Şair ve yazar (D. 12 Ocak 1945, Bakırköy / İstanbul – Ö. 18 Kasım 2013, İstanbul). İlköğrenimini İstanbul’da, ortaokulu
Diyarbakır’da (1956) bitirdi. Haydarpaşa
Lisesinde başladığı lise öğrenimini Kabataş Lisesinde sürdürüp Pendik Lisesinde
tamamladı. 1977’de Havass (1977), 1984’te Süreç yayınevlerini kurdu ve 1992’ye
kadar Süreç dergisini yönetti. Daha sonra Zürih’te Modus Vivendi
Yayınevi ve Sanat Galerisini yönetmeye başladı. Yurda dönüşünde Günaydın
gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Son yıllarda konuk edildiği televizyon
programlarında batı devletlerinin Türkiye üzerindeki senaryoları üzerinde
durdu.
Aytunç Altındal, 18 Kasım 2013 günü İstanbul’da vefat etti. Cenazesi,
Şakirin Camisi'nde öğle vakti kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet
Mezarlığı'nda tekbirler getirilerek toprağa verildi. Üsküdar Şakirin Camisi'nde
düzenlenen törende taziyeleri, Aytunç Altındal'ın kızları Yonca Bayrak ve Emine
Altındal, damadı Arif Bayrak ve ağabeyi Mehmet Serendi Altındal kabul etti. Cenaze
törenine eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz, TBMM Başkanvekili ve MHP İstanbul
Milletvekili Meral Akşener, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
Eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın ve Altındal'ın yakınları ile sevenleri katıldı.
Cenaze namazı öncesi gazetecilere açıklamalarda bulunan Topbaş, çok
değerli bir yazarı kaybettiklerini belirterek, Altındal'ın sevenlerine ve
ailesine sabır diledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın adına da törene
katıldığını dile getiren Topbaş, Altındal'ın farklı bir yazar olduğunu,
bilineni değil bilinmeyeni, görüleni değil görülmeyeni araştırarak yazdığını,
"komplo teorisyeni" olarak bilindiğini söyledi. Topbaş, Altındal'ın
ne söyleyeceğinin merak edildiğini, söylediklerinin dinlendiğini, tarzının çok
farklı olduğunu anlattı. Cenaze törenine katılan yazarlardan Abdurrahman
Dilipak, Altındal'ın tarihin yaşayan tanıklarından biri olduğunu, 1960'tan
sonra Türkiye gündeminde sürekli fikir ürettiğini, tartışmalara yol açtığını,
perdelerin gerisindeki, halkın gözü önünde olmayan olayları araştırdığını
söyledi.
Şiir,
deneme ve incelemeleri 1964’ten başlayarak Haber, Akşam, Cumhuriyet, Yeni
Halkçı, Ulus, Yenigün gibi gazetelerle Sanat Edebiyat, Varlık, Süreç,
Bilim-Sanat ve bazı sosyalist çizgilerdeki dergilerde yer aldı. Yedi kitabı
yasaklandı. Fransa ve İsviçre’deki bazı yayın organlarında yazıları, Amerika ve
İzlanda’da bazı şiirleri yayımlandı.
ESERLERİ:
Şiir: Partizan (1975), Dinmeyen (1978), Anılan (1982), İhanet Şiirleri (1984), Otellerde (1986).
Deneme-İnceleme: Türkiye’de Kadın (1975), Haşhaş ve Emperyalizm (1979), Siyasal Kültür ve Yöntem (1982), Niçin Eşit İşe Eşit Ücret Değil (1984), Laiklik (1986), Gül ve Haç Kardeşliği (2003).
KAYNAKÇA:
Aytunç Altındal: ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU ABD AJANIYDI
Röportaj: Arda Uskan / Takvim
Araştırmacı yazar Aytunç
Altındal’dan müthiş iddia: Araştırmacı yazar Aytunç Altındal’dan müthiş iddia:
1942’de başbakan olan Saracoğlu, ABD ajanıydı. Kod adı Harem’di...
Araştırmacı yazar Aytunç
Altındal’dan müthiş iddia: 1942’de başbakan olan Saracoğlu, ABD ajanıydı. Kod
adı Harem’di...
* Türkiye 2. Dünya Savaşı’na
girmekte kararsızdı. Ortalık ajan kaynıyordu.
* Bir de spor kulübü kisvesiyle
Yahudiler’i Filistin’e taşıyan gizli teşkilat vardı.
* Bugünkü Hapoel Haifa, o gün
Hapoel İstanbul’du. Hollanda’nın ünlü Ajax kulübü de bu amaçla İstanbul’da
kuruldu.
* Beşiktaş, Anadolu’ya silah
kaçırıyordu. Babam da, bu teşkilatın içindeydi. Siyah-beyazlılar, bu nedenle
Kuvay-ı Milliye’nin takımıdır.
* Galatasaray'ı Masonlar,
Fenerbahçe’yi ise Rum kopiller kurdu.
* ABD’li ünlü casus Allen Dulles,
İstanbul’a gelerek istihbarat ağı oluşturdu.
* Türkiye’ye ‘Yellow’ yani ‘Sarı’
kod ismini verdi. Yazışmalarda “Harem’den alınan bilgiye göre” ibaresi vardı.
* Bütün belge ve bilgiler, sadece
onun üzerinden Amerika’ya gidiyordu...
* Harem kod adlı ünlü Türk
yönetici, Başbakan Şükrü Saracoğlu’ydu...
Şükrü Saracoğlu, ünlü Time
dergisinin 12 Temmuz 1943’te yayınlanan sayısına kapak olmuştu.
KOD ADI: HAREM
II. Dünya Harbi sırasında
İstanbul'da casuslar savaşı yaşanıyordu. Devrin Başbakanı Amerikalılar'a
casusluk yapıyordu. Bunu bir tek Cumhurbaşkanı İnönü biliyordu.
BAŞLARKEN
İstanbul... Dünyanın en görkemli
ama aynı zamanda en esrarengiz kentlerinden biri. Bu yazı dizimizde,
yazar-araştırmacı Aytunç Altındal ile birlikte, binlerce yıllık sırları içinde
barındıran bu yaşlı kentin, geçmişten bugüne kıskançlıkla kendisine sakladığı
sırlarını gün ışığına çıkartacağız. Daha doğrusu bu gizemli yolculukta Altındal
bize rehber olacak, biz de sizler için Bizans döneminden bu yana kimi zaman
efsanelerin, kimi zaman üzeri hiç açılmamış gerçeklerin izini süreceğiz.
Mesela; 'nın üzerindeki manyetik
alanlardan, kentin altından akan gizli bir nehrin karanlık sularına birlikte
gireceğiz. Çemberlitaş'ın altını kaldırıp bakacağız, gerçekten İsa'nın haçı ve
kutsal kase orada mı gizli? Uzaydan gelen kozmik taşlarla insanların kaderlerini
değiştiren Elmas Hanım'ın, Samatya'daki şimdi artık yıkılıp gitmiş ahşap evini
birlikte ziyaret edeceğiz. İstanbul mezarlıklarında yetişen Mandrake adlı bitki
ile yapılan ölümcül kara büyülerin izini süreceğiz. Mısır'dan kaçırılıp,
Fransa'daki mumya yiyicilerine götürülen 2 bin yıllık bir mumyanın,
İstanbul'daki garip öyküsünü öğreneceğiz... Ve tabii dünyanın en gizli
örgütlerinden Gül ve Haç'ın İstanbul'daki gizemlerini de... Kısaca, geçmişten
bugüne kurulan bu sırlar köprüsünde heyecanlı günler bizi bekliyor. Bu arada
küçük bir notumuz var okura; Bu söyleşi, dostlukları çok eskilere dayanan iki
arkadaşın sohbeti aynı zamanda. Bu yüzden 'samimiyetine dokunmadan'
yayınlıyoruz.
Yazı dizimizin ilk iki gününü,
Şehri İstanbul'un casusluk öykülerine ayırdık. Öykü dediğimize bakmayın, Aytunç
Altındal, Türkiye'de ilk kez TAKVİM'de yayınlanacak bomba gibi bir gerçeği
açıklıyor! (A.U)
ARDA USKAN- Sevgili Aytunç, bütün dünyanın bildiği gibi İstanbul
gerçekten yüzyılları kapsayan gizemleri içeriyor. İstersen biz önce en somut
olanından, İstanbul'da yaşanmış casuslar savaşından başlayalım. Yanılmıyorsam
bu topraklar hala bu savaşlara tanıklık ediyor.
AYTUNÇ ALTINDAL- Evet, Türkler'in Anadolu'da ilk örgütlenmeye
başladıkları günlerden beri varlar... Soğuk savaş yıllarında ise Türkiye'den en
az 10 bin casus ve ajan gelmiş geçmiş...
Peki bilinen ilk casuslar kimler?
Bunlar özellikle Fransız ve
Cenevizli casuslar... Anadolu'yu baştan aşağı dolaşmış bu adamlar. Belgeleri
ise ilk kez 2005 yılında Fransa'da yayınlandı. Bilinen ilk casus Fransız
Şövalye tarikatları adına çalışan Jean le Jaune diye biri. Sarı Jan diye anılan
bir casus bu. Düşün, yıl 1332...
O zaman Anadolu ne durumda?
O zaman Anadolu 'Natolia' diye
anılıyor. Henüz Anatolia bile değil. Natolia taşra demek. Bizans'ın taşrası...
Bizanslılar, Türkler, Selçuklular birlikte yaşıyorlar. Bu Sarı Jan Anadolu'ya
geldiği zaman Kuran okuyabilecek kadar iyi Arapça biliyor. Türkçe konuşup, Türk
kıyafetleri giyiyor. Kimse yabancı olduğunu anlayamıyor. Böylesine iyi yetirilmişler
yani.
Yani bizim bu 'yol geçen hanı' durumumuz çok eskilere dayanıyor.
Öyle... Anadolu topraklarında
bunlar her zaman faaliyette bulunmuşlar. İlginç olan gelenlerin hepsinin yüksek
eğitimden geçmiş olması ve Müslümanlar'dan ayırt edilememesi. O zamanki
şartları düşünsene...
Peki daha sonra...
Önce sırada I. Dünya Savaşı dönemi
var. İstanbul ve çevresinde çok önemli casusluk faaliyetleri oluyor.
Gelenlerden en ünlüsü Sidney Reily diye bir adam. Yahudi asıllı, inanılmaz
maceraperest biri. O günkü standartlara göre gelmiş geçmiş en büyük ajan bu.
Hatta Ian Fleming'in, James Bond'u yaratırken bu ajandan ilham alarak yazdığı
söylenir. Sidney Reily ayrıca, meşhur Yavuz zırhlısı olayını yönlendirmek için
özel çalışmalar yapmış biri.
Yavuz ve Midilli zırhlılarını, I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar bize
vermişler galiba...
Evet ama bir şartları var. Bu
zırhlılar ile Karadeniz'e çıkıp Rus donanmasını bombalayacağız! Enver Paşa'nın
emriyle bu iki gemi Karadeniz'e açılacak ama içinde Almanlar var, bombalayacak
olan onlar. Sonra malum, onlar Ruslar'ı bombaladılar ve dolayısıyla savaşa biz
de girmiş olduk.
Bizim James Bond Sidney'in rolü ne?
Adam İngiltere'nin bu işler için
gönderdiği ajan! İngilizler anlaşmanın yapılmasını istemiyor. Reily kendini
İstanbul'da Rum asıllı tüccar Nico olarak tanıtıyor. İsmini hep değiştiriyor
zaten. Türkler'in bu iki zırhlıyı almalarına engel olmaya çalışıyor. Bolşevik
ihtilalinden hemen sonra da Lenin'i öldürmek için Moskova'ya gidiyor, fakat
orada kayboluyor. Ondan sonra da izine rastlanmıyor.
Gerçekten roman kahramanı gibi...
Hem de nasıl? Mesela birçok
kadınla evlenip boşanıyor, yakışıklı bir adam ve evlendiği kadınlar bile bunun
kim olduğunu bilmiyorlar. Çok büyük paralar kazanıp kumar, kadın ve uyuşturucuya
harcıyor. Bir keresinde İngiltere'de zengin yaşlı bir adamın genç karısını
baştan çıkarıyor. Adam kalp krizinden ölünce, kadınla evleniyor. Kocayı öldüren
de bu. Adamın ölüm raporlarını, kendisini doktor olarak gösterip yine kendi
imzalıyor. Meğer yaşlı adamı zehirlemiş. Sonra kadınla evlenip paralara
konuyor. Böyle bir adam işte. Artık senaryosunu yazmaya başlayabilirsin.
Başladım bile Reily'yi de sen oynarsın artık. Peki sonra...
Geliyoruz II. ikinci dünya
savaşına... O dönem dünyanın en ünlü casusları hem İstanbul'da hem Ankara'da
cirit atıyorlar. Üstelik bunlar en üst düzey casuslar.
Hazretler bu kez hangi amaçla geliyorlar?
Çünkü Türkiye II. Dünya Savaşı'na
girip girmemek konusunda kararsız. Girmek istemiyor aslında. Bir tek Başbakan
Refik Saydam savaşa girmekten yana. Ajanları yollayanlar Almanya ve İngiltere.
Bir de o arada İstanbul'da bir Yahudi teşkilatı var. Onlar da Yahudiler'i
kurtarmaya ve Filistin'e yerleştirmeye çalışıyorlar. Bunlar aslında I.Dünya
Savaşı sırasında İstanbul'da kurulmuş spor kulüpleri... Mesela bugün Hapoel
Hayfa diyoruz, o zamanki adı Hapoel İstanbul. Mesela ünlü Ajax Takımı'nın
kurulduğu ilk yer de İstanbul. Bunlar hep Yahudilerin kurduğu teşkilatlar. Spor
kulübü kisvesi altında çalışıyorlar.
Spor tesisleri ve casusluk... Vay be!
Evet, bizim Beşiktaş Kulübü de
öyledir. Beşiktaş önce Jimnastik Kulübü olarak kuruluyor, aslında Anadolu'ya
silah kaçırıyorlar. Benim babam da o teşkilatın içindeymiş. 1920-21 yıllarında
hem Beşiktaş'ta futbol oynamış, kaptanıymış hem de Haysiyet Divanı Başkanı'ydı.
Cavit Altındal... Ama esas işleri Anadolu'ya silah götürmekmiş. Beşiktaş onun
için Kuvayi Milliye'nin takımıdır.
Eee... Bizim Galatasaray ne takımı oluyor?
O Mason takımı. Fenerbahçe de
kopil takımıdır. Rum kopilleri takımı...
Vallahi öldürürler seni...
Yok canım ben bunu televizyonda da
söyledim. Zaten adamlarının stadının ismi 'Papazın Çayırı'. Şimdi II. Dünya
Savaşı'nda İstanbul'da başka kimler de var ona bakalım. Ludwig Moyzich mesela.
O da Alman SS casusu. Knetchbull Hügesen ise hem İngiliz Büyükelçisi hem de
Malta Şövalyeleri ve Saint George Şövalyeleri tarikatı üyesi. Sene 1939-1945
arası. Elçinin bir yardımcısı var, Arnavut asıllı bir Türk vatandaşı. Kod adı;
Çiçero...
O meşhur Çiçero?
Evet. Şimdi bu Çiçero, İngiltere
Büyükelçisi Knetchbull Hügesen'den İngiltere'ye ait bütün gizli belgeleri
çalıyor ve Almanya'ya satıyor. Düşünsene adam onun yardımcısı...
Casusun hakkından casus gelir...
Aynen. İngiliz casusunun asistanı
Çiçero. Almanlar'ın casusu aslında. Almanlar Çiçero'ya bunun karşılığında 500
bin mark ödeyecekler. Ödüyorlar ama sahte mark olarak. Sonunda Çiçero,
Fransa'da kapıcılık yaparak beş parasız ölüyor. Bu arada bir de Frankfurther
Algemeine gazetesi adına gönderilen Alman gazeteciler var. Bunlar 'uyuyan ajan'
olarak Türkiye'ye sokuluyor. Buraya yerleşiyorlar. Şayet savaş kaybedilirse
ondan sonrasında neler yapılacağını planlayacaklar. Geldikleri yıl 1943.
Savaş bitmeden 2 yıl önce...
O sırada Almanların Türkiye için
gizli bir projesi var. Bu projenin kod adı; Gertrude. Bu proje çerçevesinde
Almanlar bizi sanat ve kültür aracılığı ile etkileyecek ve Alman hayranlığını
yayacaklar. O günlerde en ünlü besteciler, yazarlar, ressamlar getiriliyor
Türkiye'ye. Ve bu organizasyonun Türkiye ayağında ise birinin adı geçiyor; Zeki
Ülkütay.
Organizatör yani...
Dahası... Sanki ortada Zeki
Ülkütay diye birisi varmış ve bu adam dünyaca ünlü herkesle ahbap, herkesi
tanıyor, bütün işleri o ayarlıyor. Almanlar adına çalıştığı söyleniyor. Ama
gerçekte Zeki Ülkütay diye bir şahıs yok! Hiçbir zaman da bulunamıyor zaten ve
kim olduğu bir sır olarak kalıyor. Şimdi yıllar sonra Alman Deuche Bank'ın
gizli belgeleri, hesapları yayınlandı. Onlara bakıyorum...
Hocam Deuche Bank'ın gizli belgesinden sana ne? Neden bakıyorsun?
Önemli. Bak oradan ne çıktı! Uzun
yıllar sonra 1999 senesinde İsrail, Türkiye'den savaş tazminatı istedi. Dediler
ki, 'Siz, II. dünya savaşı sırasında Almanlar'a krom sattınız. Satmasaydınız
Almanlar savaşa devam edemeyecekti, dolayısıyla savaş daha erken bitecekti ve
bu kadar Yahudi ölmeyecekti! Daha önemlisi, Almanlar sizden aldıkları krom
karşılığında, size Yahudiler'den gasp ettikleri altınlarla ödeme yapmışlardır!'
Şu 'Alman altınları söylentisi' bu herhalde...
Bu altın hikayesi Türkiye'nin
önüne getirildiği dönem, 2003 yılı ve Ecevit'in hükümet olduğu dönem. Dışişleri
Bakanı da Şükrü Sina Gürel. Şükrü Bey bunu araştırmak için bir grup oluşturdu.
İlber Ortaylı, ben ve büyükelçi Nuri Bey... Biz üçümüz bu tazminattan
kurtarabilmek için belgeleri araştıracağız. İsrail 625 milyar dolar istiyor bu
arada. Alman bizden krom almış, karşılığını ödemiş. Bizi ne ilgilendirir bu
Alman altını mıdır, Yahudi altını mıdır, değil mi? Bu nedenle o araştırma
sonunda Deuche Bank belgelerine baktım. 'Zeki' ismini biliyordum, bu isme orada
rastlayınca bağlantıyı kurdum. İşte o belgelerdeki kişi Zeki Ülkütay'dı.
Yaklaşık 1600 Napolyon altını onun adına bankada kayıtlı. Ama paralar adamın
değil. Alman istihbaratı tarafından Türkiye'ye ödenmesi için uydurulan bir isimden
ibaretti bizim Zeki Ülkütay efendi. Hayali bir kişi yaratılmış ve ödemeler
yapılmıştı. Ben bunu 2000 senesinde gördüm ama savaştan sonra bir tek altın
bile çekilmemiş. Sadece kayıtlarda duruyor.
Ve casusluk olayları yavaş yavaş günümüze doğru geliyor...
Henüz gelmiyor. Daha 1941'lerdeyiz
çünkü... O günlerde Türkiye ile Almanya arasında bir saldırmazlık paktı
imzalanıyor. Ama bu anlaşmayı isteyen Stalin. O zaman Hitler ile savaşta değil,
işbirliği halindeler. Bu anlaşma, bizim Başbakan Refik Saydam döneminde
imzalanıyor. Malum İsmet Paşa Cumhurbaşkanı, diyor ki "Biz Almanlar'la her
zaman dostuz, onlara saldırmayız." İlginç bir şey oluyor ve Refik Saydam
ölüyor... Ki bu da ilginçtir, yerine Başbakan olarak Şükrü Saraçoğlu geçiyor.
Bak önemli bir şey anlatıyorum, Türkiye tarihinde ilk kez sen yazmış
olacaksın...
Vay canına, tüylerim diken diken oldu...
Daha saçların dikilecek haberin
yok. O günlerde Amerikan gizli servisi, İsviçre'de konuşlanmış. Çünkü tarafsız
bölge. Ve servisin başındaki şahsın ismi de Allen Dulles. O dönemde CIA yok,
eski adı OSS ve başında da Allen Dulles bulunuyor. Bunun bir erkek kardeşi var;
John Foster Dulles.
Sonra ABD dışişleri bakanı oluyor...
Öyle, ağabeyi Allen Dulles aynı zamanda bankacı ve hukukçu...
Casusun da Ağababası...
Daha da öte. Dinle... Allen
Dulles, İsviçre'den İstanbul'a geliyor ve bir istihbarat ağı kuruyor.
Elemanları, bütün casusluk teşkilatları gibi kod adlarıyla çalışıyorlar.
Türkiye'ye de bir kod veriliyor. Türkiye'nin kodu: Yellow, yani sarı... Türkiye
demiyorlar yazışmalarda sadece 'yellow' diyorlar. Bir de, çok ünlü bir Türk
yöneticiye kod verilmiş, o da; 'Harem' Yazışmalarda Harem kod adlı birisi var
Türkiye'de yani. Yellow'un sorumlusu Harem diye geçiyor adam...
Peki kimmiş Harem?
Başbakan Şükrü Saraçoğlu...
Başbakanın ta kendisi. Bu ilk kez sizde yayınlanacak! İnönü cumhurbaşkanı,
Saraçoğlu başbakan o dönemde. "Sarı'dan -yani Haremden- gelen bilgiye
göre..." diyor ABD kaynakları.
Saraçoğlu bir yandan da Amerikalılar'a bilgi veriyor.
Elbette. Bunu da bir tek İnönü
biliyor. Şimdi Almanlar'la bir anlaşa yaptı ya, bakıyorlar savaş başka türlü
gidiyor, Amerikalılar da Pearl Harour baskınından sonra girmiş savaşa... İster
misin Amerika kazansın bu işi! Biz de Alman taraftarı olarak arada kaynarız
gideriz maazallah!. Saraçoğlu, Lozan Üniversitesi mezunu bir hukukçu ve
İnönü'nün en güvendiği adam. Bu yüzden önce Şükrü Kaya'yı başbakanlıktan alıp
Saraçoğlu'nu getiriyor yerine. Onun müttefiklerle aramızı düzeltecek bir yol
bulmasını istiyor gizliden gizliye. İşte 'Harem' o zamanki CIA yani OSS'in
Saraçoğlu için kullandığı kod adı. Bütün belgeler ve bilgiler bir tek onun
üzerinden Amerika'ya geçebiliyor.
Sonuçta Harem, yani Şükrü Saraçoğlu, ABD istihbaratına bilgi
ulaştırıyor!
Tamamen öyle... 1942-1946 yılları
arası bir işbirliği yapıldı ve bu belgeler iki yıl önce açıklandı. Ama
Türkiye'de hiç duyan olmadı. Bu olay Türkiye'deki istihbarat faaliyetlerinin
boyutlarını göstermesi bakımından çok önemlidir.
KAYNAK: Araştırmacı yazar Aytunç
Altındal’dan müthiş iddia: Araştırmacı yazar Aytunç Altındal’dan müthiş iddia:
1942’de başbakan olan Saracoğlu, ABD ajanıydı. Kod adı Harem’di...
(sabah.com.tr, 27.09.2010).