Şair ve yazar, çevirmen (D. 16 Nisan 1916,
İstanbul - Ö. 13 Aralık 1979, İstanbul). Öykü yazarı Ayşe Sarısayın’ın
babasıdır. 1943 yılına kadar Behçet Necati, Necati Gönül, 1943’ten sonra Behçet
Necatigil imzasını kullandı. Necatigil soyadını almasında divan şairi Necati’ye
hayranlığı ve babasına duyduğu saygı etkili oldu. Ayrıca Küçük Muharrir, Bedri
Tezgit ve İzzet Geyve takma adlarıyla da yazdı. Gönül olan soyadını, 1951
yılında mahkeme kararıyla Necatigil olarak değiştirdi. Kastamonulu bir
ailedendir. Babası Hacı Mehmet Necati Gönül, Kastamonu’da hafız olarak yetişip
İstanbul’a giderek medresede okumuş; vaizlik müderrisliği, Singer müfettişliği,
Beşiktaş ve Sarıyer müftülüğü görevlerinde bulunmuştu. Annesi Fatma Bedriye
Hanım, Necatigil doğduktan iki yıl sonra öldü. Babasının ikinci evliliğinden
Sıdıka Sebahat (1921) ile Ayşe Fehamet (1923) adlarında iki kız kardeşi dünyaya
geldi.
1923 yılında başladığı Beşiktaş Cevri Usta
İlkokulunda dört yıl okudu. Babası, işi gereği evini Kastamonu’ya taşıyınca
ilkokulu Kastamonu Erkek Muallim Mektebinde (1927) tamamladı. Ancak aynı yıl
tüberküloz hastalığına yakalandı ve iki yıl okula devam edemedi. 1930 yılında
babası evini tekrar İstanbul’a taşıdı. Bu nedenle ortaokul ikinci sınıfa 1931
yılında Kabataş Lisesinde başladı. 1936 yılında Kabataş Lisesi Edebiyat Kolunu
birincilikle bitirdi. Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak girdiği İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1940 yılında
tamamladı. Fakülte yıllarında Almanca öğrendi. Almancasını ilerletmek için
birkaç kez Almanya’ya gitti. Fakültede, tanınmış edebiyatçılardan Cahit Külebi,
Mehmet Kaplan, Tahir Alangu, Ahmet Ateş, Fahir İz, Samim Kocagöz, Salah Birsel
ve Sabahattin Kudret Aksal’la birlikte öğrenim gördü.
1940 yılında edebiyat öğretmeni olarak
Kars Lisesine atandı. Bu şehrin sert ve soğuk iklimi nedeniyle hastalanınca
Zonguldak Çelikel Lisesine nakledildi. Burada Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu
gibi şair ve yazarlarla tanıştı. Karaelmas dergisinde şiir ve yazıları
yayımlanmaya başladı. Ancak Zonguldak’ın kirli ve nemli havası nedeniyle adenit
tüberkülozu yeniden baş gösterince, tayinini istedi ve 1943 yılında İstanbul
Pertevniyal Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı. Pertevniyal Lisesinde iki ay
çalıştıktan sonra askere alındı. Askerlik görevini yedek subay olarak Ankara ve
İstanbul’da (1943-45) tamamladıktan sonra, 1945 yılında Kabataş Lisesi edebiyat
öğretmenliğine atandı. Aynı yıl ilk şiir kitabı Kapalı Çarşı yayımlandı.
Öğretmenliğini sürdürürken İÜ Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi Bölümüne
(1945) girdi. Buradaki öğrenimini iki yıl sonra modern Almanca sertifikası
alarak yarıda bıraktı. 1948’de tanıştığı Huriye Korkut ile 1949’da evlendi. Bu
evlilikten Selma (1951), Ayşe (Sarısayın, 1957) adlarında iki kız çocuğu
dünyaya geldi.
Behçet Necatigil, sonraki yıllarda
İstanbul’daki çeşitli ortaokul ve liselerde, 1960-72 yılları arasında İstanbul
Çapa Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümünde edebiyat öğretmenliği yaparak 1972’de
emekliye ayrıldı. Emekli olduktan sonra bir süre de İÜ İktisat Fakültesi
Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Enstitüsü ile Yıldız Teknik Yüksek Okulunda
görev yaptı. 1979 yılı sonbaharında akciğer kanseri teşhisiyle yatırıldığı
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığında
toprağa verildi.
Behçet Necatigil’in edebiyata ilgisi 1927
yılında Kastamonu’da ortaokul öğrencisi iken başladı. O yıl el yazısı ile Küçük
Muharrir dergisini çıkardı. Böylece ilk okuyucuları arkadaşları ve
akrabaları oldu. Türkçe öğretmeni şair Zeki Ömer Defne’den teşvik gördü.
1931-32’de Akşam gazetesinin çocuk sayfalarında yayımladığı şiir, fıkra
ve hikâyelerde de Küçük Muharrir imzasını kullandı. İlk şiiri “Gece
ve Yas”, lise öğrencisiyken Varlık dergisinde (1 Ekim 1935), sonraki
yıllarda şiir ve çevirileri Varlık, Türk Dili, Yeditepe, Oluş, Gençlik, Yeni
Dergi, Yeni Edebiyat, Yelken, Ataç, Yenilikler, Yeni İnsan vb. gibi
tanınmış dergilerde, yazıları Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.
Necatigil’in şiiri başlangıçta, günlük
nafakasının peşinde olan halktan insanların şiiridir. Halk için şiir yazmadı;
ama, bir anlamda halktan insanın günlük dertlerinin, duygulanmalarının,
duyarlıklarının şiirini yazdı, kentsoylu insanın sorunlarını dert edindi. Bunu
yaparken de halk ve divan şiirinden edindiği sesi modern şiire aktardı. Hatta
bu şiir anlayışını 1960’lı yılların ortalarına kadar taşıdı. Bu dönemden sonra
yeni şiir arayışlarına girerek, şiirin biçimsel yönünü öne çıkarmaya başladı.
Bu arayışın ilk örnekleri de Divançe kitabında görülebilir. Divan şiiri
biçimlerini kullanarak girdiği arayış dönemini bir anlamda Kareler Aklar
kitabında doruğa ulaştırdı. Bu kitaptaki şiirlerin sağdan sola, soldan sağa,
yukarıdan aşağıya ve çapraz olarak okunmasıyla farklı şiir tatları, farklı
anlam katmanları elde etmeyi amaçladı. Sözcük ve biçim deformasyonlarıyla,
simgesel anlatımlarla şiirinin önünü açmayı denedi.
Necatigil, şairliğinin yanı sıra radyo
oyunu, biyografi yazarı olarak da tanındı. Yerli ve yabancı yazarlardan yirmi
iki roman ve hikâyeyi radyoya uyarladı. Şüphesiz ki ona şairliğinden sonra
büyük bir ün kazandıran, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü ve Edebiyatımızda
Eserler Sözlüğü adlı eserleri oldu. Türlerinin ilk titiz örnekleri olan bu
kitaplar, eksiklerine rağmen edebiyat araştırmacılarının ilk kaynak kitapları
arasında yer alarak büyük ilgi ve işlev gördü.
Almanca ve Türkçeyi çok iyi bildiğinden,
mükemmel çeviriler yaptı. Eserlerini en çok çevirdiği yazarlar, K. Hamsun, M.
de Unamuno, H. Heine, T. Dorst, S. Zweig, R.M. Rilke, H. Hesse oldu. Eski
Toprak adlı eseriyle 1956 Yeditepe Şiir Armağanını, Yaz Dönemi
kitabıyla 1964 TDK Şiir Ödülünü, Carl Zuetmayer’den çevirdiği Kurtlar
adlı şiiriyle de Türk - Alman Derneğinin Çeviri dalında birincilik ödülünü
kazandı. Ölümünden sonra adına her yıl bir şiir kitabına verilen “Behçet
Necatigil Şiir Ödülü” konuldu. Bu ödül her yıl şairin doğum yıldönümü olan 16
Nisan tarihinde açıklanmaktadır. Bütün eserleri, ölümünden sonra Hilmi Yavuz -
Ali Tanyeri tarafından bir araya getirilerek 1981-89 yılları arasında basıldı.
Yapı Kredi Yayınları da bütün eserlerini 1993 yılından itibaren yayımladı.
“’Evi dinlenmiş buldum.’ Tatilden erken
dönen Necatigil böyle yazmış eşine. Evlerin, ev içlerinin şairinin elinden
çıktığı ilk bakışta anlaşılan bir cümle bu. Necatigil’in şiirlerini farklı
kılan yanlardan birisi de ondaki bu ‘ev’ tutkusu belki de. İçe dönüklüğün
simgesi olarak görebiliriz ‘ev’ tutkusunu. Bu nedenle, belki de o nahif ve
muzip cümleyi yazarken şairin aklından geçmemiş de olsa, şunu iddia edebiliriz:
Belki de bu cümle hayatı boyunca çalışan, tatillerinden söz ederken bile
yazacağı şiirleri, yapacağı tercümeleri düşünen Necatigil’in, kısacık
tatilinden bir parça dinlenmiş olarak dönmüş olmasının ifadesidir.
“İçe dönüklük çoğu kez edilgenlik olarak
anlaşılır. Oysa içine döndüğü anda insan çıkılabilecek en zor ve yorucu
yolculuğun başındadır. Hele ki bu yolculuğa ilk kez çıkılan yaşlarda, gençlikte
umutsuzluklarla, imkânsızlıklarla doludur. Necatigil’in Mektuplar’ı arasında en
ilgi çekici olanları gençlik yıllarında Tahir Alangu’ya yazdıkları. Sonraki
yıllarda yazacağı şiirleri duyuran pek çok şey var bu satırlarda.
“İlk gençliğinden yaşlılığına dek
çalışmış, ‘yu ellerini sularda’ dediği dünyaya, anlayışsızlıklara,
yoksulluklara, haksızlıklara ‘katlanmış’ şairin mektuplarını okuduktan sonra,
‘katlanma’ sözcüğünü bambaşka bir bağlamda okuyabileceğimizi düşünmek de
mümkün. İnsan kendi içine bakmak üzere eğildiğinde de ‘katlanmaz’ mı biraz? (Behçet Çelik)
ESERLERİ:
ŞİİR: Kapalı Çarşı (1945), Çevre
(1951), Evler (1953), Eski Toprak (1956), Arada (1958), Dar
Çağ (1960), Yaz Dönemi (1963), Divançe (1965), İki Başına
Yürümek (1968), En / Cam (1970), Zebra (1973), Kareler
Aklar (1975), Sevgilerde (şiirlerinden seçmeler, 1976), Beyler
(1978), Söyleriz (1980), Yalnızlık Bir Yağmura Benzer (çeviri
şiirleri, yay.haz. Ayşe Sarısayın ve Selma Esemen, 1984).
SÖZLÜK: Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960,
13. bas. 1989), Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1979, 3. Bas. 1989).
DENEME-İNCELEME: Bile / Yazdı (1979),
Konuşmalar/Konferanslar (1983), Ertuğrul Faciası (1995), 100
Soruda Mitologya (yay.haz. Hilmi Yavuz, yeni bas. 2002).
ANTOLOJİ: Atatürk Şiirleri (1963).
MEKTUP: Mektuplar (haz. A. Tanyeri
H. Yavuz, 1989), Serin Mavi (Eşine Mektuplar, 1999).
RADYO OYUNU: Yıldızlara Bakmak (Kadın
ve Kedi ile birlikte, iki oyun, 1965), Gece Aşevi (Son Tren,
Emekli, Araştırma Salonunda, Kutularda Sinek ile beş oyun, 1967), Üç
Turunçlar (Yol, Uzak Yol Kaptanı, Hayal Hanım, Süslü Karakol Durağı, İki
Çapraz Çizgi ile altı oyun, 1970), Pencere (dört oyun, 1975), Ertuğrul
Faciası (1995).
SADELEŞTİRME: Musullu Süleyman
(Ahmet Midhat Efendi’den, 1971).
ÇEVİRİ: Malte
Laurids Brigge’in Notları (Rainer Maria Rilke’den, Andreas Tietze ile,
1948; tek başına 1966), Bir Haylazın Hayatı (J. Von Eichendorf’tan,
1949), Dünya Nimeti I-II (1949) - Victoria (1952) - Serserilik
Günleri (1955) - Pan (1955) - Açlık (1956) - Benoni
(1960) - Göçebe (1968) - Rosa (1968) - Son Bölüm (1980) -
Üç Kitap: Sonbahar Yıldızları Altında Hüzünlü Havalar Son Mutluluk (1983) -
Uçarı (1990) (Knut Hamsun’dan), Açık Deniz Kenarında (A.
Strinberg’den, 1951), Venedik’te Ölüm (T. Mann’dan, 1952), Tarihte
Garip Vakalar (M. Kemmerich’ten, 1952), Morbaçka (Salah Birsel ile,
Selma Lagerlöf’ten, 1952), Yaman Adam (M. de Unamuno’dan, 1954), Tedirgin
Gece (A. Goes’ten, 1954), Garp Cephesi’nde Yeni Bir Şey Yok (Erich
Maria Remarque’tan, 1956), Küçük Mitologya Sözlüğü (D. Hitbrunner’den,
1957), Kapıların Dışında (W. Borchert’ten, 1962), Fareler (G.
Hauptmann’dan, 1962), Martı (A. Çehov’dan, 1963), Gençlik Güzel Şey
(H. Hesse’ten, 1963), Vanya Dayı (A. Çehov’dan, 1964), Dönemeç
(T. Dorst’tan, 1964), Kara Kız (T. Dorst’tan, 1965), Ve O Hiçbir Şey
Demedi (H. Böll’den, 1966), İtiraz (W. von Schoz’dan, 1966), Gondolda
(H. Bender’den, K. Şipal ve T. Noyan ile, 1966), Şarkılar Kitabı (H.
Heine’den, 1972), Andersen Masalları (C. Andersen’den, 1977), Yalnızlık
Bir Yağmura Benzer (109 çeviri şiir, 1984),
Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri tarafından hazırlanan Bütün Eserleri Cem Yayınevince basıldı: I-II: Yayımlanmış şiir kitapları (1981, 1982); III-IV: Yayımlanmamış şiirleri (1985), V-VI: Düzyazıları, 1984), VII: Radyo Oyunları, 1985), Şiirler-Bütün Yapıtları (2001). Çeviri şiirleri Yalnızlık Bir Yağmura Benzer (1984) adlı kitapta toplandı.
KAYNAKÇA: Doğan Hızlan / Uygarlık Eleştirisi (Yeni Dergi, sayı: 2, Kasım 1964), Tahir Alangu / Necatigil’in Şiirlerinde Masal Temleri ve Motifleri (Yeni Dergi, sayı: 23, Ağustos 1966), Tuncer Uçarol / Edebiyat Sosyolojisi (Yeni Edebiyat, sayı: 2, Aralık 1970) – Edebiyat Sosyolojisi ve Behçet Necatigil’in Sözlükleri (Yeni Edebiyat, sayı: 9, Temmuz 1971), Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973, s. 191-206), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Selim İleri / Kırık İnceliklerin Şairi: Behçet Necatigil (2000), Ayşe Sarısayın / Çok Şey Yarım Hâlâ (2001), Behçet Çelik / “Mistik Şiir Emekçisi”nin Mektupları (Virgül, Eylül 2001), Hasan Efe / Behçet Necatigil’in Çocuklar’ı (Günümüz Şairlerinden Şiir Çözümlemeleri, 2004).
Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır parantez.
O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.
Ya sayfa altında, ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldığı
Kısa, uzun bir liste
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde.
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.
O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis,
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
Öldürebilirsiniz.
Sevgileri yarınlara
bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun
istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken
anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar
umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir
sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar
çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi..
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor
dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık
duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse
olmuyor
Solgun bir gül oluyor
dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma
sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur
yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün
bulutunda.
Uzanıp alıyorum, kimse
olmuyor
Solgun bir gül oluyor
dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız
yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek
istiyor
Yollar ya da anılar boyunca
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor
bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta, ne
zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor
dokununca.
KİRLİ SORU
Behçet NECATİGİL
Benim
oralarda hiçbir işim yoktu
Şeytana
uydum,
Aç
ahtapotlar kaynaşırken dipte
Kaypak
kalabalıkta sürükleniyordum.
İnce
yüzünüzde üzgünce bir bakış
Birden
sizi gördüm,
Açtı
arı doruklarda bir safran
Durdum
İlk
sevgili güldü anılardan
Mutsuz,
yalnız
Sessiz
kınamanızı, utançlarda küçülmüş
Aldım,
geri döndüm.
Gelse,
Siz
yine orada mısınız?”
Şiirlerini
başkalarına gösterirken yüzü kızaran, mahcubiyetine engel olamayan bu adamın
şiirleri de hayatın mahcup anlarından alır ilhamını. Dokununca örselenecek
kadar narin, açığa çıkınca dağılıp yok
olacak kadar saklı olan, bu nedenle olduğu gibi gerilerde, gizlilerde kalması
gereken, yalın haliyle yeterince anlamlı olan her şey Necatigil’in pusulası,
şiir evreni olarak belirginleşir. Bu mahcubiyet, zamanla çevresindeki her şeye
sirayet eder ve ‘varlığa’ bir süs ve içlilik kazandırır. Ama bu kazanım, onun
şiirlerinde, çoğu defa dramatik bir öğe olarak kendini dışa vurur. İnsanın,
kendisine ve başkalarına karşı aldığı konum dramın mekanı olarak tezahür eder.
Ben
oraya koymuştum almışlar,
Arasına
sıkışık saatlerin.
Çıkarır
bakardım kimseler yokken;
Beni
bana gösterecek aynamdı, almışlar
Necatigil
şiirini okura ‘götüren’ şey nedir acaba? Bu şiirin gücü belki de sıradanlığın o
kemiksiz ve kassız gücüdür. Yani şöyle bir şey; Müritleri, bir veliye, bize bir
keramet göster demişler. Tamam demiş veli ve kalkmış yürümeye başlamış. ‘Bakın
demiş, yürüyebiliyorum işte’. Sıradanlık, varlığın tabii halidir. Ve mahluklar
‘tabii hallerinde ilahi özdeki hallerinin örnekleridir’. (Coomaraswamy- Sanatın
Tabiatındaki Başkalaşım)
Ne
yazık ki sıradanın bu güçlü sesini hemen duyamayız Necatigil’de. Onun zamanla
olan irtibatında da bir sıradanlık vardır. Şiiri, acemilik, olgunluk ve ustalık
dönemlerinden geçer. Necatigil şiire, Şeyh Galip gibi, Rimbaud gibi genç yaşta
zirveden başlayan şairlerden değildir. Şiiri ağır ağır kendi mecraını bulur.
Bir insan hayatının artık ihtiyarlığa dönüştüğü ve bütün benliğiyle kendi
dönüşümünü tamamladığı yaş olan kırk yaşına geldiğinde, önceki şiirlerini inkar
eder. İnkar mı ediyorsunuz sorusuna hiç çekinmeden ‘evet’ der. Asıl şiirlerinin
bu yıllardan sonra yazdığı şiirleri olduğunu söyler. Yani Eski Toprak(1956) ve
sonraki şiirleri... Bu kitap yayınlandığında tam kırk yaşındadır. Necatigil’in
bu ‘evet’ sözüne katılmak da zorlanmasak da, ‘iyi bir kumaşın ilk metresinden
belli olduğu’nu, onun başından beri şair olduğunu hiç çekinmeden
söyleyebiliriz. Ama bugün Necatigil’in bir şair olarak varoluş nedenlerini
ortaya koyan kitap ya da ona asıl şair kimliğini veren kitabı ne Eski
Toprak’dır ne de daha sonra yayınladığı Arada’dır. O soruya cevap verirken söylediği ‘evet’ sözünün altında yatan
nedenler Eski Toprak’ta da onu takip eden Arada da mevcudiyetlerini az çok
korurlar. Yani bu şiirler hala ‘hikaye etmektedir’ler. ‘Hikaye etme’yi bırakıp
kelimenin imgesel yoğunluğuna geçiş yaptığı, kelimeyi merkeze aldığı şiirleri
Dar Çağ’la(1960) başlar. Dar Çağ’dan önce yayınlanan Kapalı Çarşı, Çevre,
Evler, Eski Toprak ve Arada adlı kitaplarında yer alan şiirlerle Dar Çağ, Yaz
Dönemi, Divançe, İki Başına Yürümek, En/Cam, Zebra, Kareler Aklar, Beyler ve
Söyleriz adlı kitaplarında yer alan şiirleri birbirlerinde ayıran farklılık,
merkezde bulunmayla, çevrede bulunma arasındaki açı farklılığıdır. Necatigil
çevreden merkeze doğru ilerleyen bir kavrayışla bulur şiirini. Gözleyen algı,
içerden serazat konuşan algıya dönüşür.
Hikaye eden ‘gözler’, imgeye açılan ise ‘farkeder’. Gözleyen, ‘çevre’ nin
dağınıklığı toparlamaya çalışırken yalpalar, farkeden ise ‘merkezin’
kaynağından belli belirsiz ‘alıp getirir’. ‘Gözlenen’ anlaşılırlığın
yorgunluğuna kucak açmaya müsaitken,
alıp getirilen şey ‘olduğu gibi anlaşılmak’ durumunda olduğundan devamlı olarak
‘dağılıp - toparlanma’ çevriminde zenginleşir, kalıcılaşır. Necatigil’in Dar Çağ ve sonraki şiirleri bu
zengin duruşun dayanıklılığını içerirler. Bu nedenle de onların anlamlarına
varmada epey zorlanır okur.
Necatigil,
bulunduğu odaktan soyutun ritmine bir biçim vermeye çalışırken, eldeki ilk
verilerin, ilk görüntülerin ötesindeki cıvıltılı berraklığı açığa çıkarmaya
çalışır. Yani onun şiiri, her iyi şiirin yaptığını yapar. Ama ikinci dönem
diyebileceğimiz Dar Çağ ve sonrasındaki şiirleri, okurunu çetrefilli alanlara
çeker, onları sıkı sınavlardan geçirir. Bu şiirlerinde, açığa çıkardığını,
biraz gölgeler, biraz karanlığın boyasıyla boyar. Okuru bir ‘dikkat aralığı’nda bir müddet
tutmak ister. Algının sivrilmesini bekler. Anlamı kabartır ya da epeyce
daraltır, sıkıştırır. Bunun için de şiiri kolay yoldan elde edilemez. Bu, bir
uslup olmaktan başka, ‘herkesin bir yeri olduğu yerde bir otel olmak’tır.
Kelimenin çok anlamlılığı ya da ses benzerliği kurallarından elde ettiği
yoğunluk, zihnin çabuklaşmasını önler ve ona derinleşmesi için molalar
vermesini zorunlu kılar. Yani ‘dikkat aralığı’, sık sık ,bir çaba talebi olarak
okurun önüne serilir ve bir bakıma okur kontrol edilir. Belki zaman zaman
başvurduğu kendine özgü biçim yenilikleri de bu yönde bir işlev görürler. Ama
bu biçim yeniliği şairin kendini aşma ya da yeniden bulma deneyimlerinin
zorunlu bir sonucudur da. Hem kelimelerin çok anlamlılığı, hem de biçimsel
denemelerle Necatigil, parçaları yerlerine konduğunda ortaya çıkacak resmin bu
parçalarını dağıtarak bir nevi bir karmaşıklık yaratır. ‘Sıradan olan’ın özünde
bulunan anlamlı bir karmaşıklıktır bu. ‘Sıradanın şiiri’nin sıradan olan kadar karmaşık olmasını da doğal karşılamak
gerekir. Çünkü, ilk elde kendini ele veren, kolaya kapı aralayan, karmaşık
izlenimi yaratmayan bir şiir, sıradan
olanı elde ederken çoğu defa saçmanın bulanıklığına ya da yapaylığına düşmekten
kurtulamaz. Garip şiirinin sonuç olarak vardığı yere çarpar ve orada kalır. Ya
da daha aşağılarda...Necatigil, kelimenin çok anlamlılığı, biçimin kışkırtıcı
gücü ve sıradan olanın gerisindeki sonsuzluğun anlam katmanlarının
zorlayıcılığı ile saçmanın bu bulanıklığını üzerinden atmayı becerir; ‘Ben
düşündürücü yanlarını çoğaltmış, yatırım ve çabaları çokca, çokgen bir şiirden
yanayım.’
Ne
dersek diyelim, bir şairin kendini bütün şiirlerine az çok yayarak varoluşunu
tamamlayacağını düşünürsek, Necatigil ilk şiirinden son şiirine kadar bir şair,
bir sanatkardır.
Necatigil
şiirinin, Türk şiiri içindeki yeri, paydası nedir acaba ? Bütün has şiirler
için söylenebilecek olanı onun şiirleri için de söyleyebiliriz; gerçek şiirin peşinde olanların hiçbir zaman
vazgeçemeyeceği, hem bir ölçü hem de bir tat kaynağı olarak her zaman müracaat
edeceği kalıcı, soylu bir şiirdir.
Toplumun veya genel şiir okurunun ulaşacağı mesafeler, kat edeceği yollar onun
şiirlerinin etki alanının ne olacağını da büyük oranda belirleyecektir.