Ekber Şah

Devlet Adamı

Diğer İsimler
Ebülfeth Celaleddin Mu­hammet
            Devlet adamı (D. 1542, Ömerkut / Sind [Pakistan]- Ö. 1605, Agrâ). Asıl adı Ebülfeth Celaleddin Mu­hammet olup, Hint-Türk İmparatorluğu’nun üçüncü ve en büyük hükümdarıdır. Hane­danın kurucusu Babür’ün torunu, Nasiruddin Hümayun’un oğludur. Babası tarafından komutan­lığa getirildikten sonra Serhent’te İsken­der Şah’ı yenilgiye uğratarak (1555) ilk büyük başarısını kazanınca Pencap vali­liğine atandı. Bir yıl sonra da babasının ölümü üzerine tahta çıktığında on dört yaşındaydı. O nedenle, hükümdarlığının ilk yıllarında devleti Vezir Bayram Han yönemişti. İlk gençlik yıllarındaki yönetiminde saray kadın­larının etkisi altında kaldı. Yirmi, yirmi beş yaşlarında devleti ken­di başına ve büyük bir zekâ ve maharetle yönetmeye baş­ladı. Cizvit papazlarından Bartoli “Baba Ridolfo Akuaviva’nın Büyük Moğol Yanındaki Görevi” adlı Latince kitabında, Ekber Şah’ın büyük bir toplantı yaparak oraya din bilginlerini ve komutanları çağırdığını, uzun zamandan beri tasarlamış olduğu yeni bir din kurma ve onun başı olma niyetini açıkladığını yazar. Ekber Şah, farklı dinlere sahip olan Hint ülkesini ortak bir tek din çatısı altında birleştirme düşüncesiyle nev’i şahsına münhasır (kendine özgü) bir imparator olmaya çalışmıştır.  

Babası Hümayun öldüğünde Delhi ve Agrâ düşmanın eline geçmişti. Bu nedenle salta­natının ilk yedi yılında durmaksızın sava­şan genç hükümdar, Delhi ve Agrâ’yı geri aldı. Memleketin kimi yerlerindeki fesat yuvalarını dağıttı. Ardından Racputlar’ın Çittor ve Ecmir gibi iki önemli ka­lesini ele geçirdi (1567). Daha sonra Gucerat’ı, Afganların elinden Bengal’i ve Ganj vadisini de alınca (1570-72), hemen tüm Hindistan onun yönetimi al­tında birleşti. Fetihlerini sürdüren Ekber Şah; Orissa’yı (1578), Keşmir ve Kabil’i (1581), Sind’i (1582), Dekkan yaylasıyla Berar’ı (1592), Kandahar ve tüm Afganistan’ı (1594) topraklarına kattı. İyi bir savaşçı olarak devletin sınırlarını genişletirken, iyi bir yönetici olarak da devletinin yönetsel, malî ve askerî örgütlenmesini yeniden düzenlemeye gi­rişti. Bu bağlamda tüm zeametleri (askeri bir görev karşılığı tahsis edilen arazi) hükümdara bağlı devlet toprakları durumuna getirdi. Me­murları rütbe ve derecelere bağladığı gi­bi, her rütbe ve derecedeki memura dev­let gelirlerinden ve topraklarından konu­muna göre yararlanma hakkı da tanıdı.

Ekber Şah, dedesi Babür zamanından itibaren fethedilmeye başlanan Hindistan’ı vatan olarak benimsemiş, fatih olarak geldikleri bu ülkede kalıcı olmanın yollarını aramıştı. Hindu, Müslüman, Zerdüşt, Budist, Sih, Cayinizm, Hıristiyan gibi pek çok din mensubunun yaşadığı bu ülkede, halkı üzerinde manevi baskı kurmadan birlik sağlamanın mümkün olamayacağını düşünüyordu. Ekber Şah’ın, çeşitli din ve mezheplerle ırklar arasında karşılıklı hoşgörüye dayanan dostluk ve barış içinde yaşama fikrini ifâde eden “sulh-ı külli” düşüncesini benimsemesinde Hocası Mir Abdüllatif etkili olmuştu.

Ekber Şah, Fatehpur Sikri’de yayımladığı bir fermanla (1583) devlet yönetimine yeni bir biçim verdi. Birçok kurumu yenileştirirken, ge­leneklere bağlı kalmayarak bunlar için en doğru olan çözümleri bulup getirdi. Çok sayıda yeni kentler, kasabalar kurmuş ve memleketi bayındır bir duruma getirmişti. O bu düzenlemeleri yaparken, imparatorluk içindeki çeşitli dinsel inanç akımları önemli bir sorun oluşturma­ya başlamıştı. Hindu-Müslüman ilişkileri git­gide gerginleşti. Savaşmaktan okumaya zaman ayıramadığı halde, zeki ve yete­nekli bir kişi olan Ekber, çevresindeki bi­lim adamlarından ve danışmanlarından çok şey öğrendi. Batıl inanışları ve din ayrılığı yüzünden çar­pışmaları gidermek için çaba gösterdi.

Ekber Şah’ın, yeni dinin başrahibi Ebülfazl ve oğlu Selim (sonra Cihangir) tarafından zehir­lenerek ortadan kaldırıldığına inanılır. Ek­ber Şah’ın kurduğu söylenen uydurma din ölümünden sonra unutuldu. Ancak, kocaları ölen Hindu ka­dınlarının yakılmaları geleneğiyle, çocuk­ların küçük yaşta evlenmeleri göreneğini engellemesi, bu dinin Hint toplum yapısı­na sağladığı tek olumlu sonuç olarak kal­dı.

Daha sonra Cihangir adı ile tahta çıkacak olan Ekber Şah’ın oğlu Selim, bütün bu olumsuzlukların müsebbibi olarak gördüğü Ebu-l Fadl’ı 1602 yılında öldürttü ve babasına ağır bir darbe vurdu. Ekber Şah sonrası bütün Babür şahları dedelerinin Müslümanlar nezdinde sebep olduğu yıkımı gidermeye uğraştılar. Ekber Şah’ın İslâm ile Hinduizmi birleştirme çabaları sonucu ortaya çıkan Hindu baskısına karşı en büyük tepki Nakşibendîlerden geldi ve bu tarikat daha sonraki dönemlerde Hindistan’daki dinî ve siyasî gelişmelerde önemli rol oynadı.

Ekber Şah’ın veziri Ebülfadıl, onun için “Ekbername” adıyla bir tarih yazmış; kendisi de Hindistan’ın coğrafya ve istatistiğine dair “Âyine-i Ekberî” adlı bir kitap kaleme almıştır. Ekber Şah, elli yıla yakın büyük bir kudretle hüküm sü­rmüştü.

Bir Timur torunu olarak Osmanlı Devleti’ne hep tepeden baktı ve hükümdarlığı döneminde Osmanlı Devleti ile resmi hiçbir ilişki kurmadı. O sırada ortaya çıkan Osmanlı-Safevi çatışmasında Safevilerden yana tavır aldı.

Öldüğünde cenazesi İslam usullerine göre kaldırıldı. Agra yakınlarında, sarayından 5 km uzaklıktaki Sekendere’deki Behtişabad Camisi’nin çevresinde toprağa verildi. Oğlu tarafından mezarına görkemli bir türbe yaptırılmıştır.

KAYNAKÇA: İbrahim Alaeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946), TDV İslam Ansiklopedisi (c. 10, s. 542, 1994), İhsan Işık / “Gülbeden Begüm” / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - İhsan Işık / Ünlü Devlet Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 1, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör