Kadir Mısıroğlu

Gazeteci, Tarihçi, Yazar, Şair

Doğum
Ölüm
06 Mayıs, 2019
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Gazeteci-yazar, tarihçi, şair (D. 1933, Akçaabat / Trabzon – Ö. 6 Mayıs 2019, İstanbul). Okula başlamadan önce Kur’an dersleri aldı. İlköğrenimini Akçaabat Merkez İlkokulunda tamamladı. Akçaabat Ortaokuluna kaydolduğu yıl (1947) Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisiyle tanışması hayatının önemli bir kavşağı oldu. Bu okulun ikinci sınıfında Mustafa Kemal (Atatürk) hakkında arkadaşlarıyla tartışınca bir süre okuldan uzaklaştırıldı. Trabzon Lisesi ve Trabzon Öğretmen Okulunda bazı milliyetçi arkadaşlar edindi. Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçti dergilerinden haberdar oldu.

Bu dönemde dört milliyetçi kuruluşun birleşmesiyle oluşan Türk Milliyetçiler Derneğinin Akçaabat Şubesini kuranlar arasında yer aldı ve dernek 1953 yılında DP hükümetince kapatılıncaya kadar başkanlığını yaptı. 1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazandı. 1954 Ekimi’nde Erzurum’a gidip eksik dersinin sınavını Erzurum Lisesinde vererek lise mezunu olabildi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydını yaptırarak İstanbul’a yerleşti. Üniversite öğrenciliği sırasında, aralarında Vefa, Seyhan, Karadeniz ve Yıldız yurtlarının bulunduğu yedi öğrenci yurdu açıp çalıştırdı. Bu faaliyetleri hakkında Ahmed Emin Yalman, Vatan gazetesinde aleyhinde bir yazı yayımladı. 

1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendi. Sırasıyla Abdullah Sünûsi (1963) Fâtıma Mehlika (1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğu oldu. Fakülte yıllarından itibâren yayıncılık yapmayı ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe yöneldi. Yayın dünyasına 1948 yılında, Yeni Polathane gazetesinde çıkan bir şiiriyle girdi. Fakülte yıllarında İlhan Darendelioğlu’nun çıkarmakta olduğu Toprak dergisine de Mehmed Meriçgiller müstearı ile birkaç yazı yazdı. Basılı ilk kitabı Lozan Zafer mi, Hezimet mi? adlı araştırmasının çıktığı 1964 yılında Sebil Yayınevini kurdu ve bu eseri yayınevinin ilk kitabı oldu. Kitabın 1970 yılındaki genişletilmiş ikinci baskısı  5816 sayılı “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”na aykırı bulunarak toplattırıldı. Bu kitap nedeniyle hakkında açılan dâvâ 1974 affı ile düştü.

1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliğinin İstanbul’daki genel merkezinde verdiği “Harf İnkılâbı” konulu konferansı nedeniyle hakkında Eskişehir Sıkıyönetim Mahkemesince yedi yıl hapis, beş yıl amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verildi. Aldığı cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevinde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi ve Bakırköy Akıl Hastanesi, Cerrahpaşa Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Adlî Servis aşamaları ardından 1974 yılı Mayısında çıkarılan genel afla sona erdi. Ancak bu ilk tutukluluğu değildir. 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra Aziz Nesin’le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem kavgasıyla başlayan gelişmelerden sonra Çekirge Kaplıcalarından alınıp İstanbul’a getirilmiş, İstanbul Harbiye binâsındaki hücrelerden birine hapsedilmişti.

1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergideki yazılarından dolayı kısa bir süre sonra hakkında Atatürk’le ilgili kanun ve 163. madde kapsamında çok sayıda dâvâ açılması üzerine yeniden hapse girmemek ümidiyle 1977 genel seçimlerinde MSP’den Trabzon milletvekili adayı oldu. Listede ikinci sıraya konulması sebebiyle kazanamadı. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senatörlüğü için aday oldum. Yine ikinci sırada olduğu için kazanamadı. 1978 yılında MSP Genel İdare Kurulu üyesi seçildi. Bu üyeliği döneminde 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün GİK üyeleri hakkında tutuklama kararı verildi. Bunun üzerine hakkında daha evvel açılmış olan dâvâların, MSP dâvâsıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarının önerisiyle yurtdışına çıktı, Almanya’da oturma hakkı olduğundan Frankfurt’a yerleşti. Almanların eşi ve çocuklarına oturma izni vermemesi üzerine bir süre İngiltere’de yaşamaya başladı. Ekonomik imkânlarının yetersizliği nedeniyle zor bir dönem yaşarken, 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye davet olundu. Yurda dönmeyince Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı. İngiltere’den siyâsî ilticâ hakkı istedi. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete’yi göstermesi kâfî geldi. Londra’da oturmaktayken geçimini sağlayacak bir iş kuramadığından bir buçuk yıl sonra iş ve geçim zorunluluğu nedeniyle tekrar Almanya’ya döndü. 1991 yılında 163. madde TCK’dan çıkarılınca Türkiye’ye döndü. 1992’de yurda dönerek yazı ve yayın çalışmalarını sürdürdü. Yakın dönem tarihine ilişkin gayrı resmi tarih tezleri ve çeşitli incelemeleriyle tanınmıştır.

 

Vefatı:

 

Kadir Mısıroğlu,  çoklu organ yetmezliği nedeniyle, 6 Mayıs 2019 günü İstanbul’da vefat etti.

Mısıroğlu için ikindi vakti Büyük Çamlıca Camisi'nde düzenlenen cenaze törenine, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Hayati Yazıcı ve Nurettin Canikli, AK Parti Grup Başkanvekili Mehmet Muş, AK Parti Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi Erol Kaya, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman, İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkan Vekili Bilal Erdoğan, AK Parti İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı Onursal Başkanı Osman Nuri Topbaş, TBMM 20. Dönem Rize Milletvekili Şevki Yılmaz ile sevenleri katıldı.

Mısıroğlu'nun oğlu Abdullah Sünusi Mısıroğlu ile aile üyeleri, burada taziyeleri kabul etti.

Kadir Mısıroğlu'nun cenazesi, kılınan cenaze namazının ardından Üsküdar'daki Nasuh Mehmet Efendi Camisi haziresine defnedildi. Bu arada, Büyük Çamlıca Camisi'nin iç ve dış avlusu tamamen doldu. Cenazeye katılan bazı vatandaşlar teşrik tekbiri getirdi.

Bazı vatandaşların Türk bayrağıyla Osmanlı bayrağı ve Osmanlı devlet armasının yer aldığı flamalar açtığı görüldü.

 

ESERLERİ:

 

Düşünce-Araştırma-İnceleme: Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C.I (1965), Macar İhtilâli (1966), Yunan Mezâlimi (1966), Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi (1967), Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler (1967), Moskof Mezâlimi C. I (1970), Moskof Mezâlimi C. II (1970), Musul Mes’elesi (1972), Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C. II (1974), Osmanoğulları’nın Dramı (1974), Lozan Zafer mi Hezimet mi? C. III (1977), İslâmcı Gençliğin El Kitabı (1981), Geçmişi ve Geleceği ile Hilâfet (1993), Bin Uydurma Kelimeyi Boykot (1993), İslâm Yazısına Dâir (1993), Âşıklar Ölmez!..  (1994), Filistin Dramı’nın Düşündürdükleri (2004), Hayat Felsefesi Yahud Yaşamak Sanatı (2005).

Hâtırât-Biyografi: Ali Şükrü Bey (1978), Hicret (1990), Geçmiş Günü Elerken C. I (1993), Üstad Necip Fâzıl’a Dâir (1993), Geçmiş Günü Elerken C. II (1995), Üç Hilâfetçi Şahsiyet (1995), Gurbet İçinde Gurbet (2004), Bir Mazlûm Padişah:Sultan Vahideddin (2005), Bir Mazlûm Padişah:Sultan Abdülaziz (2006).

Tarihî Roman: Kanlı Düğün (1972), Uzunca Sevindik (1973), Kırık Kılıç (1973), Kavuklu İhtilâlci (2005), Düzmece Mustafa (2005), Cem Sultan (2006), Zağanos Paşa (2006).

Fıkra: İthaflı Fıkralar (2005).

Şiir: Cemre (1992).

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007) – Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013),  TDE Ansiklopedisi (c. 6, 1986), TBE Ansiklopedisi (2001), Tarihçi Mısıroğlu, son yolculuğuna uğurlandı (hürriyet.com.tr, 06.05.2019).

 

 

KANLI DÜĞÜN'den

Selçuklu Devleti'nin Başşehri Konya'daki Hükümdarlık Sarayında büyük bir ziyafet veriliyordu. Şehrin bütün ileri gelenleri çağrılmıştı. Fakat bu, ziyafetten daha ziyâde dinî bir toplantıya benziyordu. Çünkü bu toplantıya ülkenin hemen her tarafındaki din adamlariyle bütün güzel sesli hafızlar çağrılmıştı. Gerçekten bunlar daha önce gönderilmiş habercilerle getirtilmiş ve o gün sarayda hazır edilmişlerdi. Son Selçuklu Hükümdarı, hocalardan birini “Reisülulemâ” yani âlimlerin reisi ilân etmek istiyordu. Fakat bu makama kimin getirileceğini henüz bilen yoktu. Gerçi Padişah kararını vermiş ve bu makama seçeceği kimseyi çoktan tesbit etmiş bulunuyordu. Fakat bunu son dakikaya kadar gizli tutmuştu. Çünkü âlimlerin reisi   ilân etmek istediği Molla Üzeyir Efendi'nin halk tarafından pek de sevilmediğini gayet iyi biliyordu. Hem bilgi ve hem de ahlâk bakımından son derecede kıymetsiz bir kimse olan bu hoca efendi, sırf dalkavukluğu sayesinde ne yapıp yapıp Padişahın gözüne girmeyi becerebilmişti.

İlk Selçuklu Padişahları, kendilerini icabında acı acı tenkid etmekten bile çekinmeyen tok sözlü gerçek din adamlarına daima büyük bir hürmet gösterir ve en yüksek mevki ve vazifeleri dalkavuklara değil de onlara verirlerdi. Bu sayade de büyük hatalara düşmez ve ülkelerini gayet iyi idare ederlerdi. Fakat bu durum zamanla çok değişmiş ve bu yüzden gitgide zayıflayarak artık yıkılmaya yüz tutmuş bulunuyordu.

Merasim kuşluk vakti başlamış ve ta öğlene kadar Kur'an-ı Kerim okunmuştu. Birbirleri arkasından birer ikişer sahife okuyan hafızların yanık sesleri muhteşem sarayın geniş salonlarında ürpertici yankılar meydana getiriyordu. Set set yapılmış havuzların birinden diğerine dökülen berrak suların tatlı şırıltısı ise bu mübarek Kur'an seslerinin müşterek bestesi, ruhlara derin bir sükûn veriyordu.

Misafirler, alçak sedirlere yayılmış kadife örtülü, yumuşak minderler üzerine bağdaş kurmuş oturuyorlardı. Yeşil, eflâtun ve nar çiçeği gibi en tatlı renkli kumaşlardan dikilmiş geniş cübbelerinin eteklerini dizleri üzerine toplamış, sarıklar kavuklar ve heybetli sakallarıyla sanki bir kat daha ağırlaşmış olan başlarını, olgun başaklar gibi hafifçe kalbleri üzerine eğmiş hem dinliyor ve hem de sakin sakin kehribar teşbihlerini çekiyorlardı. Arada bir hizmetçilerin dağıttıkları nar şerbetinin boş kupalarının, gümüş tepsiler üzerine bırakılmasından doğan hafif, madenî bir sesden başka hiç bir çıtırtı duyulmuyordu.

Kadınlar da başlarını temiz tülbentleriyle İyice Örtmüş, narin ellerine sedef teşbihlerini almış ve Harem Dairesinin Kur'an okunan salona en yakın odasında toplanmışlardı. Sükûnet ve ciddiyetle hafızların perde perde yükselen seslerine kapılmış adetâ sonsuz boşluklarda süzülen melekleri andırıyorlardı. Kur'an dinlenirken konuşulmayacağını çoktan öğrenmiş bulunan çocuklar ise, annelerinin kucaklarında büzülmüş oturuyor ve sanki nefes bile almıyorlardı.

Kur'an-ı Kerimin okunması tamamlanıp da duası yapıldığı zaman öğlen ezanı okunmuş bulunuyordu. Cemaatle edâ edilen namazı, davetliler arasında bulunan Mevlana Hazretleri kıldırmıştı. Padişah, imamlığı kabul ederek bu namazı kıldırması için ona oldukça ısrar etmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu suretle o-nun gönlünü almak' istiyordu.- Çünkü, O dururken hiç de lâyık olmayan birini «Âlimlerin Reisi» ilân edeceği için kendisini gücendirmekten korkuyordu. Halbuki, Mevlânâ'nın hiç bir makamda gözü yoktu. Çoktanberi derîn bir sevgiyle bağlandığı Tebrizii Şemseddin'ie dâima beraber olmak ve sırf onunla manevî bir âleme dalmaktan başka hiç bir şeyden zevk almıyordu.

Namazdan sonra yere serilen temiz örtüler üzerinde hep birlikte yemek yenmişti. Daha sonra da çeşitli va’z ve konuşmalarla vakit bir hayli ilerlemişti. Nerede ise ikindi ezanı okunmak üzere idi. Padişah, artık asıl maksadını açıklamanın zamanı geldiğini düşünerek söze başladı. Önce, ülkesinin âlimlerini uzun uzun öğdü. Onlarla iftihar ettiğini söyledi. Sonra bunlar arasından seçeceği birini “Reisülulemâ” yani âlimlerin reisi olarak tayin etmeyi düşündüğünü belirtti. En sonunda da sözü Molla Üzeyir Efendi'ye getirerek onu methetmeye başladı.

Mevlâna Hazretleri, bu konuşmanın nereye varacağını tahmin etmekte gecikmemişti. Son derecede canı sıkıldı. Kıymetsiz bir kimsenin, böylesine seçkin bir topluluk önünde Padişah tarafından aşırı bir şekilde öğülmesinden rahatsız oldu. Çünkü herkes gibi o da çok iyi biliyordu ki; Molla Üzeyir Efendi'nin dalkavukluktan başka bir meziyeti ( !.) yoktu.

Padişahların dalkavuklara ehemmiyet vererek onları iş başına getirmeleri halinde devletlerinin uzun ömürlü olmayacağını düşünerek müteessir oldu.

Mevki ve memuriyetlerin ehil olmayanlara verilmesi İslâm nizamında yasak değil miydi!. Fakat ne vardı ki; O gün bu hatayı işleyen nihayet devletin başı olan Padişahtı. O bunları düşünürken, Padişah, hâlâ Molla Üzeyir Efendi'yi methetmeye devam ediyordu. Mevlâna Hazretleri, artık dinlemeye tahammül edemiyordu. Kararını vermişti. Derhal orayı terkedecekti. Öyle ya, yüce Peygamberimiz “Allah'ın en sevdiği hareket, bir kimseye, o bir padişah bile olsa, kendisinden korkmayarak haksızlığını bildirmektir!” demiyor muydu? !..(….)

                                                                        (Kanlı Düğün, 1972)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör