Faik Ali Ozansoy

Bürokrat, Şair

Doğum
22 Mart, 1876
Ölüm
01 Ekim, 1950
Eğitim
Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Okulu)
Burç
Diğer İsimler
Mehmet Faik, Faik Ali Bey, Zâhir (mahlas)

Şair, bürokrat  (D. 22 Mart 1876, Diyarbakır - Ö. 1 Ekim 1950, Ankara). Asıl adı Mehmet Faik’tir. Zâhir mahlasını da kullandı. Şair ve devlet adamı Said Paşa’nın oğlu, şair ve yazar Süleyman Nazif’in kardeşi, şair Munis Faik Ozansoy’un babasıdır. Mülkiye Mektebini (Siyasal Bilgiler Okulu) bitirdikten (1901) sonra çeşitli yerlerde kaymakam vekilliği (1901-08); Balya, Pazarköy, Mudanya’da kaymakamlık; Midilli, Kırşehir, Beyoğlu, Kütahya ve Gelibolu’da mutasarrıflık (mülki amir); 5 Temmuz 1918 - 27 Ocak 1919 arası Diyarbakır Valiliği, Dahiliye Vekaleti müsteşarlığı görevlerinde bulundu (1908-18). Mülkiye Mektebinde Fransızca, Saint Benoit Lisesinde Türkçe öğretmenliği yaparak 1930’da emekliye ayrıldı.

“Kehkeşana Karşı” şiiriyle Servet-i Fünûncular arasına katılan (24 Temmuz 1897) ve Fecr-i Âtî topluluğuna bir ara başkanlık (1909) etti. Hayranı olduğu Abdülhak Hamid ve Tevfik Fikret’in etkisinde yazdığı teknik açıdan güçlü ve duygulu aşk-kadın-doğa şiirleriyle tanındı. Ancak Arapça ve Farsça kelime ve terkiplere fazla yer vererek ağırlaştırdığı dili onu zaman zaman doğallıktan uzaklaştırdı (Nihad Sami Banarlı).

“Faik Âli, yanılmıyorsam, Fikret’ ten ziyade Hâmid’in zürriyetini devam ettirir. Romantik ihtişamını ondan almıştır. Fikret’ten gelen şekillere hem mukavemet ettiği, hem de, o devrin zevkini geliştiren yeniliğin cazibesinden kendini tamamiyle alamadığını zannettiren bir dil ve üslûp tereddüdü içinde görünür. Hâmid’in geleneğine sadık kalsaydı, şöhreti sisli bir şâhika gibi zaman zaman bulutlara karışıp gözden kaybolmıyacaktı. Edebiyatımızın problemleri, henüz dünyanın ve memleketin zevk ve fikir tarihini kavrıyan büyük bir anlayışın eliyle çözülmediği için, Faik Âli de, geçici, sathî, sallapati ve karmakarışık tenkid ve hükümlerinin curcunası içinde, kesin ve belirli bir not alamadan gitti. Daha evvel kendisinin galiba ‘Marmara’ adında çıkardığı bir mecmuada ve daha sonraları seçkin oğlu Munis Faik’in dergisinde rastladığım bazı şiirleri cidden güzeldi. Fakat tesadüfe bağlı hususî dikkatlerden başka alâka bulamamıştı. Tenkidsiz bir memlekette her san’atkârın nasibi budur. Yahut nasipsizliği.” (Peyami Safa)

ESERLERİ:

ŞİİR: Fâni Teselliler (1900), Temâsil (Semboller, 1912), Elhan-ı Vatan (Vatan Ezgileri, 1915).

OYUN (aruzla, manzum): Payitahtın Kapısında (1918), Nedim ve Lale Devri (1950).

BİYOGRAFİ: Mithat Paşa (1908).

MEKTUP: Şair-i Âzâm’a Mektup (1923).

HAKKINDA: Fâik Âli’yi Kaybettik / Hisar (sayı: 6, Ekim 1950), Edebiyatımızın Büyük Kaybı (Son Posta, 3.10.1950), Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. III, 1968), Muzaffer Uyguner (Mülkiyeliler Birliği Dergisi, sayı: 21, Aralık 1970), İsmail Parlatır / Türk Ansiklopedisi-Faik Ali Ozansoy (c. 26, fas. 204, s. 217) - TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 12, 1995), Peyami Safa / Objektif: 6-Yazarlar Sanatçılar Meşhurları (1976), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c. 2, 1997, s. 254, 259), İbnülemin Mahmud Kemal İnal / Son Asır Türk Şairleri (c. I, 1999), İhsan Işık / TEKAA (2006) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013).

BİTMİŞ VEYA BİTMEMİŞ BİR SENFONİ

Bir hakikat mi, yoksa rüya mı?

Cennet ettin bir anda dünyamı..

Ömrümün bitti gitti âlâmı;

Bitmez aslâ bu aşkın ilhamı.

 

Beni âşüftehâl eden gözler

Bütün ilhamımın semâlarıdır;

Ezelî ruhun aşinalarıdır;

Ebediyet bakışlarında güler.

 

Kederim, şevkim, ıztırâbımsın;

Ruhum, ey ruhumun perisi her an

Yeni bir aşk kalır temasından..

Sen günâhım değil, sevâbımsın.

 

(Hisar dergisi, Ekim 1970)

GAZEL

Eskimez, eski bir lisânım var,

Zinde, tâbende bir zebânım var.

 

Yeni neslin yabancı olduğu bir

Başka, îcâz-eser beyânım var.

 

Bir evim yoksa yer yüzünde ne gam?

Kehkeşanlarda âşiyânım var.

 

Görünen kâinatın üstünde

Bana mahsus olan cihanım var.

 

Bu cihânın serîr-i şî'rinde

Bir melek yüzlü yâr-ı canım var.

NE GÜZEL ŞEY

Yıldızlı semâlardaki haşmet ne güzel şey

Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey

 

Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken

Yıldızların altında ibâdet ne güzel şey

 

Fânî ve adâvetlere mahşer bu cihanda

Bir bitmeyecek aşk u muhabbet ne güzel şey

 

Dünyâda senin âşıkın olmak ne saâdet

Allah ile -hâşâ!- bu rekâbet ne güzel şey

 

Lûtfen bana güldün, güzelim, mültefit oldum.

Îcâb-ı necâbet bu… necâbet, ne güzel şey

 

Ey hilkatin emsâli yok ibda’-ı kemâlî

Senden bana bir zerre inâyet ne güzel şey

 

Hüsnündeki mânâ-yı semâvî ne îlâhî

Aşkımdaki reng-i ebediyyet ne güzel şey

FAİK ALİ’NİN ÖLÜMÜ KARŞISINDA

Dün sabah gazeteleri elime aldığım zaman beynimden vurulmuşa döndüm. Yaşının bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen onun öleceği bir türlü aklıma gelmezdi. (…)

Ozansoy soyadını bihakkın almıştı. Dedesi İbrahim Cehdi Efendi, babası Diyarbakırlı Said Paşa, büyük biraderi Süleyman Nazif ve amca veya halazadesi Ziya Gökalp edebiyatımıza fer vermiş şahsiyetler olduğu gibi büyük oğlu Munis Faik Ozansoy da aruz veznini ilhamına râm etmiş hisli bir şairdir.

Kendi şahsına gelince (Edebiyatı Cedide)nin Fikretle ve Cenapla beraber en büyük bir şairi de o sayılırdı. Manzumeleri üstad kuyumcu elinden çıkmış birer cevahirdir. (…)

Dostlarına gösterdiği aynı vefakârlığı maziye de gösterirdi..

Giyinişte, yaşayışta, hattâ duygularında ve eserlerinde bile o pek ileri adam dostluklarında muhafazakârdı. Hâmid'den, Recaizadeden, Sami paşazade Sezaiden bahsederken onlara karşı hürmetini, minnetini âdeta belli ederdi. (…)

Ölümünden duyduğum bu derin acıyı hangi (fâni teselliler) le avutacağız, büyük ve aziz dostum?

                                                   (Son Posta,  3.10.1950) 

Yazar: Ercüment E. Talu

KAYBETTİĞİMİZ MİLLÎ DEĞERLER

Faik Âli, Edebiyat'ı Cedide hareketine karıştığı zaman genç bir Mülkiye talebesi idi; O, bu edebî mektebin ne başlangıcıdır, ne de başlarındandır; fakat senelerce Edebiyat-ı Cedide havası içinde yazıp yayınladığı şiirlerle bu hareketin inkişafına ve kuvvetlenmesine sistemli bir surette hizmet etmiştir.

Edebiyat-ı Cedide hareketi içinde yazı yazmağa başlayanlardan sonraları yaşamış olanların çoğu, seneler geçtikçe hemen hemen bu edebî mektepten uzaklaşmış gibidirler. Faik Âli gerek ifade, gerek tahassüs ve şiir tarzı bakımından  Edebiyat-ı Cedide havasına son güne kadar sadık kalmış, bu yüzden hattâ hayatın gerisine çekilmeyi tercih etmiştir.

Edebiyatımızın muayyen bir devrinde mühim ve faydalı bir harekete karışarak bir hizmetin görülmesinde tesirli olmuş, muvaffakiyet kazanmış ve devrini yapıp bitirmiş bir sanatkârdı; zamanın şartları içinde mütalâa edilince edebiyatımıza olan hizmeti hiç de küçümsenmemeli.

Edebiyatçılarımızı kısa bir zamanda yıpratan ve yeni nesiller tarafından anlaşılmaz, bu sebeple de daha sağlıklarında unutulmuş hale getiren Türk dilinin bir zamandan beri zarurî olarak geçirmekte olduğu tasfiye ve millîleşme hareketidir; böyle lüzumlu, fakat amansız bir hareketin arifesinde gelmiş olmaları Faik Âli için de, bütün Edebiyat-ı Cedide nesli için de büyük bir talihsizliktir. Yoksa dil bir yana bırakılarak muhteva bakımından incelenecek olursa görülecektir ki bu adamlar pekâlâ istikbale kalabilecek, güzel ve özlü şeyler de söylemişlerdir. (…)

 

Faik Âli gene eski bir şiirinde:

 

Yere batsın bütün mesafe,

                                  cihat;

Büsbütün ben sen olmak

                           istiyorum!

 

demişti, ölümünden sonra ne olduğunu bilmiyoruz; arık maddî ve fâni hayattan sıyrılmış olan şair, gönül ister ki bir kaç gecedir büyük ve ebedî güzelliğe büsbütün kavuşup karışmış ve arzusuna erişmiş olsun.

                                                                     (Cumhuriyet, 4.10.1950)

Yazar: Refik Ahmet Sevengil

FAİK ALİ

Bizim nesilde yaş en büyük teşrifat unsuru olduğu için Üstat ile ülfetimiz olamazdı tabiî... Fakat onu tanırdık, daima saygımıza muhatap olurdu; eserlerine, itinası için olduğu kadar şahsına olan itinası için de hayranlığımızı tahrik ettiği uzun bir devri daima hatırlıyacağız. Fakat son yıllarını bir hayli üzülerek geçirdiğini bildirdiğimiz üstadı, Edebiyatı Cedidenin büyük kıymeti olarak hatırlıyanlar arasında, acaba kaç kişi, imparatorluğun en zarif mutasarrıfı olduğunu da hatırlamışlardır ve hatırlıyacaklardır ?

Onun, devleti Beyoğlu idare bölgesinde temsil ettiği günlerde İstanbul dünyanın en kibar şehirlerinden biri ve Beyoğlu semti bir zarafet sergisi gibi idi. Bu semtte en büyük idare âmirinin temas ve ülfet ettiği muhit ise elbette pek büyük bir ihtişam ifade ederdi. Faik Ali, bu muhitin içinde taklit edilemez bir zarafet numunesi olarak, saygı ve sevgi toplayarak boy verirdi. Allah rahmet eylesin.

                                                               (Son Telgraf, 3 Ekim 1950)

Yazar: Nizamettin Nazif

FAİK ALİ İÇİN

Edebiyatımızın problemleri, henüz dünyanın ve memleketin zevk ve fikir tarihini kavrıyan büyük bir anlayışın eliyle çözülmediği için, Faik Âli de, geçici, sathî, sallapati ve karmakarışık tenkid hükümlerinin curcunası içinde kesin ve belirli bir not alamadan gitti. Daha evvel kendisinin galiba "Marmara" adında çıkan bir mecmuada ve daha sonraları seçkin oğlu Munis Faik'in dergisinde rastladığım bazı şiirleri cidden güzeldi. Fakat tesadüfe bağlı hususî dikkatlerden başka alâka bulamamıştı. Tenkidsiz bir memlekette her sanatkârın nasibi budur, yahut nasipsizliği.

                                              (Ulus, 18.10.1950; Hisar dergisi, sayı: 7, Kasım 1950, s.18)

Yazar: Peyami Safa
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör