Fahreddin Er-razî

Fen Bilgini, Din Bilgini

Doğum
Diğer İsimler
Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-Teymî el-Bekrî

Horasanlı din ve fen bilgini (D. 1149, Rey – Ö. 1210, Herat). Tam adı Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-Teymî el-Bekrî’dir. Kelâm, fıkıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, mantık, astronomi, tıp, matematik gibi çağının hemen bütün bilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir bilgindir. Ailesi aslen Taberistanlıdır. Batı İslâm dünyasında İbnü’l-Hatîb, diğer yerlerde ise Fahruddîn Razî ve Fahr-i Razî adlarıyla da bilinir. O çevrenin fıkıh (İslam hukuku) ve kelam (İmanî esasların aklî deliller kullanılarak izah ve ispat edilmesi) bilgini olan babası Ziyauddin Ömer, güzel ve etkili hitabetiyle de tanınıyor, bu yüzden “Hatibü’r-Rey” diye anılıyordu. Razî, babasını on altı yaşındayken kaybedinceye kadar ondan ders aldı. Öğrenimine devam etmek için Rey’den ayrılarak Simnan’a getti. Burada bir süre fıkıh (İslam hukuku) öğrenimi gördükten sonra tekrar Rey’e dönerek ünlü hocalardan olan Mecdüddîn el-Cilî'den felsefe ve kelâm dersleri aldı.

Öğrenimini bitirip bilimde yüksek derecelere ulaştıktan sonra, kimi yerlere geziler yaptı. Harezm’de Mütezile’ye mensup kimselerle (aklın güzel ya da çirkin dediğini esas alan anlayış sahipleri) tartışmalar yaptı. Daha sonra Maveraünnehr’e gitti. Buradan memleketine döndükten sonra Gazne’ye, oradan da Horasan’a gitti. Bir süre Herat’ta kalan Fahreddin Razî, bozuk bir inanca sahip olan Kerrâmiyye mezhebi mensuplarının itikatlarının yanlış olduğunu delilleriyle ortaya koydu.

Fahreddin Razî; kelâm, felsefe ve metafizik konularına meraklı ve bu konularda yetenekliydi, hevesliydi. Horasan’da Farabî ve İbn-i Sina’nın eserlerinin varlığını öğrendi; bunlardan çok yararlandı ve bilgilerini daha da genişletme olanağı buldu. Tıp, astronomi, dil ve edebiyat konularıyla da ilgilendi ve bu bilimlere dair eserler yazdı. Râzî, ziyaret ettiği yerlerdeki tanınmış bilginlerle bilimsel tartışmalar yaptı. Bu özelliği bilgi dağarcığını daha da genişletmesine vesile oldu.

Maveraünnehir, Türkistan, Horasan ve daha pek çok Hint kentlerini dolaşan Razî, maddî durumu oldukça zayıfken Rey’e döndüğü bir sırada, iki oğlunun zengin bir doktorun iki kızıyla evlenmesi nedeniyle maddi sıkıntılarından kurtuldu. Razî, Gur sultanı Gıyasettin ve kardeşi Şihabudîn ile iyi ilişkiler kurdu ve onların devletlerinde görev aldı. Daha sonra Horasan’a döndü ve Harzemşah Tökiş’in yanında bilim ve eğitim çalışmalarını sürdürdü. Hem Gur’de hem de Harizm’de kendisine özel medreseler tahsis edilen Razî, Şeyhu’l-İslâm olarak tanındı; bundan sonra büyük bir ün, nüfuz ve itibar kazandı.

İslâm bilimleri alanında, Abbasî hilafetinden ayrılıp bağımsız duruma gelen birçok küçük devletin kurulmasından sonra fikrî hareketlilik daha çok canlandı, kültür düzeyi yükseldi ve yaygınlaştı. Söz konusu devletlerin sarayları bilginler, şairler, edipler ve diğer aydın bilim insanlarıyla dolup taştı. Bilimsel ve kültürel çalışmalarını, zararlı siyasî ve dinî amaçlarına ulaşma aracı edinen birçok grubun ortaya çıkışı da bunlara eklenmelidir. Abbasi devletinin zayıflayıp gücünü kaybetmesine, İslâm dünyasının bu yıllarda genel bir çözülme ve parçalanma sürecine girmesine karşın, Sünnî ulema (bilginler) ile öteki mezheplere mensup bilginler arasında yapılan bilimsel tartışmalar, bu dönemin en belirgin özelliği durumuna geldi. İrili ufaklı bu devletlerin kurulması, servetin artmasına, uygarlığın gelişmesine ve buna bağlı olarak da bilimsel hareketlerin parlak bir döneme girmesine yardımcı oldu. Örneğin İbn Rüşt, Necmüddîn Kübra, Feridüddîn Attar, Seyfüddîn Âmidî, İbn Fârız, İbn Arabî, Sadruddîn Konevî, Mevlâna gibi tanınmış ve hâlâ kendilerinden söz edilen bilim, fikir adamları ve mutasavvıflar bu dönemde, yani XII. yüzyılın sonları ile XIII. yüzyılın yetişti. Buna karşın sürmekte olan Haçlı seferlerinin yorgun düşürdüğü İslâm dünyasının 1225’ten sonra bir de Moğol istilasına uğraması, bilim ve uygarlığın gelişmesine ağır bir darbe oldu. İşte Râzî böyle dönemde yaşadı.

Razî, kelam bilimindeki geniş bilgisi ile tanınmış olmakla birlikte, aynı zamanda büyük bir tefsirci (Kur’an yoruncusu) ve önemli bir filozoftu. Tıpkı Gazali gibi kelam, tefsir, fıkıh usulü ve mantık alanlarında birtakım yenilikler yaptı ve bu yenilikler ondan sonra gelen bilginler tarafından da geniş ölçüde benimsendi. Razî’nin aklî bilimlerde de geniş bilgisi vardı. Ünlü mutasavvıf Muhyiddin b. Arabî, Razî’nin ününü duymuş ve ona bir mektup yazmıştı. Hatta İbn Teymiye, İbn Arabî’nin geniş ölçüde Razî’nin felsefî eserlerinden, özellikle “el-Muhassal”dan yararlandığını belirtir. Ders ve vaazları ile kitaplarının son derece açık, akıcı ve kolay anlaşılır; özlü, etkili ve düzenli oluşu, onun etkisini artıran sebeplerdir. Kelam ve felsefe gibi zor anlaşılan bilim konularını bile oldukça kolay anlaşılır bir dille ifade ederdi. Çevresinde çok geniş ve çoğu uzman, ama yine de öğrenme isteği olan insan halkası vardı.

Önceleri Eşarî’nin metodunu izleyen kelamcılar (Kur’an ve hadislere dayanarak Allah’ın varlığını, birliğini, niteliklerini akıl ve mantık yoluyla kanıtlamaya çalışanlar) vahyin (buyruk ya da düşüncelerin Allah tarafından peygamberlere bildirilmesi) gerçeklerini, daha kolay ve etkili bir biçimde anlatmak için zamanla mantığı da kullanmaya başladılar. XI. yüzyıldan itibaren bu iş daha güçlü ve sistematik duruma gelerek özellikle el-Cüveynî’nin “İrşad” ve “eş-Şâmil” gibi eserlerinde doruğa ulaştı. Gazalî’yle birlikte kelâm yeni bir usul kazandı. O, bir yandan başlangıçtaki felsefe karşıtı tavrını korurken, öte yandan mantık metodunu, aklî deliller ve kimi felsefî görüşleri kullanmaya başladı. Bu yeni metot daha sonraki kelamcıların felsefî kelam anlayışlarının temellerini oluşturdu. Razî’yle birlikte bu ekol gücünün ve kusursuzluğunun adeta doruğuna ulaştı. Razî’nin eserlerinde, kelamî sorunlar öteki bilimlerle bütünleştirilmiş olmasıyla belirir. “Esasü!t-Tenzil” adlı risalesinde kelam ile ahlâkı, “Levamiu’l-Beyyinat” ve “Esasu’t-Takdis” adlı eserlerinde ise kelamla tasavvufu birleştirir.

Râzî’nin, kelamla metafiziği bir potada yoğurup birleştirdiğini belirten İbn Haldun, onun mantık konusundaki önemine de dikkat çekerek, mantığa yeni bir biçim verdiğini söyler. Gerçekten de Razî mantık konusunu yeni bir biçimde ele aldı; daha sonra medrese hocaları bu biçimi kullandı. Kısacası Razî, sadece kelam kitaplarını yeni bir anlayışla düzenlemek ve felsefî konuları bu bilime daha çok katmakla kalmadı, bundan daha önemli olarak, kelamın geleneksel konularını önceki kelamcılardan farklı olmak üzere, felsefî bir çözüm ve yoruma da tâbi tuttu.

Razî temelde kelamla ilgilendiyse de, fıkha da önem verdi. Fıkıh usulüne dair “el-Mahsul fî Usuli’l-Fıkh”, “el-Meâlim” ve “İhkâmu’l-Ahkâm” gibi eserleri, onun fıkıhtaki gücünü gösterir… Razî, özellikle tefsirinde çok sayıda hadis aktarır. Bu aktarmalar arasında yer yer hadisin kaynağını belirtir, kimi zaman da senedini olduğu gibi verir. Razî yeri geldikçe hadis usûlü konularında da görüş bildirir… Tefsirinin girişinde söylenenlerin delâletinden (söz ile anlam arasındaki bağlantısından) söz ederken, kısaca ahad (anlamlar) ve mütevâtir (kelime anlamı rivayet edilmiş olan hadis) haberlere işaret eder. Razî’nin diğer bilimlere olan ilgisi onun Kur’ân’a olan aşkını asla azaltmadı. Şöyle dediği rivayet edilir: “Kelâm ilminin bütün metotlarını ve felsefenin bütün yollarını denedim, fakat Kur’ân-ı Kerim’i okumaktan elde ettiğim faydayı hiçbirisinde bulamadım.” Buna karşın tefsire ait eserlerini ömrünün sonlarına doğru kaleme aldı.

Fahreddin Er-Razî, 1209 yılının Ramazan Bayramında öldü. Kendilerini eleştirdiği ve hatalarını açıkladığı Kerramîler’in, onu zehirledikleri şeklinde bir rivayet de vardır. Yazdığı vasiyet üzerine ölümü gizli tutuldu. Akşam karanlığında evinde gömülmesine karşın, bir dağın eteğinde toprağa verilmiş gibi gösterildi. Çünkü Kerramîler’in cesedini çıkarıp parçalamasınlar korkuluyordu.

Râzî’nin adları bilinen iki yüz kadar eseri, İslâm düşünce hayatının hemen bütün alanlarıyla ilgili olup, döneminin neredeyse bütün ilimlerini içermektedir. Ancak eserlerinin bir kısmı zamanımıza kadar ulaştıysa da, maalesef pek çoğu ulaşmamıştır. Zayi olduğu sanılan kimi eserlerine araştırmalar sonunda çeşitli kütüphanelerde rastlanmaktadır. Ne yazık ki eserlerinin çoğu hâlâ çeşitli kütüphanelerde elyazması olarak durmaktadır. Bunların önemli bir bölümü Türkiye’deki kütüphanelerde de mevcuttur. 

KAYNAKÇA: Mian Muhammed Şerif / İslam Düşüncesi Tarihi (Çev. Mustafa Armağan, 4 cilt, 1990), Süleyman Uludağ / Fahrettin Razî, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (c. 5, 2005), İhsan Işık / Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör