Siyasetbilimi doçenti, yazar, siyaset ve devlet adamı, 24.,
25., 26. ve 27. Dönem Ankara Milletvekili - 62.,
63. ve 64. Hükümet Başbakan Yardımcısı.
22 Eylül 1969, Üsküdar / İstanbul doğumlu. Babasının adı
Reşit, annesinin adı Fatma'dır. Çınardere İlkokulu, Anadolu Üniversitesi
İletişim Bilimleri Fakültesi Basın Yayın Bölümünü bitirdikten sonra aynı
bölümde yüksek lisans programını, ardından Marmara Üniversitesinde Siyaset
Bilimi doktora programını tamamladı (1997).
Yüksek lisans
tezi: “Gazete-TV Etkileşimi”.
Doktora tezi: “1950 Sonrası Türkiye’de Siyasal İslâmın Gelişimi”.
Yeni Zemin dergisi genel yayın koordinatörlüğü (1994-96),
Devlet Bakanlığı basın müşavirliği (1996), Pendik Belediyesi Eğitim Kültür ve
Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevlerinde bulundu. MODUS Stratejik Araştırmalar
Merkezi ve Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi ANAR’da genel koordinatör olarak
çalıştı. Devlet Bakanı Basın Müşavirliği, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkan Danışmanlığı ve Başbakan Başmüşavirliği görevlerinde bulundu. TOBB
Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi ile Bahçeşehir Üniversitesi Liderlik Okulunda
ders verdi.
Yazı Hayatı:
İlk yazısı 1987’de Milliyet gazetesinde çıkmıştı. Sonraki
yıllarda yazılarını Yeni Zemin (1993-94), Nehir, Bilgi ve Hikmet, Kitap dergileri ile Yeni Şafak (köşe yazarı) gazetesinde yayımladı.
Pendik Belediyesinin yayımladığı çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi.
1991’de Hürriyet Vakfının düzenlediği Genç Gazeteciler Yarışması’nda
Haber-Röportaj Ödülünü aldı. Çok sayıda ulusal ve uluslararası bilimsel toplantıda
tebliğ sundu, seminer ve konferanslar verdi.
Birçok kitabının yanında çeşitli dergi ve gazetelerde
yayınlanmış çok sayıda makalesi vardır.
Siyasi Hayatı:
Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, 12 Haziran 2011, 7 Haziran 2015, 1
Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 genel
seçimlerinde 24., 25., 26. ve 27. Dönem Ankara Milletvekili seçildi. 13 Haziran
2011 tarihinden itibaren 62., 63. (29 Ağustos 2014) ve 64. Hükümet (24 Kasım
2015) dönemlerinde Başbakan Yardımcısı oldu. 24 Mayıs 2016 tarihinde kurulan
65. Hükümette yer almadı. Ankara Milletvekili olarak çalışmalarını sürdürdü.
İngilizce bilen Akdoğan, evli ve 3 çocuk babasıdır.
KİTAPLARI:
Deneme-İnceleme:
Görsel İktidar (1994), Siyaset ve Kutsallık (1995), Siyasal İslâm / Refah Partisinin Anatomisi (2000), Hayatı ve Siyaseti Düşünmek (2000), AK Parti ve Muhafazakâr Demokrasi (2004), Kırk
Yıllık Düş-AB’nin Siyasal Geleceği ve Türkiye (2004),
İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın (2010), Tarihe Düşülen Notlar 2007 - 1 27 Nisan
Bildirisi ve Sürecin Perde Arkası (2014), Tarihe Düşülen Notlar 2007 - 2
Cumhurbaşkanlığı Seçim Sürecinde Yaşananlar (2014), Lider - Siyasi Liderlik ve
Erdoğan (2017), Asker Sivil İlişkileri ve
Kumpastan Darbeye FETÖ (2017).
Editörlükleri:
Türkiye ve Değişim, Türkiye ve
Demokratikleşme, Siyaset ve Toplum, Kentleşme ve Kentlileşme, Modern Durum ve
Dini Bilginin Evrimi, Siyasal Partiler ve Söylem Krizi, 21. Yüzyıla Girerken
İslâmî Oluşumlar.
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2007, 2009), TBMM Albümü 3. Cilt
1983-2010 (2010), Başbakan Davutoğlu yeni kabineyi açıkladı (haber7.com,
24.11.2015), Başbakan Ahmet Davutoğlu kabineyi açıkladı (haber7.com,
28.8.2015), TBMM Albümü 24. Yasama Dönemi (tbmm.gov.tr, erişim:
16.01.2016), AK Parti’nin 65. Hükümeti ve yeni kabinesi (haber7.com,
24.05.2016), Yalçın Akdoğan (akparti.org.tr, 25.05.2016), Yeni kabinede Yalçın
Akdoğan bombası! (egedesonsoz.com, 24 Mayıs 2016), Yalçın Akdoğan bombası!
(Hürriyet Haber, 24 Mayıs 2016), Zeynep Gürcanlı / Yalçın Akdoğan ‘kaybeden’
oldu (sozcu.cım, 24 Mayıs 2016), Dolmabahçe Ekibi Gitti! Bir Tek Efkan Ala
Kaldı (haberler.com, 25 Mayıs 2016), Akdoğan: Bu darbe başarılı olsaydı...
(haber7.com, 27.07.2016),
Gazetecilere konuşan AK Partili
vekil Yalçın Akdoğan, FETÖ'nün darbe girişimini yorumladı.
15 Temmuz darbe girişimi ve
FETÖ'nün durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulunan Akdoğan, "bu darbe
girişimi diğer darbelerden çok farklı. Bu girişim başarılı olsaydı gelecek
kuşaklarımızı da kaybederdik" dedi.
Yalçın Akdoğan şöyle konuştu:
Genel bir hikayeyle başlayalım. Bu
yapı 1970'lerden itibaren önce manevi bir hareket görünümünde ortaya çıkmış,
ama süre içerisinde bir cunta darbesiyle sonuçlanan bir süreç yaşıyoruz.
Böyle baktığımızda bu yapıyı, bu
örgütü analiz ettiğimiz de bunun zaman içerisinde güçlendiği, devletin farklı
kurumlarına sızdığı ve siyasi alanla temas ederek bir güç zehirlenmesi
yaşadığı, farklı evrelerden geçtiği gibi bir kanaat var. Ben bu kanaate sahip
değilim. Yani bu yapının farklı evreleri olduğu, ilk başlangıç noktasıyla bugün
gelinen nokta arasında bunun bir güç zehirlenmesi yaşadığı kanaatinde değilim.
Benim kanaatim, bu yapının başından itibaren, ilk günden itibaren bu amaca
matuf olarak kurgulandığı şeklindedir.
Yani birileri anahtar teslim bir
fabrika kurmuşlar ve istihbarat örgütü şeklinde ilk günden itibaren nasıl bir
istihbarat teşkilatı kuruluyorsa, diyelim MİT'in kuruluş yapısı, çalışma,
iletişim stratejileri neyse bunlara benzer bir yapı var ortada.
Bunlar bir gün cunta yapıp ülkeyi
esir almak için beslenmiş bir örgüt olduğunu düşünüyorum ben. Ve buna kamuflaj
olarak dini bir maske giydirilmiş. Ordunun içerisindeki insanlar böyle bir
motivasyonla hareket ediyor olabilirler. Dini bir takım motivasyonlarla hareket
eden insanlar da bunların içerisinde olabilir. Ama bu var olan sonucu
değiştirmiyor.
Bu güdümlü, kurgulanmış bir cunta
hareketi, bir istihbarat örgütü şeklinde kurgulanmış ve zaman içerisinde amaç
ve hedeflerinden sapmadan neticede düğmeye basıldığı anda harekete geçilecek
bir örgüt olarak konumlandırılmış. Benim kanaatim bur. Şimdi bunlar tabi
elbette 80'li yıllarda bir takım kurumlara sızdılar, 90'lı yıllarda etkili
oldular, 2000'li yıllarda AK Parti iktidarında etkinlik kazandılar. Ama böyle
baktığımızda 40 yıllık bir süreç içerisinde daha AK Parti yokken bu kurumlara
sızdıkları, güç sahibi olduklarını görüyoruz. AK Parti'ye karşı ilk girişim 7
Şubat. Yani MİT müsteşarını gözaltına almaya, tutuklamaya dönük girişim. Tabi
burada bunun öncesinde yaşanan bir takım şeyler. Diyelim böcek araması 2011'in
sonunda aralık son haftalarında yaşanan ve bunların deşifre edilmesine neden
olan hadiselerden bir tanesi bu böcek bulunması hadisesidir. Bunlar bir
şekilde.
BÖCEK OLAYI
2011 sonu diye hatırlıyorum,
2012'nin sonunda cumhurbaşkanı bunu açıkladı. Böceklerin konulması ve bulunması
hadisesi 2011 sonu diye hatırlıyorum. Neticede bu bir kendini ele veren
tabloydu. Bu MİT müsteşarının ifadeye çağırılması açıktan bir müdahaleydi. Neye
müdahaleydi. Neye müdahaleydi, bir çözüm sürecine müdahaleydi. İç siyaseti
tanzim etmek, hükümete politika dayatmaya dönük bir şeydi. İki dış siyasete
dönük bir şeydi. Yani o dönemde İsrail'le yaşananları hatırlarsanız bir
hükümete politika dikte eden bir bu. Aynı zamanda bunun sayın Cumhurbaşkanımız
o dönem başbakan olarak uzanacak bir darbe teşebbüsünün yani 17 Aralık'ta
gördüğümüz şeyin ilk adamıydı bu. Bu noktada baktığımızda bugün yaşadığımız
darbe son raunt da değildir. İlk raunt diye bakarsak 7 şubata kadar
götürebilir. Bunların bugüne kadar durmadılar bundan sonrada duracaklarını
düşünmüyorum.
Tabi ondan sonra önemli bir
kırılma noktası tabi MİT TIR'ları 2014 Ocak ayında oldu. 17 Aralık doğrudan
açıktan devirmeye dönük önemli bir hamleydi. Bütün bunlar içerisinde benim 2013
Aralık da yazdığım bu kumpasla ilgili yazdığım yazının çok önemli bir kırılma
noktası olduğunu düşünüyorum. Yani bir o zaman yazımın başlığı, "Ellerinde
nur mu var topuz mu" başlığıydı. Bu Bedüzzaman'ın sözü, yani bizim
elimizde nur var topuz yok anlamında. Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli
istihbaratına, milli bankasına kumpas kuranlar falan diye. Bu onların bütün
şeyini bozdu ve bana o dönem düşman olmalarının önemli sebeplerinden biri
buydu. Bütün oyun planları bozuldu. Yani gezi olaylarından sonra bu yedirmeyiz
çıkışı, 17 Aralık'tan sonra bu kumpas meselesi daha sonra bunlar haindir
zombidir gibi şeylerden sonra bunlar iyicene bize düşman oldular.
BU DARBE BAŞARILI OLSAYDI GELECEK KUŞAKLARIMIZI DA KAYBEDERDİK
Bu yaşanan darbeye gelirsek bu
klasik bir darbe olsaydı belki bizi asarlardı, cezaevine koyarlardı. Ama
Türkiye'de çocuklarımız, gelecek nesiller yine kendi hayatlarını yaşarlardı.
1980'de de benim babam muhtardı görevden alındı biz o iğdiş edilmiş o kültürün
içerisinde depolitizasyon süreci vardı ama yine okuduk ettik bir yerlere
geldik. Nispeten yine bir özgür alan vardı.
Bu darbe başarılı olsaydı sadece
bizim asmakla kalmazlardı gelecek kuşaklarda onları da kaybederdik. Esaret
rejimi kurulurdu tamamen uydu bir ülke ve içeride farklı olan hiç kimsenin
nefes alamayacağı bir yapı oluşurdu. Bu yüzden diğer darbeciler varolan
statükoyu korumak için darbe yapıyorlar. Bunlar bu devrimsel bir şey varolan
statükoyu korumak değil tamamen herşeyi yıkmak, hükümeti devirmek değil devleti
devirmek ve tamamen kendi hakimiyetlerini, esaret rejimi kurmak hesap bu. Bu
yüzden darbe girişimidir diye düşünüyorum. Bunların hesap edemediği şu, düşünün
Fetullah Gülen 40 yıl boyunca ilmik ilmik dokuyor bir sürü kuruma sızıyor,
adamlar yerleştiriyor çok güçlendiğini düşünüyorlar. Ama hesap edemedikleri,
yatırım yapmadıkları bir yer var o da halk. Bütün kurumlara sızmışsın ele
geçirmişsin çok büyük güç sahibi oldum diyorsun ama halkı hesaba katmamışsın.
Halk oyunu bozuyor çünkü bu eski Türkiye'nin dinamikleri ile şeyi
kurgulamışlar. Eski Türkiye'de neydi ordu da güçlü olursan her şeyi kontrol
edersin .
Eski Türkiye'nin dinamikleri ile
bir şey yapılmış fakat yeni Türkiye'de farklı dinamikler var artık. Bu
dinemikler varken halk varken, halk bu kadar, darbenin önüne ölümüne atlarken
artık kimse Türkiye'de tepeden inme bir yaklaşım dayatamaz, esaret altına
alamaz ve darbe marbe yapamaz. Teşebbüs eder ama onun altında kalır bu çok açık
bir gerçek. Burada tabi bu mücadelede yani biz farkında değil miydik. Biz
farkındaydık, en azından 2013 yılından beri sayın cumhurbaşkanımız bu konuyu
işliyor, biz işliyoruz anlatıyoruz. Hatta bu bir takıntı gibi anlatılmaya
başlandı. Yani siz artık takıntı yapmışsınız arkadaş aynı şeyleri konuşup
duruyorsunuz diyorlar. Şimdi ben dün bir hastane ziyareti yaptım, bir odaya
girdim vatandaşımız dedi ki, biraz önce eşimle senden bahsediyorduk bu Yalçın
Akdoğan'da haziran seçimlerinden önce yatıyordu kalkıyordu bu paralel paralel
deyip duruyordu. Bizde diyorduk ki ya arkadaş başka konu mu yok durup dururken
paraleli anlatıp duruyor diyorduk hanımla bahsediyorduk. Bak adam haklıymış
adam abartmıyormuş derken sen geldin üstüne. Şimdi bu bir takıntı gibi
algılandı. Şimdi bizim bu mücadelede bir takım zorluklarımız oldu. Birini
görevden alıyorsunuz hemen yargıdan dönüyor bütün kurumlar aynı şekilde
hassasiyetle bu mücadelenin içine girmiyor, bu mücadeleyi çok zorlaştırdı.
Düşünün KPSS'yle adam alıyorsunuz
bir düğmeyle 30 bin öğretmen ataması yapıyorsunuz. Kim bunlar bilmiyorsunuz.
Şimdi bu değiştirmek gerekiyordu. Bu konularda bir takım zorluklar yaşandı.
Şimdi arşiv taraması, sabıka kaydı var mı? Yok. Zaten sabıka kaydı olmayanlar
insanlar bu darbeyi yapan insanlar. Yani burada ciddi bir güvenlik tahkikatının
yapılması bundan sonraki personel rejimi ile ilgili, yani öyle düğmeye bastık
rast gele şunlar şunlar atandı değil, arşiv taramasıyla da değil. Güvenlik
tatikatıyla bu şekilde bu işlemin yapılması gerekiyor ne kadar çok adam
alırsanız alın kamuya.
Bu yüzden geçen yıllarda
yaşadığımız zorlukları ifade etmek için söylüyorum. Ve burada mücadelenin
herkes tarafından benimsenmesi önemli, kimsenin kendini kullandırılmaması
gerekli. Bu asalak bir yapı kendi vücudu yok, devletin vücudunu kullanarak,
devletin olanaklarını kullanarak devlete operasyon çekiyor. Devletin yetkisini
ve silahını aldığın zaman adam korkak ve ezik bir şeylere dönüşüyor. Burada
kimse kendi vücudunu bu zombilere kullandırtmamalı. Gelip o vücuda yerleşmemeli
o vücudun gücüyle millete ateş etmemeli. Bu noktada da sıkıntılar yaşandı.
Bunlar paralelci dediğimizde, nerden çıkarıyorsunuz paralelci olduğunu.
Terörist dediğimizde nerden
terörist elinde silah mı var. Şimdi nerden çıkarıyorsunuz delilli midir bu tür
şeyler mesela komutanlar diyor ki biz sorduk adli müşavire, personele bir şey
gelmediği. Gelmez zaten onlar paralelciydi. Bu noktada herkes bu mücadelenin
içerisinde olması lazım. Bunlar böyle iyi adamlar, şunu yapmazlar, bunu
yapmazlar gibi müsamaha çok büyük tehlikelere bizi sokar. Ve gördük bunu, bu
iyi çocuklar döneminin kapanması lazım. Emir komuta zinciri nedir, disiplin.
Ordunun en önemli özelliği disiplin, birileri isyan etmesi... Uçak kalkmış
halkı bombalıyor. Bu noktada hala birilerini ikna etmeye çalışmak abesle iştigaldir.
Yani buruda ikna edilecek bir durum yok. Burada temizlenmesi, tasfiye edilmesi
gereken bir terörist grup var. Bu yüzden artık kemsinin hiçbir kurumda ya
bunlar iyi çocuklar vesaire bu anlayışın tamamen ortadan kalkması lazım. Benim
kanaatim burada bu işi aslında herkes biliyordu ama kimse bunlarla mücadele
etmeyi göze alamadı. Çok büyük mesamette bir şey olduklarını gördükleri için,
bunlar temizlenemez, bunlarla mücadele edilemez gibi bir algı oluşmuş.
Ordu içinde mi geçerli bu?
Bütün kurumlar için geçerli bu. Bu
algı zaten baştan bir teslim olma sonucunu doğuran bir şey. Bunlar o kadar
güçlü ki o kadar büyük ki her tarafa sızmış ki yani biz bunlarla nasıl mücadele
edeceğiz. Bunların tamamen yıkılması gerekiyor. Ve bu mücadeleyi kurumlar kendi
yapamadı ama Tayyip Erdoğan kendi yapacak. Nasıl 17 Aralık darbe girişimini
ancak Tayyip Erdoğan gibi birisi savuşturabilirdi, başka kim olsa ertesi gün
karakola gidip teslim olurdu ezik bir şekilde. Ancak Tayyip Erdoğan bunu
bastırdı. Bu temizliği de ancak Tayyip Erdoğan yapabilirdi. Arkasında büyük bir
halk desteği olan bir kişi bunu göze alabilir ve bu süreçte bu temizliğin
yapılması gerekiyor.
Burada tabi terörist derken,
terörist; halkını bombalayan, kurşuna dizen insanlar. Bunlar nerden silahlı
örgüt hani bunların elinde silah mı var deniyordu işte bak var. Helikopter de
var uçak da var silah da var. devletin silahını gasp edip halkı öldürdüğün
zaman o silahın kimin olduğunun değil, senin silahlı bir terör örgütü olduğunu
gösteriyor. İster bu silahı satın almış ol ister gasp etmiş ol ister illegal
bir şekilde edinmiş ol. Senin elinde bir silah var halkı öldürüyorsun ve sen
silahlı bir terör örgütüsün.
Burada bu mantığın da sorgulanması
lazım, özellikle diyanet tarafından. Bu DEAŞ'ın mantığıdır, amaca ulaşmak için
her yol mubahtır, kendini hakikatin merkezine koyuyor ve herkes kurban
edilebilir. Bu daha önce Hizbullah olayında yaşanan travmanın bir benzeridir.
Baktığında İslami dini bir çok motif var, kendileri dini bir şey yaptıklarını
düşünüyorlar ama insanları öldürüyorlar, müslümanları katlediyorlar. Bu benzer
bir durumdur. Bu DEAŞ'ın aynı felsefesidir, bu anlayışla da aynı şekilde
mücadele edilmesi lazım.
Dini açıdan da bu sorgulamayı
gerektiren bir tablo bu. Onun dışında baktığımızda gezi olayları, Kobani, 17
Aralık bunlar bir travma meydana getirdi siyasette. Yani AK Parti çok önemli
açılımlar yaptı bütün toplum kesimlerine ama o açılım yaptığı toplum
kesimlerinin içeresinden birileri bir kalkışma içerisine girdiler bu da AK
Parti iktidarında farklı bir psikoloji oluşturdu, daha savunmacı kendini
korumaya çalışan bir refleks oluşturdu. Bu olayın ben tam tersi bir etki
yaptığını düşünüyorum.
Yine bir travma meydana geliyor
ama bütün toplum kesimlerini birbirine kenetleyen, bir araya getiren yani biri
içe dönük bir davranışa sebep olmuştu bunun da dışa dönük bir davranışa sebep
olduğunu düşünüyorum. Bunun da Türkiye'de uzlaşı kültürü açısından önemli
olduğunu düşünüyorum. Bütün bu içerideki dinamikleri konsülte etme açısından
önemli bir fırsat meydana getirmiştir. Tabi burada binlerce insan var, bu
insanların ahireti rehin almış bir örgüt. Örgütten ayrıldığı takdirde ahiretin
yok olacağını düşünen insanlar var. Bütün bunlara karşı da burada diyanete çok
önemli bir iş düştüğü kanaatindeyim. Görevden alınanlar, uzaklaştırılanlar
böyle baktığımızda bunların ailesi var çocuğu var vesaire bunları görünce
üzülen insanlar olabilir ama bu süreç kılı kırk yaran bir hassasiyetle, büyük
bir özenle yürütülüyor. Onlar daha önce kumpaslar kurarak insanlara zulmettiler.
Zulmettikleri için duvara tosladılar.
Biz bu süreçte zulmetmeden hukuk
içerisinde birçok insanı hassasiyeti gözeterek bu süreci yönetiyoruz. Bu
noktada bu ah vah edenlerin bunlar başarılı olsaydı ertesi gün belki binlerce
insanın öldürüleceği, asılacağı bir tablo oluşacağını da unutmamak lazım. Tabi
bunlar farklı cemaatler içine de sızmışlar. Bu temizlikler sırasında ya bu
adamın bu yapı içerisinde hiçbir işi yoktur gibi görülebilir, yanlışlık
yapıldıysa bunlar düzeltilebilir. Bunların farklı yapılar içerisine sızmış
adamların da temizlenmesi söz konusu olabilir bu yüzden daha serin kanlı,
objektif bir şekilde bu meseleye yaklaşması önem taşıyor diye düşünüyor. Ama
baktığımızda bu yapının birçok unsurunun deşifre olduğu örgütlenme şemasının,
yapısının, yöneticilerinin deşifre olduğunu biliyoruz.
Bundan sonra yapılması gerekenler
bunlarla amansız bir mücadele yürütmektir. Bu noktada diğer cemaatlerin
müsterih olmasında fayda var. Bugüne kadar AK Parti bütün kesimlerin özgür bir
ortamda güçlenmesi için elinden geleni yaptı onlar bu sürecin muhatabı
değildir. Burada ki bu hukuki sürecin muhatabı bu örgüt ve yandaşlarıdır.
Uyuyan hücreler sorusu
Benim de o zaman söylediğim
bunların özellikle emniyette istihbarat birimlerindeki operasyon kabiliyeti
kırıldı. İnsanları dinleme, fişleme, harekete geçirme devlet gücünü kullanarak
bu tür operasyon kabiliyetlerini kırdık ama bunu bahsettiğimizde emniyeti
istihbaratı bahsediyorduk. Ordunun içerisinde bunların gücünü zaten biliyorduk
ama bunu insanlara inandırma, ikna etme, gereğini yapma bunları tesviye etme
konusunda gerekenler yapılamadı, o ya da bu sebeple.
YAŞ'larda bir takım temizlikler
yapıldı vesaire ama gerekenler yapılmadı. Çünkü bu münferit temizlikle
olabilecek bir şey değil. Bütün yapının içerisinde bunlar artık yani yapının
omurgasını oluşturacak bir güce ulaşmışlar. Daha kökten bir temizlik gerekiyor.
Burada bizim söylediğimiz bunlar emir komuta zinciri içerisinde orduda güçlüler
ama emir komuta zinciri içerisinde böyle bir şey yapamazlar nitekim yapamadılar.
Bir cunta hareketi olarak ortaya çıktı. Ordunun geri kalan kısmı, emniyet
baktığınız da MİT vesaire bu şey püskürtülmüş oldu.
Temizlik yapılacak orduda ondan
sonra sivil otoritenin orduya hükmetmesi bakımından nasıl bir reform yöntemi
izlenmeli?
Demokratikleşmenin en önemli
ayağını asker sivil ilişkilerindeki normalleşme oluşturur. Asker sivil
ilişkileri normal seyrinde değilse o ülkede demokratikleşme falan olmaz. Bu
yüzden bu ilişkinin doğru tanımlanması ileri demokrasiye ulaşmak için şarttır.
En önemli parametrelerden bir tanesi bence demokratik sistemlerde budur. Bu
noktada birçok sıkıntılı süreçler yaşadık.
AK Parti kurulduğu günden itibaren
o statikonun birçok sıkıntısına, saldırısına maruz kaldık. İlk dönem hatırlayın
gizli gündem, takiye Türkiye oluyor. Bu psikolojik harekatın parçasıydı. Sonra
ikinci dalga geldi oda mahalle baskısı, otoriterleşme bilmem neydi. Ondan sonra
üçüncü dalga geldi Putinleşme tek adam diktatörlük vesaire. Bunların hepsi
farklı dönemlerde farklı vesayet odaklarının gündeme getirdiği şeylerdi.
İlk başta bu statükocu zinde
güçlerin bu propagandayı, psikilojik harekatı yürüttüğünü gördük işte 27 Nisan
bildirisi vesaire bir çok türbülans yaşandı. Ama neticede bir normalleşme
sürecine de girdik. Yani Nejdet Paşa'yla birlikte özellikle daha sakinleşti
MGK'nın durumu, YAŞ'ın durumu bir çok noktada önemli mesafeler katledildi. Ama
bu ilişkilerin normalleşmesi bütün bu yapının ordudan temizlenmesini sağlayacak
süreç en azından zaman olarak yeterli olmadı. Şimdi bundan sonraki süreçte
bunun gerçekleşmesi lazım.
Bundan sonraki süreçte bunun
gerçekleşmesi lazım. Burada demokratikleşme için bu ilişkinin normalleşmesi ne
kadar önemliyse Türkiye gibi böyle bir coğrafyada bulunan bir ülkede ordunun
güçlü olması da çok önemli. Bu siyasete, sivil iktidara güçlü olmasından
bahsetmiyoruz. Donamım olarak güçlü olmasından bahsediyoruz. Asli mecrasında
fonksiyonlarına sahip olması ve güç olmasından bahsediyoruz. Bakın Türkiye son
dönemde bölgede çok öne çıktı.
Ahlaki duruşuyla Arap Baharı sonrasında
yaşananlar Suriye, Mısır darbesine karşı çıkmasıyla. Softpower önemli ama
softpowerla ayakta kalamıyorsun. Birde askeri gücün gerekiyor. Suriye'de Irak'taki
çalkantı, Rusya'yla yaşanan kriz. Bütün bunlara baktığınız zaman güçlü bir
orduya sahip olmanız gerekliliği de ortada. Burada bu ilişkilerin
normalleşmesi, asli zeminine oturması önemli olduğu kadar ordunun yıpranmaması,
tamamen etkisizleştirilmemesi, güçlü kalabilmesi de önem taşıyor. Ordu da kendi
içinde bir takım travmalar atlattı.
Uludere de bir travma oluşturdu
onun ötesinde Balyoz, Ergenekon bir travma oluşturdu. Bu tramvalar ordunun
paralelle mücadele etmesini zorlaştıran bir faktör oldu. Çünkü yeni
travmalardan çıkmış bir orduyu yönetmek durumunda olan bir komutan yeni bir
türbülans, yeni bir sıkıntı yeni bir çalkantıyı göze alması çok kolay değildi.
Kendi açılarından baktığımızda onlarında böyle bir savunma noktaları var. Bu
yüzden çok kolay olmadı. Şimdi bunların içerisinden geçip baktığımızda bu
yapının temizlenmesi önemli. Ordunun geleceği açısından da ülkenin bekaası
açısından da önemli. Onun sıhhatli bir şekilde yapılandırılması yeniden
kurgulanması da önem taşıyor.
İstihbarat açısından da bir
değerlendirme yapar mısınız? İstihbaratın güçlendirilmesi ve yeniden
yapılandırılması da tamamlayıcı bir değerlendirme?
Burada neticede bu yapı devleti
ele geçireyim derken en önemli saldırdığı noktalardan bir tanesi de İstihbarat.
Zaten emniyet istihbaratı önemli ölçüde ele geçirmişlerdi. Geriye MİT
kalıyordu. MİT'e dönük hamleler yaptılar. 7 Şubat bunlardan bir tanesiydi. Oslo
ve KCK içindeki MİT elemanlarını bir şekilde deşifre ederek sanki örgütü
destekliyormuş gibi bir durum oluşturmaya çalışmaları MİT'İ ele geçirme
operasyonunun bir parçasıydı. Ve bu süreçlerde parantez içinde onu da söyleyelim
bunlar PKK'ya destek olurlar mı çok açık bir şekilde oldular. İstihbarat
elemanlarını deşifre ettiler, onların öldürülmesine, şehit edilmesine destek
oldular. Açıkça bilgi paylaştılar, belki Türkiye'de yaşanan birçok terör
saldırısının arkasında bunların lojistik desteğinin olduğu da söylenebilir. PKK
ile işbirliği içerisine bu yapı girdi.
Bunlar özellikle ilk çözüm
sürecinin ilk etaplarında bölgede güçlenebilmek için bu yapıyı kendilerine
rakip görüyorlardı ve tavsiye etmeye, temizlemeye çalışıyorlardı. O
süreçlerdeki birçok yaptıkları operasyon bu süreçlerin bir parçasıydı. Ama
sonradan işler tersine dönünde onlarla ciddi bir işbirliği içerisine AK
Parti'ye karşı ciddi bir işbirliği içerisine girmeye başladılar. Hem
HDP'lilerle hem PKK'lılarla Kandil'de ciddi bir temas içerisine girmeye
çalıştılar. Bölgede birbirlerini desteklediler. Bu darbe başarılı olsaydı
onların ben örgütle daha fazla örgütünde çıkarına olacak şekilde işbirliği
içerisine gireceklerini düşünüyorum. Yani bu noktada bu kurumları ele geçirmeye
çalıştılar ama ele geçiremediler. Bunların bu hamleleri yapmasında bu cuntayı
göze almalarında önemli bir etkendi. MİT'in bunların birçok iletişimini deşifre
etmiş olması, on binlerce kişiyi tespit etmiş olması.
Bu olay özelinde baktığımızda?
İşte ben olayın da bir tetikleyen
şeylerden bir tanesinin MİT'in son dönemde bunları ciddi bir kırk bin civarında
kişiyi deşifre etmelerinin bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu yargıdaki
atamalar o hafta yapılacaktı, YAŞ önemli bir etken bu hazırlanan iddianamenin
bunları deşifre etmesi önemli bir etken. Tüm bunlar bu şeyi tetiklediği
kanaatindeyim ben. Burada istihbarat noktasında ki mesele elbette darbe
girişimine binlerce kişi katılıyor bir planlama var bunların tespit edilmesi
istihbarat açısından bir gereklilik. Bunu istihbarat kurumları bu çalışmayı
yapabilecek yetkiye, donanıma sahip değilse bunların da yapılması lazım bundan
sonrasına yönelik olarak.
Ama baktığımızda bu darbe nasıl
başarıya ulaşamadı, nasıl tersine döndürüldü; bir şekilde MİT'in çomak sokmasıyla
oyun bozulmuş oldu. Onu da göz ardı etmemek lazım. Eleştirecek birçok husus
var. Bundan sonra istihbarat örgütlerinin bu tür darbeci hareketlenmeleri
tespit etmesine dönük mevzuatı da gözeden geçirmek gerekir. Ama neticede
başarısız olan bir darbe girişimi varsa burada bir şekilde MİT'in o günki
birtakım faaliyetlerinin etkili olduğunu da unutmamak lazım.
Ben bunun bir dış bir oyunun
parçası olduğu konusunda hiçbir şüphem yok. Bugün darbe başarısız olmasına
rağmen verilen tepkilere baktığımızda bunu görüyoruz. Bunun şartları dışarıda
olgunlaştırıldı. Kamuoyu algısı açısından dış kamuoyu algısı açısından
olgunlaştırıldı. Birçok yazılar yazıldı, açık bir Tayyip Erdoğan, AK Parti
düşmanlığı yapıldı. Türkiye'ye dönük çok ciddi bir dezenformasyon çalışması
yürütüldü ve bunun şartları olgunlaştırıldı. Tayyip Erdoğan bir şekilde
devrilirse alkış tutacak bir kitle oluşturuldu. Böyle bir psikoloji
oluşturuldu. Bunu maruz gösterecek bir ortam oluşturuldu. Bu da dış ayağının
olduğunu gösteriyor.
Mısır'daki darbe dış destek
olmadan mı oldu? Ukrayna'da ki olaylar, orada ki kalkışma birçok ülkede
parantez içinde Makedonya. Aynı şeyler yaşandı, ses kayıtları çıktı. Sokak
gösterileri, bir sürü olaylar, kalkışmalar, dinlemeler, tapeler... Hükümet
devrildi Avrupa Birliği geldi dedi ki, hükümet şu güne kadar istifa edecek şu
başbakan olacak şu gün seçime gideceksiniz adamların önüne yol haritası
koydular. Adamlar teslim oldular. bir tane kendi kontrollerinde savcı
getirdiler Türkiye'de bunların hepsini denediler. Ses kayıtları, tapeler,
şantajlar, sokak kalkışmaları işte yargı darbesi bilmemesi en sonunda fiili bir
darbe. Farklı ülkelerde bu yöntemleri deneyerek başarılı oldular. Türkiye'de
hepsini denediler hiçbiri tutmadı. Bu yüzden baktığımızda elde bir senaryo var
ve bu küresel güçlerin beslediği, düğmeye bastığında harekete geçirecek orada
bir mekanizma var ona basıyorlar ve bu oyun devreye konuyor ve bu şekilde
birçok ülkede yönetim devrilir. Bu yüzden dış bağlantılı olduğundan hiçbir
şüphem yok.
İçeride siyaset den alınan destek meselesi siyasi iç bağlantılar
bağlamında?
Bunları spekülasyon olur tabi.
Ortada bir belge olmadan ya da ifadelerden bir şey çıkmadan itiraflardan bunlar
spekülasyon olur. Birilerini zan altında bırakmak doğru değil.
KAYNAK: Akdoğan: Bu darbe başarılı
olsaydı... (baber7.com, 27.07.2016).