Şair,
yazar, mütercim (D. 1889, Ahmetbey Köyü / Terme / Samsun - Ö. 19 Eylül 1914,
Ordu / Ünye). Ziya Bey, 1943 yılından itibaren üç
dönem Ünye Belediye Başkanlığı, bir
dönem de Ordu milletvekilliği yapan Hüsrev Yürür’ün dayısıdır. Yerel basında yer alan bilgilere göre, babası Ahmet
Bey, 1870 Büyük Çerkez göçünde Çerkezya
(Kuzey Kafkasya)’dan gelip Terme’ye yerleşmiş olan bir Çerkez prensiydi ve “Ahmetbey Köyü” de
adını Ordu / Ünye’de Reji (Tekel) Müdürlüğü yapmış olan bu kişiden almıştı.
İptidaiyi (ilkokulu) Ünye’de bitirdikten sonra Mekteb-i Sultani (Galatasaray
Lisesi)’de okudu. Yükseköğrenimini de Dârülfünun (İstanbul Üniversitesi)
Edebiyat Fakültesi’nde yaptı.
Ziya
Behlül, gönüllü olarak 1912 yılında Balkan Savaşı’na gitmiş, ancak Balkanların
sert havasından etkilenerek zatürre hastalığına yakalanmıştı. Hava değişimine
Ünye’ye gönderildi ve daha 25 yaşındayken burada öldü. Babası Ahmet Bey, bu tek
evladını, Ünye / Aynikolo sırtlarındaki Türbe Mahallesi’nin ucunda toprağa
verdi.
Servet-i
Fünun şair ve yazarlarından olan Ziya Behlül Bey, şiir alanında Tevfik Fikret
ile Cenap Şehabettin’in etkisinde kalmıştı. Kendisinin “Servet-i Fünun” dergisinde beş kez adı geçmektedir: Ölümü ve hayatı
hakkında Hasan Fahri tarafından (R.1330 tarih ve 1275 numaralı sayısında) bir yazı
kaleme alınmıştı. Yine bu dergide Ziya Behlül’ün “Esatir-i Edebiyye-Velâdetnâme
(Abdülhak Hamid - Üstad-ı Ekrem - Cenap Şehabettin)” başlıklı makalesi, “Bir Hanımın Hayatı-Münire’nin Ruznâmeleri”
adlı bir romanı (R. 12 Kanunievvel 1329 tarihli sayısında), Hanri Lavdan’dan
yaptığı “Meslek İntihabı” adlı Fransızca
bir küçük hikâye çevirisi (15 Ocak 1914 tarihli sayısında) ve 1180 numaralı sayısında
da “Sabah Duası” başlıklı şiiri yayımlanmıştı.
Ölümünden dört ay önce (M. 5 Haziran 1914’te) Tevfik Fikret’e, “Büyük Fikret’e”
sunumuyla armağan ettiği bu şiirin bir kıtası şöyledir:
“Nazarım ufka
dikilmiş, soruyor rikkatle,
Doğacak öyle
değil mi, bu sabah, oh mutlak
Doğacak işte
nihayet o muazzez rüya
Şu siyah
kollarını ufka uzatmış kitle,
Yarılıp şimdi
içinden o güzel yüz çıkacak.”
“Adalet”
başlıklı şiirinden aldığımız aşağıdaki beyitler, Terme’nin en büyük ve en eski
şairi Ziya Behlül Bey’in şiirdeki ustalığını açıkça gösterir:
“Senin
uğrunda bîşüphe bu hicranlar, bu hüsranlar
Senin uğrunda hep onlar, senin uğrunda hep bunlar.
Adalet; hasta insaniyetin tülsüz heyülâsı;
Adalet, ey bu asrın, en yalan en süslü
rüyası...”
Çok
iyi derecede Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Ziya Behlül Bey’in yayımlanmamış
“Bir Hanımın Hayatı-Münire’nin Ruznâmesi”
adlı bir de romanı vardır.
KAYNAK: Yaşar Karaduman /
http://www.unyekent.com, 1973
Ordu İl Yıllığı; Temel Uzlu / Ordulu Ozanlar (İl Basımevi, 1972), M. Ufuk
Mistepe / “Ordulu Ozanlar Kitabında Ünyeli Şairler” (Ünye Haber Gazetesi,
06/01/2012), Ahmet Derya Varilci, / “Kafkas Sürgünü” (Ünye Kent Haber Sitesi),
Yaşar Karaduman / Canik Dergisi (Şubat 2010), Ahmet Sezgin / Termeli Yazarlar
ve Şairler Ansiklopedisi (2012), İhsan Işık / Resimli
ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12,
2015).
Köleoğlu
Hüseyin Kaptan’ın yelkenlisi, karanlık, soğuk ve fırtınalı bir gecede Çerkezya
‘nın sahil şehri Soçi’den aldığı önemli bir yolcusu ile Karadeniz’in hırçın
dalgaları arasında Ünye’ye doğru yol alıyordu. Rusların sürgüne gönderdiği
Çerkez boylarından bir prens, meclisi ve üç yüz adamı Hüseyin Kaptan’a teslim
edilmişlerdi.
Bir
sabaha karşı Ünye’ye çıktılar. Halk, deniz kenarında yaktığı ateşlerle onları
bekliyordu.(…) Gelenler, mülteci komisyonu tarafından girişleri yapılarak
Terme’de kendilerine verilen köylere yerleştirildiler.
On
üç yaşındaki Prensin babası, annesi ve kardeşleri ile Soçi limanından
ayrılışları yürekleri parçalamıştı... Babası, konseye bu çocuğun Osmanlı
topraklarında iyi bir eğitim almasının sağlanmasını sıkı sıkıya tembihlemişti.
Yanında üç yüz kişi ve on üç kişilik konseyle on iki yaşında Osmanlı
topraklarında Ünye’ye çıkan Prens, Terme’ye yerleştirildi. Bugün Terme’deki
Çerkez köyü olan Ahmetbey Köyü böylece oluşmuştur.
Prensi,
babasının isteği üzere Türkçe öğrenmesi ve eğitimi için Ünye’deki medreseye
verdiler. Prens burada hocasının evinde kaldı, Ahmet adını aldı. On sekiz
yaşına geldiği zaman halkını kendi yönetme hakkını da kazanan Prens, evinde
kaldığı hocasının kızı ile evlendi. Evlendikten sonra Terme’deki halkının ve
çiftliklerinin başına döndü.
1864
yılında on iki yaşında iken topraklarından, halkından, annesi ve babasından
ayrılarak Ünye’ye gelen Prens Ahmet Bey, bir daha geri dönmedi, doğduğu toprakları
bir daha göremedi ve hiçbir haber alamadı.
Aradan yüz yirmi dört yıl sonra prensin torunu, benimle yaptığı bir
konuşma esnasında ”Hacı Baba doğduğu topraklara hasret gitti.” demiştir.
Prens
Ahmet Beyin bir erkek, bir kız çocuğu oldu.
1890 yılında doğan tek oğluna Ziya Behlül adını verir. Ziya Behlül,
İptidai’yi (ilkokulu) Ünye’de bitirdikten sonra İstanbul’da Mektebi Sultani’ye
(Galatasaray Lisesi) verildi. Burayı bitirdikten sonra Darülfünun (İstanbul
Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’ne gitti. Reşat Nuri Güntekin ve Refik Halit
Karay’la aynı sınıfta idiler. Okulda iken gönüllü olarak Ünye’den 1912 yılında
Balkan Harbi’ne gitti.
Prens
Ahmet, bu arada Ünye’nin havası Terme’den güzel ve deniz kenarı olduğu için
Ünye’de bir İtalyan mimara bugün halen duran üç katlı bir taş ev yaptırmıştır
ve Ünye’ye taşınmıştır (Bu binanın bir katı depremde yıkılmıştır, şimdi iki
katlıdır.).Ziya Behlül, Edirne’de Balkanların sert havasına dayanamayarak
hastalanır, hava değişimine Ünye’ye gelir. Zatürree hastalığına yakalanmıştır. Hassas
ve narin bir yapıya sahip olan Ziya Behlül, Ünye’de ilaçlarını aldığı Ermeni
eczacının kızı ve mahallede evleri karşı karşıya olan Mari’ye âşık olur. Bu
sevgi onu daha takatsiz bırakır. Mari çok güzel bir kızdır ve ud çalmaktadır,
evleri de karşı karşıyadır. Ünye‘nin gözden ırak bir köşesinde zaman zaman
buluşurlar. . Şair Ziya Behlül’ün hasta vücudu bu sevgiyi
daha fazla taşıyamaz ve 1914 yılının bir sonbahar akşamı vefat eder ve
sevgilisi ile el ele oturdukları, güneşin buradan görünen muhteşem batışını
seyrettikleri Aynikola sırtındaki Türbe Mezarlığın ucundaki yere gömülür. Mezar
hâlen aynı yerdedir.
. Ermeni kızı Mari, çok sevdiği
Ziya Behlül’ün mezarı başında bazı akşamlar gelerek elinde udla Ermenice ve
Türkçe ağıtlar yakar.1914 yılında tehcirde ailesi ile beraber Ünye’den
İstanbul’a ve oradan da Paris’e gider. Evlenir, bir oğlu, bir kızı olur. Mari,
kırk yıl sonra Türkiye’ye gelecek ve Trabzon’a geçerken Ünye’de durarak sevdiği
adamın mezarını ziyaret edecektir. Yıl tahminen 1955’tir.Bu gelişten bir
kişinin haberi olur, o yıllarda belediye başkanı olan şairin ablasının oğlu
gelen misafiri karşılar, onu Ünye’de ağırlar ve yolcu.eder. . Paris’in arka sokaklarından birinde 1985
yılında seksen yaşlarında vefat eden bir Ermeni bayanın odasının duvarında bir
fotoğraf bulurlar. Altında Arap harfleri ile bir yazı vardır. Okuturlar “Ahmet
Beyzade Ziya Behlül Efendi” yazar. Eşyaları arasında otuzlu yıllarda Nebahat
adlı biri tarafından Ünye’den gönderilmiş kartpostallara rastlanır. Ünye’nin
neresi diye merak edip haritadan bakarlar. Torununa sorarlar. Torunu olayı
anlatır: “Babaannem bana hep anlatırdı, bir gün muhakkak Türkiye’ye oradan
Ünye’ye git, evimize bak ve orada şairin mezarını da ziyaret et” derdi.
Mari’nin evi olan eski konak ve şairin babasının konağı yıkılmıştır, bugün
yerinde apartmanlar vardır.
KAYNAKÇA: Ahmet Sezgin / Termeli Yazarlar ve
Şairler Ansiklopedisi (Samsun, 2012).