Abdülaziz Semin Bayatlı

Eleştirmen, Sunucu, Çevirmen, Yazar, Şair

Doğum

Şair, yazar, eleştirmen, sunucu ve çevirmen. 1938, Kifri / Irak doğumlu. İlkokul ve ortaokulu Kifri’de, liseyi Tuzhurmatu’da bitirdi. Öğretmenlik kursuna katılarak 1957’de Kerkük’te öğretmenliğe başladı. Öğretmenlik mesleğinden emekliye ayrıldıktan sonra Kerkük televizyonunda çevirmen ve sunucu olarak, sert siyasi koşullara katlanarak, 1973-2003 tarihleri arasında çalıştı. Bir süre Kerkük’te Arapça olarak yayımlanan Savut El-Temim gazetesinde editör ve yayın kurulu üyesi olarak çalıştı. Şimdi Kerkük’te Arapça yayınlanan yazılı basın organlarının birçoğunun editörlüğünü yaptı. 

  Bayatlı, Kardaşlık ve Birlik Sesi dergileri ile Yurd gazetesinde yayımladığı şiirlerinde; milli konular ile aşk ve özlem duygularını işledi. Milli konuda yazmış olduğu şiirlerin bir bölümü bestelenerek Türkmen ses sanatçıları tarafından Kerkük televizyonu ve Bağdat’ta Türkmence yayın yapan radyoda seslendirildi. Bayatlı’nın bir Fuzuli hayranı olduğu, inceleme ve araştırma çalışmalarında açıkça görülür.  

Uzun yıllar Kerkük Televizyonunda çalışmalarını sürdüren Bayatlı, Türkmen aydınlarının tanınmış simalarından biridir. Yaşama bakışından yansıyan doğruluk, dürüstlük ve yurtseverlik duyguları onun hayat felsefesini oluşturur. Merkezi Azerbaycan’da olan Dünya Genç Türk Yazarlar Birliği ile Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) tarafından 2004 yılında Ankara’da düzenlenen 2. Uluslararası Fuzûlî Şiir Yarışması ve Türk Dünyası Şiir Şölenine katılan Irak Heyeti içinde yer aldı.

ESERLERİ:

ŞİİR: Aynada İnsan (Kerkük, 2005).

İNCELEME-ARAŞTIRMA: Fuzuli’nin Şairliği (Bağdat, 1973), Fuzuli’nin Leyla Mecnun Destanındaki Gazeller ve Açıklaması (Bağdat, 1989), Nesimi (Bağdat, 1996),

HAKKINDA: Şemsettin Küzeci / Kerkük Şairleri ( 2006).

BİR KIŞ GECESİ

Zaman kalı(r)

Gün gider zaman kalı(r)

Yıkılı(r) yüce dağlar

Tozu bir zaman kalı(r)

 

Taş atandan Mamlı bağına, Kara oğlandan Derbentalaya, Kadı bağından Paşa bağına, Öksürme deliğinden Yedi Mağaraya, Koş konmaz bağından İmam Muhammed’e değin masmavimsi kanatlarını geren şehrim “Kifri” Türkmen folklorunun ana kaynaklarındandır. Folklorcuların, araştırması gereken konuların en önemlisi,halkın gerçek yüzü, özel yaşayış tarzı, ata sözleri, çocuk masal ve oyunları, halk türküleri, halk ozanları ve bunlara benzer bir çok folklorik konulara, bu güzelim şehrin her karışında rastlamak doğal bir kondur. Geçenlerde yayımladığımız yazılarımızda Kifri’de: Evlerimize çaydan su taşımak ve ananeleri hususunda ve okul gezileri hakkında bir şeyler söylemiştik.Bu yazımızda da halkımızın o günlerde kış gecelerini nasıl yaşamış ve folklor tarihimize yazmış olduğu sayfalardan örnek olarak bir sayfayı serilemeye çalışacağız…

 

Mevsim kış..Soğuk rüzgarlar hiç de dinmiyor,yağmur selleri daracık sokakları ırmaklara dönüştürüyor, şehrin  semtlerine damar damar yayılan (arklar) taşarak, bulanık sularını bahçelere, mahalle ve meydanlara itiyor..Geliş girişi engeller. Güneş,gök yüzüne meydan okuyan hurma ağaçlarını aştıkta, şehirde vaktinden önce (gün batışı tablosu) çiziliyor.

 

İşte çoğu zaman bu İlahî Tablonun efsanevî dakikalarında şehrin esrarın giz sokaklarına akşam gölgesi yaslanır yaslanmaz,Kayseri dükkanları kapanır temiz…

Gönüllü şehirlilerimiz,evlerine doğru yollanırlardı mağrip namazını cemaatle kıldıktan sonra

Zaten o günlerde,mağrip namazından sonra aile bireylerinin-akşam yemeğinde-evde bulunmaları şart idi…Vasıf edilmez bir neşe ve sevinçle,baba,anne ve evlatlar,kemal-i ihtişam ve düzenle sofraya oturduktan sonra, baba:yalla çocuklar “bismillah..”diyerek başlayalım derlerdi.bu arada gece simsiyah perdesini şehrin üstüne örtmüş olurdu.Pek iyi, bu soğuk, uğultulu, kasırgalı upuzun olan gece nasıl geçecek ? Kolayca geçecek şehrimizde.

 

O günlerde komşular arasında geceleyin ziyaretler düzenli bir yapılırdı..Yatakla açılır..her döşeğin üstüne bir yorgan ve bir cecim serilir…Çocukların birisi bir çira kaldırır,bir ikinci de kömür gözü ile dolu mangalı kaldırırdı.Çira önde,mangal ardında arta kalan bireyler de bunların ardınca koşarlardı.Kış geceleri ziyaretleri, galiba yakın komşular  arasında olurdu. O günlerde sokaklar çamur ve karanlık olduğu için, uzak komşulara baş vurmak bir türlü zor idi

Ne ise, aile kervanı yavaş yavaş hazerli ve dikkatle yolu keserek, komşunun kapısını döverdi tiksindirmeden…Kapıyı dövenin kim olduğunu duyan ev sahibi, elinde çira  kapıyı açıp misafirleri içeriye alırdı güler yüz ve sevgi dolu sözlerle, büyük eve girerlerdi. Bu arada büyük ev diyerek geçmeyelim, çünkü bu evler Türkmen bölgelerinin göze çarpar  özelliklerindendir. Büyük evlerimiz: Dür, atebe, yan göz, sır hana ve köşkten oluşan türlü türlü nakış ve boyalarla süslenen konutlardır…Tabii misafirler eve girdikte, erkekler ev sahibinin mangalı çevresinde,kadın,çocuklar da  öteki mangal  etrafında otururlardı.Çoğu zaman çocuklar, dürü atebedan  ayıran  iki mermer dayanacaktan birini kendi köşeleri edinerek öz dünyalarına dalarlardı.İki veya üç saat süren bu misafirlik, her hangi nitelikler ve özellikler taşıyarak folklor tarihimize girmiş bulunur ? Diye soranlara yanıtımız bu:

 

           

Kış geceleri toplantılarında   masalı   (matal) söylemek, çok doğal bir konu idi. Masalı

söylenen (bir varmış bir yohmış  yalan gerçekten çokmuş. Yalanı koydular çuvalı,dayadılar duvara, kuyruğu yahasınnan çıtı) diyerek maslına başlardı tam bir sessizlik ortamında…her şeyi ustacasına betimler ve dinleyenlerin hayranlığını kazanırdı…evlerimizde söylenen masalların çoğu: kahramanlıklar, erkeklik ve erdemlik özellikleri, Arzı Kamber, Leyla Mecnun, Tahir ile Zehra, Yusuf ile Züleyha gibi aşk hikayeleri idi. Masal söylenirken çocuklar tepeden tırnağa kulak kesilerek dinlerlerdi her hangi bir gürültü koparmadan…

 

            Maslın olayları birbirini izlerken ,bileğine güvenen birisi,yaklaşık(50 sm.) yüksekliğinde tunçtan yapılı  kabarık bir havana kuru hurma ile kündüç bırakarak,ağır  bir havan destesiyle,iyice döğerdi…Çıkardığı gürültüden şikayetçi görülmeden …Bu iki mübarek zad birbiriyle kaynaştıktan sonra,ilkin çocuklara,sonra büyüklere dağıtılırdı.Kimi gecelerde mısır (şamdarı) pişirirdi.Allah Allah  ne mutlu biz çocuklar bu tatlı unutulmaz anlarda…mısırı bir eleğe bırakılır üstüne bir kazan kapağı örtülürdü…ortada duran mangal üzerinde pişirilirdi…

 

İşte tuhaf tarafı budur ki üç dört dakika bir süre ateşe maruz kalan mısırı patlak verip pişmeye başlardı,bu arada elekten dışarıya sıçrayan mısır taneleri üzerine ,biz çocuklar acımasızca hırış yapardık.köz sıcaklığında bulunan kıymetli avlarımızı, sonucu aldırmadan ağızlarımıza sokup döğerdik..Tabii bu türlü tecavüzlerimize büyükler göz yumarlardı…Beş altı elek pişirildikten eteklerimize (hissemizi) aldıktan sonra, büyüklere sunulurdu. Bu arada helli çay o güzelim kokusunu büyük eve saçarak iştahları körüklerdi…masal sona erdikte, söylenen zat bir türlü adil bulutluma yaparak masalına bu tümceyle son verirdi.Asmandan üç elma düştü ,biri menim ağzıma, biri matal diyenin ağzına üçüncüsü de “ kendi adını zikrederek.. filanın ağzına düştü!

 

Bu arada mangaldaki közler küle dönüşür, çira’ı his kaplar,ve çocukların gözlerine uyku sürmesini sürülürdü…Misafirler (gecenizin hayrı kalsın..bekleri diyerek çira’ı kılavuz edinerek eve dönerlerdi..neşe ve sevgi dolu gönüllerle..

Abdülaziz Semin Bayatlı

                                                                                                          Kerkük, 2003

EZGİ

Kavalımdan salın salına

Sızıp yayılan

Davut ezgileri

Soluk yüzlü bahçemde

Kana kana amber saçan

Cennet çiçekleri

Tırmanılmaz Yalçın kayalarından

Bol bol fışkıran

Musa Bulaklar

Pembe yanaklı şafaklarımda

Nazlı nazlı esen

Dicle meltemleri

Hem de

Bu hasret tutsağı gönlümde

Irmak ırmak coşan

Aşk şiirleri

Şiir yüzlü bir güzelliktir

Onunda

Kim olduğunu

Nerede gizlendiğini

Bir ben bilirim

Ben…

           

 

RÛBAİLER

Söyledim anlamadın söylemekte ne mana ?

Diledin alamdın dilemekte ne mana ?

Bir kuru çörek için aldın harmanları

Bulamadın çöreği, elemekte ne mana ?

 

Zamanın güler yüzün bir nefesçik göremedim

Hem de gülistanında kanat açıp ötemedim

Ben de bir insanım bil,hakkım var yaşamakta

Göğsüme sıka sıka yar saçın öremedim

 

Gözlerinin üstünde yaylanıyor iki yay

Fırlar bağrımı yarar, desem vay demesem vay

Her şeyim kurban verdim aşkının bayramında

Elde bir kalbim kalmış, parçala göksüne yayı

 

Bülbül bağlı tan gibi çiçekler yanağında

Her gece hem fermansız girer gül kucağında

Bir avuç kuru  üzüm san ömrümü güzelim

Parmaklarınla onu, az doldur bardağına

 

Çiçekler  kucağında bir gece yatsam ne var !

Güzeller dudağında bir damar olsam ne var!

Aştım tüm dudakları bu perişan ömürle

Ömrümün son durağında yar kokun alsam ne var

 

                                   

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör