Fahri Celal Göktulga

Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
20 Mayıs, 1895
Ölüm
03 Haziran, 1975
Eğitim
Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi)
Burç
Diğer İsimler
F. Celâlettin Göktulga, F. Celâlettin, Fahri Celâl, Fahri Celâlettin Göktulga

Öykücü-yazar (D. 20 Mayıs 1895, İstanbul - Ö. 3 Haziran 1975, İstanbul). Öykülerini, F. Celâlettin Göktulga ve F. Celâlettin, köşe yazılarını ise, Fahri Celâl ve Fahri Celâlettin Göktulga imzasıyla yayımladı. Göktulga’yı soyadı kanunundan sonra kullandı. Eski Hariciye memurlarından Ahmet Celâlettin Bey’le Tarsuslu Lâmia Hanım’ın altı çocuğundan biridir. İlköğrenimini önce Yerebatan’daki Dâr-ül-edeb ve Kadıköy’deki Kenz-ül-Maarif’te, ortaöğrenimini Mercan İdâdisinde (1912) tamamladı. Yükseköğrenim görmek için gittiği Tıbbiye-i Mülkiye-i Şahane (Tıp Fakültesi)’den yirmi üç yaşında (1918) mezun oldu. Askerlik görevini önce Çanakkale’de, sonra da İzmir Merkez Askerî Hastanesinde doktor yedek subay olarak yaptı. Terhis olduktan sonra, Üsküdar’daki Toptaşı Akıl Hastanesine (Emrâz-ı Akliye ve Asabiyye Hastanesi) tayin edildi. Burada asistanlık süresini tamamlayarak akıl ve sinir hastalıkları uzmanı oldu. Bir süre aynı hastanede uzman doktor olarak çalıştı, 1927’de Bakırköy’e nakledilen aynı hastanenin klinik şefi oldu. Daha sonra Manisa Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi başhekimliğine atandı. Manisa’da beş yıl, Paris’te meslekî araştırmalar için bir buçuk yıl kaldıktan sonra Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde nöro-psikiyatri uzmanı oldu ve bir süre sonra da aynı hastanenin başhekimliğine getirildi. Bu arada mesleki araştırma ve incelemelerde bulunmak üzere bir buçuk yıl Paris’te bulundu. 1960 yılında emekliye ayrıldı. 1975’te hastalandı, bir süre evinde ve Bakırköy Hastanesinde üremi hastalığı dolayısıyla tedavi gördükten sonra vefat etti, mezarı Karacaahmet kabristanındadır.

1924 yılında Hamide Nebile Hanım’la evlenen Göktulga’nın bu evliliğinden Hatice Hülya adında bir kızı oldu. 1927 yılında Hamide Nebile Hanım’ın ölümünden sonra iki evlilik daha yapan Göktulga’nın bu evliliklerinden çocuğu olmadı. Yazarın son eşi Melâhat Göktulga’dır.

Yazı hayatına on sekiz yaşında bir Tıp Fakültesi öğrencisiyken başladı. İlk yazılarını Servet-i Fünûn dergisinde yayımladı. Yazarlık yaşamına adım attığı yıllar için şunları söyler: “Ahmet İhsan, Servet-i Fünun’un edebî kısmının idaresini bize bırakmıştı. Biz, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Hakkı Tahsin, Yahya Şâib, Ahmet Hidayet, Yusuf Ziya ve ben, orada - Tarihî oda diye anılan - şair Tevfik Fikret’in odasında toplanır, yazılarımızı birbirimize okur ve çok çetin münakaşalar yapardık. Ancak bu çetin münakaşalar neticesinde yazılarımızdan beğenilenler mecmuada neşredilirdi.” (aktaran Bilge Aydın). Modernleşme ile ilgili görüşlerini köşe yazılarında sık sık dile getirdi. Yerliliği ön plana çıkardı. Modernleşme süreci ile birlikte yitirilen değerlerin, sanatta şahsiyet eksikliği yarattığını ifade eden yazar, edebiyattan musikîye, resimden mimarîye, kantodan tiyatroya kadar birçok güzel sanat dalını, sanatçıyı ve yapıtı bu kavram çerçevesinde değerlendirdi. Cumhuriyet’e geçiş sürecinde toplumun nasıl dönüştüğünü, özellikle kadın imgesi odağında ve kadın-erkek ilişkileri çerçevesinde ortaya koydu.

Yazıları, Cumhuriyet (1952-59), Yeni İstanbul (1959-61) gazetelerinde yayımlandı. Bu yazılarda Türk edebiyatındaki roman, şiir, tiyatro gibi türlerin yanı sıra öykü türünün de bir değerlendirmesini yaptı. Yaşamı boyunca yaklaşık seksen öykü ve yüzlerce köşe yazısı yazdı. “Doktor Schwei[t]zer ve Ben” başlıklı son yazısını 31 Aralık 1961 tarihinde yazdı.

İlk öyküsü “Salgın”, 20 Mayıs 1915 tarihinde yayımlandı. Bu öykü, 1900’lü yıllarda halk için giderek ağır bir yük hâline gelen “vergi” meselesi üzerine kuruludur. Göktulga, bu öyküsüyle, daha yolun başında içinde yaşadığı toplumun ekonomik ve toplumsal sorunlarına duyarlı bir aydın olduğunu ortaya koydu. Servet-i Fünûn dergisinin yanı sıra, Şair (1918-19), Nedim (1919), Ümit (1919-21), Dördüncü Kitap (1920), Güneş (1921), Yeni Kitap (1927) ve Âyine (1921-23) adlı dergilerde de öyküler yayımladı. Fahri Celâlettin Göktulga’ya göre, sanatta en sonra erişilen meziyet ve kemal, kısalık ve özlülüktür.

F. Celaleddin imzasını kullandığı hikâyelerinde, toplumsal ilişkilerde gözlemlediği çarpıcı gerçekleri gülmece öğesine de yer vererek yansıtmaya çalıştı. G. Maupussant tarzı, memleketçi ve realist anlayışta hikâyeler yazdı. Öykülerinde, yüzyıllardır İslâmî dünya görüşünün kaynaklık ettiği geleneksel değerlerle şekillenen Osmanlı toplumunun, İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde yaşadığı köklü toplumsal değişim ile bu değişimin beraberinde getirdiği ahlâkî çözülme ve kültürel kopuş sorunları üzerinde durdu. Modernleşme sürecinin Türk toplumunda yarattığı anomiyi, kadın-erkek ilişkileri çerçevesinde yansıttı ve özellikle insan psikolojisi üzerine odaklandı. Öykülerinde de, tıpkı yazılarında olduğu gibi, kadın, yeni değerlerin, erkek ise, geleneksel değerlerin bir temsilcisi olarak konumlandırıldı. Onun öykülerindeki beklenmedik sonlar ve tuhaflıklar, toplumun yaşadığı derin bunalımı sanatsal bir formla ifade çabasının çarpıcı bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Göktulga, yaşamın gerçekleriyle öykünün gerçeklerini “insan psikolojisi” odağında ustalıkla birleştirmiş bir öykücüdür. Pek çok eleştirmen onun psikiyatristliğini öne çıkardı. Oysa insan psikolojisinin sunduğu olanakların farkına varmış bir öykücüdür. Hilmi Yavuz’un da ifade ettiği gibi, Anton Çehov ile Göktulga’yı aynı çizgide buluşturan bu farkındalıktır. Rahatlıkla Ömer Seyfettin’le Memduh Şevket Esendal’ı birbirine bağlayan halka olarak değerlendirebilir.

Kına Gecesi kitabı ilk çıktığı zaman Mehmed Rauf onun hakkında uzun zamandır hikâye dünyasında görülmeyen yeniliklerle dolu gerçek bir sanat eseri karşısında bulunduğunu söyleyen bir tanıtma yazısı yazdı. Mehmed Rauf onun bu hikâyelerinde Flaubert ve Mauppassant’ın yolunda bulunduğunu ve büyük bir ustalıkla yazarını gizlemekte başarılı olduğunu yazdı. Fahri Celâl’in daha sonra çıkan hikâyeleriyle beraber yapılacak yeni bir değerlendirmede çok defa anlatıcının belirli olduğu, hatta hikâye geleneğimizde önemli bir yeri bulunan meddah tarzının izleri sezilir. Bu açıdan ele alındığı takdirde Fahri Celâl’i, Ahmed Midhat - Hüseyin Rahmi - Ahmed Rasim - Sermed Muhtar - Osman Cemâl geleneğinin son halkası olarak görmek yerinde olur.

 “Fahri Celâl, hikâyelerinde, bilhassa kahramanlarının konuşmalarında dili büyük bir ustalıkla verir. Bu dilin sade olmayışı yüzünden tenkitlere uğradığı olmuştur. Ancak halktan tipleri konuşturduğu zaman alelâde bir konuşma dili gösteren bu tavrı, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bürokrat tiplerin konuşmasında terkipli bir Osmanlıca olması, tabiî telâkki edilmelidir.” (Şerif Aktaş)

Yunus Emre’deki yalınlık ve kolay söyleyiş, Evliya Çelebi’deki okuru yormayan, sürükleyip götüren abartılı ve sohbet eder yollu anlatım, Fuzulî’nin ve Hâletî’nin sanatlı dili, Naima Tarihi’nde heyecan ve merak ögesini ön plana çıkaran dil Fahri Celâl’de adeta karıştırılıp yeniden yapılandırılmıştır. Tüm bu etkilenmeler yanında, yaşadığı dönem İstanbul Türkçesinin açıklığı, berraklığı, nüktelerle dolu argolu dili onun hikâye dilinin belli başlı özelliği olmuştur.” (Ahmet Cüneyt Issı)

ESERLERİ:

KISA ÖYKÜ: Talak-ı Selase (1923), Kına Gecesi (1923), Eldebir Mustafendi (1943), Avur-Zavur Kahvesi (1948), Salgın (1953), Rüzgâr (1955), Bütün Hikâyeler (Fahri Celal adıyla, tüm hikâyeleri, 1973).

UZUN ÖYKÜ: Çanakkale’deki Keloğlan (ilk bas. 1960, Keloğlan Çanakkale Muharebelerinde adıyla, 1939).

TIBBİ ARAŞTIRMA: Kekemelik Bahsinde Yeni Görüş (1937).

HAKKINDA: Zahir Güvemli / Avur Zavur Kahvesi önsözü (1948), Mustafa Baydar / Fahri Celâl Bütün Hikâyeleri (1973), Mehmet Kaplan / Hikâye Tahlilleri (1979), Behçet Necatigil / Bile/Yazdı (1983), Konur Ertop / Eski Bir Zamanın Tanığı (Hürriyet Gösteri, Ocak 2000), Sema Çetin / Fahri Celâl’in Öykücülüğü (Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, 2000), Şerif Aktaş / Büyük Türk Klasikleri (c. 13, 2002), Ahmet Cüneyt Issı / Hikâyeci Fahri Celâl (Göktulga) (Heceöykü, Nisan-Mayıs 2004).

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör