Zeynep Ankara

Yazar

Doğum
01 Temmuz, 1957
Eğitim
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Psikoloji Bölümü
Burç

Yazar. 1 Temmuz 1957, Aksaray doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Ankara‘da tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Psikoloji Bölümü (1984) mezunu. Hacettepe Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümünde (1988) yüksek lisans yaptı. Psikolog olarak atanmasına rağmen Ankara‘da kalarak edebî çalışmalarını sürdürmeyi tercih etti. Radikal gazetesinin kuruluş aşamasında ve Hürri­yet, Milliyet, Sabah gazetelerinde görev aldı. Sabah ga­zetesinde 1 Numara Yayıncılıkta kitap dergisi yönetmenliği yaptı. Sabah gaze­tesinde genel yayın, yönetmeni iken gazeteciliği bıraktı. TRT için eğitim spotları hazırladı ve televizyonlar için metin yazarlığı yaptı. GAP TV için “Harran‘da Filizlenen Mavi Gül” adlı belgeseli hazırladı. İstanbul‘da 1997‘den itibaren psikolog ola­rak görev yaptı. Sonra işinden ayrılıp yalnızca yazı çalışmalarıyla ilgilendi. 

Kitap eleştirileri Cumhuriyet Kitap Eki ve Milliyet Sanat‘ta; bilim araştırma yazıları Cumhuriyet Bilim Teknik‘te; öyküleri Varlık, Türk Dili dergilerinde yayımlandı. 1988-1989 Milliyet-Sanat dergisi Abdi İpekçi Deneme yarışması mansiyon ödülünü, Savaş Be­beği ile 1989 Behçet Necatigil Radyo oyunu ödülünü, „Güneşi Vurdular“ adlı röportaj ile 1990-1991 Cumhuriyet Yunus Nadi Röportaj dalında birincilik Ödülünü, 1990-1991 Milliyet-Sanat dergisi Abdi İpekçi Ütopya yarışması mansiyonunu, 1991 Orhan Arıburnu Ödülleri Film Öyküsü yarışması başarı ödülünü, 1992 İsveç Etos Universal Culture House Story üçüncülük halk jürisi ödülünü ve katıldığı çeşitli yarışamalardan birçok ödülü aldı.

ESERLERİ:

OYUN: Orkidenin Ömrü (1988), Durgun Suların Altında (1989).

ÖYKÜ: Kanatsız Düşüşler (1991).

ÇOCUK EDEBİYATI: Elif Oya’nın Güncesi (1992).

ROMAN: Terkedilmiş Bir Sokakta Sessiz Bir Gölge Oyunu (1993).

ANI-ANLATI: Yalnız Şövalye Attila İlhan (1996).

HAKKINDA: Ömer Lekesiz / Zeynep Ankara Öldü mü? (Hece dergisi, Ağustos 2002), TDOE – TDE Ansiklopedisi 1 (2002), Selim Somuncu / Sevgi ve Şiddetin Denizinde Bir Roman: Terkedilmiş Sokakta Sessiz Bir Gölge Oyunu (Yedi İklim, Ağustos 2004). 

UYKUNUN AYAK SESLERi’nden

Eksik olan şey... Sevgi mi ne?

Hava güzel. Trafik gürültüleri rahatsız etmiyor. Uzaktan, hiç alışık olmadığım türden bir müzik sesi geliyor. Ama dinginim, ama huzurluyum.

Şimdi sadece görüntüsünü izlediğim televizyonu kapatmalı, bir bardak ılık süt içmeli ve uyumalıyım. Pencereler aralık kalsın, ama kapının zincirini takacağım.

Ben aşığım yatak odama; lambasına, divanına, aynasına ve dolabına. Duvarlardaki resimlerine de aşığım. Hele şu asabilmek için duvarı delik deşik ettiğim, önce hiç bir yer uymayan, sonra yerini bulan, denizin ve göğün renklerine egemen resme sırılsıklam aşığım.

Aynada yüzümü inceleyerek saçlarımı taradım ve eprimişliğiyle bedenime alışkın geceliği giydim. Ardından, başucu lambamı yaktım, tavan lambasını söndürdüm. Yatağa oturdum, yastığı kabartarak arkama dayandıktan sonra, alışkanlıkla başucumda duran gazete ve dergi yığınına uzandım. En üzerindekini çekip aldım. Bir haftalık sanat dergisi... Dün okuduğum sinema fimi tanıtımından sonra gelen makaleyi atladım ve birkaç sayfa okudum. Satırların sonundaki büyükçe nokta işaretine geldiğimde, göz kapaklarım ağırlaşmıştı. Dergiyi yerine koydum, yastığı düzelttim, başucu lambasını söndürdüm ve sırtüstü uzandım.

Hava gerçekten güzel. Tertemiz bir esinti, uzaklarda söylenen bir şarkıyla beraber pencereden içeri giriyor; ellerimde, kollarımda, yüzümde, omuzlarımda ılık bir ipek yumuşaklığıyla geziniyor. Derin bir nefes alıyorum. İçim daha da ferahlıyor. Uzun bir esneyişle gözlerimi kapatıyorum. Belli belirsiz, uykunun ayak seslerini duyuyorum.

Yarın çizgili eteğimi ve beyaz ceketimi giyeceğim. Boynuma puanlı eşarbı bağlarım. Hangi ayakkabımı giysem?... Beyazı mı, yoksa siyahı mı? Beyazın boyanması gerek, siyahınsa topuklarının yapılması. Topuklarımı yere vura vura yürümekten vazgeçmeliyim.
Elektrik ve telefon faturaları yatırılacak. Telefon faturası bekleyebilir, ama elektriğin zamanı geçiyor. Kapıcıya da söyleyeyim, otomat parasını yöneticiye versin. Gazeteleri de paspasın üzerine koymasın, kapı kulpuna sıkıştırsın. Kaç kez söyledim inadına yapıyor sanki.

Yorucu bir gündü. Onca koşuşturmaca hiç bitmeyecek sandım. Danışmanlığını yaptığım lisans öğrencilerinin tez öğrencilerinin konusunu belirlemeye yardım et, haftalık bölüm toplantılarına katıl, derse gir derken, akşam oluverdi. Şu servislere bağımlılıktan kurtulmalı, bir araba almalıyım. Şöyle ayakları yerden kesecek cinsten. Servisler neyse de, öbür otobüslerde gerçek bir eziyet oluyor. Sıkıştırırlar, göz hapsine alırlar, ayağına basarlar... Acı duyarsın, tırnağına kan oturur ve sonra aylarca süren bir etten kurtulma savalımı olur. Zaman zaman bir yara bandıyla kapatırsın. Ve o insan, ayağına bastıktan sonra, boş boş yüzüne bakıp gider. Bir özür bile dilemez... Yarın ilk işim gazetelerdeki satılık araba ilanlarına göz atmak olsun. Şimdi uyumalıyım.
Bir, iki, üç... Bazıları "bir, ki, üç..." der. Bir, kiii, üç, dört..." "Ki" dememeli... Tempolu olsun: "Bir-iki-üç-dört-beş-altı-yedi-sekiz..."

Akşamüstü bölümdeki bazı arkadaşlarla birlikte gittiğimiz sergideki heykelcikler, ne kadar da soğuk görünümlüydü. Soğuk ve ürpertici. Çamur öbekleri, oluşumunu henüz tamamlamış gibiydi. Fakat gözler ve ağızlar belirginleşmişti. Kulaklar güdüktü. Gözler oyulmuş, ağızlar donmuş bir haykırışla açılmıştı. Çıplak bir beyazlığın altındaki büstler, bitmemişlikten kurtulmak için çırpınıyorlardı. Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek, hayvan büstleri... Ayrıcasız, bütün gözler oyulmuştu. Oyuklar derin ve ürkütücüydü. Karanlığı, içine doğru çekiyordu. Bir an bu karanlık deliklerden birinden içeri çekilip kayboluvereceğimi sandım. İçimdeki gerilimin başkalarınca fark edilmemesi için, hafifçe gülümseyerek sütunlardan birine yaslandım. Sütunun serinliğini sırtımda hissedince, içime bir güven duygusu yayıldı. (…)

                                                                                   (Kanatsız Düşüşler, 1991) 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör