılmasına yakın Fecr-i Atî (1909-14) grubuna girerek birkaç ay toplantılarına katıldı. 1912-14 yıllarında Şehbal dergisinde yayımlanan ilk hamasî şiirlerinde Servet-i Fünûncuların etkisinde olduğu görüldü. Daha sonraki şiirlerinde hece ölçüsünü kullandı ve Millî Edebiyat akımı içinde yer aldı. Yusuf Ziya (Ortaç) ve Orhan Seyfî’den (Orhon) sonra hece ölçüsünün kullanılmasına öncülük eden üçüncü şair oldu. Şiirleri, başta Şehbâl olmak üzere, Hürriyet-i Fikriyye, Donanma, Türk Yurdu, Yeni Mecmua gibi dergilerde yayımlandı. İstanbul’da geniş bir edebiyatçı ve sanatçı çevresi oldu. Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfeddin ve Celâl Sahir’le (Erozan) dostluklar kurdu.

Ünlü Beş Hececi şairden biri olan Enis Behiç Koryürek’in en ünlü şiirleri millî duygularla örülü lirik şiirlerdir. Türkçülük ve milliyetçilik tarihimizin sanat ve şiir dalında yer aldı. Enis Behiç, 1927’den sonra susmuş gibi gözüktü. Hattâ bu durum, hakkında “edebî hayattan büsbütün çekilmiş” hükmünün verilmesine neden oldu. Güneşin Ölümü ve Vâridat-ı Süleyman, “nasıl içten kaynayan bir ruha sahip olduğunun ve son sözünü henüz söylemediğinin canlı şahitleridir.” (H. Dizdaroğlu) Vâridat-ı Süleyman bir tarafa bırakılırsa, Enis Behiç Koryürek’in kendisinden bekleneni vermemiş olduğu söylendi. Ulusça büyük sıkıntılı günler yaşanırken tarihimizin parlak devirlerini içtenlikle işleyen ve bireyin duyarlıklarını önemseyen şiirleri başarılıdır.

Müzik merakı da olan Enis Behiç, keman ve kendi buluşu olan keman-boru karışımı bir müzik âleti çalıyordu. Müzik bilgisini değerlendirerek şiir formunda yeni bir ses arama çalışmaları yaptı. Hece ölçüsünü yeni bir sesle zenginleştirmek düşüncesiyle ortaya koyduğu görüşe göre, klâsik Türk musikisinin usûllerini esas alarak, bir çeşit dümtek’lerden faydalanarak yeni vezinler elde etmek mümkündü. Bu yeni vezinlerin ilk denemesini üç şiiriyle kendisi yaptı. Bu tür çalışmalarının en süreklisini müstezatlarında gösterdi. Bu bağlamda serbest müstezadı heceye uyarladı.

Enis Behiç Koryürek, 1942’de kendisiyle yapılan bir röportajda Miras’tan sonraki şiirlerini Güneşin Ölümü, evvelce aruzla yazdıklarını da İsfahandan Hicazdan Nağmeler adı altında toplamayı düşündüğünü söylemişse de, hayattayken bu arzusu gerçekleşmedi. 1946’dan sonra bazı arkadaşlarının evlerinde yaptıkları ispritizma (ruh çağırma) seanslarına katıldı. Daha sonra bu seanslarda gelen şiir ve nesirleri kaydedilerek lirik şiirleri ile birlikte Vâridât-ı Süleyman Çelebi (1949) adlı bir kitapta ölümüne yakın yayımlandı. Aynı ruh çağırma seansları hakkında Ömer Fevzi Mardin’in yazdığı üç ciltlik Varidat-ı Süleyman Çelebi (1951) adlı eser ise, XVIII. yüzyılda Trabzon’da yaşamış bir mevlevî dervişinin manzum ve mensur, tasavvufî, ahlâkî, hikmetli sözlerinden meydana gelir. Kitabın dili, dönemine ait birtakım özellikler taşımakla birlikte, yakın devir Osmanlıcasına daha yakındır.

 “O günkü şartlar içinde, hemen ilk şiirinde (Barbaros)’u dirilten şairin, yıllarca sonra Akdeniz kurdu olan korsanlarımıza yazdığı nefîs parçalardaki başarısını, biricik hemşiresini bir deniz kurdu amiralimize eş verişini, dilimize çevrilecek eser diye de koca Barbaros’un Muhteşem Süleyman’ını seçip Türk gençliğine kazandırışını ve bu nihayet Karadeniz’in ilâhî bir çocuğu Trabzonlu Çedikçi Süleyman Çelebi’nin Koryürek’e velî-suret olarak görünüşünü asla tesadüf kabul edemeyiz. Coşkun denizlerle Koryürek arasında bugün çözemediğimiz bir’ kördüğüm, bir birlik sırrı mevcut olduğu âşikârdır.” (Fethi Tevetoğlu)

 “Enis Behiç’in şiirlerini ötekilerden ayıran yön, konularındadır: Eski Türk denizciliğinin göğüs kabartan zaferleri, şairlerin kaleminde dile geliyordu. Bu ondan önce kimsenin aklına gelmemişti… Ona gelinceye kadar hece vezniyle ‘manzum hikâye’ yazan yoktu.” (Hikmet Dizdaroğlu)

ESERLERİ:

Miras (1927), Vâridat-ı Süleyman Çelebi (Çedikçi Süleyman Efendi’den İlhamlar, 1949), Miras ve Güneşin Ölümü (Dr. Fethi Tevetoğlu’nun incelemesiyle, 1951).

Ayrıca Batı yazarlarından çeşitli konularda 6-7 kadar çeviri kitabı yayımlandı.

KAYNAKÇA: Sadettin Nüzhet Ergun / Türk Şairleri (c. 3, s. 1287-1291, 1944), Hikmet Dizdaroğlu / Miras ve Güneşin Ölümü (Hisar, Şubat 1952) - Varlık dergisi (15 Ekim 1957), Halit Fahri Ozansoy / Edebiyatçılar Geçiyor (s. 310-312, 1967), Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. 4, 1968), Kenan Akyüz / Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (s. 817-841, 1985), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı (c. 3, 11. bas. 2002), Büyük Türk Klasikleri (c. 12, s.381-383, 2004), Mehmet Kaplan / Şiir Tahlilleri-2 (20. bas. 2005), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). 

GEMİCİLER

Biz dalgalar, fırtınalar kahramanı yiğitleriz.

Ufuklardan ufuklara haber sorar, gezeriz.

Güneşlerde uyuklayan yamaçları,

Kalbi durgun tarlaları bıraktık.

Gölge veren ağaçları

Sevmiyoruz biz artık.

Sevgilimiz,

Ey deniz!

 

İşte biz:

Nihayetsiz

Mavilikler yolcusu!

Ruhumuzun kardeşidir

Güneşlerde parlayan bu yeşil su.

Bayrağımız yeşil sular ateşidir.

Biz bayrağın fedaisi sayısız Türk genciyiz.

Biz hilale şan arayan korku bilmez gemiciyiz.

Ey vatandan müjdelerle bize kadar gelen rüzgâr!

O sarışın sahillerde kara gözlü genç kızlar,

Yaz gecesi mehtap ile konuşurken,

Doğru söyle, sordular mı bizleri?..

Nasıl cevap verdiği gökten

Gemimizin rehberi,

O vefakâr

Yıldızlar?..

 

Poyraz var;

Yelken dolar.

Gemi sanki kanatlı!

Enginlerde pembe güneş

Gülümserken bu yolculuk ne tatlı!

Çal sazını kalenderce yiğit kardeş!

Nağmelerin yorulmayan dalgalardan bahtiyar.

Gönderelim bu ahengi o sevgili yurda kadar...

TUNA KIYISINDA

Evimden uzakta, annemden uzak,

Kimsesiz kalmışım yâd illerinde.

Bir vefa ararım kalbe dolacak

Gurbetin yabancı güzellerinde.

 

Tuna'nın üstünde güneş batarken.

Sevgili yurdumu andırır bana.

Bir hayâl isterim Boğaziçi'nden;

Bakarım "İstanbul!" diye her yana.

 

İstanbul! Ey, sedef mehtâblarından

Hülya gözlerime ilk ışık veren!

Buranın ufkunda yanıp tozlanan

En munis renge de bigâneyim ben!..

 

Âh, orda renklerin - şark güneşiyle

Nâz eden - sihir-bâz ahengi vardır.

Bu akşam yurdumu andırsa bile

Âh, orda akşamın bin rengi vardır.

MİRAS VE GÜNEŞİN ÖLÜMÜ

“Güneş'in Ölümü üzerinde çalıştığını duyanlar, büyük umutlara kapılmışlardı. Vefalı bir elin önümüze serdiği yeni şiirleri, ne yazık ki, arzuladığımız mükemmeliyete ve halis şiire ulaşış, kendi tabiriyle “duyuş ve heyecanları ortaya atış” yönünden, kendisine umutla bağlananları tam mânasiyle doyuracak çapta değildir.

“Güneş'in Ölümü bölümündeki şiirler, geniş nefesli bir şairden çok, kabuğuna çekilmiş, heyecanları tavsamış, kendisini çevresinden tecrit etmiş bir insanın söyleyişlerini andırıyor. Bu bölümün en başarılı parçalarından biri olan Nehir'de bile, Ahmet Haşim'in tesiri kolayca seziliyor. (…)

“Metod bakımından en son Edebiyat Tarihi incelemelerinin ortaya koyduğu bir gerçeğe göre, herhangi bir sanatkâr, bir topluluğa örnek olarak incelendiği ölçüde değer kazanır. Enis Behiç Koryürek, şüphesiz, değeri inceleme metoduna bağlı kalacak bir şair değildir. Ama, şiirindeki havayı duyurmak ve estetik özelliğini belirtmek için, özel bir metodla inceleme yapmağa zaruret vardır. Bu zarureti benliğinde duyan araştırıcı, şiirlerinde mert ve erkek bir hava estiren Enis Behiç Koryürek'te mükemmel bir süje bulacaktır.” (Hikmet Dizdaroğlu)

                                              (“Miras ve Güneşin Ölümü”, Hisar dergisi, sayı: 22, Şubat 1952)

Yazar: HİKMET DİZDAROĞLU

ENİS BEHİÇ KORYÜREK

Edebiyat tarihçilerinin, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, F. Nafiz, Enis Behiç ve ben; “Hecenin beş şairi” diye isimlendirdikleri sanat topluluğumuzda, Enis'in yıllar yılları kovalayınca, iç sızlatıcı olduğu kadar akıllara hayret verici, bir «son» ile, gaipten sesler duya duya ölüme kayacağını hiç birimiz düşünebilir mi idik! O son görüşümde şık mı şık bir adamdı. Gayet iyi bir makastan çıkmış, beyaz keten bir kostüm giymişti. Kıravatının rengini hatırlamıyorum, ama Avrupa'nın en zarif, en nadide kıravatlarından biri idi muhakkak. Eğer bugün yaşasa idi ve o ilâhî vecde kavuşmasa idi, belki saçlarını Beatnik'ler gibi uzatabilir ve kıyafetini onlarınki ile değiştirebilirdi. Çünkü bir zamanlar, tasavvuftan fersahlarca uzakta, ne çapkınca, ne “seksüel” şiirler de yazan şairdi. (…..)

Ziya Gökalp’tan aldığımız şevk ile, Meşrutiyetten sonraki Türkçülük cereyanı ve millî edebiyat etkisi altında; beş arkadaş, aruzdan heceye geçişimizden evvel Enis Behiç, aylık (Şehbal) mecmuasında ne Divan ne Tanzimat ne Edebiyat-ı Cedide şairlerinin aklına gelen garip bir iş yapmağa kakmıştı.

Musikimizdeki –şimdi de var mı, bilmiyorum!-  dümtek usulü ile aruzda yeni vezinler ve ahenkler icad etmek sevdasında idi. Hatta böyle bir takım acaip ahenkli şiirler de yayınlamıştı o mecmuada. Fakat sonunda bu yolun çıkmaz olduğunu anlayarak vazgeçmişti. İşte bundan sonra (Yeni Mecmua) da birleşmelerimiz başladı, bir taraftan da (Türk Yurdu) mecmuasında. İçine atıldığımız bu millî edebi­yat cereyanından, Enis Behiç, bilhassa (Gemiciler) ve (Uğurlu baskın) şiirleri ile sevilerek ün aldı:

 

Yine doldu gemimizin arması,

Bizim gemi martı gibi pek oynak,

Ne hoş olur şimdi yelken açarsak

Ufukları dumanların sarması.

 

mısraları ile başlayan (Gemiciler) şiiri gerçekten yepyeni bir millî ses ve konu getirmişti edebiyatımıza. Barbarosların ruhu bu şiirde de, (Uğurlu baskın) da da yankılanıyor, pala bıyıklı levendlerin kadırga­ları ile Akdeniz sularında dalgaları yararak düşman kadırgalarına saldırışları, küpeştelerine rampa edip Allah Allah sesleri ve çılgın naralarla düşmana pala sallayışları, mısra mısra gözlerde tablo ve kulaklar­da ahenk. (…)

                                                                (Edebiyatçılar Geçiyor, 1967)

Yazar: HALİT FAHRİ OZANSOY
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör