Düşünür, bürokrat, şair ve yazar (D. 23 Mart 1876, Diyarbakır - Ö. 24 Ekim 1924, İstanbul). Asıl adı Mehmet Ziya’dır. Ziya, Ziyaettin, Hüseyin Vedat, Mehmet Mehdi, Mehmet Nail, Demirtaş, Gökalp, Celâl Sakıp imzalarıyla da yazdı. Şiirlerinde önce kendi adı olan Mehmet Ziya’yı, bir kez olmak üzere İşçi Kız imzasını, sonraları Tevfik Sedat takma adını kullandı. Büyük dedesi Hacı Hüseyin Sabit Efendi dinî ilimlerde oldukça yüksek seviyeye gelmiş, kadılık ve müftülük yapmıştı. Babası, uzun süre Vilâyet Evrak Müdürlüğünde bulunan ve Diyarbakır Salnâmesi’nin hazırlanmasında büyük emeği geçen Mehmet Tevfik Efendi, annesi ise yine aynı bölgenin tanınmış ailelerinden Pirinççizâdeler’in kızıdır.
İlkokulu ve Askerî Rüştiyeyi (ortaokul) Diyarbakır’da bitirdi, Diyarbakır İdâdisinde (lise) ve Mülkiye Mektebinde (Siyasal Bilgiler Fakültesi) okudu (1883-94). Amcasından Farsça ve Arapça, okul müdüründen özel olarak Fransızca dersleri aldı. Fen dersleri öğretmeni askeri doktor Yorgaki Efendi’nin teşvikiyle felsefeyle ilgilendi. Lisenin son sınıfında iken büyük bir bunalım geçirdi ve intihara teşebbüs etti. Kardeşi Nihat’ın yardımıyla 1896 yılında İstanbul’a kaçtı. Yatılı bir okul olan Baytar Mektebine (Veteriner Okulu) girdi. İbrahim Temo ve İshak Sükûti’nin de yardımıyla İttihad ve Terakkî Cemiyetine üye oldu.
Son sınıf öğrencisi iken Abdülhamid yönetimine karşı
faaliyet gösteren gizli bir örgüte girdiği için (1900) dokuz ay tutuklu kaldı. Zaptiye Tevkifhânesi, Taşkışla ve Mehterhâne denilen
Sultanahmet’teki hapishanelerde on ay yattı. Sonra şartlı olarak tahliye
edilerek sürüldüğü memleketinde
amcasının kızıyla evlendi. Bir
müddet Askerî Rüştiyede Farsça öğretmenliği yaptı. Mektubî Kaleminde
göçmenlerin iskân işlerini yürütmeye memur edildi, valinin tayini üzerine bu
görevden çekildi.
Bu arada Jön Türklerin Avrupa’da çıkardıkları bir gazeteye yazılar yazmaya başladı. Diyarbakır’da gizli örgütlerle ilişkilerini sürdürerek, II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle (1908) birlikte İttihad ve Terakki Cemiyetinin Diyarbakır Şubesini kurdu. Diyarbakır’da çıkardığı Peyman (1909) ve Dicle gazetelerinde düşüncelerini açıklayan yazılar yazdı. Bir ara İstanbul’a giderek İttihad ve Terakkinin üyeleriyle tanıştı. Edebiyat Fakültesinde psikoloji ve mantık dersleri için Emrullah Efendi’ye vekâlet etmeyi denediyse de bu mümkün olmadı. İlköğretim müfettişliği göreviyle Diyarbakır’a döndü.
1910 yılında İttihad ve Terakki
Cemiyetinin Selânik’te toplanan genel kongresine Diyarbakır delegesi olarak
katıldı ve genel merkez üyeliğine seçildi. Selânik’te Ömer Seyfettin ve Ali
Canip Yöntem’in çıkardığı Genç Kalemler (1911) dergisinde Celal Sakıp,
Demirtaş Gökâlp gibi takma adlarla şiirler ve makaleler yayımlayarak çevresini
etkiledi. “Yeni lisan” hareketini
savunanlar arasında yer aldı. Daha sonra yazdığı şiirlerde de bu fikirleri
işledi. Ali Canip’in de önerisiyle adına Gökalp’i de ekleyerek Mehmet Ziya
Gökalp oldu. Bir müddet Selânik İdâdisinde sosyoloji öğretmeni olarak çalıştı,
Balkan Savaşı’nın başlamasına yakın bir zamanda İttihad ve Terakki genel
merkezinin İstanbul’a taşınması üzerine Cerrahpaşa’da bir ev kiralayarak oraya
yerleşti.
1912 yılında Ergani sancağından milletvekili seçilerek girdiği Meclis-i Mebusan dört ay sonra kapatılınca Darulfünûn (İstanbul Üniversitesi)’da sosyoloji müderrisi (profesörü) olarak ders verdi (1915-19). Diğer yandan çeşitli konulardaki yazılarını Türk Yurdu, Halka Doğru, Türk Sözü, İslâm, İktisat, Millî Tetebbular, kendi çıkardığı Yeni Mecmua (ilk sayı: 12.7.1917, 1918’de kapandı), Tanin dergi ve gazetelerinde yayımladı. 1917’de İttihad ve Terakki’nin kongresinde medreselerin kaldırılmasını, Şeyhülislâmlık müessesesinin kapatılmasını, Vakıflar müessesesinde ve aile hukukunda değişiklikler yapılmasını teklif etti. Bu teklifler, İttihad ve Terakki tarafından benimsendi ve Birinci Dünya Savaşı sıralarında yürürlüğü konuldu. İstanbul’un işgalinden bir müddet sonra tutuklandı ve İttihadçıların diğer ileri gelenleriyle birlikte Bekir Ağa Bölüğü hapishanesine konuldu. Divan-ı Harb’e çıkarıldı, Ermenilerin katliamına fetva vermekle suçlandı.
1919 yılında İngilizler tarafından Malta adasına
sürülenler arasına dahil edildi. Sürgün dönüşünden (Mayıs 1921) sonra Diyarbakır’da
Küçük Mecmua’yı çıkardı (1922). Diyarbakır’daki lise ve öğretmen okulunda psikoloji ve edebiyat dersleri
verdi. Yeniden
yayımladığı Yeni Mecmua (1 Ocak - 13 Eylül 1923, 84 sayı)’da yazmaya
devam etti. Aynı yıl Diyarbakır’dan milletvekili oldu, Telif ve Tercüme
Encümeni başkanlığına getirildi. Hastalığının tedavisi için gittiği İstanbul’da
Fransız Hastanesinde öldü. Sultan Mahmut Türbesinin yanında toprağa verildi.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı baş
eserinde Türkçülük kavramını sistemleştirdi, 2. Meşrutiyet yıllarında İslâm
birliği ve Osmanlıcılık düşüncelerine karşı savunmuş olduğu Turan İmparatorluğu
(Turancılık) görüşünden vazgeçerek sosyal hayatta Batılılaşmayı, ekonomide
devletçiliği, dilde özleşmeyi öngören bir milliyetçilik anlayışının fikir
babası oldu. Özellikle Küçük Mecmua ve Yeni Mecmua dergilerinde
çıkan yazılarında belirttiği görüşlerin birçoğu yapılan yasa düzenlemeleriyle
uygulanma şansı buldu. Dilde, güzel sanatlarda, ahlâkta, dinde, hukukta, ekonomide
ve düşüncede Türkçülüğü gerçekleştirme yollarını göstermek için çeşitli türlerde
eserler verdi.
Ziya
Gökalp’in en önemli etkinliği millî devlet fikrini kabul ettirmesi oldu. O,
geçmiş dönemlere özgü düşünce ve toplum hayatımıza hakim değerler karşısına
yeni bir teklifle çıktı. Bu teklif; “yeni iktisat, yeni aile, yeni felsefe,
yeni sanat, yeni ahlâk, yeni siyaset” dediği ve “yeni hayat” olarak
özetlenebilecek olan görüştür. Yeni değer hükümlerini oluştururken Durkheim’den
yararlandı. Kul olarak değil fert olarak kendisini algılayan ve “ben varım”
diyen insanın, var oluşunun mahiyetini, tarihî mirasını, mensubu olduğu insan
topluluğunun özelliklerini merak etmesi onun Turancılık görüşünün temelini
oluşturur. Bize özgü değerlerden hareketle sosyal kuruluşları yeniden
yapılandırmayı önceledi.
Gökalp,
“Muâsırlaşmak” ile Batıcılığı, yani evrensel bilim ve teknik birliğini,
“Türkleşmek” ile ulusal bilinci, Türk ulusunun kültüre ait değerlerini halktan
ve tarihten alacağını, “İslâmlaşmak ile Selçuklu ve Osmanlı’nın tarihi
deneyimlerinden yararlanma arzusunu açığa vurur. Eski Türk aile yapısını
inceleyerek kadın-erkek eşitliğine, kadının ekonomik hayata katılması ile iş ve
meslek kadını olması gerekliliği düşüncelerine ulaştı. Bireyciliği de
kolektivizmi de benimsemeyerek yalnızca dayanışma üzerinde durdu. Kişisel
mülkiyetle toplumsal mülkiyetin uzlaşmasından yanadır. Bu bağlamda millî
ekonomi fikrini savundu.
Ayrıca
“talim” ile “terbiyeyi” birbirinden ayrı olarak düşündü. Türkiye’de ilk defa
“millî terbiye” terimini o kullandı. Bu bakımdan ona ilk millî eğitimcimiz
denebilir. Ona göre eğitimin amacı millî bireyler yetiştirmek olmalıdır. O,
eğitimi ile ulusal kültürü “millet fertlerinde ruhî melekeler hâline getirmek”
olarak tanımladı. Onun eğitim anlayışı, sosyolojiyi ilgilendiren problemler
çerçveesinde ileri sürdüğü görüşler ve “Yeni Hayat-Yeni Kıymetler” hakkında
düşündükleriyle birbirini bütünler.
Ziya
Gökalp, İkinci Meşrutiyet’ten önceki şiirlerini arûz ölçüsüyle ve Divan Edebiyatı
nazım şekillerine uygun olarak yazdı. Şiirin temeline düşünsel içeriği yerleştirdi.
Şiirin her şeyden önce düşünce olduğunu savundu. Ayrıca Türk destan ve halk hikâyelerinden
yararlandı. Edebiyatı hep bir eğitim aracı olarak gördü ve şairliğini bu
doğrultuda yönlendirdi.
ESERLERİ:
ŞİİR: Şâki İbrahim Destanı (1908), Kızılelma
(1914), Yeni Hayat (1918), Altın Işık (1923), Ziya Gökâlp
Külliyatı I (şiirler ve halk masalları, Fevziye Abdullah Tansel tar., 1952),
Ziya Gökalp’ın İlk Yazı
Hayatı (1956, şiir ve nesir, haz.
Şevket Beysanoğlu), Şaki İbrahim Destanı ve Bir Kitapta Toplanmış Şiirler
(1976, haz. Ş. Beysanoğlu).
ARAŞTIRMA-İNCELEME:
İlm-i İctimâ Dersleri (1913, Darülfünun ders notları, taş basması),
İlm-i îctimâ-ı Dinî (1913, Darülfünun ders notları), İlm-i İctimâ-ı Hukukî
(1914, Darülfünun ders notları, taş basması), Türk Töresi (1923, Latin
alfabesiyle 1976, haz. Hikmet Dizdaroğlu), Türk Medeniyeti Tarihi (1925;
Latin alfabesiyle 1976, haz. İsmail Aka-Kâzım Yaşar Kopraman), Fırka Nedir? (1947),
Ziya Gökalp Diyor ki (1950, haz. Ali Nüzhet Göksel), Ziya Gökalp’ın
ilk Yazı Hayatı (1956, haz. Ş. Beysanoğlu), Çınaraltı Konuşmaları
(1966), Makaleler I (1976, haz. Ş. Beysanoğlu), Makaleler IV
(1977, haz. Ferit Ragıp Tuncor), Halk Efsaneleri I-Nasreddin Hoca’nın
Latifeleri (tsz, haz. Dr. Salâhattin Yazıcıoğlu-Abdüssettar Hayati), Makaleler
III (1977, iki inceleme, haz. M. Orhan Durusoy), Malta Konferansları
(1977, haz. Fahrettin Kırzıoğlu), Makaleler IX (1980, haz. Ş.
Beysanoğlu).
DENEME
- DÜŞÜNCE: Türkleşmek İslâmlaşmak Muâsırlaşmak (1918, Latin alfabesiyle
1976, haz. İbrahim Kutluk), Türkçülüğün Esasları (1923), Doğru Yol
(Hâkimiyet-i Milliye ve Umdelerin Tasnif, Tahlil ve Tefsiri, 1923).
MEKTUP:
Ziya Gökalp’ın Hayatı ve Malta Mektupları (1931, haz. A.N. Göksel), Ziya
Gökalp’ın Neşredilmemiş Yedi Eseri ve Aile Mektupları (1956, haz. A.N.
Göksel), Ziya Gökalp Külliyatı II-Limni ve Malta Mektupları (1965; haz.
F.A. Tansel; Malta Mektupları ekli olarak).
Kültür Bakanlığı 1976 yılında eserlerini Doğumunun
100. Yılında Bütün Eserleri başlığı altında yeniden yayımladı. Eserlerinin
bir bölümü Yusuf Çotuksöken tarafından sadeleştirilerek yayımlandı (1975-77).
KAYNAKÇA: Ruşen Eşref Ünaydın (Türk Yurdu, 1924), Ali
Nüzhet Göksel / Ziya Gökalp’ın Hayatı ve Malta Mektupları (1931) - Ziya Gökalp
ve Çınaraltı (1939) - Ölümünün 22. Yılında Ziya Gökâlp (1946) - Ölümünün 25.
Yıldönümü Münasebeti ile Ziya Gökâlp (1949) - Ziya Gökâlp Diyor ki (1950) -
Ziya Gökâlp Hayatı Sanatı Eserleri (1952) - Ziya Gökâlp Hakkında Makale ve 10
Fıkra (1955) - Ziya Gökâlp’ın Neşredilmemiş Yedi Eseri ve Aile Mektupları
(1956), Şükrü Kurgan / Bizde Türkçülük Cereyanının Kaynakları (1933), Ziyaeddin
Fahri Fındıkoğlu / Ziya Gökâlp (Savie et Sa Sociologie, 1935) - Ziya Gökâlp
Hakkında Yazdıklarım ve Söylediklerim (1955), Orhan Seyfi Orhon / Ziya Gökâlp
(1937), Fevziye Abdullah Tansel / Şiirler ve Halk Masalları (1952), Cavit Orhan
Tütengil / Ziya Gökâlp Üzerine Notlar (1956), Fevziye Abdullah Tansel / Ziya
Gökalp Küllüyatı II (1965), Halit Fahri Ozansoy / Edebiyatçılar Geçiyor (1967,
s. 150), Hans Freyer - çev. Prof. Tahir Çağatay / İçtimaî Nazariyeler Tarihi
(1968), Mehmet Kaplan / Ziya Gökalp ve Saadet Perisi (Türk Edebiyatı Üzerine
Araştırmalar I, 1976), Nihad Sami Banarlı / Resimli Türk Edebiyatı Tarihi-II
(1976), Şerif Aktaş / Millî Romantik Duyuş Tarzıyla Yahya Kemal ve Ziya Gökalp
(Doğumunun 100. Yılında Yahya Kemal Beyatlı, 1984) – Büyük Türk Klâsikleri (c.
11, 2004), Hüseyin Kâzım Kadri / Ziya Gökâlp’in Tenkidi (1989), Feyzi Halıcı /
Parlamenter Şairler (1990), İhsan Işık /
Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü
Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) -
Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat
Adamları (c. 2, 1997, s.162-163), İsa Kocakaplan / Ziya Gökalp (2000), Laurent
Mignon / Ziya Gökâlp ve Maltalıların Dili (Hece, Eylül 2000), İhsan
Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim
Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014).
Çoban kaval çaldı, sordu bülbüle:
Sürülerim hani, ovam nerede?
Bülbül sordu, boynu bükük bir güle:
Şarkılarım hani, yuvam nerede?
Ağla çoban ağla, ovan kalmadı...
Gözyaşı dök bülbül, yuvan kalmadı...
Çoban dedi: Ülkelerim gitse de
Kopmaz benden Anadolu ülkesi.
Bülbül dedi: Düşman haset etse de,
İstanbul’da şakıyacak Türk sesi...
Çalış çoban, çalış! Kurtar öz yurdu..
Şairlerden topla, bülbül, bir ordu.
Çoban dedi: Edirne’den tâ Van’a,
Erzurum’a kadar benim mülklerim...
Bülbül dedi: İzmir, Maraş, Adana,
İskenderun, Kerkük en saf Türklerim..
Sarıl çoban, sarıl, mülkü bırakma.
Yad elinde, bülbül, Türk’ü bırakma...
Çoban dedi: Sürülerim hep kaçsa,
Bir sürüm var, kaçmaz: Adı Türk ili..
BüIbül dedi: Şarkı ölsün, yok tasa,
Türkülerim yaşar, söyler Türk dili.
Yalvar çoban yalvar! İlin kurtulsun..
Dile Hak’tan bülbül: Dilin kurtulsun..
Avrupa bir akademi âzaları milletler;
Her biri bir nurlu deha, çünkü ayrı
harsı var.
Avrupa bir darülfünun, hocaları milletler;
Her birinin ihtisası, bir örneksiz dersi var.
Bu nurlardan biri sönse medeniyyet
loş kalır;
Derslerinden biri durur, bir kürsüsü boş kalır.
Medeniyyet, beynelmilel yazılacak
bir kitap;
Her faslını bir milletin harsı teşkil edecek.
Medeniyyet bir konser ki birçok
çalgı, saz rübap
Birleşmekle bir ahengi ancak tekmil edecek.
Bu kitabın bir mebhasi eksik olsa
okunmaz;
Bir âleti yoksa, ahenk gönüllere dokunmaz.
“İçtimaî tasavvufa göre”
Tanrımız bir tek ilâh,
Yok bize başka penâh,
İkiye tapmak günah,
Lâilâheillâllah!
Yurtta birkaç can olmaz,
Birden çok vicdan olmaz,
Ortaklı canan olmaz.
Lâilâheillâllah!
Gövdelerde kesret var,
Gönüllerde vahdet var,
Ferdler yok, cemiyet var.
Lâilâheillâllah!
Kalkar, ruhlar bir yerde,
Olunca, kalbden perde!
Bir göz doğar içerde!
Lâilâheillâllah!
Bir göz ki Yezdân odur.
Millet o, vatan odur.
Örf, icmâ, Kur’an odur!
Lâilâheillâllah!
Muhammed Resulüllah!...
“Kaybettiğimiz adam bir
ilim velisi idi. Bu da eski Horasan erlerinin Rum diyarına geldiği uzun
yollardan geldi. bunun kitaplarını taşıyan kervanlar üstünde de vaktiyle
Celâdeddin-i Rumînin, Sultan-ül Ulemanın tasavvuf cildlerini sarartmış tozlar
kondu. Fakat garip bir cilve olarak bu son mürşid bize şarktan garbı
getiriyordu. Heybesi içinde tasavvuf yerine müsbet ilimler vardı. Âmid’in kadîm
surları içinde yeni bir cûşiş menbaı keşfetmişti. Selâniğe ve bilhassa
İstanbul’a o keşif ile geldi. Tıpkı tarihlerin ayrı fasıllar açarak zikrettiği
diyar aşırı eski âlimler gibi... Böylece yeni sesler ve sözleriyle eski
beldeler teshir eden azizler gibi İstanbul ilmini fethetti. O geldiği günden
beri dilimiz başka dil oldu. Dileğimiz başka dilek oldu. Onun irşadiyle içimize
baktık ve kendi cevherimizi bulduk. Garbın tekniği, Türkün harsı, şiarı hangi
vasıtalarla hangi yola gideceğini bilhassa genç güzidelere gösteren bir meşale
oldu.
“Sözünün feyzi edebiyatta,
iktisadiyatta, içtimaiyatta, hattâ siyasiyatta tecelli etti. Bu itibarla tarih
inkâr edecek midir ki bir ondan evvelki Türk irfanı, bir de ondan sonraki Türk
irfanı vardır...”
KAYNAK:
İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas.
2009) - "Ünlü Fikir ve Kültür Adamları" (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, c.2, 2013)
“‘Hak yok vazife var’ diyen Ziya Gökalp’ın bu
özdeyişi de her zaman için genç kuşakların kendilerine rehber edinecekleri bir
ülkünün çağrışıdır. Halbuki bugün! O büyük vecizeyi alay konusu yapan afişlerle
duvarlara astık!
“Ziya Gökalp, müsbet bilgilerle tekniği Batı
medeniyetinden almamızı düstûr halinde belirtirken, maddeyi ruhtan ayırmasını
da bilmiştir. Bunun içindir ki, batılılaşmak ve asrileşmek prensipleri arasında
Türk ruhunun, Türk zevkinin, Türk sanatının hâkim olmasını millî bir
coşkunlukla haykırmıştır. Yazarlara hitap ediyor:
“‘Biz Garbin iptida klâsiklerine kıymet vermekle
romantizmin feyzinden de büsbütün mahrum kalmamalıyız. Çünkü romantizmin esası,
halk edebiyatlarıdır, Avrupa’daki bütün romantizm hareketleri, halka ittihaz
etmekle başlamıştır.’
“Hey üstadımız Ziya Gökalp! Sen ne yüce düşünür, ne yüce Türkçü idin! Hâtıran önünde eğilir, ruhuna Tanrının sonsuz gufranını dilerim. Nur içinde yat, büyük adam!”
“Arûzla olanlarda, dış âlem bir Cehennem manzarası gösterse de, vicdanlarda Cennet bahçesine bakan pencere bulunduğundan, bu şiirin yazılmasında âmil olan ilhâm ve zihin çalışmasından, sembolistler gibi, bir rübâbın nağmelerinden bahseder; yalnız birinde, mevzû bunlara hiç benzemez: Etrâfındakileri irşâd eden, onlara fennî, yeni bilgilerden haber veren bir köy imamını tasvir ettiği Köy Gazetesi, Gökalp’in o zamana kadar yürüdüğü yoldan ayrılacağını, tutacağı başka bir yolu müjdeler. Hece vezniyle yazdığı ve Oruc, Ezan, Namaz, Zekât, Bayram adlı Köylü Şiirleri’nde, İslâm akidelerinden de faydalanarak, Türk köylüsünü ahlâk ve fikirce yükseltme yollarını arıyordu. Köylü Şiirleri ile aynı sıralarda yayımladığı Şaki İbrâhim Destanı’nda, işlediği fikirlerin zenginleştiği, köylü yanında daha geniş kitleyi de ele aldığı görülür.”
“Ziya Gökalp’in sanatı ve şiiri üzerinde duranlar,
onun hep fikirlerinden hareket etmişlerdir. Fikirlerinin sanat eserlerinde
ifade edildiğini söylemi Ancak eserleri psikolojik açıdan tahlil ettiğimizde
Ziya Gökalp’in daha çocukluk yılların da sanat ve dünya görüşünü müjdeleyen
unsurlarla karşılaşırız. Şimdilik onun çocukluk devriyle alâkalı bir vesikaya
sahip değiliz. ‘Şuursuz bir sevk-i tabiî’ ile mutlu bir hayat yaşadığı ilk
çocukluk devresi hakkında daha sonra yazdığı şiirler vardır. Bir saadet içerisindedir.
‘Karacadağ’ adlı şiirinde, bu çocukluk cenneti anlatılmaktadır. Kitaplarına ve
hülyâlarına kapalı Ziya; dış âlemi, yani tabiatı, kendi hayal ve düşüncelerinin
aksi olarak görür. Kısacası onda, tabiat duygusu olmamıştır. Gökalp’i
ilgilendiren kendi hayal ve düşünceleridir. Bu temayül, içe dönük insan tipinin
başlıca hususiyetidir.
“Kızıl Elma şâiri olgunluk devrinde çocukluk
yıllarını, bir masal âlemi gibi hatırlar. Onun, olgunluk devrinde didaktik
çocuk şiirleri yazması, bir bakıma, ilk çocukluk yıllarının saadetini teneffüs
etme arzusundan da kaynaklanıyor. Gökalp’in, mizaç bakımından içe dönük olması
yanında, onda kahramanlık arzusunun ifâdesi olan kurtarıcılık isteği de vardır.
‘Ala Geyik’ adlı manzûme bu bakımdan mânâlıdır. Hattâ denilebilir ki, ‘Ala
Geyik’teki masal kahramanı ile kendisi arasında gayri şuurî bir münâsebet
mevcûttur. ‘Turan’ şiirinde de Türk tarihinin kahramanları ile kendisi arasında
bir münâsebet kurmaktadır.”
KAYNAK:
İhsan Işık / Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas.
2009) - "Ünlü Fikir ve Kültür Adamları" (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, c.2, 2013)
Ziya Gökalp, sanat konusundaki görüşlerini, çeşitli kitap ve makalelerinde parça parça anlatmışsa da, Türkçülüğün Esasları adlı kitabının “Bediî Türkçülük” [estetikte Türkçülük] bölümünde topluca ele almıştır. Gökalp’a göre, güzel sanatların ve zanaatların her dalında, yerli gelenekleri Batı tekniğiyle işlemelidir. Edebiyatımızı da bu açıdan ela almalı, sanatçılarımız hem halk edebiyatı ürünlerini, hem de Batının büyük eserlerini örnek almalı; yani, bir yandan halka doğru, bir yandan da Batıya doğru gitmelidir.
Dil ikiliğini sona erdirmenin bir sonucu olarak, şiirde Ölçek [vezin] ikiliğini de sona erdirmeli; Fars’lardan alınan ve aydınlar edebiyatında kullanılan aruz ölçeği yerine, halk edebiyatındaki hece ölçeğini kullanmalıdır, çünkü aruz ölçeğine uymayan sade dil hece ölçeğine çok iyi uymaktadır.
Sade dil akımının öncülüğünü eden Ömer Seyfettin’in yanı sıra, Gökalp, o devrin genç ozanlarının dikkatini hece ölçeğine ve halk edebiyatı deyişlerine çekerek, yeni bir şiir akımının doğmasını hazırlamıştır.
Ziya Gökalp, sanat alanında özellikle şiirle uğraşmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde çoklukla Namık Kemal ve Tevfi k Fikret etkileri görülür. Sonraları, Mehmet Emin Yurdakul etkisiyle, hece ölçeğini ve sade dili kullanmıştır. Bu çeşit manzumelerinde, ilkin, yine Edebiyat-ı Cedide etkisiyle olacak, Batıdan gelen üçlük ve sone biçimlerini denemiş;9 halka doğru gidip yerli kaynaklardan yararlanmak gerektiği görüşüne ulaştıktan sonra, bu konudaki düşüncelerini kendi eserlerine uygulamağa çalışmıştır:
Bu dönemdeki şiirlerini hep konuşma diliyle, hece ölçeğiyle ve çoğu zaman halk edebiyatı nazım biçimleriyle yazmış; kimi manzumelerinin konularını folklordan, eski Türk mitologyasından, Dede Korkut Kitabı’ndan almıştır.
Düşüncelerini yaymak için sanatı bir araç olarak kullanan Gökalp; çocuk eğitiminde kimi dersler nasıl oyun yoluyla verilirse, halk eğitiminde de kimi düşüncelerin ölçü giysisi içinde verilmesi gerektiğini söylemiş (Yeni Hayat, 1918, önsöz); halk eğitimi için öğretici birtakım manzumeler kaleme almıştır; bunların çoğu, makalelerinde ileriye sürdüğü düşüncelerin nazımla yazılmış biçimleridir.
“Şuur [bilinç] devrinde şiir susar” (Yeni Hayat, 1918, önsöz) diyen Gökalp, nazım tekniği bakımından Mehmet Emin Yurdakul geleneğini sürdürmüştür. İçinde hafi f bir şiir kımıltısı sezilen, Alageyik manzumesi bir yana bırakılırsa, nazımla yazılmış eserleri sanat açısından değerli sayılamaz.
(Edebiyat Kapısı, 1997)
“Küçük Mecmua,
haftada bir çıkar milli, edebi, siyasi iktisadi mecmua’dır, 5 Haziran 1338,
Pazartesi, no. 1, sahib-i imtiyaz ve müdür-ü mes’ul: Ziya Gök Alp, İdarehanesi:
Diyarbekir Hükumet dairesinde Vilayet Matba’ası Telgrafyanı: Diyarbekir Küçük
Mecmua” künyesiyle 5 Haziran 1922 tarihinde Diyarbekir’de yayın hayatına
başlamıştır. Genel olarak 20 sayfa olarak yayınlanan Küçük Mecmua’nın son sayısı olan 33. Sayısı 5 Mart 1923 (5 Mart
1339) tarihlidir.
Küçük Mecmua’nın sahibi, müdürü ve başyazarı Ziya Gök Alp’tir ve
bütün sayılarında en az birkaç yazısı çıkan Ziya Gök Alp dışında mecmua’daki
diğer yazarlar şunlardır:
Ali Nüzhet [Ziya Gök Alp’in damadı], İhsan Hamid, Çelik,
İskender Paşazade Mustafa İskender, Said Nazif, Recep Ferdi, Hamid Zülfü, Osan
Recai, Harputlu Fethi. Reşad Hayreddin, Diyarbekir Hastahanesi Bakteriyloğu Doktor
İbrahim Halil, Mustafa Şevki, Yahya Saim, Edip Feyzi, Halis, Cahide Vehbi, Ali
Canip, Nezihe Gafur.
Küçük Mecmua’daki işlenen konular genel olarak edebiyat olurken kimi
zaman tarihsel makaleler de yayımlanmıştır. İzlediği genel çizgi itibariyle,
Ziya Gök Alp’in Osmanlıcılık’tan Türkçülüğe kaydığı rahatlıkla
izlenebilmektedir. Malta’ya sürgüne yollanan İttihad ve Terakki üyelerinden
biri olarak, sürgün dönüşü çıkarmaya başladığı Mecmua’nın hemen her sayısında
Türkçülük çizgisinden ayrılmamaya özen göstermiş ve Mustafa Kemal önderliğinde
gelişen Anadolu Hareketi’ne açık destek sunmuş hatta bir sayısında Mustafa
Kemal’e atfen bir şiirini yayımlamıştır.
Küçük Mecmua’da bu minvalde yazılar yazılmış, şiirler neşredilmiş
veya masallar anlatılmıştır. Yerel mecmua olarak çıkmasından ötürü şehrin
sorunlarıyla da ilgilenilmeye çalışılmış ve bu anlamda kimi zaman
Diyarbekir’deki gelişmeleri verirken bugüne kadar günyüzüne çıkmamış konular
hakkında bilgi sahibi olmamıza da vesile olmuştur. Mecmua’nın 3. sayısında
Diyarbekir’de daha evvelden “Dicle İdman Yurdu” adında bir derneğin varlığından
bahsedilmekte ve bu derneğin artık “Gençlik Derneği” ismini aldığı
belirtilmektedir. Bu derneğin bir kısım faaliyetleri kimi zaman Mecmua’da yer almıştır.
Bu sayede, ne zaman açıldığı tartışma konusu olan “Diyarbekir Gençlik
Derneği”nin açılış tarihini öğrenmiş bulunmaktayız. Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra yetim kalan çocukların bakımı için oluşturulan Diyarbekir Daru’l- Eytam
(Yetimler Yurdu) adlı kuruluş hakkında bilgiler verilmiş, buraya yapılan
bağışlar kaydedilmiştir. Ayrıca Mecmua kimi zaman Diyarbekir tarihine ışık
tutacak yazılarda yazmıştır. Bunlardan bir tanesi Asur İmparatorluğu dönemine
ait bulunan bir arkeolojik tablette Diyarbekir Vilayet sınırlarının içinde Kumuk
adlı bir yerleşim yerinin varlığıdır. Tablete göre bu yerleşim yerinin
büyüklüğü bir şehir kadardır ki yazının başlığı bundan ötürü “Diyarbekir
tarihinden: Kumuk İli” dir.
Yazıya göre; M.Ö. 810-608 yıllarında var olan, “Batman ve
Savur sularından, Maraş yanlarına, ‘Gölcük’ten Viranşehir ve Derik cenubunda
ovanın başladığı yerlere kadar oldukça geniş bir sahaya yayılan Kumuk ili
zamanın en büyük fetihlerini kendi istiklâline riayet ettirecek derecede
kudretliydi” denmektedir. Halis imzalı bu seri makale tam olarak 7 sayı boyunca
sürmüştür.
1923 yılında Ziya Gökâlp, Telif ve Tercüme Heyeti Reisi
oldu. 5 Mart 1923’te çıkan Küçük Mecmua’nın
33. ve son sayısında Gökâlp’ın iki önemli yazısı vardı: 1- “İktisadî İnkılap İçin Nasıl Çalışmalıyız?”, 2- “Türklerde
Aile Adları”. Bu sayı çıktıktan sonra “Gökâlp, Diyarbekir’deki borçlarını
kapatmak ve yol masraflarını yapmak üzere, refikasına ait bir evi satarak elde
ettiği para ile ailesiyle birlikte Ankara’ya gitti; tabiatıyle ‘Küçük Mecmua’da
kapandı.” (Beysanoğlu)
KAYNAKÇA: Küçük
Mecmua, Mehmet Mercan /Anadolu’da Gazetecilik ve
Diyarbakır Basını (Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Yayınları: 1,
Diyarbakır 1988), Filiz Şahin / Küçük Mecmua-I-II-III (Yeniden
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, İstanbul 2010), Şevket
Beysanoğlu / “Said Paşa” (Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c. 2, 2. bas.
1997, s. 130-139), Kara Amid (c.1,
sayı 1, 1956, s.133-146).
Cami-i Kebir Mahallesi’nde, Ziya Gökalp Sokak’ta yer
almaktadır. Çeşmenin kitabesi olmadığından kim tarafından ve ne zaman inşa
edildiği belli değildir. Ancak çeşmenin genel mimari formu dikkate alındığında
XIX. yüzyıl sonlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir.
Günümüzde kullanılmayan çeşme tamamen düzgün kesme
taştan inşa edilmiştir. Çeşme, arkasında bulunduğu evin sokağa bakan cephe
duvar yüzeyine gömülü vaziyettedir.
Bursa kemer formunda inşa edilen çeşme nişinin
yüksekliği
KAYNAKÇA: Bedri Günkut / Diyarbekir Tarihi
(Diyarbakır 1937), A. Zeki İzgöer / Salname-i
Diyarbekir (c. 5, İstanbul 1999), M. Şefik Korkusuz / Seyahatnamelerde Diyarbekir (İstanbul
2003), Süleyman Savcı / “Sultan Şüca
Türbesi ve Mardin Kapı’daki İzler” (Karacadağ,
Diyarbakır 1943, Cilt:VI, S:60-61, s.748-750), Metin Sözen / Diyarbakır’da Türk Mimarisi (İstanbul
1971), Orhan Cezmi Tuncer / Diyarbakır Camileri (Diyarbakır
1996, Diyarbakır BŞ Belediyesi Kültür ve
Sanat Yayınları) - Diyarbakır Kiliseleri (Ankara 2002), Evindar Yeşilbaş /
“Diyarbakır Çeşmelerinden Üç Örnek” (Mukaddime,
İstanbul 2010, S.1, s. 47-58) - Diyarbakır’da
Su Mimarisi (Selçuk Üniversitesi SBE Sanat Tarihi Bölümü Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Konya 2007), İbrahim Yılmazçelik / XIX.
Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1790-1840), Ankara 1995).
Ziya
Gökalp Sokağında, Dörtyol'a yakın, kesme taştan (erkek bazalt taş) yapılan iki
katlı Ziya Gökalp İlkokulu, büyük pencerelerle süslü gösterişli bir cephe, zeminden
merdivenlerle çıkılan Roma tarzı üçgen alınlıklı bir giriş kapısı olan büyük ve
tarihi bir binaydı. Alt katta koridora açılan 4 derslik, giriş kapısının tam
karşısında üst kata çıkan geniş ahşap bir merdiven, üst katta yine koridora
açılan 4, toplam 8 derslik bulunuyordu.
Binanın
tarihi, neoklasik Osmanlı tarzında yapıldığı 19 yüzyıl sonuna; 'Kız Orta
Mektebi' olarak (Rüştiye-i İnas) kullanıldığı 1912'ye ve ilkokula çevrildiği
1928'e kadar gidiyordu. Yüksek tavanlı, geniş pencereli, tahta zeminli okulda
öğretmenler odası alt katta ve ön cephedeydi. Bize o sıralar oldukça yüksek
görünen, aslında sadece birkaç basamakla inilen öğrencilerin toplanma ve oyun
alanı olan okul bahçesinin bir köşesinde kooperatif odası, karşısında ise
eğitici film gösterileri ve kapalı havalarda spor amaçlı kullanılan bir salon
vardı.
Öğrenim
dönemimizde büyük olasılıkla sınıf darlığı nedeniyle bir yıl eğitim gördüğümüz
bu salon, arada bir hastalıklarla ilgili siyah beyaz ve yıpranmış da olsa
eğitici filmlerin gösterildiği, bize göre neşeli ve eğitici saatlerin
geçirildiği bir yer oluyordu.
Kuruluşundan
itibaren Rıza Bey, Süleyman Bey (Savcı), Ömer Bey ve Faik Bey'den sonra gelen
müdürümüz Ahmet Tarhan, uzun boyu, uygun fiziği, ciddi görüntüsü ve verdiği
güvenle ilkokul müdüründen çok bir genel müdüre benziyordu. Birkaç yıl sonra
kulaktan kulağa yayılan Halk Partili olduğu söylentisinin ardından, yerine yeni
müdür Hayri Yılmaz'ın atanması, kimse için sürpriz olmadı. Hayri Yılmaz da, iri
cüssesi, otoritesi ile iddialı ve çalışkan bir müdür olarak yıllarca hizmet verdikten
sonra Yenişehir'de açılan, şehrin süratle değişen sosyal dokusuna uygun daha
popüler olan Mehmetçik İlkokulu'na atandı.
KAYNAK: Halil Değertekin / Bir Ev… Bir
Sokak… Bir Şehir… Diyarbakır Anıları (2012).
Batılılaşma akımının başladığı Osmanlı imparatorluğu’nun son dönemlerinde; ortaöğretim kurumlarının yeniden yapılandığı 1890'lı yıllarda Vali Hasan Paşa tarafından Fiskaya'sında temeli atılan Ziya Gökalp Lisesi, Diyarbekir İdadisi adı altında 1893‘te öğretime başlamıştır. 1898 tarihine kadar 5 yıllık olan idadi, bu tarihte teşkilatı genişletilerek 7 yıla çıkarılmıştır. Fakat bu 7 yıllık idadi hali çok sürmemiş, 1901 yılında tekrar 5 yıla indirilmiştir. 1910 yılında yeniden 7 yıla çıkarılmıştır. 1913 yılında idadi teşkilatının kaldırılması üzerine tam devreli Sultani haline getirilen okul I. Dünya Savaşı sırasında öğrencilerinin askere alınmasından dolayı 2. Devresi (Lise kısmı) kaldırılmış, 1921–1922 yılında kapatılan lise kısmı yeniden açılmıştır. 1925 yılında görülen lüzum üzerine lise kısmı tekrar kaldırılmış ve ortaokul getirilmiş, son olarak da Şubat 1932’de tekrar lise haline dönüştürülmüştür. 1945–1946 yıllarında yapımına başlanan 1948–1949 yıllarında öğretime geçen bugünkü okul binasının tamamlanmasıyla şimdiki yerine taşınmıştır. O yıllarda okulun adı Diyarbakır Lisesi olarak geçmekte idi. 1953 yılında Ziya Gökalp Lisesi adını aldı. Bütün bu değişikliklerden sonra 1990- 1991 öğretim yılında okulun ortaokul kısmı kapatılıp, müstakil Liseye dönüştürüldü.
Ziya Gökalp Lisesi Türkiye'nin en köklü okullarından biridir. Bu okuldan Abdülkadir Aksu, Mehdi Eker, Yılmaz Karakoyunlu, Necdet Adabağ, Ali Güzel, Attila Sönmez, Suat Yıldırım gibi birçok ünlü devlet adamı, siyasetçi ve akademisyen mezun olmuştur.
Sur ilçesi belediye sınırları içerisinde olan mahallenin doğusunda Abdaldede ve Süleyman Nazif, batısında Melikahmet ve Lalebey, güneyinde Alipaşa, kuzeyinde ise Cami-i Kebir mahalleleri bulunmaktadır.
Diyarbakır’ın ünlü şair, yazar, sosyolog ve fikir adamlarından Ziya Gökalp’ın (1876-1924) ismini taşıyan mahallenin bir bölümü, 16. yüzyılın ilk yarısına ait Osmanlı belgelerinde “Taceddin Mescidi” adıyla kayıtlara geçirilmiştir. Mahallede, bugün de birçok tarihi ve dinî yapı varlığını korumaktadır.
Taceddin Camii, Melik Ahmed Paşa Hamamı yakınındadır. Kitabesi olmadığından yapım tarihi tam olarak bilinmemektedir. Mimari üslubundan, Akkoyunluların kentte hüküm sürdürdüğü 15. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Cami, en son 1988 yılında onarılmıştır.
Kazancılar Çarşısı civarında olan Sinoğlu Camisi’nin, 16. yüzyıl başlarında, 1518-1540 tarihleri arasında yapıldığı ifade edilmektedir. 1863 yılı itibarıyla 10 yıl kadar Sübyan Mektebi oldu. Bilahare tekrar cami haline getirildi. Evliya Çelebi, bu caminin Şemsi Efendi isimli bir zat tarafından inşa ettirildiğini kaydetmektedir.
Mahallede, geçmişte Örfizade Tekkesi faaliyet göstermekte iken, şimdi ayakta sadece bir çeşmesi kalmıştır. İnşa tarihi bilinmeyen tekkenin Sadeddin Cebbavî tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir. Günümüzde bu tekkenin bulunduğu yerde inşa edilen İsmet Paşa İlköğretim Okulu eğitim vermektedir.
Öte yandan, mahallede daha önce faaliyette olan Gülşenî Tekkesi bilahare camiye dönüştürülmüştür. Ancak şu anda mevcut olmayan Karacami’nin sadece sokak tabelasında ismi bulunmaktadır.
Mahallede yer
alan Ziya Gökalp’ın doğduğu ev de günümüzde Ziya Gökalp Müzesi olarak hizmet
vermektedir.
KAYNAKÇA: Şevket
Beysanoğlu / Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi (c. 2, Ankara 1990), İbrahim
Yılmazçelik / XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (Ankara 1995), Orhan Cezmi
Tuncer / Diyarbakır Camileri (Ankara 1996).