Şair ve yazar
(D. 29 Aralık 1907, Cihangir / İstanbul - Ö. 15 Ekim 1958, İstanbul).
Beylerbeyinde yaşadı. Babası eski dâhiliye nezareti şifre kalem müdürü Mehmet
Said Halet Beydir. Mehmet Said Halet Bey, Salkım Söğüt Dergâhına mensup bir Mevlevîdir.
Annesi Beyza Halet Çelebi’dir. Dört yaşından sekiz yaşına kadar babasından
eğitim alan Âsaf Halet, Farsça ve Fransızcayı öğrendi. İlk ve ortaöğrenimini
Galatasaray Sultanisinde tamamladı. Üsküdar Mevlevîhanesi son şeyhi Ahmed Remzi
Dede (Akyürek) ile yine son devrin tanınmış musikişinaslarından olan Rauf Yektâ
Bey’den uzun yıllar musiki ve nota dersleri aldı. Sanâyi-i Nefise Mektebine
başladıysa da buradan ayrılarak Adliye Meslek Mektebine geçti. Buradan mezun
olunca Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesine zabıt kâtibi oldu. Daha sonra Osmanlı
Bankasında çalıştı. Eylül 1937’de Ankara’da Devlet Demir Yolları Yol İdaresinde
memur olarak bulundu. Beş ay sonra istifa etti. Yeniden memuriyete Devlet Deniz
Yolları İdaresinde başladı. Uzun süre İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü Kitaplığında kütüphane memurluğu yaptı. 1946 yılı seçimlerinde
bağımsız İstanbul milletvekilliği için aday oldu; kazanamadı. İki kez evlendi.
İlk eşi Rosi isimli bir Yahudi bir hanımdı. İkinci eşi Nermin Çelebi’dir. Âsaf
Halet Çelebi, enfarktüsten, Guraba Hastanesinde vefat etti. Kabri, Beylerbeyi-
Küplüce’deki aile mezarlığındadır.
On sekiz
yaşlarına kadar aruz vezniyle klasik divan şiiri tarzında rubaî ve gazeller
yazdı. Edebiyat anlayışında bir yenilik yapılması gerektiği düşüncesi onu
kapalı ve garip ifadeler kullandığı şiirler yazmaya sevk etti. 1939 yılından
sonra Ses ve Uyanış dergilerinde yayımladığı bu tarz şiirleriyle
edebiyat çevrelerinde dikkat çekti. Bu dergilerden başka Şadırvan, Hamle,
Sokak, Servet-i Fünûn dergilerinde yayımlanan serbest biçimdeki şiirleriyle
dikkat çekti. Şiir matinelerinde okuduğu şiirleriyle bir hayran kitlesi
kazandı.
Yetiştiği
ailenin sahip olduğu Mevlevî kültürü, şiirlerindeki tema ve motiflerde
görülmektedir. Şiirlerinin birçoğunda çağdaşı şairlerden farklı olarak yaşadığı
devrin aktüel sayılabilecek konuları üzerinde durmak yerine, daha çok maziye
dönük mistik bir yaklaşım vardır. Şiirlerinde bütün kültürlerden ve sanat
anlayışlarından yararlandı. Divan ve halk edebiyatları, Doğu ve Batı şiirleri,
masallar, folklor ve Hint mistisizmi, eski Mısır ve Asur kültürleri, İslam
tasavvufu şiirlerinde bir araya geldi. Budizme duyduğu hayranlığı saklamayan
Çelebi, Buda’yı ve öğretisini incelediği kitabında Buda’nın adeta kendi
kitabında tecelli ettiğini söyler. Melamî olan Hâlet Çelebi, Mevlana ve
Mesnevi’siyle ilgili yazılarında Mevlevîlik ve Melâmilik arasındaki ince
farkları da anlattı. 1942’de yayımlanan He adındaki ilk şiir kitabında
bir araya getirdiği şiirleri arasında özellikle “Cüneyd”, “He”, İbrahim”,
“Sema-ı Mevlana”, “Ayna” gibi şiirlerde İslam tasavvufunun izleri vardır. Lamelif
adlı şiir kitabını 1945’te, Om Mani Padme Hum adlı şiir kitabını ise
1953’te yayımladı. Şiirlerini, Ses, Hamle (1940), Gün (1941), Yeditepe
(1950), İstanbul (1954-1956) ve Türk Sanatı gibi dergilerde
yayımlayan Âsaf Halet, şiirlerindeki mistik eğilimleri anlattığı “Benim
Gözümle Şiir Davası” adlı makale dizisinde poetikasını dile getirdi. Diğer
makalelerini, Ağaç, Büyük Doğu, İstanbul, Türk Yurdu gibi dergilerde
yayımladı.
“Çelebi,
devrinin şiir anlayışına teğet geçen bir tarz ve hava ile şiirlerini kurar.
Dönemindeki hiçbir modaya uymaz ve taklit etmekten nefret eder. Şiirin ne menem
bir şey olduğunun farkındadır ve bu konuda çok iddialıdır. “Biz bu dünyaya
üstad olarak geldik” der. Bu iddialı sözün arkasında yatan özgüvenin elbette ki
ciddi temelleri ve kaynakları vardır. Çelebi bir ömür verdiği şiirin gelmiş
geçmiş bütün dostlarıyla irtibat halindedir ve kendi halinde onlarla söyleşir
durur. Hangi edebiyatın şiirine ilgi duyuyorsa o edebiyatın ana kapısını açar;
dilini öğrenir. Hint edebiyatını bile kendi dilinden okur. Farsçayı divanları
rahatça okuyacak kadar bilir ama onu pek dilden saymaz. Çünkü bu dilde sevmek
yoktur. Mevlana’nın eserlerini Fransızcaya çevirir. Batı edebiyatını dili
sayesinde yakından takip eder ve onların iyilerini kötülerinden ayırır. Oysa
yaşadığı dönemin bu konuda zihni net değildir. İyilerin yerine kötüler ikame
edilebilmektedir. Divan edebiyatının dili ise zaten kendi ana dilidir. Divan
edebiyatının “son ve güçlü padişahı” olan Şeyh Galip’i yutar, Mevlana’nın
coşkun dünyasını onun geniş iklimine girerek bol bol teneffüs eder.” (Mustafa
Aydoğan)
“Bu genç
ruhlu, genç yaratılışlı adam ağır ağır batan bir güneş gibi değil, birden bire
sönen bir ışık gibi kayboldu. Tarihe karıştı, fakat arkasında bu yolun başka
yolcusuyla beraber iz bırakarak karıştı… Şarkta garp hasreti var, garpta şark
hasreti var. Kültürlerin kendi kendilerine bundan büyük delili mi olur? Başka
diyarların hasreti, bütün buutlarıyla anılan tarih hasreti mekân ve zaman
içinde insanı bütünlük ve birlik aramaya sevk ediyor. Âsaf Halet Çelebi bu
hasretle bize Mevlana’nın Rubailerini, Molla Gani’yi, Eşref-i Rumî’yi, Mevlana
ve Mevlevîliği verdi. Bu hasretle Hint düşünce ve şiirine merak verdi. Bu
hasretle şiirde en yeniyi aradı. Mevlana’nın Rubailerini Fransızcaya çevirdi.
Onda tezat görenler, sonra onun yolunda yürüdüler. Yeni şiirle başlayanlar
Mevlana ve Hayyam’la bitirdiler. Sırf şiir olarak ondan daha başarılılar çıktı,
fakat çığır olarak o değerini muhafaza edecektir.” (Prof. Hilmi Ziya Ülken)
“Gerçek bir İstanbul beyefendisi olan ozan
Âsaf Halet Çelebi, tombulca ama orantılı gövdesi, esmer teni, sarkık uzun
bıyıkları, çevresi mor kara gözleriyle bir Hintliyi andırırdı. Yakasında bir
karanfil, koltuğu altında bir yığın kitapla gelir, bizleri selamladıktan sonra
bir süre Buda heykeli sessizliğiyle sandalyesinde dimdik otururdu. Şiirlerinin
dizemsel yapısı okumaya elverişli; dinleyenleri etkilerdi.” (Nevzad Sudi)
ESERLERİ:
ŞİİR: He (1942),
Lâmelif (1945), Om Mani Padme Hum (1953), Bütün Şiirleri (1999).
İNCELEME-DERLEME:
Mevlana’ nın Rubaîleri (1939, Fransızcası: 1950, yeni bas. 2002), Molla
Cami (1940), Eşrefoğlu Divanı (1944), Ömer Hayyam (1945), Naimâ
(monografi, 1953), Mevlâna ve Mevlevilik (1957, yeni bas. 2002), Divan
Şiirinde İstanbul (antoloji, 1953, yeni bas. 2002).
Ayrıca Budha
üzerine bir incelemesi, İran edebiyatından rubai çevirileri ve evren üzerinde
düşünceleri ele alan Harikulade Masal adlı bir eseri vardır. Dergilerde
kalmış düzyazıları kitap haline getirilmemiştir.
KAYNAKÇA: Fikret Adil - Fikret Ürgüp / Om Mani
Padme Hum’un Kahramanı Âsaf Halet Çelebi (Yeditepe, 1.12.1953), Gökhan
Evliyaoğlu / A. H. Çelebi Öldü (Havadis Gazetesi, 24.10.1958), İbnülemin / Son
Asrın Türk Şairleri (c. 1), Mustafa Baydar / Edebiyatçılarımız Ne Diyor?
(1960), Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973), Nevzat Sudi /
Küllük Anıları (1987), Hilmi Yavuz / Asaf Halet Çelebi’nin Sema-ı Mevlana
Şiirini Yeniden Okuma Denemesi (Yazın Üzerine, 1987), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998)
- Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors
(2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
İBRÂHİM
ASAF HALET ÇELEBİ
İbrâhim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim?
Güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
İbrâhim
güneşi evime sokan kim?
Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
Buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
İbrâhim
gönlümü put sanıp da kıran kim?
Asaf Halet Çelebi
( 1907 - 1958 )