Eğitimci,
yazar (D. 1910, Diyarbakır - Ö. 1985, Niğde). 1. Dönem Diyarbakır Milletvekili
Mustafa Akif Tütenk’in oğludur. İlk ve ortaokulu Diyarbakır’da, liseyi Konya’da
bitirdi. Yükseköğrenimini Marsilya Üniversitesinde tamamladı. Yurda döndükten
sonra çeşitli okullarda tarih öğretmenliği yaptı. Niğde Lisesi tarih öğretmeni
iken emekliye ayrıldı. Tarih alanında çok sayıda makale ve tebliği çeşitli
dergi ve gazetelerde yayımlandı. 1967 yılı Niğde İl Yıllığı’nın tarih
bölümünü hazırladı.
ESERLERİ:
Pamukkale
Kılavuzu (1948), Millî Mücadelede
Denizli (1949).
KAYNAKÇA: Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları
(c. 2, 1997, s. 458), İhsan Işık /
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2009) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze
Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014), Emrullah Güney / Ahmet Akif Tütenk: Tarih Öğretmeni
(haber50.com, 06 Mayıs 2011, bilgi teyidi 28.08.2019).
Prof. Dr. Emrullah GÜNEY
1970’lerin
ortalarında Nevşehir Lisesi’nde bir tarih öğretmeni vardı: Ahmet Akif Tütenk.
Aslen
Diyarbakırlı. Fakat, Fransa’da tarih öğrenimi görmesi için Maarif Vekaleti’nce
gönderilmiş ve dönüşte, istese İstanbul Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesi’nde
Tarih doçenti olabilecekken, O, liselerde öğretmen olmayı yeğlemiş. Yaşamı
boyunca arkeolog, sanat tarihçisi, Selçuklu uygarlığı hayranı Prof Dr Albert
Gabriel’in izinden gitmiş, onun yöntemini benimsemiş.
Hep bekar yaşamış
, hiç evlenmemiş, yurt yuva kurmamıştı.
Nevşehir’e
nereden gelmişti A.A. Tütenk?
Hep, Selçuklu’nun
en önemli eserlerini bıraktığı beldelerde görev yapmıştı.
Denizli, Kayseri,
Niğde.
Ve görev yaptığı
yerlerle ilgili te’lif, çeviri eserler de vermişti: Denizli ve Pamukkale, Niğde
Tarihi gibi.
Öğrencilerden
adını duyuyordum bu ünlü Tarih öğretmeninin. Fakat, nedense bir türlü bir araya
gelemedik. Derslerinde belli bir kronoloji izlemez, olayları hayli dağınık
anlatırmış. Fakat, belli ki, etkili bir “hocalığı” var.
Sonra, Onun
emekliye ayrıldığını, fakat, yine Nevşehir’den kopamadığını öğrendim. Üzerinde
çalıştığı bir tarih kitabı varmış. Bitirmeden bu toprakları bırakmayacakmış.
1978’de Fırat
Üniversitesi’ne geçtiğim zaman, o yaz aylarında A.A. Tütenk ile tanışma olanağı
doğdu. Nevşehir Öğretmenler Lokalinde babama söylemiş: “ Şükrü Beğ, senin oglan
doktora tezi hazırlıyormuş. Belki bir faidemiz dokanır. Söyle de tarafıma
azimet eylesin. Bendeniz Uçhisar nam kariyede ikamet etmekteyim.”
Bunu işitir işitmez, bir olanak bulup,
arabama bindim, Uçhisar’a
gittim.
Düş dünyamda Ona
büyük bir villa yakıştırdım. Üç kat. Dayalı, döşeli. Bahçe içinde bir saray
yavrusu, bir konak. İçerde konuk kabul salonu. Kapıyı açan üniformalı hizmetçi
konuğu salona alıyor, bir içecek ikram ediyor. Üstada haber veriliyor. Fakat,
yaşlıdır, Onun aşağıya gelmesine gerek yok; zahmet olmasın. Konuk, Onun yanına
çıkıyor. Orta kat tümüyle kütüphane. Sekreter, katip, katibeler çalışıyor.
Sesler banta kaydediliyor. Sonra dökümü yapılıyor. Tarihçi sürekli meşgul. Cilt
cilt kitaplar, dergi koleksiyonları, ortada kocaman bir kürre-i arz… Gizemli
bir atmosfer. Uçhisar’ın parlak temmuz güneşinde loş bir ortam. Hatta
karanlıkça. Güneş girmesini önleyen kalın perdelerin yarattığı alacakaranlığı
yer yer köşe lambaları önlüyor. Hizmetçiler Üstada zaman zaman kahve
getiriyorlar. Havada bir buhur kokusu. Ortamı daha da gizemli, yapmakta; şarki
bir hava vermekte.
Araya sora buldum
Tütenk Hoca’nın evini. Almanya’da yaşayan bir işçinin yaptırdığı temiz,
bakımlı, yapraklıseki taşından bir ev. Kapıya vurdum. Üstad kendisi açtı.
Üzerinde pijama. Saç, baş dağınık. Kaç gündür sakal traşı olmamış. Yüzünde
yılların yorgunluğu. Gözaltı torbaları sarkmış. İlk düş kırıklığı. Tek bir odasını
kullanıyor evin. Bir tüp –ocak değil- üzerinde alüminyum tencere içinde patates
kaynıyor. Demek, üstadın öğlen yemeği bu olacak. Haşlanan patatesin odaya
yaydığı ham koku. Dağınıklık her yerde. Dergiler, gazeteler, kitaplar. Süprüntü
içinde. Bu eve hanım eli değmemiş hiç. Demek, Üstadın ziyaretçisi de yok. Belki
kendisi istemiyor. Konuya girdim; Kapadokya tarihi…Anlatıyor, ama dağınık.
Zaman zaman bugün, Göreme’, Asur Ticaret Kolonileri, Kültepe Höyüğü, Strabon,
Erciyes, Mazaka…Kronolojiyi karıştırıyor. Milattan Önce oluyor Milattan
Sonra…Not alıyorum, fakat bu darmadağınık bilgilerden nasıl yararlanacağım?
Üstad, yemeği birlikte yemeyi öneriyor. Bu zahmeti ona vermek istemiyorum.
Belki, konuk için yedekte bir tabağı, çatalı da yoktur. Çünkü, ortada,
gazetelerin arasında kuru ekmek parçaları, kırıntıları da var. Perdesiz
pencerelerden parlak günışığı giriyor odaya. Gözü kamaşıyor insanın. Prof Dr
Albert Gabriel’den söz ediyorum. Duygulanıyor. Gözlerinde yaş. Anlıyorum ki,
Selçuklu ekini ve uygarlığına hayran bu büyük Fransız bilgin Onun “idol”ü.
Başlıyor anlatmağa. Fransa’daki öğrencilik günleri…Hocasının ders işleme
yöntemi. Özenle, titizlikle çizdiği haritaları, kervan yolları üzerindeki hanları…İştahla,
sevinçle, mutlulukla konuşuyor. Bir insan, böylesine hayran olabilir bir
bilgine. Vefa duygusunun ne olduğunu daha iyi anlıyorum.
Üstad emekli ama,
yine de fazla vaktini almak olmaz. Kapadokya hakkında kitap hazırladığını
duymuştum. Yaşadığı odada öyle bir dosya görünmüyordu. Elbet, her şey aşikare,
ayan beyan olmaz. Fakat, derin bir burukluk var içimde. Anlı şanlı tarih
öğretmeni, Türkçe kadar Fransızcaya da “hakim” Ahmet Akif Tütenk üstad böyle mi
yaşamalıydı, böyle mi geçirmeliydi emeklilik günlerini! Gözlerim yaşarıyor. İyi
ki, çevrede kimse yok; görmüyor beni.
Güneşli Uçhisar
sokaklarında yürürken mırıldanıyordum:
Bir nehri
muazzam gibi cuş etmişsin,
Fakat eyvah,
bir çorak vadide akıp gitmişsin.
KAYNAK: Emrullah Güney / Ahmet
Akif Tütenk: Tarih Öğretmeni (haber50.com, 06 Mayıs 2011, bilgi teyidi
28.08.2019).