Sosyoloji profesörü, akademisyen, şair ve yazar. 7 Nisan 1968’de Konya’da doğdu. Evli ve iki çocuk babasıdır. İlk
ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 1984 yılından itibaren Fatih’te
çeşitli âlimlerden klasik medrese usûlü Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti, Mehmed
Emin Saraç hocadan icazet aldı. 1991’de Mimar Sinan Üniversitesi’nden Sosyoloji
lisans, 1993’de Marmara Üniversitesi’nden İktisat Tarihi yüksek lisans, 1998’de
İstanbul Üniversitesi’nden Uluslararası İlişkiler doktora derecesi, 2004’te
Siyaset Bilimi doçenti unvanını aldı. 2009’da hâlen öğretim üyesi olarak
çalıştığı Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum
Bilimleri Bölümü’nde profesör oldu.
2008 yılında üniversiteden görevlendirmeyle Prof. Dr. Fuat Sezgin ile
birlikte İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin kuruluş
çalışmalarında bulundu.
2009 yılında üniversiteden görevlendirmeyle Süleymaniye Kütüphanesi’nde
danışman olarak çalıştı.
2011-2018 yılları arasında Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
başkanlığını yürüttü.
2012-2015 yılları arasında ÜNDER
(Üniversite Öğretim Elemanları Dayanışma Derneği) başkanlığını yürüttü.
2013-2016 yılları arasında Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu üyesi
olarak görev yaptı.
Profesyonel yazı hayatına 1986’da İlim ve Sanat dergisinde başlayan Gencer’in birçok popüler ve akademik dergide
Türkçe ve İngilizce makaleleri yayınlandı.
1988’de Argos’ta yayınlamaya
başladığı, belli başlı antolojilere
giren şiirlerini henüz kitaplaştırmadı. Türkçe ve İngilizce elliye yakın
akademik makalesi yanında ikisi tercüme, dördü telif olarak toplam altı kitabı
yayınlandı.
Bedri Gencer, medrese ile üniversiteyi, dinî ile beşerî ilimleri
birleştirerek düşünce üreten âlim-mütefekkir tipinin İslâm dünyasında yaşayan
en önemli temsilcilerinden biri sayılmaktadır. Çağımızın önde gelen Müslüman
düşünürlerinden Fazlur Rahman’ın talebesi Alparslan Açıkgenç, 2010’da İran
Sosyoloji Birliği’ne verdiği bir mülakatta Gencer’i İslâm dünyasının yaşayan en
önemli beş düşünüründen biri saydı. Gencer, kafa karışıklığıyla karakterize
modern çağda net bir perspektiften dünyaya bakan, net bir entelektüel projeyle
hareket eden ender ilim-fikir adamlarından biri sayılmaktadır. O, modern
insanın ve Müslümanın yaşadığı bunalımın özünde parçalı ve seküler düşünüşün ve
yaşayışın yattığı görüşündedir. Bu yüzden entelektüel projesini, rehber aldığı
Gazâlî’nin izinde “hikmetin yeniden keşfi” olarak özetlemekte, çağımızda
Müslüman aydınların seküler idolü haline gelmiş gördüğü medeniyete karşı
hikmeti savunmaktadır. Entelektüel projesinin özünü oluşturan hikmetin sünnet
ve fıkıh kavramlarıyla ifade edilen amelî ve ilmî iki ayağı vardır. Gencer’in
gayesi, bid’at olarak modernliği eleştirerek fıtrat olarak sünnete dönüş yolunu
bulmak ve çağımızda İslâm hukuku, İslâm düşüncesi, İslâmî sosyal bilim olarak
üç seküler deyime parçalanmış fıkhın aslî mânâsını, küllî yapısını yeniden keşf
etmektir.
Gencer’in eserlerinden bilhassa İslâm’da Modernleşme, 1839–1939 (2008) ile Gelenekten Modernliğe Osmanlı
(2019), konularında Cumhuriyet devrinin en önemli eserleri sayıldı. Şerif
Mardin, hayatında tek takrizi, örnek bir sosyal bilimci ve İslâm âlimi olarak
tanıttığı Bedri Gencer’in İslâm’da
Modernleşme, 1839–1939 eserine yazdı.
Osmanlı modernleşmesi incelemelerinin zirvesi
sayılan Gelenekten Modernliğe Osmanlı (2019) isimli eseri, çıkar çıkmaz
ESKADER 2019 Düşünce Ödülünü aldı.
ESERLERİ:
Telif:
İslâm’da Modernleşme, 1839–1939 (2008)
Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile Ahmed Cevdet (2011)
Modernliğin Hikmetinden Sual (2016)
Gelenekten Modernliğe Osmanlı (2019)
Çeviri:
İslam ve Antropoloji (Ekber Seyyid Ahmed’den, 1995), Max Weber’i Anlamak
(Stephen Kalberg, 2009).
ATIFLAR:
London School of Economics’den profesör Katerina Dalacoura (2017, 2019),
iki makalesinde Gencer’in medeniyet konusundaki
fikirlerine atıf yaptı. Oxford, Cambridge gibi dünyanın önde gelen
yayınevlerinden çıkmış on kitapta Gencer’in
çalışmalarına atıf yapıldı:
1.
Aslan, Ednan-Hermansen, Marcia (eds.) Islam and
Citizenship Education. New York: Spriner, 2015.
2.
Bacik, Gokhan Islam and Muslim Resistance to
Modernity in Turkey.
Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2019.
3.
Burns, David J. Multifaceted Explorations of
Consumer Culture and Its Impact. Hershey: IGI Global, 2018.
4.
Diwan, Ishac Understanding the Political Economy of
the Arab Uprisings. London & Hackensack: World Scientific, 2014.
5.
Dönmez, Rasim Özgür-Yaman, Ali (eds.) Nation-Building
and Turkish Modernization: Islam, Islamism, and Nationalism in Turkey. New
York: Rowman & Littlefield, 2019.
6.
Ghobadzadeh, Naser Religious
Secularity A Theological Response to the Islamic State. Oxford: Oxford
University Press, 2014.
7.
Sevastik, Per (ed.), Aspects of Sovereignty:
Sino-Swedish Reflections. Leiden & Boston: Martinus Nijhoff, 2013.
8.
Ulucan, Özlem The Modernization Process of Egypt
and Turkey in Selected Novels of Naguip Mahfouz and Orhan Pamuk. Newcastle: Cambridge Scholars, 2018.
9.
Yavuz, M. Hakan Toward an Islamic Enlightenment.
Oxford: Oxford University Press, 2012.
10.
Zilfi, Madeline C. Women and Slavery in the Late
Ottoman Empire: The Design of Difference. New York: Cambridge University
Press, 2010.
Prof. Dr. Bedri Gencer İçin Ne Dediler?
“İslam’da Modernleşme, 1839-1939, hem
keyfiyet, hem kemiyet itibariyle büyük bir eser. Eserin büyüklüğü, yazarın
konuyu “evrensel” bir perspektiften incelemesinden kaynaklanıyor. Bundan kasıt,
Doğu ve Batı’yı kuşatan, bütüncül, çok-katlı bir mukayeseli perspektiftir.
İslam dünyasının modernleşmesi, temelde Batı’nın kültürel etkisinden kaynaklandığı
için akültürasyon kaynağı Batıdaki dönüşüm kavranmaksızın Doğu dünyasının
zorlandığı modernleşmenin de kavranamayacağı tabiidir. Bu yüzden Gencer, önce
bizzat Batı’nın yaşadığı modernleşme tecrübesinin mukadderatını tespit ediyor.
Onun tespitine göre “sekülerleşme” de denen Batılı modernleşme, bir “evrensel
adil düzen” kurma fikrinden kaynaklanıyor. O, Batılı modernleşmenin arkasında
yatan bu “kozmopolis ve teodisi” münasebetini keşfetmek suretiyle
modernleşmelerin etkileşimini bir medeniyetler karşılaşması olarak ele alıyor.” (Prof. Dr.
Şerif Mardin)
KAYNAKÇA: Şerif Mardin / İslamda Modernleşme / Sunuş (2008), Şerif Mardin /
“Bedri Gencer’in Çığır-Açıcı “İslam’da Modernleşme” İncelemesi,” Muhafazakâr
Düşünce VI/21-22. sayı [Medeniyet], 211-216; 2009), Abdullah Güner / “Büyük Bir Eser!” (Mustafa Özcan, Yusuf Kaplan, Mahmut
Kaya, Davut Dursun’un Değerlendirmeleri) Dünya Bizim Kültür Portalı, 7 Mayıs
2009) - “O da Bedri Gencer'i Övdü!” Dünya Bizim Kültür Portalı, 16 Mayıs 2009),
Davut Dursun / “Modernleşme ve B.
Gencer'in İncelemesi” (Yeni Şafak, 21 Mayıs 2009), Beşir Ayvazoğlu / “Beka
İçinde Yenilenme, Yenilenme İçinde Beka” Zaman, 19 Kasım 2009), İhsan
Işık / “Gence, Bedri” (Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi; Cilt 11, 2009), Cengiz
Otacı / “İslam’da Modernleşme Hakkında Anıtsal Bir Eser,” Star Kitap, 30 Ekim
2009), Mustafa Gündüz / “İslam’da
Modernleşme, 1839-1939,” EskiYeni, 17 (İlkbahar): 117-118; 2010), Alparslan Açıkgenç
/ “Social Thought is Rooted in Cultural and Religious Tradition,” Interview by
The Iranian Sociological Association, (https://www.academia.edu/41882732/ 2010), Sakine Korkmaz / “İslam’ın Moderniteyle İmtihanı,” Kitap
Zamanı 79 (7-13 Ağustos 2012), Hüseyin
Besli / “Bedri Gencer’i Selamlarken,” (Akşam
17 Nisan 2016), Katerina Dalacoura / “'East' and
'West' in Contemporary Turkey: Threads of a New Universalism.” Third World Quarterly 38/26: 1-16;
2017), Katerina Dalacoura / “ “Islamic
Civilization” as an Aspect of Secularization in Turkish Islamic Thought,” Historical Social Research/Historische
Sozialforschung 44/3 (169), Special Issue: Islamicate Secularities in
Past and Present: 127-149; 2019), Bedri Gencer
kitapları(idefix.com,kitapyurdu.com, sozcukitabevi.com vd, 30.01.2020).
Geleneksel
Müslüman, İslâm tarihini İslâm'ın kurulması ve gelişmesi çağlarına karşılık
olarak Devr-i Saadet (Devr-i Raşidî) ile Devr-i Osmanî olarak iki merhaleden
ibaret görürdü. İslâm dünyası, Osmanlı liderliği altında modern çağa girdi.
Dolayısıyla çağdaş İslâm dünyası ve Türkiye'nin bütün yaşadıkları, ancak dört
soruya cevapla anlaşılabilir:
Osmanlı, nasıl kuruldu, zayıfladı, direndi ve
çöktü?
Gelenekten
Modernliğe Osmanlı, bu dört soruya bir bütün olarak cevap sunan, olgular ile
fikirlerin etkileşiminde, meşrûiyet krizine yol açan nitel içtimaî değişme
süreci ve yeniden meşrûlaştırma teşebbüsü olarak Osmanlı modernleşmesini
derinlemesine inceleyen ilk eser.
İslâm'da
Modernleşme, 1839-1939 eseriyle İslâm modernleşmesi incelemesi alanında çığır
açan Bedri Gencer, bu kez Batılılaşma olarak modernleşme kavramını geleneksel
ile modernin (değişmeyen/değişen) ve Doğu ile Batı'nın (etkilenen/ etkileyen)
yatay ve dikey etkileşimi bakımından ele alarak Osmanlı modernleşmesinin
sırlarını çözüyor.
Yaptığı
birincil/ ikincil modernleşme ayırımıyla birincil modernleşmede Batı'nın
Osmanlı'dan, ikincil modernleşmede Osmanlı'nın Batı'dan etkilendiğini ve
“Batı'ya karşı Batı için” mottosuyla bilinen misilleme mantığına dayandığı
sanılan Osmanlı modernleşmesinin aslında “Rusya'ya karşı Batı için” anlayışına
dayandığını ortaya koyuyor.
Gelenekten
Modernliğe Osmanlı, derin bir perspektiften akıcı bir Türkçeyle yapılan bir
Osmanlı modernleşmesi incelemesinin ötesinde metodolojik ve entelektüel
değeriyle temayüz eden bir eser. Bedri Gencer, “vusûl için usûl” kaidesince
özelde modernleşme, genelde Osmanlı modernleşmesi incelemesi için kavramsal ve
teorik birikime ciddî katkı yaptığı gibi, temel kavramların izini sürerek
ilim/amel, norm/ olgu, sebat/değişme (din, tarih, modernlik) ayrımlarının
belirlediği meşrûiyet gerilimi içinde dinin kolektif tecrübesini gösteren eşsiz
bir entelektüel perspektif sunuyor.
Batı'da
teodise bizinin etkisiyle başlayan, modernizm denen yeni bir dünya kurma
projesinin gerektirdiği doğru bilgi arayışı çok geçmeden hikmetin kaybına yol
açtı. 1789 Fransız İhtilali, hikmetin kaybedildiği modern dünyanın doğuşunu
simgeliyordu. Sonucu bakımından modernizm "hikmetin kaybı" olarak
görüldüğünde postmodemizmin temel işlevi de kaybedilen evrensel anonim hikmeti
yeniden keşif yolunu açmak olacaktır. Bunun yolu da gelenek ile modernliğin
sınırında duran farklı coğrafyalardan düşünürlerin mukayeseli incelemesinden
geçmektedir. Fransız İhtilali'ne karşı duran İngiltere'den Edmund Burke ile
Osmanlı'dan Ahmed Cevdet, hikmete dayalı bu geleneksel dünya görüşünün son
temsilcileri sayılabilirlerdi. İki düşünür, buluştukları ortak bir "hikmet
kavşağında" Fransız İhtilali ile gelen modern düşünce ve hayat tarzının
meydan okumasına şaşırtıcı derecede benzer dinamik bir karşılık verir. Ancak
Burke, sünnetullah teriminin yorumunda olduğu gibi hikmet yerine Hıristiyan
teolojinin etkisi altına girdiği yerlerde hikmete bağlılığını koruyan
Cevdet'ten ayrı düşer.
İslâm'da
Modernleşme, 1839-1939 adlı çığır-açıcı kitabıyla tanınan Bedri Gencer, bu
ikinci eserinde bir taraftan muhafazakârlık ile gelenekselciliği ayırmaya
yarayacak modernleşme ideolojileri hakkında bir tipoloji geliştirmekle önemli
bir teorik katkı yaparken diğer taraftan iki düşünür örneğinde günümüzde
hararetle tartışılan sosyal ve siyasal teorinin merkezî problemlerinin çözüm
yolları hakkında hayatî ipuçları verecek muhafazakâr düşünceyi tanıtmaktadır.
Bu
eser, çağımızda sayısız araştırmaya konu edilen İslâm'ın modernleşmesi hakkında
bugüne kadar yapılmış en kapsamlı ve derinlikli incelemedir.
“Hıristiyanlaştırmadan medenileştirmeye Batılı kozmopolis projesinin
sekülerleşmesinin modern Batı/Doğu karşılaşmasını nasıl etkilediği” merkezî
sorusundan hareket eden eser, İslâm'da modernleşmeyi ilk kez Batı ile Doğu'nun
bu büyük karşılaşması bakımından ele alıyor. Eser, Batı ile İslâm düşüncesi, geleneksel
ile modern İslâm düşüncesi ve Osmanlı ile sair İslâm düşüncesi arasında
mukayeseli ve kuşatıcı, sosyolojik bir perspektiften sosyal ile düşünsel
değişim arasındaki etkileşim bakımından on dokuzuncudan yirminci yüzyıla İslâm
dünyasının modernleşmesi sürecini derinlemesine inceliyor.
Çalışmada
on dokuzuncu asır İslâm dünyasında modernleşmeye karşı alınan bütün tavırlar
modern İslâm incelemelerinde yararlanılacak analitik bir çerçeve oluşturmak
üzere kategorileştiriliyor ve İslâm düşüncesindeki değişimin mahiyetini
göstermek için Osmanlı ve Mısır İslâm düşüncesinin temsilcileri olarak alınan
Namık Kemal ve Muhammed Abduh örneklerinde “gelenekselcilik/modernizm” olarak
iki ana tipe dönüştürülerek karşılaştırılıyor. Farklı İslâm yorumlarının,
özellikle sömürge-sonrası paradigmalara meydan okuyan tek örnek olarak Osmanlı
İslâm yorumunun modernizmle hesaplaşmadaki etkisini vukufla gösteren eser,
modern İslâm incelemelerine yepyeni bir boyut getiriyor.
Bedri
Gencer, ilk elden kaynaklara dayanarak bir bütün olarak modern İslâm
dünyasındaki değişim sürecini tasvir ederken sağlam bir muhakeme ve akıcı bir
dille problematik durum ve fikirlere doyurucu açıklamalar getiriyor. Eser,
böylece bugün İslâm dünyasının yaşadığı müzmin problemlerin kaynağına inerek bu
problemleri aşmak için çağdaş İslâm düşüncesinin taşıdığı potansiyeli ortaya
koyuyor. Modern İslâm hakkında çığır-açıcı bir inceleme olarak Türkiye'de geniş
yankı bulan eserin tamamen gözden geçirilerek daha mükemmel hâle getirilmiş
üçüncü yayınını sunuyoruz.
Ülkemizin
önde gelen ilim ve fikir adamlarından Bedri Gencer, çığır-açıcı çalışmalarıyla
modernleşmenin özünde hikmetten uzaklaşma süreci olduğunu keşf ettikten sonra
modernlikten çıkış ümidiyle hikmetin yeniden keşfine koyuldu ve böylece
“modernliğin hikmetinden sual” edenlerin kapısını ilk çaldıkları isim oldu. O,
kapitalizm, medeniyet, ideoloji gibi modern hayat ve düşünce tarzının
unsurlarının hikmetten kopuş tarzlarını ve böylece insanlığın hikmeti yeniden
keşfinin imkân derecesini vukufla ortaya koydu.
Bu
yeni eserinde de Gencer, “hadis fıkıh, hikmet/sünnet, medeniyet/kültür,
modernleşme/sekülerleşme” gibi anlam kaymasına uğrayan birçok temel kavramı
aslî mânâlarını keşf ederek sağlam bir tarife kavuşturduğu gibi,
“hikmet/medeniyet ilişkisi” gibi birçok temel meselenin işleniş tarzını
ustalıkla gösteriyor; böylece modernliğin bunalımından çıkışın yegane yolu
olarak hem bir ilmî paradigmaya, hem bir amelî düstura dönüştürülecek bir
“hikmet şuuru” geliştiriyor.
Eser,
onun kavramsallaştırma, teorikleştirme, problematikleştirme ve çözümleme
yolundaki titiz çalışmalarının sonuçlarını yansıttığı gibi, bu çalışmalarının
arkaplanına ışık tutuyor, dahası gelecek çalışmalarının ipuçlarını veriyor.
Ömür boyu süren hikmet yolculuğundan süzülen fikirlerini yansıtan bu kitap,
“hikmetin bayraktarı” haline gelen Bedri Gencer'in külliyatına girişin en uygun
yolu.
BEDRİ GENCER’İ
SELAMLARKEN…
Hüseyin BESLİ
1
Üsküdar’ın tarihi Uncular semtinde diğerlerinin arasına
sıkışmış 3-4 katlı bir binanın son katı, bir köşesinde yerel malzemelerin
sergilendiği bir salona dönüştürülmüş.
‘U’ şeklinde yerleştirilmiş masaların arkasında yerimizi
aldıktan sonra önce bu tür organizasyonlarda neredeyse gelenekselleşmiş kuru
fasulye ve pilavdan oluşan yemekten sonra ortam sohbet için uygun hale
getiriliyor.
Mekan, İdris Güllüce’ye ait. (Bu arada İdris Bey’e burada bir iş yapıyor
musunuz diye soruyorum. Cevap sadedinde İdris Bey, Yahudi’nin yanında çalışan
ve daha iyi şartlar bulduğunda başkasına gitmesini istemediği işçisini ustabaşı
yapmasını anlatıyor. Hani adamın kapasitesi ustabaşılığa yeterli değil, bir kez
ustabaşı olduysa bir daha işçiliğe inemiyor, dolayısıyla olduğu yerden ayrılma
imkanını kaybediyor. Bu misali anlattıktan sonra da devam ediyor. “Ben inşaat
mühendisiyim, Çevre Şehircilik Bakanlığı’ndan sonra inşaat yapamayacağıma
göre…”)
Bina tamamen sosyal faaliyetlerin yapıldığı bir mekana
çevrilmiş. Bu çerçevede ayda bir kez de bir sohbet halkası kuruluyor. Bu ayki
sohbetin başlatılması için de beni uygun görmüşler. Biz de, orada bulunan 40-50
kişinin şahitliğinde gecikmiş bir özrü dile getirerek başlattık sohbeti.
2
2000’li yılların sonu idi, ‘Ak Parti ve entelektüellerle
ilişkisi’ temalı bir televizyon programına katılmıştım. O programda konuşmanın
akışı içinde şöyle bir cümle kurmuştum kendimden emin bir şekilde. “Ak Parti,
kendini, 70’li ve 80’li yıllardaki İslamcı entelektüellerin ürettikleri üzerine
inşa etmiştir. Yani entelektüel faaliyetler kendi içindeki gelişmenin yanında
siyaseti de beslemiştir. Bugün itibariyle ise siyaset çok başat bir durumdadır.
Bu bağlamda belki benden şöyle bir cümle bekliyorsunuz; ‘bugün entelektüel
üretim siyasetin gerisinde/gölgesinde kalmıştır.’ Hayır. Bugün entelektüel
üretim tamamen durmuş vaziyettedir.”
3
İdris Güllüce’nin Uncular’daki mekânında bir araya gelmiş
dostlara yukarıda anlatılan olayı ve orada söylediklerimi anlattıktan sonra; “Bugün sizin şahitliğinizde gecikmiş
bir özrü yerine getirmek istiyorum. Ben o televizyon programında aslında
kendimi ortaya koymuşum, sonra da kendi durumumu genelleştirmişim. Ben
durmuşum, herkesi durdu zannetmişim. Ben donmuşum, benimle beraber her şeyin
donduğunu vehmetmişim. Oysa dindarların ve/veya İslamcıların entelektüel
çabaları hep devam etmiş. Hatta yer yer, 70’li yıllarda benim gibi tercüme
eserlerle kendine bir koza örenlerin anlamakta zorlanacağı bir üst dil kurarak,
gittikçe daha da derinleşerek ve genişleyerek devam etmiş.” şeklindeki
tespitimi paylaştım.
O gün orada bulunan arkadaşlarla, bu tespit çerçevesinde
3 isim üzerinden, o üç isme ait metinler eşliğinde bir ufuk turu yapmaya
çalıştık.
İhsan Fazlıoğlu, Fatih Şeker, Bedri Gencer.
Bu, diğerlerini ihmal etmek anlamına gelmez, ama sadece
bu üç isim üzerinden bile, 1000 yıllık geleneğe yaslanarak bu günkü dünyaya
söyleyecek ne kadar çok söze sahip olduğumuzu görebiliriz.
4
Niçin Bedri’yi başlığa çıkardığıma gelince, diğer iki
isimle karşılıklı bir çay içmişliğimiz bile söz konusu değilken, Bedri’yi ta
üniversiteye ilk girdiği yıllardan beri tanımamdan başka bir sebep söz konusu
değil.
Bu vesileyle, özrümü daha da kuvvetlendirmek adına, Bedri
Gencer’in 800 sayfalık ‘İslam’da Modernleşme’ isimli eserinin muhteviyatının,
bizim 70’li, 80’li yıllarda edindiğimiz toplam birikimin/bilginin fersah fersah
üstünde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Benimkisi biraz günümüzde bir Hristiyan’la Yahudi
arasında geçen konuşmaya benziyor. Hani demiş ya Hristiyan Yahudi’ye “ben sana
kızgınım.” Yahudi “hayrola” deyince, “siz bizim peygamberimizi öldürdünüz.”
Yahudi, “o yıllarca önceydi” deyince Hristiyan “…ama ben yeni öğrendim” der ya
hani… İlk baskısı 2008’de yapılmış olan ‘İslam’da Modernleşme’ isimli kitabın
ben yeni farkına vardım, geç te olsa tamamını okuduktan sonra duygularımı
sizlerle paylaşmak istedim, işte o kadar.
Bedri Gencer’in Çığır-Açıcı
“İslâm’da Modernleşme” İncelemesi
Şerif Mardin
Elinizdeki eserin yazarı Bedri Gencer ile nisbeten geç bir tarihte, yanlış
hatırlamıyorsam 1999 yılında bir toplantıda tanışmıştık. Daha sonra sürekli
görüştük. Gerek yaptığımız sohbetler, gerekse çalışmaları sayesinde onun
istisnaî entelektüel kişiliğini fark ettim. Karşımda olağanüstü bir tecessüs
ile öğrenme ve öğretmeye kendisini adamış, önemli eserler verme potansiyeline
sahip bir kişi vardı. Bu beklentileri boşa çıkarmayan Bedri, sonunda
kendisinden beklenen ilk büyük eseri verdi.
İslâm’da Modernleşme, 1839-1939, hem keyfiyet,
hem kemiyet itibariyle büyük bir eser. Eserin büyüklüğü, yazarın konuyu
“evrensel” bir perspektiften incelemesinden kaynaklanıyor. Bundan kasıt, Doğu
ve Batı’yı kuşatan, bütüncül, çok-katlı bir mukayeseli perspektiftir. İslâm dünyasının
modernleşmesi, temelde Batı’nın kültürel etkisinden kaynaklandığı için
akültürasyon kaynağı Batı’daki dönüşüm kavranmaksızın Doğu
dünyasının zorlandığı modernleşmenin de kavranamayacağı tabiîdir. Bu yüzden
Gencer, önce
bizzat Batı’nın yaşadığı modernleşme tecrübesinin mukadderatını tespit ediyor.
Onun tespitine göre “sekülerleşme” de denen Batılı modernleşme, bir “evrensel
âdil düzen” kurma fikrinden kaynaklanıyor. O, Batılı modernleşmenin arkasında
yatan bu “kozmopolis ve teodise” münasebetini keşf etmek
suretiyle modernleşmelerin etkileşimini bir medeniyetler karşılaşması olarak
ele alıyor.
Buradan hareketle Gencer, gördüğüm kadarıyla üç-katlı bir mukayese
yapıyor. Birincisi, aslında dinin dışarıdan dönüştürülmesi anlamına gelen
“sekülerleşme” de denen modernleşme karşısında üç İbrahimî din, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın zorlandığı modernleşmenin mukayesesi. Burada
o, zorlandıkları modernleşmenin dinamiklerinin ortaklığına karşılık
modernleşme tarzlarının bu üç dinin karakteristiklerine göre değiştiğine dikkat
çekiyor. İkincisi, münhasıran Batılı ile İslâmî modernizmin mukayesesi.
Üçüncüsü, Batılı modernlik karşısında Türk ve Arap İslâm düşüncelerinin
mukayesesi. Bedri Gencer, erken modern İslâm dünyasında geliştirildiğini tespit
ettiği “Türk, Arap ve Hint” olmak üzere belli başlı üç İslâm yorumunu İslâm
modernizmine ilişkin genel çerçevede karşılaştırmakla birlikte derinlemesine,
mukayeseli bir vak‘a incelemesi için doğal olarak Türk ile Arap İslâm düşüncesi üzerinde yoğunlaşıyor. Buradaki “Arap”tan
kasıt ise, Arap dünyasının merkezinde yer alan, İslâm modernizminin kaynağı
Mısır.
Onun yaptığı bu çok-katlı
mukayesenin en sofistike örneği, XIX. asırda zirveye çıkan medeniyetlerin
karşılaşmasını tahlilinde görülmekte. Kozmopolitanizmin sekülerleşmesi
sürecinde dinini medeniyete dönüştüren Batı’nın kendi meşrebine uygun olarak
benimsediği “medeniyet olarak Arap İslâm”ına karşı “din olarak Türk İslâmı”nı nasıl ötekileştirdiğini,
sanıyorum bugüne kadar ilk kez Bedri Gencer tespit ediyor. O, bu esnada XIX. asır
Müslüman aydınlarını ayağa kaldıran ve aslında Katolik/Protestanlık arasındaki Avrupa-içi kültür savaşından dışarıya yansıtılan ünlü “İslâm,
mâni‘-i terakkîdir” tezindeki ilerleme karşıtı İslâm’dan kasdın, bu, fıkha dayalı
“din olarak Türk İslâmı” olduğunu keşf ediyor. Yalnız burada vurgulanması gereken
hayatî nokta, onun “Türk İslâmı”ndan kasdının, Türkiye gibi ulus-devletlerinde
sıkça yanlış anlaşıldığı gibi bir “sivil din” olmadığı, tam aksine, kozmopolitanizmin bayraktarı
bir topluluğun kendisini özdeşleştirdiği evrensel “bir din olarak İslâm” olduğudur.
Bu doğrultuda Gencer’in en orijinal katkılarından
biri, XIX. yüzyıl Osmanlı ve Mısır düşünürlerinin İslâm’ı yeniden yorumlama tarzlarının,
Batılı modernliği/medeniyeti, özgül İslâm yorumları uyarınca “meşrûiyet” ve “akliyet” ile kavramsallaştırmalarına göre değiştiğini
tespit etmesi. Son Osmanlı ve Mısırlı düşünürlerin gerek modernliği tasavvur,
gerek geleneği tenkit ve gerekse bunlara dayanarak İslâm’ı yeniden yorumlama
tarzlarının tedeyyün denen spesifik İslâm yorumlarına göre
değiştiğinin tespiti, modern İslâm’daki dinamizm ve çeşitliliğin
anlaşılmasında anahtar öneme sahip. Benim de bir makalemde işaret ettiğim gibi
(Mardin 2005), sömürge-sonrası paradigmalara meydan okuyan tek örnek olarak
Türk İslâm yorumunun tarihî anlamının bu tür mukayeseli bir perspektiften
tespiti, modern İslâm incelemelerine yeni bir boyut getirerek Batılı
araştırmacıların ezberini bozacaktır.
Eserin büyüklüğü, ikinci olarak,
yazarın seçtiği bütüncül perspektifin gerektirdiği vukufla konuyu işlemesinden
kaynaklanıyor. Tabiatıyla konunun işleneceği perspektifin seçimiyle gerekli
entelektüel donanım birbirine bağlıdır. Kendisinin de dikkat çektiği gibi
bugüne kadar bu denli kuşatıcı bir perspektiften modern İslâm’ın incelenememiş olması, bunun
gerektirdiği Doğulu ve Batılı kültür veya İslâmî ve sosyal bilim formasyonlarını terkipteki zorluktan kaynaklanıyor.
Bedri Gencer, değil sosyal bilim
disiplinleri, felsefî ile dinî ilimler arasında bile ayırımın tanınmadığı
geleneksel “ilm-i küll” anlayışını benimseyerek bu terkibin optimal ölçüde
başarıldığı istisnaî formasyona ulaşmış biri.
O, benim tanıdığım, İslâm’ı, İslâmî kaynak ve terimleri hakkıyla bilen
ender kişilerden biri. Bundan kasdım, ansiklopedik bir bilgiden çok
özümsenmiş bir bilgi. O, vukûflu bir İslâm âlimi olarak birinci el, Arapça
kaynaklara atıfla işlediği konularda aktif tavır alıyor; Şeyhülislâm Mustafa
Sabri ile birlikte Mâtürîdiye’yi eleştirerek Eş‘ariye’yi teolojik bir mezhebin
ötesinde İslâmî paradigmanın kendisi olarak görmesinde olduğu gibi. Eser
boyunca işlediği “şeriat, fıkıh, sünnet, bid’at, maslahat, tahsin, takbih, içtihat, taklit, telfik, ihtilâf, kader” gibi çağdaş İslâmî tartışmanın merkezinde yer
alan bütün konularda onun aktif tavrını görmek mümkün. Onun Muhammed Abduh gibi İslâm modernistlerinin görüşlerinin bugüne
kadarki en kapsamlı ve derin eleştirisini yaptığını söyleyebilirim. Dizininden
anlaşılacağı gibi, Ubeydullah Debûsî’den Cemâleddîn Kâsımî’ye, Molla Fenârî’den
Ali Haydar’a gelmiş geçmiş sayısız İslâm âlimine atıf
yapılması, incelemedeki perspektifin genişliğini gösteriyor.
Diğer taraftan yetkin bir sosyal
bilimci olarak Bedri Gencer, İslâm’da modernleşme sürecini incelemede birinci el kaynaklara atıfla
tüm Batılı teorilerden yararlanıyor. Onun İngilizce “Osmanlı İmparatorluğu’nda
kamuoyunun doğuşu” hakkındaki gibi başka çalışmalarını okuduğumda da teorik
yoğunluk dikkatimi çekmişti. Onun çalışmaları, “kamuoyu, anayasa” gibi ele aldığı konuyla ilgili bütün teorik
birikimi süzmesiyle temayüz ediyor. Bu yoğunluk, eserinin bibliyografyasından
da anlaşılabilir. Kanaatimce şimdiye kadar bir eserde bu kadar zengin bir
bibliyografya görülmüş değildir.
Gene dizininden anlaşılacağı gibi,
şimdiye kadar bu tür bir eserde bu kadar Batılı aydın ve teoriye atıf
yapıldığı da görülmüş değil. Gencer, örneğin, Batı ile İslâm’ın modern karşılaşmasının mantığını, bugün
dünyada ve Türkiye’de unutulmaya yüz tutan Toynbee’nin “tahaddî ve karşılık” denen akültürasyon modelinden yararlanarak açıklıyor. Batılı
modernleşmenin kozmopolis vizyonunun dönüşümü olarak açıklanmasında
Türkiye’de ne kadar tanındığını bilmediğim Stephen Toulmin’den yararlanıyor. O, keza
Reinhart Koselleck ve Reinhard Schulze gibi Türkiye’de isimleri bile zor bilinen
Batılı bilginlerin teorilerine atıfla İslâm’da modernleşme sürecini açıklıyor. Gencer, aslında Aydınlanma denen Batılı modernleşme sürecini açıklamayı
hedefleyen bu bilginlerin teorilerinden hareketle İslâm’da modernleşme sürecini
evrensel perspektiften bir “medeniyetler karşılaşması” olarak çözümlemeyi başarıyor.
Hatta o, bununla kalmayarak modern
aktivizmi açıklamak için daha da derine iniyor. O, “hümanizm” ve “devrimcilik” denen dünyayı değiştirme
iradesinin her yerde mistisizmden kaynaklandığı, Batı’da Jacob Boehme ve Christian
Thomasius gibi büyük mistiklerin temsil ettiği bu
vizyonun Isaac Luria ile başladığı ve onun da Muhyiddîn
İbnü’l-‘Arabî’den etkilendiği gibi çarpıcı bir bulguya ulaşıyor.
Osmanlı’da başlıca Şeyh Gâlib’de görülen bu mistik-hümanistik eylem vizyonu,
daha derine inildiğinde Seyyid Ahmed Han’dan Muhammed İkbal’e, Namık Kemal ve Ziya Gökalp’tan Cemâleddîn Afgânî ve Muhammed Abduh’a bütün XIX. asır Müslüman aydınlarında görülebilirdi,
Gencer’e göre.
Isaac Luria’dan Ziyâeddîn Gümüşhânevî’ye bu çarpıcı vizyon
ortaklığının keşfini ona borçluyuz.
O, böylece evrensel bir
perspektiften İslâm’da modernleşme sürecinin ne derece köküne inilebileceğini,
konunun incelenmesinin sınırlarını bize gösteriyor. Bununla birlikte Gencer, Batılı teorileri sadece İslâm’ın modernleşmesini
analize yarayacak araçlar olarak ödünç alarak kullanmıyor, aynı zamanda yeri
geldikçe bunların orijinal eleştirisini yapmaktan da geri durmuyor. Örneğin
ona göre Max Weber’in Batılı modernleşme sürecini
esas aldığından yanıltıcı olarak kavramsallaştırdığı “özsel veya
değersel-akliyet”, aslında “meşrûiyet” anlamına geliyor. Gencer, İslâm dünyasına
karşı tavırları açıklarken Batı’da Protestanlık ve liberalizm gibi teolojik ve felsefî ekoller arasındaki
gizli münasebete, klasik ile modern liberalizmler arasındaki farka dikkat
çekiyor. Bu bakımdan eser, sadece İslâmî değil, aynı zamanda Batılı
modernleşme sürecinin de orijinal bir tahlili olarak okunabilir.
Bedri Gencer’in benimsediği Alman
geleneğine özgü mukayeseli-tarihî perspektifin önemi, özellikle kavramların
izini sürmede görülüyor. O, bizde nadir görülen bir yaklaşımla bir taraftan
etimoloji-filoloji sayesinde orijinal, kök anlamlarına inerek kavramların “arkeolojisi”ni,
diğer taraftan Reinhart Koselleck tarafından geliştirilen begriffsgeschichte (kavram tarihi)
perspektifinden örneğin “millet, devlet” gibi kavramların
anlamlarının zaman içinde nasıl değiştiğine bakarak “sosyolojisi”ni, diğer
taraftan da kavramların farklı dillerdeki karşılıklarını bularak “tercüme”sini
yapıyor. Örneğin Batı dillerinde kullanılan reason kavramının aslında akıl değil, hikmet anlamına geldiğini, Latince ve Almanca decorum ve bildung kavramlarının İslâm ahlakının merkezî kavramı edeb’e
tekâbül ettiğini ondan öğreniyoruz. Özellikle İngilizce ve Almancada olduğu
gibi tarihî sözlüklerden mahrum dilimizde kanaatimce bu tür bir çaba daha da
önem arz ediyor. Bu arada onun dile hâkimiyetini, sağlam ve akıcı üslubunu da
takdirle belirtmek lazım.
Gencer, çalışma boyunca Doğu ve Batı düşüncesine eşit
vukûfunu gösteriyor; Batı düşünce tarihine atıfla İslâm dünyasında klasik ile modern deizmler ve
rasyonalizmler arasındaki farkın, Batı düşüncesinde estetik ile yararcılığın
doğuşu arasındaki ince etkileşime atıfla Muhammed Abduh’un nasıl “hüsn ile maslahat” kavramlarını dönüştürerek Batı-tarzı yararcı
bir İslâm anlayışına kaydığının açıklamasında olduğu gibi. Okuyanlar, eserde
birçok orijinal, çarpıcı tahlille karşılaşacaktır. Midhat Paşa ile Cemâleddîn Afgânî örneklerinde anayasalcılık ile mesihçilik arasındaki ince ilişkinin, aslında ortak bir
Şî’î politik kültüre dayandıkları halde Namık Kemal ile Cemâleddîn Afgânî’nin modernlik karşısında niçin zıt istikametlerde bir kimlik arayışına giriştiklerinin tahlili, bunlara
örnek verilebilir. Gencer, özellikle mesihçiliği devrimciliğe dönüştüren Karl
Marx ile mukayese yoluyla kariyerini analiz ederek
çağdaş İslâm dünyasının en tartışmalı kişisi Cemâleddîn Afgânî bilmecesinin
çözüm yolunu da gösteriyor.
Bedri Gencer’in bu kadar yoğun bir inceleme sonunda
ulaştığı, özellikle Türk sekülerleşmesinin tarihî dinamikleri ve anlamına dair
sonuçlar da oldukça önemli. Ona göre sekülerleşme, küresel bir tarihî devir olarak
ulus-devletlerine özgü, İbni Haldun’un terimiyle “nesep
asabiyeti”ne dayalı bir kolektivite olarak “ulus” ile tüzel bir kişi olarak
“devlet”in kaçınılmaz gereği. Diğer
taraftan o, süregelen zıt perspektiflerden farklı bir perspektiften bakarak, M.
Kemal’in “hissinin babası” Namık Kemal’in öngördüğü üzere, Batı’daki
gibi normatif yerine şeriatın askıya alınması şeklinde mekanik bir sekülerleşme
olarak gerçekleşen Türk modernleşmesinin aslında İslâm idealine dayalı Türk kozmopolitanizminin
sürekliliğini gösterdiği sonucuna varıyor. Bu çalışmanın, Gencer’in Türkiye’yi
merkezine yerleştirdiği İslâm dünyasının nereden gelip nereye gittiği
hakkında okuyanlara önemli bir vizyon kazandıracağı muhakkaktır.
Evet, eser, gerek niteliği, gerek
niceliği bakımından ciddî bir okumayı gerektiriyor. Bedri Gencer’i bu parlak başarısından
dolayı tebrik ederken eserinin hak ettiği ilgiyi görmesini temenni ediyorum.
Onun bu kitabıyla gerek Türk sosyal bilim, gerekse de dünya modern
İslâm literatüründe bir çığır açtığını söylemek
mübalağa olmayacaktır. En kısa sürede İngilizce yayınlanması, kitabın dünya
çapında öneminin bilinmesini sağlayacaktır. Bu arada çeşitli bilimsel
toplantılarla “Bedri Gencer’in eseri vesilesiyle İslâm ve modernleşme” konusunun tartışılması gerektiği kanaatindeyim.
Onun bu abidevî eserinin ardından ona bağlı başka önemli eserler üzerinde
çalıştığını biliyor ve Türkiye gibi zor bir ülkede bu çalışmaların tamamlanabilmesi
için ona gereken desteğin verilmesini diliyorum.
http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1084
07 Mayıs 2009, Dunyabizim.Com
Şerif Mardin: Büyük Bir Eser!
Abdullah Güner
Bedri Gencer’in son çalışması İslam’da Modernleşme (1839-1939)
kitabı Şerif Mardin’in uzun ve övgü dolu bir sunuş yazısıyla Lotus
yayınlarından çıktı.
İslam'ın modernleşmesi konusunda ülkemizde yapılmış
derinlikli ve kapsamlı incelemelerden biri olan İslam'da Modernleşme kitabı, konuyu Batı/Doğu karşılaştırması
bakımından ele alıyor. Modernleşmeyi 1839-1939 tarihlerini kapsar
bir dönemlendirme yapmış olması eseri önemli kılan diğer öğelerden biri.
Geçmişten günümüze hep tartışılan ve kuşatıcı bir şekilde kendimizi anlamamızı
sağlayacak bir çalışma. Bu büyük gayret ve birikimin modern İslam
incelemelerine yeni bir boyut kazandıracağını söylemek mümkün. 20.
yy'ın bir öz değerlendirilişi olduğunu açıkça göstermekte olan eser, İslam
modernleşme sürecinde İslam dünyasının yaşadığı problemlerin kaynağına inmeye
ve bu problemleri aşmak için çağımızda genelde İslam, özelde ise Türklerdeki
İslam düşünce tecrübesinin taşıdığı potansiyeli ortaya koymaya çalışırken
bugüne kadar yapılan oryantalist çalışmalardan ayrılıyor. Eser hacmi ile de
ciddiyetini gösteriyor: 860 sayfa ve büyük boy!
Bedri Gencer, tüm yönleriyle modern İslam dünyasındaki
değişim sürecini değerlendirirken, akıcı bir üslup ile fikirlere doyurucu
açıklamalar getiriyor. Modern İslam hakkında kalıcı bir başvuru kaynağı ve Türk
sosyal biliminin klasiklerinden biri olacak esere, Türk sosyal bilimcilerinin
pîri görülen Şerif Mardin müthiş, övgü
dolu bir sunuş yazısı yazmış. Öyle bir övgü ki bu tarz bir övgü çok
az esere yapılmıştır.
Arkadaşımız
Abdullah Güner, esere ulaşmış birçok değerli isimden İslam'da Modernleşme ile
ilgili bir değerlendirme yapmalarını istedi. Açıkçası beş-on haberlik
bir yorgunluk oldu arkadaşımız için. Zira bir çok isim eserle
ilgilenmeye vakit bulamadıklarını söylüyordu. Ama arkadaşımız yılmadı,
kimi değerlendirmeler almayı başarabildi:
Mustafa Özcan
Güzel bir çalışma
olarak görüyorum. Hakikaten son yıllarda “İslam ve modernleşme” konusunda çok
kapsamlı çalışmalar yapılmadı. Bedri Gencer sadece kültürel boyutu ile değil
dini boyutu ile de incelemiş, dolayısı ile doyurucu bir çalışma ortaya çıkmış.
Tabii eksiklikleri olabilir ama geniş bir perspektiften bakıyor, faydalı
olacağını ümit ediyorum ve bu tarz çalışmaların daha da artması gerektiğini
düşünüyorum. Türkiye'de özellikle son yıllarda bu alanda yeterince çalışma yok,
maalesef yapılmıyor. Eksikleri olabilir ama sahasında iyi bir çalışma inşallah
onu da aşan çalışmalar gelir.
Ben faydalı bir kitap olarak
değerlendiriyorum; yeni ufuklar açıyor, yeni çalışmaları da tetikler umarım.
Bazı noktalara katılmak mümkün değil, yani tümü göz önüne alındığında her
dediğine evet diyemeyiz ama şu aslında:
“İddialı tezler daima karşıtlarını üretirler veya karşıt çalışmalara sebep
olurlar, yeni çalışmalara vesile olurlar.”
Geçmişimizle şu
manada yüzleşmemiz lazım: Kültürel dokumuzu geçmişe dönük olarak tam olarak
bilmiyoruz yani tarihimizden kopuk olarak yaşıyoruz. Kültürel tarihimiz
açısından ise daha az çalışmalar var, yeni çalışmalar olması lazım Bedri Gencer
bunun başlangıcı sayılabilecek bir çalışma yapmıştır. Elbette geçmişte buna
benzer çalışmalar var ama son dönemlerde bu tarz bir çalışma yok. Kültürel
tarihimizi anlatması açısında yerinde bir çalışma.
Yusuf Kaplan
Bedri Gencer'in
kitabını bir hayli inceledim, çok emek sarf etmiş Bedri Bey. Söyledikleriyle
ilgili ciddî soru işaretleri var kafamda. Şu anda kitabı bitiremedim o nedenle
şimdiden, kitabı bitirmeden kesin sonuçlar çıkarmam doğru olmaz. Kitabı
bitirince zaten kitapla ilgili yazacağım. Ayrıca Mayıs'ın sonunda bir panelde de bu kitabı kendisiyle tartışacağız.
Her şeye rağmen,
şunu söylemem bir kadirşinaslık olur: Çok büyük emek sarf etmiş, tartışılması
gereken önemli sorular ortaya atıyor... Kendisini bu yorucu ve çaplı
çalışmasından ötürü tebrik ediyorum ...
Mahmut Kaya
Olayları anlatışı, ifadelendirişi, yani
üslubu gayet iyi buldum. Geniş tutmuş ama üslubu güzel, kitap kendini
okutuyor; fakat ben alanın uzmanı olmadığım için göndermeler yaptığı atıfta
bulunduğu kaynakları karşılaştıracak durumda değilim benim alanım olmadığı
için.
Şerif Mardin Bey
girişinde çok iddialı şeyler söylüyor, bilimsel bir araştırma için bu kadar
iddialı söz söylemek bana biraz abartılı geliyor; ama inşallah öyledir belki de
daha da fazla övgüye değerdir. Benim kendi kanaatime göre dönem dönem; dönemin
başta gelen şahsiyetleri, onların ortaya koymuş oldukları görüşleri ondan sonra
da onların eleştirisiyle beraber tartışırdım. Bedri bey o güne kadar söylenmiş
sözleri alarak kendi de yorumlayarak aktarıyor. Olumlu buluyorum inşallah ses
getirir ve yararlı olur.
Davut Dursun
Hem yaklaşımı
açısından hem de karşılaştırmalı olması açısından şimdiye kadar bu konuyla
ilgili yazılmış yayınlardan farklı bir niteliğe sahip, orijinal bir çalışma.
Şerif Mardin Beyin de yazmış olduğu takdim kitabın hedefi konusunda belli
konuların altı çiziliyor. Piyasada nasıl bir etki yaratacağı ise konu ile
ilgili kişiler tarafından nasıl karşılanacağı onu zaman gösterecek. Orijinal
olması karşılaştırmalı olması yerel kaynaklara dayandırılıyor olması ve farklı
bir yaklaşımla ele alınmış olması sanıyorum bu konu üzerine yapılmış olan
çalışmalarda daha çok oryantalist bir bakış içeriyordu. Burada ise
oryantalist bir bakış bir batılı bir bakıştan ziyade kendi coğrafi alanında
özgün bir bakışla farklı bir bakışla ele alınması onu diğerlerinden farklı
kılıyor, görüldüğü kadarıyla.
Bedri Gencer’e
kitabına tepkileri sorduk, biraz dertliydi haklı olarak!
Bedri
Gencer neler dedi:
Doğal olarak her
yazar, eserinin takdir edilmesini beklediği gibi, eserimizin konusu ve kapsamı
itibariyle bu beklenti bizde daha da yükseltmekte. Ancak Türkiye'nin politik ve
entelektüel hayatının seyri, bu takdir ihtimaline ilişkin pek ümit vermiyor
maalesef. Bugüne kadar belki de ilk kez modern İslam dünyasının değişimini her
yönüyle incelediği için bizimki, doğal olarak hem hacimli, hem derinlikli,
dolayısıyla okuması zor bir eser oldu, üstelik de bu kültürel-entelektüel
iklimde. Bakıyorum, az-çok bu işin içinde olanlardan bazıları bile eseri
görünce “Ya bu kadar hacimli kitap okunur mu?” diye basit bir tepki veriyor.
Hacmiyle mütenasip olarak eserin pahalılığı da ayrı bir itiraz konusu.
Kısmet,
eserimizin yayını, şanssız bir konjonktüre denk geldi: Ergenekon, ekonomik
kriz, seçimler, Obama. İnsanlarda sağlıklı duyuş ve düşünüş imkânı bırakmayan
bu kadar yoğun bir politik gündem arasında bizimki gibi eserlerin öne sürdüğü
derin entelektüel konuların müzakeresi, mucize olarak görülmeli. Gülten Akın'ın
dediği gibi gerçekten “Ah, kimsenin vakti yok durup ince şeyleri
anlamaya.” Ahir zamana doğru dünya ve Türkiye, müthiş bir kültürel ve
entelektüel çözülme, savrulma, irtifa kaybı yaşıyor. Ancak bizim gibi ilim
adamlarına düşen, realiteye bakmaksızın, her halükarda ilmen yapılmasını
gerekeni yapmak, söylenmesi gerekeni söylemek. Düsturumuz, “İhlâsla üret,
denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” olmalı.
Şu ana kadar
kitap ile ilgili ciddi bir tepki gelmedi. Kitabı ulaştırdığımız bazı
basın-yayın organlarının, Şerif Mardin'in sunuşunu veya eserin ayrıntılı
özetini alıntılamakla yetindikleri görülüyor. Tabii hem eserin kısa bir süre
önce çıkmış, hem de kapsamından dolayı edinenlerin okuyup değerlendirmesinin
vakit alacak olması, üstelik de bu ortamda, biraz daha sabırlı olmayı
gerektiriyor. Eser hakkında bazı radyo ve televizyonlarda şahsımızın katıldığı
programlar yapıldığı gibi bazı panel ve sempozyum hazırlıkları da sürmekte.
Şahsen ümidim, özellikle sempozyum türü bir toplantının eserin ve dolayısıyla
konu aldığı İslam dünyasında modernleşme sürecinin her yönüyle tartışılmasına,
değerlendirilmesine vesile olacak olması. Âcizane eserde Türkiye'nin merkezinde
yer aldığı İslam dünyası için hayatî hakikatler tespit ettiğime inanıyorum.
Örneğin "on
dokuzuncu asırda sekülerleşen Batı'nın ötekileştirdiği İslam'ın aslında fıkha
dayalı, Türk İslam'ı olduğu" gibi. Bunların müzakeresi,
değerlendirilmesi, hepimiz için önemli.
http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1142
16 Mayıs 2009, Dunyabizim.Com
O da Bedri Gencer'i övdü!
Abdullah Güner
Bedri Gencer’in İslam’da Modernleşme: 1839-1939 isimli
kıymetli eserini Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç dunyabizim.com için
değerlendirdi.
Ülkemizin
değerli bilim adamlarından Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç'e Bedri Gencer'in İslam'da Modernleşme eserini değerlendirmesini
rica ettik. Bizleri kırmadı. Gereken değerlendirmenin ancak bir kitaplık
boyutta olabileceğini ifade eden hocamız eserin çok değerli,
çığır açıcı olduğu değerlendirmesine bütünüyle katıldığını ifade ediyor.
Dileğimiz eserin bilimsel bir toplantı ile, bir sempozyum ile
değerlendirilmesi. Nitelikli eserleri tanımakta, gündemine almakta, takdir
etmekte geciken bir Türkler inşallah bu sefer fazla gecikmeyiz!
"Kavram
olarak “modernlik” Batı medeniyet tecrübesinde ortaya çıkan bir olgudur. Bu
olgunun temelinde yatan zihniyet şüphesiz ki, “sekülerleşme”dir. Orta Çağ
Hıristiyan din anlayışı ile Batılı insan, neredeyse bütün dünyevî
hürriyetlerini kaybetmiş bir duruma gelmek üzereyken dinin bu sımsıkı
pençesinden kendini kurtarıp aklının kendisine sağlayabileceği geniş hürriyet
ufuklarına bırakmayı tercih etmesinden modernlik zihniyeti ortaya çıkmıştır.
Modernliğin bu
şekilde tavsif edilmesi onun din karşıtı bir olgu olarak anlaşılmasına yol
açabilir. Ancak şunu hemen belirtelim ki, modernliğin ortaya çıkışında böyle
bir amaç yoktur. Asıl amaç, kilise gibi din anlayışına karşı çıkmaktır. Fakat
bu davranış mantıksal olarak akılcı bir din anlayışına yol açmaktadır. Zira
amaç dine karşı gelmek değil, kurumsallaşmış dine karşı hürriyetine kavuşmak
ise, kurumsallaşmış din yerine kişilerin anladığı gibi hür ortamda oluşturulmuş
bir din anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır ki, bu da akıl ile dinin temel
kaynaklarının yeniden yorumlanması ile oluşturulacak bir din kurmak
gerekmektedir. Bu anlayış zamanla Aydınlanma Dönemine yol açarak kurumsallaşmış
dine karşı gelme amacı yavaş yavaş yerini her türlü dine karşı gelmeye terk
etmiştir. Böylece sekülerleşme süreci yeni bir boyut kazanarak “din dışı olma”
anlamına bürünmüştür. Modernliğin Batı medeniyetindeki bu serüveni Ondokuzuncu
yüzyılda Pozitivizm ve Darwinizm ile birleşerek Ateizme dönüşmüştür veya bu
akımın doğmasına yol açmıştır. Ondokuzuncu yüzyılda İslam dünyası Batı dünyasındaki
modernlik olgusu ile karşı karşıya geldiğinde bütün bu gelişmeler
belirginleşmiş bir durumdaydı. Batı medeniyeti bir çok açıdan ilerlemiş
durumdayken İslam medeniyeti ise geri kalmış denemezse bile eski bilimsel ve
fikrî şa'şasını kaybettiği için çok geride kalmış bir görüntü vermekteydi.
Konusunun
bütün aktörlerini sahneye alabilen bir zihin
Çok değerli
dostum ve ülkemizin iftihar edebileceği bir ilim adamı olan Bedri Gencer'in İslam'da
Modernleşme: 1839-1939 adlı eseri işte Batı ile karşı karşıya kaldığımız bu
yeni hissiyatın medeniyetimiz içerisindeki tezahürlerini incelemektedir. Ancak
Gencer'in yaklaşımı her babayiğidin kaldırabileceği bir yük değildir. Muazzam
bir tarihî birikim arka plana alınarak neredeyse konunun bütün aktörleri sahneye
çekilip her birisinin rollerini tam ve yerinde tespit eden bir araştırma ruhu
ile tarihî sosyo-kültürel bağlamda tezahür eden her modernlik anlayışı karşıt
anlayışları ile mukayeseli olarak derin bir fikrî tahlile tâbi tutulmuştur.
Şerif
Mardin'in “çığır açıcı eser” olarak tanımlamasına tamamen katılıyorum
Konuya bu derece
hâkimiyet takdire şayandır. Bu açıdan Şerif Mardin'in “çığır açıcı eser” olarak
tanımlamasına tamamen katılıyorum. Eserin çok güzel akıcı bir üslubu var.
Gerçekten okumaya başlayınca, konuların çekiciliği de göz önünde tutulursa
eser elden bırakılmadan okunacak bir niteliktedir. Yaklaşık 800 sayfalık
bir umman niteliğindeki eser rahatlıkla bir kaç günde okunabilir ancak şüphesiz
ki, bir kaç günde hazmedilemez. Kanaatimce defalarca okunması gerektiği gibi,
(Şerif Mardin'in tabiriyle) bu tarihî çalışma, bir fikir eseri olmasının
ötesinde devamlı müracaat edilmesi gereken bir kaynak eser olma özelliğindedir.
Çok az övülebilecek eser olduğunu düşünürsek burada söylediklerim sadece bir takdir
olarak da alınabilir. “Kişinin âyinesi iştir” görüşünden hareketle ve “Halep
oradaysa arşın da burada” diyerek asıl takdiri, her zaman olduğu gibi burada da
okuyucularımızı âcilen bu eseri incelemeye davet ederek onlara bırakıyorum.
Eser “Batı-İslam
karşılaşması” ile yola çıkmaktadır. Eser 1839'da Tanzimat Fermanının ilân
edilmesini âdeta modernliğe bir çağrı olarak esas alıp bu tarihi, modernliğin
serüveni için esas tutmuştur. Her tarihin bir başlangıcı gibi bir de sonunun
olacağından hareketle buradaki inceleme 1939'da İkinci Dünya Savaşının
başlamasını dikkate almaktadır. Bu demektir ki, modernlik olgusunun ilk yüzyılı
tamamen incelenmiş iken yaklaşık ikinci yüzyılının da incelenmeye tâbi
tutulması projesi karşımızda durmaktadır. Umut edilir ki, modernleşme ile olan
hesaplaşma yine konuya bu derece hâkim bir bilim adamımız tarafından yapılır.
Batı-İslam
karşılaşması ile yola çıkan eser, yanlış anlaşılmaya mahal bırakmamak için
kavramsal arkaplanı ihmal etmeyerek modernlik kavramını her açıdan derin bir
tahlile tâbi tutmuştur. Bu açıdan bütün İslam dünyasındaki konuya olan
yaklaşımlar incelenmiştir. Bu açıdan hareketle zamanla Batı dünyasında ortaya
çıkan modernleştirme projeleri de inceleme konusu yapılmıştır. Elimizdeki bu
eserde İslam dünyasının ünlü modernlik yanlısı veya bu şekilde yorumlanan
düşünürleri tamamen incelenmektedir. Bu incelemeler neticesinde önemli
sonuçlara ulaşılmakta ve kanaatimce bunlardan çok ibret dersleri
çıkarabileceğimiz tahliller yapılmaktadır. Böylesine kısa bir tanıtımda bu esere
âdil davrandığımı söyleyemem; ancak tam olarak tahlil etmeye kalkışırsam bu
yazım, bir tanıtımın boyutlarını aşacaktır. Bu açıdan sadece, çok sade ve akıcı
bir dille yazıldığı için üniversite seviyesinde herkesin okuyup herkesin kendi
bilgi düzeyine göre eserden istifadesi olacağını özellikle belirtmek isterim.
Türk düşünce hayatına bu denli kapsamlı ve geniş ufuklu bir çalışmayı sunduğu
için yazar, değerli ilim adamımız Bedri Gencer'i tebrik eder, önümüzdeki
günlerde daha ayrıntılı olarak kitaptaki birçok konuların daha derin
incelenerek lâyıkıyla takdir edilebilmesi için çalışılmasını kendim de dâhil
olmak üzere değerli ilim ve fikir adamlarımızdan beklerim."
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=21.05.2009&y=DavutDursun
21 Mayıs 2009, Yeni Şafak
Modernleşme ve B. Gencer'in
İncelemesi...
Davut Dursun
Modernleşme adı
verilen toplumların kadim geleneksel yapı, değer ve sistemlerden koparak köklü
bir dönüşüm sürecine girmeleri insanlığın son üç asrına damgasını vuran bir
gelişme olmuştur. Genelde toplumların ekonomik yapılarının belli bir gelişme
eğilimi içine girmesi şeklinde anlaşılan modernleşme, aslında toplumsal hayatın
tüm yönlerini etkisine alan bir değişimi ifade etmiştir.
Batı dünyasında
ortaya çıkan modernleşme hareketinin itici güçleri farklılık göstermiş, en
önemlisi Batı dışı toplumlar için Batıdaki gelişmeler bir tür model olma
özelliği taşımıştır. Batı dışı toplumları için modernleşme temelde Batılılaşma
şeklinde işleyen bir süreç şeklinde gelişmiştir.
Batı ile belli
bir mücadele ve rekabet içerisinde bulunan İslam dünyasının modernleşme
hareketinden etkilenmemesi, mevcut kadim yapılar ve geleneksel sistemler
üzerinde herhangi bir değişiklik meydana getirmemesi söz konusu olamazdı.
Nitekim İslam dünyasında da modernleşme hareketi belli düzeylerde yeni
gelişmelere yol açmış, dönüşüm süreçlerinin yaşanmasını sağlamış ve geleneksel
ile değişmeden yana olan kesimler arasında ciddi çatışmaların ortaya çıkmasında
etkili faktör olmuştur.
Modernleşmenin
İslam dünyasında yol açtığı gelişmeler konu ile ilgilenenlerin sürekli merakını
çekmiş bir husustur. Modernlik adına olup bitenlerin İslam dünyasında nasıl bir
etkiye yol açacağı, ne tür sonuçlar meydana getireceği gibi sorular çeşitli
düzeylerde tartışmaların gündeme gelmesini sağlamıştır. Bu konuyla ilgili pek
çok çalışmanın olduğu ve farklı yaklaşımlarla konunun ele alındığını biliyoruz.
Kocaeli
Üniversitesi öğretim üyelerinden Bedri Gencer'in yıllarını verdiği ve bu yıl
yayınlanan İSLAM'DA MODERNLEŞME: 1839-1939, (Ankara: Lotus yayınları, 2008)
adlı toplam 872 sayfalık hacimli eseri, modernleşmenin İslam dünyasındaki serüvenini
son derece özgün bir biçim ve yöntemle okuyucunun önüne koymaktadır. Dünya
çapındaki bilim adamı Şerif Mardin'in kitaba “Bedri Gencer'in çığır-açıcı
'İslam'da Modernleşme' incelemesi” başlıklı Sunuş'u, bu çalışmanın özgünlüğü ve
önemi konusunda fikir vermeye yeter sanıyorum. Mardin gibi bir ismin kitap için
“çığır-açıcı” nitelemesini kullanması elbette anlamsız değildir.
Sonuç dahil
toplam on bölümden ibaret bu hacimli incelemenin emsallerinden farklılığını
anlamak zor değil. Bölüm başlıklarına göz atmak, içindekiler sayfasını özenle
gözden geçirmek bile bir ön fikir verebilir. Kavramsal arkaplana yer verilen
ilk bölümü izleyen ikinci bölümde İslam Modernizmi ulemadan aydınlara doğru
evrilen bir süreç şeklinde inceleniyor. Bu takiben Medeniyetlerin Kutuplaşması
altında medenileştirici Batı'nın gelişi ile ortaya çıkan gelişmeler
irdeleniyor. Gelenekselcilik, Mesihçilik ayrı başlıklar altında incelenirken bu
gelişmelere karşı yükselen eleştiriler Osmanlı eleştirisi, Fundamentalizm ve
Öteki tedeyyünün eleştirisi başlıklarıyla veriliyor. Bu gelişmelerle birlikte
ortaya çıkan Yeni Paradigma, Yeni Toplum ve Yeni İnsan başlıkları altında bir
tür yirminci yüzyıldaki İslam toplumu ve Müslüman insanı tasvir edilmeye
çalışılmaktadır. Nihayet sonuçta özgürlük ve sekülerizm ile aydından tekrar
alime doğru gözlemlenen gelişmenin özeti veriliyor.
Modernliğin İslam
dünyasındaki toplam bir asırlık serüvenini incelemeye çalışan B. Gencer,
Mardin'in nitelemesiyle “çığır-açıcı” bir eser ortaya koymuştur. Batıda konuyla
ilgili pek çalışma yayınlanmıştır. Genellikle bizde bununla ilgili çalışmalar
Batıdakilerin tekrarı veya transferinden ibaret olmuştur. Mesela modern
Türkiye'nin doğuşuna ilişkin temel inceleme B. Lewis'in Modern Türkiye'nin Doğuşu (Ankara, Arkadaş Yayınları, 2008) adlı
eseri olup henüz bunu aşabilen yerli bir inceleme gün yüzüne çıkabilmiş
değildir. Benzer şekilde L. Kinross'un Atatürk:
Bir Milletin Yeniden Doğuşu (İstanbul: Altın Kitaplar Yayınları, 2008) adlı
biyografik incelemesi kendi konusunda yazılmış en iyi eserlerden biridir.
Oysaki bu konularda Batılılardan önce ve onlardan daha başarılı şekilde kendi
araştırmacılarımız özgün eserler üretebilmeliydiler. Ülkemizde şu kadar
üniversite, şu kadar enstitü, araştırma merkezi ve bilim adamı var; ne yazık ki
Lewis'in veya Kinross'un incelemelerini aşabilmiş bir çalışma yok. Bu üzerinde
düşünülmesi ve sorgulanması gereken bir durumdur. Bu bakımdan İslam
dünyasındaki modernleşme sürecine ilişkin Batı'da yayınlanmış incelemelerin
dışında farklı bir yöntem, yaklaşım ve araştırma ile ortaya konulmuş olan B.
Gencer'in İslam'da Modernleşme adlı incelemesi özgünlüğü, konuyu ele alış
biçimi, kullandığı kaynaklar, geliştirilen kavramlar ve soruna yaklaşım şekli
açısından üzerinde durulmayı ve tartışılmayı hak eden bir çalışmadır. Modern
dönemdeki Türkiye'yi ve içinde bulunduğu İslam dünyasını anlamak isteyenler
için Gencer'in bu eseri farklı bir pencere açacaktır.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=917569
19 Kasım 2009,
Zaman
'Beka İçinde Yenilenme, Yenilenme
İçinde Beka'
Beşir
Ayvazoğlu
Bedri Gencer, uzun zamandır tanıdığım genç bir siyaset bilimcisi. Sakarya
Üniversitesi'nde görev yapıyordu; kısa bir süre önce profesör oldu ve Yıldız
Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü'nde
göreve başladı.
İslâm dünyasında
modernleşme hareketleriyle ilgilendiğini biliyordum, çünkü bu konuda çeşitli
dergilerde yayımlanmış bazı makalelerini okumuştum. Mesela Muhafazakâr Düşünce'de
yayımlanan "Gelenekselciliğin Pınarları: Edmund Burke ve Ahmed
Cevdet" başlıklı makalesi ilgimi çeken yazılarından biriydi. Birkaç ay
önce İslâm'da Modernleşme (1839-1939) adlı muhalled eseri postadan çıkınca
şaşırmadım; çünkü ondan böyle bir çalışma bekliyordum.
İslâm'da
Modernleşme'nin bu konuda son yıllarda yapılmış en geniş ve derinlikli çalışma
olduğunu söyleyebilirim. Prof. Dr. Şerif Mardin'in uzun bir sunuş yazısıyla
Lotus Yayınları'ndan çıkan kitap tam 872 sayfa.
Gencer,
çoğunlukla yabancı kaynakları kullandıkları için İslâm tarihine ve medeniyetine
çok zaman farkında olmadan oryantalist kalıplarla yaklaşan araştırmacıların
aksine, Arapçayı da, Osmanlı Türkçesini de iyi bildiği için bu medeniyetin
kaynaklarını ve kavramlarını ustaca kullanarak farklı bir bakış açısıyla ve
yepyeni bir kavramsallaştırmayla karşımıza çıkıyor. Prof. Dr. Şerif Mardin'in
sunuş yazısında, İslâm dünyasının modernleşme sürecinde yaşadığı problemlerin
kaynağına inerek bu problemleri aşmak için genelde İslâm, özelde Türklerdeki
İslâm düşünce tecrübesinin taşıdığı potansiyeli belirlemeye çalışan Gencer'in
çalışmasının önemi vurgulanmış. "Çığır açıcı" bulduğu eseri "hem
keyfiyet, hem kemiyet itibariyle büyük bir eser" diye öven Mardin'e göre,
"sömürge sonrası paradigmalara meydan okuyan tek örnek olarak Türk İslâm
yorumunun tarihî anlamının bu tür mukayeseli bir perspektiften tespiti, modern
İslâm incelemelerine yeni bir boyut getirerek Batılı araştırmacıların ezberini
bozacaktır."
Şerif Mardin'in
eser hakkındaki bir tespiti de şöyle:
"Eserin
büyüklüğü, yazarın konuyu 'evrensel' bir perspektiften incelemesinden
kaynaklanıyor. Bundan kasıt, Doğu ve Batı'yı kuşatan, bütüncül, çok-katlı bir
mukayeseli perspektiftir. İslâm dünyasının modernleşmesi, temelde Batı'nın
kültürel etkisinden kaynaklandığı için akültürasyon kaynağı Batı'daki dönüşüm
kavranmaksızın Doğu dünyasının zorlandığı modernleşmenin de kavranamayacağı
tabiidir. Bu yüzden Gencer, önce bizzat Batı'nın yaşadığı modernleşme
tecrübesinin mukadderatını tespit ediyor. Onun tespitine göre 'sekülerleşme' de
denen Batılı modernleşme, bir 'evrensel âdil düzen' kurma fikrinden
kaynaklanıyor. O, Batılı modernleşmenin arkasında yatan bu 'kozmopolis ve
teodisi' münasebetini keşfetmek suretiyle modernleşmelerin etkileşimini bir medeniyetler
karşılaşması olarak ele alıyor."
Şaşırtıcı
zenginlikte bir bibliyografyaya dayanılarak yazılan İslâm'da Modernleşme'de
kullanılan dil de, daha çok yabancı literatürü kullanan siyaset bilimcilerin
muğlâk, dolambaçlı, tercüme kokan dillerinden çok farklı. Gencer'in kitabı
sadece muhtevasıyla değil, bildiğini iyi bilen ve dili iyi kullanan bütün
yazarların metinleri gibi vuzuhu ve rahatlığıyla dikkati çekiyor. On üç
bölümden oluşan kitapta o kadar çok mesele tartışılıyor ki, bir gazete yazısı
çerçevesinde bunlara birer cümleyle bile değinmek mümkün değil. Benim de azçok
ilgilendiğim meseleler ele alındığı için en dikkatli okuduğum bölüm,
"Gelenekselcilik" başlığını taşıyan dördüncü bölüm. Bu bölümdeki
"Pasif Gelenekselcilik", "Aktif Gelenekselcilik"
kavramsallaştırmasını çok önemsediğimi belirtmek isterim. Özellikle
muhafazakârlığın ünlü teorisyeni Edmund Burke ile Ahmed Cevdet Paşa'nın bütün
yönleriyle karşılaştırıldığı sayfalarda son derece önemli tespitler var. Kısa
bir paragrafı okuyucularımla paylaşmak istiyorum:
"Ahmed
Cevdet'i 'aktif gelenekselcilik' kategorisine sokan, geleneğin, aynı zamanda
kendisini yaşatacak yeniliklere açık yönünü de temsil, geleneğin dinamizmi için
'güzel yenilik' anlamında değişimi kabul etmesidir. O da tıpkı Burke gibi
geleneksel düzenin hayatiyetini iki temel ilkeye riayete bağlı görür: 'Koruma
ve düzeltme', diğer bir tabirle düzelterek koruma. Cevdet, bu ilkeleri, çöküşün
temel sebepleri olarak tersinden ifade eder: 1. Kanun-ı kadime muhalefet, 2.
Çağın gereklerine uymamak. O geleneğe aykırı köklü değişiklikler kadar, vuku
bulan olumsuz değişimi becermek üzere reforma girişmedeki aczi de ülkeler için
tehlikeli görür."
Yeri gelmişken,
muhafazakârların bu paragrafta açıklanan temel görüşünü büyük müfessir Elmalılı
Hamdi Yazır'ın "Beka içinde yenilenme, yenilenme içinde beka"
şeklinde formülleştirdiğini hatırlatmak isterim. Bilindiği gibi, aynı görüşü
Yahya Kemal "imtidad", Ahmet Hamdi Tanpınar da "Devam ederek
değişmek, değişerek devam etmek" şeklinde ifade etmişti.
Bedri Gencer'in
eseri okunmayı ve tartışılmayı hak ediyor..
http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?sectionId=8&newsId=7746
Kitap Zamanı, Sayı: 79,
7-13 Ağustos 2012
İslam’ın
Moderniteyle İmtihanı
Sakine Korkmaz
Prof. Dr. Bedri Gencer
Prof. Dr. Bedri Gencer’in, ilk
baskısı 2008’de yapılan İslâm’da Modernleşme adlı eseri gözden geçirilmiş yeni
basımıyla okura sunuldu. 1839-1939 arasındaki yüz yılı kapsayan kitap,
modernizmin İslam düşüncesi ve toplumları üzerindeki etkilerini inceliyor.
İSLÂM’DA
MODERNLEŞME, BEDRİ GENCER, DOĞU BATI YAYINLARI, 895 SAYFA, 55 TL
Prof. Dr. Bedri
Gencer’in, ilk baskısı 2008’de yapılan İslâm’da Modernleşme adlı eseri gözden
geçirilerek Doğu-Batı Yayınları’nca tekrar okura sunuldu. Prof. Dr. Şerif
Mardin hocanın kitaba yazdığı önsözde “çığır açıcı bir inceleme” olarak
nitelediği eser, her ne kadar, özellikle “Anadolu’daki genç akademisyenlerin
ilgileri” ve yazarının “eserle ilgili çeşitli formatlarda katıldığı elliye
yakın program” olsa da kanaatimizce daha fazla ilgiyi hak ediyor. Bunu
Gencer’in ele aldığı konularda derin ve entelektüel bir tartışma ortamı
yaratması bağlamında söylüyorum. Zira eser önemli tezlerinin yanında önemli
sorular sorduran, entelektüel tartışmalara kapı aralayan bir inceleme. Kitabın
gördüğü ilgiye de değindiği “İkinci Yayına Önsöz”ünde geleneksel kültür
hayatımızın “kurum ve kanallarının tamamen kaybolduğu ülkemizde artık kültür
hayatının değil cılızlığından, varlığından bile söz etmek zordur” diyen
Gencer’le; “İslam’ı Bilmek” adlı yazısında “Türk entelijansiyası, bırakınız bir
inanç objesi olarak alımlanmasını, bir bilgi objesi olarak da İslam’ı kavramış,
onu anlamış değildir. ‘Bilmek’le inanmak arasındaki zihinsel sınırlar, kasıtlı
bir tavırla silinmeye çalışılmış, bundan dolayı da bir bilgi objesi olarak
İslam’ı temellük etmenin, tuhaf ama anlaşılabilir bir fanatizmle ‘gericilik’,
‘yobazlık’ anlamına geldiği sanılmıştır.” diyen Hilmi Yavuz’un haklı tespitleri
birleşince İslâm’da Modernleşme’nin neden yeterli ilgiyi görmediği anlaşılıyor.
Modernizmin
İslam düşüncesine etkileri
1839’la 1939
arasındaki yüz yılı kapsayan İslâm’da Modernleşme, yaklaşık yüz sayfası geniş
bir kaynakça ve bibliyografyayı kapsayan dokuz yüz sayfalık bir eser.
Değerlendirilmesi ve eleştirilmesi bu yazının imkânlarını aşan kitabın her
bölümü ayrı bir incelemeye konu olabilecek nitelikte. Gencer’in temel meselesi
modernizmin İslam düşüncesi ve toplumları üzerindeki etkileri. Yazar bu etkiyi
öyle derinlemesine inceliyor ki, örneğin “İslam düşüncesi” kavramını
kullanmanın dahi “sekülerizmin kapanına düşmek” olduğu görüşünde. Yani
modernizmin İslam toplumlarının üzerindeki etkisini salt bir yaşam biçimi
olarak değil, dilden düşünceye evrilen bir etki şekilde değerlendiriyor.
Çalışmasının geniş hacmi Gencer’in metodoloji olarak geleneksel “ilm-i küll”
(disiplinlere parçalanmayan, dünyayı bir bütün olarak kavramaya imkân veren
bütüncül yaklaşım) ile sosyolojinin babası sayılan Marx Weber’in kullandığı
mukayeseli-tarihî perspektifi benimsemesinden kaynaklanıyor. Gencer’e göre
İslam dünyasının modernleşme süreci Doğu ile Batı’nın akültürasyon’unun
sonucudur. Dolayısıyla Batı’nın modernizm serüveni bilinmeden Doğu
modernizminin kavranmasına imkân yoktur. Buna en önemli örnek, din savaşlarına
son veren Westphalia Antlaşması anlaşılmadan, Ernest Renan’ın İslam’a
yönelttiği “İslam terakkiye manidir” ithamının anlaşılamayacağı iddiası. Çünkü
19. asrın ilk yarısında Avrupa’da Protestanların Katoliklere yönelttiği,
“Katoliklik mâni-i terakkidir” tezi din savaşlarının sona ermesiyle bu kez
gizli Protestan olan Cizvit Ernest Renan aracılığıyla “İslam mâni-i terakkidir”
şeklinde İslam dünyasına yöneltilecektir.
Gencer’in temel tezi, “Batılı kozmopolitanizmin dönüşümü modern Batı/Doğu
karşılaşmasını nasıl etkilemiştir?” sorusundan ortaya çıkıyor. Sekülerleşmeyle
birlikte din medeniyete, hak ve batıl dinler Batı ve Doğu medeniyetlerine
dönüştürülmüştür. Artık Hıristiyanlaştırmanın mümkün olmadığını anlayan Batı bu
kez medenileştirme projesine girişmiştir.
Avrupa-merkeziyetçiliğin yani Batı’nın kimlik inşası için kendini merkeze koyup
Doğu’yu öteki olarak seçmesinin miladı konusunda farklı görüşlerin öne
sürüldüğü biliniyor. Gencer milat olarak (tıpkı Edward Said gibi) Napoleon’un
Mısır seferini alıyor. Napoleon, kişiliğindeki Mesihçilik ve “evrensel dünya
düzeni kurma” idealiyle birlikte Doğu’yu medenileştirme hareketinde sıcak savaş
için genelde İslam dünyasını, özelde Osmanlı Devleti’ni seçmişti. Böylelikle
medenileştirme projesi Mısır’ı fiziksel, Osmanlı’yı kültürel olarak etkilemiş
ve İslam’ın bu iki öncü topluluğunda modernizme karşı iki tepki gelişmiştir.
Türk ve Arap dünyasının öncüleri olarak Namık Kemal ve Muhammed Abduh’un
kolektif İslam yorumlarından yola çıkarak modernizmin iki dünyadaki etkilerini
inceliyor yazar. İki İslam topluluğunu ‘meşruiyet ve akliyet’ üzerinden okuduğu
bölüm okura ciddi sorular sorduruyor. Sunuş yazısında Şerif Mardin’in de bugüne
kadar ilk kez Bedri Gencer’in tespit ettiğini söylediği, “Batı’nın kendi
meşrebine uygun olarak benimsediği ‘medeniyet olarak Arap İslamı’na karşı ‘din
olarak Türk İslamı’nı nasıl ötekileştirdiği” meselesinin argümanlarını ortaya
koyarken, Arap İslamı’nın ‘medeniyet’le, Türk İslamı’nın ise ‘din’ (fıkıh) ile
özdeşleştirildiği tespitinin tartışılması gerektiğini düşünüyorum. “Din ile
imparatorluk arasındaki ilişkiyi Osmanlılar, geleneksel olarak ‘din ve
devlet’in ikizliği formülüyle ifade etmişlerdir.” diyor Gencer. Böyle bir
ikizlik söz konusuysa Osmanlı fethedip “imparatorluğuna” kattığı toprakların
halklarını neden İslam’ı kabul etmeye zorlamamıştır? Gencer’in argümanının
canlı bir kültürel ortam için tartışılmasını umuyorum.
Sekülerizmin
kapanına düşmek
Gencer’in
çalışmasının bir başka önemli özelliği ise kavramların izini sürmekteki
titizliği. Bu konuda Reinhart Koselleck’in geliştirdiği begriffsgeschichte
(kavram tarihi) metodunu geliştirerek takip ediyor. Kavramların izini
sürdüğünde ortaya sekülerizmin ağzıyla konuşan bir İslam dünyası çıkıyor.
Gencer’e göre “İslam medeniyetinin değerleri” ifadesini kullanmak,
“sekülerizmin farkında olmadan kapanına düşmek” demek. Çünkü gelenekte ne
‘medeniyet’ ne de ‘değer’ vardır. Bu iki kavram da Batı’nın icadıdır. ‘Değer’in
kapitalizmin gelişmesiyle, değişim ve fiyat kavramıyla ortaya çıkışından
hareketle, geleneksel dünyada karşılığı bulunmayan bir kavram olduğunu söylüyor
yazar. Fıkıh, kelam, sünnet gibi geleneksel kavramlar İslam hukuku, İslam
düşüncesi, İslam felsefesi gibi seküler kavramlara dönüşmüştür. Gencer’in bu
mukayesede verdiği bir örnek de modernizmdir. Ona göre modernizmin geleneksel kültürde
karşılığı bid’attır. Peki, modernizmi bid’at kabul etmek bizi neredeyse
fundamentalist bir yoruma sürüklemez mi? (Burada bir parantez açarak
gelenekteki muhafazakârlığın da moderniteyle birlikte fundamentalizme dönüştüğü
tespitinin yine Gencer’e ait olduğunu belirtelim.) Kavramların etimolojisinin
izini sürerken dilin doğal değişimi teorilerini reddetmiş de olmuyor mu yazar?
Sekülerizmin
İslam toplumları üzerinde meydana getirdiği değişim sadece dil düzleminde
incelenmiyor eserde. Fıkıh ve edebiyat gibi geleneksel disiplinlerin
sosyolojiye, ‘ulema’nın ‘aydın’a dönüşümü de yine tarihsel arka plan
okumalarıyla ortaya konuyor.
Bölüm: Düşünce
Sayı: 79
http://www.stargazete.com/kitap/islam-da-modernlesme-hakkinda-anitsal-bir-eser-haber-222043.htm
30 Ekim 2009, Star Kitap
İslam’da Modernleşme Hakkında
Anıtsal Bir Eser
Cengiz Otacı
Bir
Fransız atasözü “gördüğün manzara durduğun yere göre değişir” der. “Modern”
kelimesi ve türevlerine dair yapılan çalışmalar, tam bu söze uygun düşmektedir.
Modernleşme ile ilgili sayısız çalışma, yazarın konuya hangi açıdan, hangi
bilgi donanımıyla ve ne amaçla baktığıyla ilgilidir. Modernleşme, haddi zatında
yaşam tarzı, düşünce şekli, siyaset etme kabiliyeti ve üretim-tüketim
alışkanlıkları gibi temel konularda geleneksel yapıyı alt üst etmesi nedeniyle,
dinsel ve geleneksel yapıyı çözen, değiştiren yeni bir “insani inşa”dır. Bu
nedenle modernliğin kuşatıcılığı, en az dinlerin ki kadar geniş ve kendi içinde
tutarlıdır. Sahici olup olmadığına dair tartışmaların yeri burası olmamakla
birlikte, genel kabul gören düşünceye göre modernlik, dini ve geleneği taklit
etmekle orijinallikten uzaktır.
Modernleşme, dünyanın Batı’sından
doğup diğer coğrafyalara yayıldıkça, Hıristiyanlık kadar kadim dinler ve
kültürler de hatırı sayılır bir travma yaşamış, diğer coğrafyaların sakinleri
kendilerinden, inançlarından, kültürlerinden şüphe etmeye başlamıştır. Şüphesiz
ki modernleşmeden en çok etkilenen İslam dünyası, hassaten de Osmanlı Devleti
olmuştur. Batıdan doğuya geniş bir coğrafyada içinde pek çok din ve milleti
barındıran, emperyalizmin paylaşım alanında kalan bir devletin, milliyetçilik,
laiklik, parlamenter sistem, anayasacılık, hürriyet, eşitlik, kapitalizm, sivil
toplum gibi yeni kavramlarla tanışması, bunları içselleştirmesi kolay
olmayacaktı. Bu gün için yaşadığımız toplumsal sorunlarımızın hemen tamamı,
Tanzimat süreci ile başlayan modernleşme sürecini henüz hakkıyla
kavrayamayışımızdan, tahlilini yapamayışımızdan kaynaklanmaktadır.
Sayın Gencer’in, 1839-1939 yılları
arasında modernleşme hareketinin, Osmanlı toplumuna etkisini araştırdığı
çalışması, geçmişten günümüze devam eden sorunlarımıza ışık tutacak ipuçları taşımaktadır.
Her ne kadar kitap “İslam’da Modernleşme” adıyla, modernleşme-İslam din
ilişkisini ele alıyor görünse bile, içerik itibariyle Osmanlı Devleti ve Mısır
özelinde Müslüman toplumun modernleşme sancısına ışık tutmaktadır.
Sayın Gencer, İslam dünyasının
modernleşme ile sıcak temasını, haklı olarak Napolyon’un Mısır seferi ile
başlatmaktadır. Napolyon’un Mısır seferi, Osmanlı Devleti için Tanzimat’ın,
dolayısıyla modernleşme hareketinin arifesini teşkil etmektedir. Sayın Gencer,
iki kültürün ilk sıcak karşılaşmasını, olağan üstü teorik bir zeminde ele
almayı başararak, İslam dünyası açısından modernleştirici ivmenin nedenini
yakalamıştır.
Çalışmanın her tarafına hâkim olan
güçlü teorik algılama ve ifade tarzı, okuyucu açısından gerçekten ufuk açıcı niteliktedir.
Bireysel örneklemelerden çok genelleyici yaklaşımlar, yüzyılı kavramamıza,
kitapta yer almayan diğer konuların anlamlandırılmasına ışık tutmaktadır.
Özellikle ulemanın üdeba ile fıkhın sosyoloji ile ve nihayet dinin ideoloji ile
yer değiştirmesi, birbirine dönüşmesi, toplumsal serüvenimiz ve değişimimiz
açısından anahtar açıklamalar içermektedir. Çalışmada yeterli ipuçları olsa
bile, modernleşmenin ekseni olan eğitim ve hukuk üzerinde, diğer unsurlar kadar
ayrıntılı durulmamış olması dikkatten kaçmamaktadır. Özellikle, önceki on
yıllarda yaşanan modernleşmenin somut sonuçlarını teşkil eden hukuk ve eğitim
alanında 1900’lü yıllarda meydana gelen çaplı değişiklikler, Cumhuriyetle
birlikte yönetim şeklinden başlayarak diğer alanlara yayılan devrimler üzerinde
de durulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü modernleşme, ne Batı’da ne de
doğuda sadece teorik ve düşünsel planda kalmamış, her alanda somut değişikliği
beraberinde getirmiştir. 1900-1939 yılları arasındaki ülkemizdeki somut
değişikliklerin, modernleşmenin sonuçları olarak çalışmada yer almamış olması,
sonraki baskılarda ikmali mümkün bir eksikliktir.
Uzun zamanda yazılan kapsamlı
eserlerde, kimi zaman yazarların, farklı bölümlerde farklı görüşleri
benimsediği ya da farklı sonuçlara vardığı bilinir. Bu durum, yazarın konuyu
araştırdıkça, zamanla öğrendiği anlamına gelir. Sayın Gencer’in çalışması,
oldukça kapsamlı olmasına rağmen bu eksiklikten uzaktır. Yazar, çalışmasının
ana düşüncesini, işlediği konular arasında ve konuyla bağlantılı olarak yer yer
tekrar ederek, benzer ve bağlantılı sonuçlara ulaşarak düşünce çizgisindeki
isabeti korumayı başarmıştır.
Çalışmada, üç ayrı coğrafyanın
temsilcileri olan Namık Kemal, Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afgani’nin
düşünceleri hakkında, oldukça derin analizler, ayrıntılı bilgiler ve yer yer
mukayeseler yer almaktadır. Bu üç sembol üzerinden İslam dünyasının
modernleşmesine dair düşünce haritası çıkarılmaktadır. Bunların yanında Ahmet
Cevdet Paşa, Sava Paşa, Şekip Aslan, Tunuslu Hayrettin, Ali Suavi Ahmet Rıza
gibi düşünürlere de yer verilmektedir. Sayın Gencer’in, Ziya Paşa, Ziya Gökalp,
Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Ahmet Şuayb, Gaspıralı İsmail, Baha Tevfik, Prens
Sebahattin gibi düşünürlere diğerleri kadar yer vermemiş olmasını, çalışması
açısından önemli bir eksiklik olarak görmesem de, diğer baskılarda bu açığı
kapatacağını umuyorum.
Sayın Gencer’in felsefi
literatüre, İslami bilimlere/terimlere hâkimiyeti yanında yerli/yabancı
kaynakları taramasındaki başarısı gerçekten takdire şayandır. Kitabın sayfa sayısının
çokluğu, okunmasını zorlaştıran bir unsur değil, yazarın akıcı üslubu, derin
analiz ve mukayesesi, isabetli gözlemleri nedeniyle merakı kamçılayan bir
özellik halini almaktadır.
Kitapta yer yer kullanılan
felsefi/sosyolojik terimler, buna yatkın olmayan okuyucular için sanırım
sıkıntı doğurmaktadır. Bu açıdan kitabın sonuna konulacak küçük bir sözlüğe
ihtiyaç vardır.
Şerif Mardin Hoca’nın enfes takdim
yazısı, aslında Sayın Gencer’in çalışmasının önem ve kıymetini, diğer
çalışmalardan farkını anlatmaya yeterlidir.
Kitap yazmak, bilimsel bir eser
ortaya koymak gerçekten zordur. Onlarca eseri taramak, üzerinde düşünmek,
konuları, anlatım şeklini kurgulamak ve bunları, bilimsel dürüstlükle ifade
etmek gerçekten zordur. İyi bir okur olduğumu düşünüyorum. Eleştiriye gelince;
her kitap eksiktir. Her kitapta fazladan şeyler vardır. Her çalışma tenkit
edilebilir, önce okumak, anlamak,
üzerinde düşünmek ve hakkaniyetli davranmak koşuluyla. Eleştiri, bilgi sahibi
olmadan fikir sahibi olan ham ruhların sığınağıdır. Bilgi sahibi olanlar,
irfanlarınca doğruyu gösterir. Her şey zıddıyla bilindiğine göre doğru, içinde
yanlışı da barındıracak, iyi ve güzel teşvik edilirken dolayısıyla kötü ve
yanlış da zemmedilecektir.
Son zamanlarda akademik
çevrelerden orijinal, tatmin edici, kapsamlı, mukayeseli eserler çıktığını
söylemek zordur. Henüz ülkemizde yeterli bir çeviri kültürü dahi oluşmadığı da
bir gerçektir. Sayın Gencer’in, çok emek verdiği belli olan kitabında yer alan
düşüncelerine katılın ya da katılmayın, ama mutlaka okuyun. Zihin açıcı
analizlerine, ayrıntıları yakalayan mukayeselerine, günümüzde yaşanan
sorunların kökenine uzanan yolculuğa tanık olacak, alanında yazılmış orijinal
bir çalışmadan faydalanacaksınız. Şahsen 20 günde, pek çok yerini çizerek,
notlar alarak okuduğum çalışmasından dolayı Sayın Gencer’i tebrik eder, yeni
çalışmalarında başarılar dilerim.
Bedri Gencer, İslam’da Modernleşme, 1839-1939 (Ankara: Lotus, 2009)
EskiYeni, 17 (Yaz 2010)
İslam’da Modernleşme, 1839-1939
Mustafa Gündüz*
“İslâm’ın geleceği, geçmişinde dayandığı yere dayanmaktadır.”
Bedri Gencer
Özelde Türkiye, genelde İslâm
dünyası 250-300 seneden beri anlaşılması ve anlatılması son derece güç büyük
bir buhran içindedir. Her şeyden önce meselenin ne olduğunun yanında, adının
konulması, temel kavramlarının üretilmesi, taraflarının, temsilcilerinin ve
tetkik metodolojisinin belirlenmesinde büyük krizler, yanılgılar ve yanlışlara
sapmalar söz konusudur. Bir meselenin tam teşhisi yapılmadan çözümler üretmek
de mümkün değildir. Dolayısıyla İslâm âleminin iki-üç yüz senedir yaşadığı
krizin sağlıklı bir teşhisi her şeyden akdem ve elzemdir. Bu konu üzerine fikir
yürütmek, kafa yormak, araştırma yapmak her babayiğidin harcı değildir. Hele
hele, içinde bulunduğumuz eğitim ve entelektüel ortamda vüsatli eser beklemek
biraz iyimserliktir. Nedeni açık: İlber Ortaylı’nın zaman zaman vurguladığı
gibi, söz konusu mesele üzerine çalışacak kimseler, etraflı, esaslı bir din,
dil, tarih ve hukuk formasyonu olmak zorundadır. Bunlar olmadan sözü edilen meseleyi
ve temel sorunlarını anlamak nerdeyse imkânsızdır.
Bahsini ettiğimiz derin ve çetin
mesele üzerine bu güne kadar kafa yoran Sabri F. Ülgener, E. Ziya Karal, Şerif
Mardin, Niyazi Berkes, Kemal Karpat, İsmail Kara, Şükrü Hanioğlu gibi yerli
araştırmacıların pek çok çalışması mevcut. Karal, Mardin, Berkes vd. ile 1960’larda başlayan çalışmalar 1990’lardan
sonra özellikle yurtdışında devam etmiştir. Bu sürece en büyük ve görkemli
halkalardan biri Bedri Gencer tarafından eklenmiştir. Gencer’in İslam’da Modernleşme(1839-1939) başlıklı
büyük eseri, 17. yy’dan beri süren İslâm dünyasının dahili ve harici fikrî
krizini, benzerlerinden çok farklı, detaylı, kapsamlı, tutarlı ve her türlü
önyargıdan uzak şekilde tahlil etmiştir. Eser bir yönüyle de İslâm bilim
dünyasına büyük bir ümit vermektedir.
872 sayfalık bu dev esere şanına
yakışacak bir uzunluk ve içerikte, Türkiye’de sosyal bilimlerin pîri, Osmanlı,
Türk ve İslâm modernleşmesi konularının öncü ismi Şerif Mardin takdim
yazmıştır. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, böylesi kısa bir yazıda
bu eseri değil bütün yönleriyle, ana başlıklarıyla bile anlatmak hayli güç.
Oldukça sıkı, sabırlı ve meşakkatli bir okuma gerektiren eserin pek çok
orijinal yönü, yeniliği ve farklılığı bulunmaktadır. Nasıl ki bu güne kadar
Şerif Mardin, Niyazi Berkes, E. Ziya Karal, Hilmi Ziya Ülken, Cemil Meriç,
İsmail Kara, Sabri Ülgener’lere müracaat etmeden Osmanlı, Türk ve İslâm
modernleşmesinin sorunlarına değinilemiyor idiyse, bu günden sonra da Gencer’in
eserine ziyaretsiz, konu üzerinde söz söylemek muhakkak eksik kalacaktır.
Eserin temel meselesi, tezi, İslâm
dünyasının iki-üç yüz senedir yaşadığı krizi bu güne kadar yapılanlardan farklı
bir içerikle, kavramsal çözümlemeyle ve hepsiden önemlisi özgün metodoloji ile
incelemektir. İslâm dünyası 17. yy’dan sonra Batı medeniyeti ile -yekpare İslâm
dünyasından bahsedilemeyeceğinden- farklı şekillerde ve coğrafyalarda
karşılaşmış ve bu karşılaşma sonrasında farklı tepkiler verilmiştir. Batıya
karşı verilen mücadelenin/tahaddinin en yüksek perdede Mısır, İran, Osmanlı ve
Uzakdoğu cepheleri vardır. Bunlar içerisinde en farklısı, özgünü, tutarlısı ve
geleceğe umut vaat edeni Osmanlı aydınlarının verdiği mücadeledir. Ancak
verilen bu şanlı ve verimli mücadele gerek Türkiye’deki araştırmacıların
çeşitli endişe ve kompleksleriyle, gerekse kasıtlı olarak oryantalistlerin
gayretleriyle yok hükmüne indirilmiştir. İslâm ve Osmanlı, İslâm ve Türkler ile
İslâm modernleşmesinin Osmanlı yorumu hakkıyla bilinen bir konu olmaktan hayli
uzak kalmıştır. İslâm dünyasının ontolojik bakımdan toplumsal ve siyasî
yapısına ters bir dünya ile giriştiği modernleşme mücadelesinde ortaya konulan
gayret ve ürünlerin üstünü örtmek için büyük bir çaba sarf
edilmiştir/edilmektedir. İşte Gencer’in çalışması ‘güneşin balçıkla
örtülemeyeceği’ hükmünce, bize, içinde yaşadığımız inkıraz ve izmihlalin
temellerini ve aynı zamanda müsebbiplerini de göstermektedir. Eser adeta
bilinenler ve değerler levhasının tersine çevrilişidir. Kendi ifadeleriyle bu
yoğun, yorucu ve uzun mesainin temel gayesi: “Osmanlı-Türk modernleşme
sürecini, Weber’in kurduğu ‘mukayeseli tarihî sosyoloji’ denen disiplinin
perspektifinden derin ve objektif bir sosyolojik analizidir. Bu anlamda benim
gayretim, Türkiye’de Cumhuriyet döneminde Şerif Mardin’in açtığı ‘yerli
mukayeseli tarihî sosyoloji’ çığırını sosyal bilimsel perspektifi İslamî
bilimsel perspektifle bütünleştirmek suretiyle çok daha derinleştirerek
ilerletmeye yöneliktir.”
Eser inanılmaz bir kaynakçaya
sahip olduğu gibi, esas olarak bu kaynakları sırf mehaz zenginliği olarak
kullanmamakta, ciddi bir muhakeme ve muhasebe ile tahlil ederek
eleştirmektedir. Kaynak kullanmanın ciddî bir mesele olduğu Türkiye’nin sosyal
bilim arenasında, Gencer, eserinde en güvenilir kaynakları kullanmıştır. Eserin
özgün yönlerinden biri hemen herkesin zebunu olduğu kavram kargaşasına âdeta
bir son vermek istercesine, kavramları büyük bir titizlikle, etimolojisine
inerek, tarihî ve sosyolojik değişim aşama ve mekanizmalarını belirlemesidir.
Böylece aslında İslâm dünyası olarak temel meselelerin neler olduğu da açık
olarak görülebilmektedir. Buradaki usül, ‘tanım’ın tanımındaki ‘efradını cami’
ağyarini manî’ kapsam ve fark sınırının gözetilmesidir. Gencer, bu meseleyi
kuşatıcı anahtar kavramlarını milimetrik tarzda ortaya koyduktan sonra,
meselenin çözümlenmesinde ikinci önemli kritik bir noktaya gelmiştir. Bu da
metot meselesidir. İsmail Kara’nın da vurguladığı gibi, aslında bu güne kadar
pek çok İslâm âliminin ve aydınının hatalarından biri, oryantalizmin kendi hesabına
ürettiği metot ve kavramları kullanarak tam da onların istedikleri noktaya
gelme oyununa düşmesidir. Gencer bu tarihî yanılgı ve metodolojik sorunu eserin
başından sonuna pek çok konuda ispatlamakla birlikte kendisini bu hatadan hali
bırakmaktadır.
Gencer’in İslam’da modernleşme
konusundaki çözümlemesi mukayeseli tarihi sosyolojinin gereği olarak, temelde
Osmanlı ve Mısır modernizmini, bu iki sürecin önde gelen aktörlerini, tezlerini
ve etkileşim biçim ve miktarlarını analiz etmektedir. Eser boyunca farklı
kavram anlayışları, eleştirileri ve çözüm önerileri bakımından en çok Namık
Kemal ve Abduh karşılaştırılmıştır. Modernizmin çok farklı eleştirel türleri ve
kahramanları da sigaya çekilmiştir. İbni Haldun’dan, Ahmet Cevdet Paşa’ya, İbni
Teymiye’den Cemaleddin Afgânî muammasına, Sava Paşa’dan, Mustafa Sabri’ye,
modernizme Avrupalı eleştirilerin öncülerinden E. Burke’ten Rousseau’ya,
Tanzimat’ın bütün önde gelen aydın ve siyasîlerine varıncaya kadar derin bir
mukayese ve eleştiri baş döndürücü bir manzara arzetmektedir.
Oryantalizmin ‘Türk İslâm’ı yerine
‘Arap medeniyeti’ anlayışını öne çıkarması ve sömürge aydını psikolojisiyle
Mısır modernistlerinin İslâm’ı savunmadaki hataları, çelişkileri ve belki de
hepsinden önemlisi pek çok aydının ‘düzelmeden düzeltme’ zihniyet ve
ameliyeleriyle bugün İslâm düşüncesinde ‘merkezin kaybı’ söz konusudur.
Gencer’in İslâm krizden kurtuluşuna çözüm önerisi hayli nettir, ancak
gerçekleşmesi de bir o kadar zordur: geleneksel ulemanın çağdaş zuhuru ve
İslâm’ın/Müslümanların hiçbir kapris ve komplekse kapılmadan geçmişte dayandığı
yere dayanması.
Şüphesiz Cumhuriyet tarihinin en
önemli eserlerinden biri olan İslam’da
Modernleşme’yi anlamaya ve anlatmaya özellikle içinde bulunduğumuz netameli
dönemde bu memleketin ve milletin geçmiş ve geleceğini dert edinen herkesin
ihtiyacı vardır. Eserin müellifini tebrik ederken, bu özgün birikim ve yoruma
bilim dünyasınca gereken ilginin gösterilmesi en büyük dileğimizdir.
Bedri Gencer, İslam’da Modernleşme(1839-1939), Ankara: Lotus Yayınları, 2008, 872
s.
http://www.dunyabizim.com/bedrigencer/13883/modernizm-konusunda-soyleyecek-sozu-var.html
Ayrıntı Defteri - 10:00, 02 Temmuz
2013 Salı
Bedri Gencer
Modernizm konusunda söyleyecek sözü var
Modernizm ile güçlü bir mücadele
neden gerçekleşmiyor? Bu soruya Bedri Gencer ‘İslam’da Modernleşme’ adlı
hacimli eserinde yanıtlar vermeye çalışmıştı..
16. yüzyılda
Avrupa’da başlayan aydınlanma süreci 18. yüzyıla geldiğimizde meyvelerini
vermişti. Art arda başlayan spekülatif tartışmalar tüm düşünce dünyasını ciddi
bir şekilde etkiledi. Devam eden süreçte gelişen devrimlerin, yönetim
değişikliklerinin, savaşların, sömürülerin ve ekonomik sistemlerin arka
planında hep aydınlanma dönemi fikir akımları vardı. Günümüz ideolojik
sistemlerinden kapitalizm, sosyalizm, idealizm, komünizm, faşizm hep bu dönemin
ürünleri oldu.
Bu süreç başta
Orta Avrupa’da, ardından Amerika, Rusya ve diğer Avrupa ülkelerinde, sonradan
ismine ‘modernite’ denilecek yeni bir dönemi başlattı. Sömürge ülkelerinde de
bir virüs gibi hızla yayılan modernleşme süreci, ilk başlarda ciddi direnç
görse de zamanla Müslüman ülkelere, Hindistan’a, Japonya’ya, Çin’e ve diğer
Uzak Doğu ülkelerine kadar yayıldı. Bu yeni fikirler, temelde otoriter kilise
yapısına bir başkaldırı idi; ancak zamanla, dini, toplumsal hayatı düzenleme
sürecinde edilgen yapma çabasına dönüştü. Akıl, bilim ve deney merkezli bilgi
üretme, bilginin kaynağını salt akla bağlama ve hayata böyle bakma amacını
taşıyan bu süreç, Müslümanlar adına ‘hikmetin kaybı’ olarak sonuçlandı.
Modernizasyon
süreci, ardından gelen ve yıkıcı etkiye sahip post-modern akım ile birlikte
artık tüm dünyaya yayılmış durumda. Günümüzde bu duruma karşı, ne kadim Doğu
medeniyetlerinden, ne de Müslüman dünyadan gösterilen ciddi bir direnç yok.
Artık hepimiz moderniz. Bugün en dindarımız bile bu anlamda seküler. Fakat
gönlü bir türlü rahat etmeyen, bu modern dünya getirilerinden rahatsız olan
insanlar ve toplumlar da var. Sayıları az olsa da bu insanlar hem yaşanılan
süreci anlamak istiyorlar hem de “yeni bir sistem mümkün mü?” sorusunu sürekli
gündemlerinde tutuyorlar. Bedri Gencer, Doğu-Batı
Yayınları’ndan çıkan oldukça hacimli İslam’da Modernleşme
isimli eseri ile bu sorunun üzerinde duruyor.
Yıldız Teknik
Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bedri Gencer’in, ilk yazısı
henüz 18 yaşında iken 1986 yılında İlim ve Sanat dergisinde çıkmış,
yıllardır sessiz sedasız çalışmış bir ilim adamı. Ancak 2009 yılında İslâm’da
Modernleşme - 1839-1939 adlı eseri çıktıktan sonra tabiri caizse fırtına
gibi esmeye başladı. Bu eserin ön sözünü yazan Şerif Mardin
uzun bir övgüde bulunarak “çığır açıcı bir inceleme” olduğuna dikkat çekti.
Çeşitli forumlarda ve ortamlarda sayısız konuşma, söyleşi ve programa katılan
Gencer, farklı ve derin bakış açısıyla medeniyet konusunda yerleşik birçok
kanaati altüst etti. Onu yakından tanıyan bazı öğrencileri kimi internet
sözlüklerinde “Biz zaten biliyorduk, ama Türkiye de nihayet Bedri Gencer
fenomeniyle tanıştı” yollu yorumlar yazdılar.
Modernizm ile güçlü bir mücadele gerçekleşmiyor
Bahsettiğimiz
modernleşme süreci ile ilgili Müslümanlar tarafından artık ciddi bir direnç
gösterilmemesiyle ilgili olarak Bedri Hoca bu kitabında, “temel sıkıntı ilmin
hazmedilemeyişi” diyor ve ekliyor: “Önceden ilim medresede öğrenilir, tekkede
hazmedilirdi. Şimdi böyle bir ortam yok, o yüzden modernizm ile güçlü bir
mücadele gerekleşmiyor.”
Yaşadığımız
seküler çağın zihinler üzerindeki en önemli etkisi kavram kargaşası. İnsan
düşüncesi tarafından dünyayı tanımlamanın temel araçları olan kavramlar tamamen
birbirine karışmış durumda. Bu kargaşadan hem geleneksel, İslâmî, hem modern,
Batılı kavramlar eşit derecede nasibini alıyor. Kavramları yerli yerine oturtma
konusunda Türkiye’de en önde gelen isimlerden biri Bedri Gencer. Örneğin
“fıkıh” gibi herkesin kullandığı bir kavramın Gencer’den derinlemesine açıklamasını
dinleyenler, çoğu zaman “bunu daha önce hiçbir yerde duymamıştık, okumamıştık”
demekteler. Arapça “din” kavramının İngilizce “religion” kavramından
farklılığını da herhalde sadece onun konuşmalarına katılanlar öğrenebilirler.
Öğrencilerine
göre Gencer, dokundukça ilim ve hikmet fışkıran biri. Medrese ile tekkelerin
kapandığı günümüzde bunların üstlendiği öğretim ile eğitim işlevlerini, bu
işlevlerin tarzları olarak ders ile sohbeti birleştiren bir hoca bulmak,
öğrencilerin başlıca arzusu. Bu açıdan onun ders ile sohbeti birleştiren
dopdolu konuşmaları, katılanlar tarafından büyük bir zevkle dinleniyor.
Bedri Hoca’nın bu
kitabı ilk önce 2009’de Lotus Yayınları’ndan çıktı. 2012 yılında Doğu-Batı
Yayınları tekrar bastı. Kitap 900 sayfa. Yaklaşık 100 sayfası kaynakça ve
dizinden oluşuyor. 9 ayrı bölümde konular detaylı olarak ele alınıyor ki bu
bölümler şöyle: Batı’nın gelişi; etki ve tepki, Kavramsal arkaplan, İslam
modernizmi, Medeniyetlerin kutuplaşması, Gelenekselcilik, Mesihçilik, Eleştiri,
Yeni Paradigma, Yeni toplum, Yeni insan.
Doğu Batı
Yayınları’nın yazı işleri müdürü Erhan Alpsuyu Bey, kitabın 1000 adet
basıldığını ve yaklaşık 750 adet satıldığını söylüyor. Bu rakamlar elbette
böyle derinlikli bir kitap için üzücü ama Türkiye’deki kitaplara ilgi oranını
hesaba kattığımızda aslında fena değil. Erhan Bey kitap ile ilgili çok güzel
geri dönüşler aldıklarını söyleyip ekliyor: “Kitabın alanında tek eser
olmasından ve Şerif Mardin gibi bir hocanın önsöz yazmış olmasından dolayı,
gerek bizim okurlarımız gerekse bu alanda araştırma yapan yerli ve yabancı
araştırmacılar mail ve telefon aracılığıyla bize çokça geri dönüş yaptılar.”
Zamanımızda böyle
insanlar zor bulunuyor, değerini bilmek lazım. Bir şeyin kıymetini fark etmemiz
için onu kaybetmeyi beklememeliyiz.
Yusuf
Temizcan yazdı
http://www.malatyanethaber.com/y-1524-b-hikmetten-medeniyete-modernlesme.html
Mehmet Zeki Dinçarslan
12 Kasım 2012
HİKMETTEN MEDENİYETE MODERNLEŞME
Bilsam Malatya sınırlarını aşacak
kapasitede bir sivil toplum kuruluşu. Çeşitli etkinlikler, paneller,
seminerler, konferanslar düzenliyor, eğitimler veriyor, yayınlar hazırlıyor ve
burada sayamayacağım bir çok güzel işe imza atıyor. Bu faaliyetlerden birisi de
kültür kuşağı konferanslar dizisi. Bu konferans dizisi kapsamında Cumartesi
akşamı il özel idaresi toplantı salonunda Prof. Dr. Bedri Gencer hocamızın
“Hikmetten Medeniyete Modernleşme” konulu konferansını dinledik.
Bedri Gencer çağımızın
âlimlerinden birisi. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Sosyoloji bölüm başkanı.
İslam’da Modernleşme adında çok tanınan bir eseri var ve modernleşme kavramı
ilgi alanı. Konferansta aldığım birkaç notu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle modernleşmeden bahsetmek istiyorum. Modernleşme bir şeyin
yepyenisiyle değişmesi anlamına geliyor. Bu yenilenme var olan bir şeyin daha
yenisiyle değişmesi değil bir başkasıyla değişmesi demek. Bir eşyanın
değişiminden ziyade toplumu etkileyen fikirlerin, bilgilerin, kuralların baştan
sona değişmesi olan modernleşme İslam açısından bakıldığı zaman kötü bir bid’at
oluyor zira İslam’ı başka yepyeni bir şeyle değiştirmek dini tamamen bırakmak
anlamına gelir. İslam’ın kaynağı vahiydir ve vahiy zamanla değişmediği için
yenilenmeye ihtiyacı yoktur. Modernleşme diye tabir ettiğimiz süreç Hıristiyan
batının uzun yıllar bekledikleri Mesih ve onun kuracağı yeni dünya düzenini
insanların dinden bağımsız olarak; dinin yerine medeniyet kavramını
yerleştirerek kurmaya çalıştıkları bir süreç. Dolayısı ile İslam içerisinde
modernleşme kavramına da medeniyet kavramına da yer yok. İslam zaten
tekamülünün en üst noktasına ulaşmış durumda, bunun farkında olmayan
Müslümanlar kendilerini başkalarıyla kıyaslama hatasına düşerken dinlerini de
kıyas konusu yapıyorlar. İslam dinlerden bir din değil hak dindir dolayısı ile
“İslam dini” kavramı bile yanlıştır. Hatta başına İslami koyarak yaptığınız her
türlü belirtme yanlıştır. Din zaten Allah katında İslam’dır ve yüz yıl öncesine
kadar dinden bahsedildiği zaman akla sadece İslam gelirken bugün İslam dini
diyerek dinimizi diğer dinlerle kategorizasyona tabi tutmuş oluyoruz. İslam
medeniyeti tanımı da böylesi bir sınıflandırma çabasının ürünü. Batı dünyasının
modernleşme ve medenileşme süreçlerinin Türkiye açısından karşılığı yoktur. 19.
yüzyıl Osmanlı düşüncesinde batılılaşma-modernleşme çabaları olduysa da
kendilerini, halklarını ve dinlerini iyi anlayamamış olan bu insanlar boş bir
çaba içerisinde olduklarını da anlayamamışlardır.
Konferansın tamamını burada
özetlemem mümkün değil fakat benim açımdan da dinleyiciler açısından da bize
öğretilen her kavramı derinlemesine anlamadan alıp kullanmamamız gerektiği
konusunda iyi bir nasihat ya da bilinenlerin tazelenmesi oldu bu konferans.
Bunu daha iyi anlayabilmek için Bedri Gencer’in İslam’da Modernleşme adlı
eserini alıp okumak gerekiyor. Bilsam yetkililerine teşekkür ediyorum bu güzel
etkinlik ve diğer tüm faydalı faaliyetleri için. Bedri Gencer’in de ayaklarına
sağlık, Malatya’ya kadar gelip bizlere bu güzel akşamı yaşattığı için.
THE IRANIAN SOCIOLOGICAL ASSOCIATION
Professor Alparslan AÇIKGENÇ is the Director
of the Graduate School of Humanities at Yıldız Technical University in
ISTANBUL, TURKEY. He did his PhD thesis on“Concept of Being and Existence in
Sadra and Heidegger" at Department of Philosophy of Chicago University
in 1983. His research interests include epistemology, history of philosophy,
Islamic philosophy and philosophy of science. The Publications of Professor
AÇIKGENÇ include Islamic science: Towards a definition, An Evaluation of
Violence from Islam's Perspective, The Emergence of Scientific Tradition in
Islam, Ibn Rushd, Kant and Transcendent Rationality: A Critical Synthesis,
The environmental context for the advancement of sciences. He is presenting a
paper in the “Regional Conference on Social Thought and Sociology in the
Contemporary Middle East”, (Tehran, Iran, 28 and 29 May 2011) and kindly
answered the questions about the theme of the conference in a written
interview with the Newsletter of Iranian Sociological Association. |
How do you consider social thought relevant
with sociology?
Let me begin with a clarification of what I understand from Social
thought. For, the term ‘social thought’ may also be misinterpreted as “the
thought of society”. We do not think that there is such a thought. However, the
term “social thought” may be understood as a collective manifestation of the
social spirit or ethos of the community. This thought is thus held in the
worldview of individuals living in that community. When the thought of the
individual is concerned then it becomes relevant to epistemology or other
related disciplines; but when the social thought as such is concerned then it
is relevant to sociology. But today the branch of sociology which is concerned
with social thought is sociology of knowledge which is relatively a new
discipline.
How do you consider the social thought which is
rooted in cultural and religious traditions in Islamic countries, especially
Middle East, relevant with social sciences and sociology?
Just like in all other societies, in Muslim countries also social
thought is rooted in cultural and religious tradition. If we consider the term
“social thought” in general as a collective manifestation of the social spirit
or ethos of the community, then its counterpart in the Muslim societies will be
a collective manifestation of the social spirit or ethos of the community
rooted in Middle East cultural and religious orientation as Islamic. Its
relevance to social sciences and sociology would be twofold: In the first
place, as a cultural phenomenon we need to study Muslim communities
historically, culturally, anthropologically and philosophically in order to
understand their social spirit and ethos. In the second place we need to
understand the spirit of Islam also because it is a fundamental element in the
formation of the social thought in Muslim countries; when thus understood,
social sciences become vital for Muslims to study; and indeed more important
than other technical and natural sciences. If this is well grasped then we can
also see that the stronger Muslims are in social sciences such as sociology,
philosophy and history, the stronger they will also be in technical and natural
sciences.
How have Muslim social thinkers or Muslim
social thought approached towards modern social thought and social knowledge?
If willing, you can point to the ideas of any specific social thinker in this
regard.
We may approach the modern social thought from our own perspective which
must be mastered first. Many Muslim social scientists do not spend any time or
do not make any effort first to understand our own tradition very well. If we
master our own tradition well by studying Islamic scientific tradition in
history then we can embark upon the modern social thought to see its relevance
for us.
Unfortunately I do not know so many Muslim social thinkers in the Muslim
world. It is not so easy to produce social thinkers because the scholar in this
area must be expert not only in sociology but also in philosophy. However, I
may give the following names in the Muslim world; Farid Alatas, Ahmet
Davutoglu, Recep Senturk, Bedri Gencer, Hasan Hanafi.
Is it possible to propose a significant
synthesis between religious (Islamic) social thought and philosophy, from one
side, and social sciences and sociology, from the other side?
I believe that it is not only possible to develop a synthesis between
Islamic social thought and philosophy but it is in fact a religious (moral)
duty on us as Muslim scholars. As to the second aspect of the question, we may
assert that all social sciences are in one way or another related to each
other. Therefore, they cannot be held in absolute separation from each other.
What are your educational and research
recommendations for improving and developing a better interaction between
social thought and sociology in Middle East countries?
The present sociologists under the impact of Western sociological
movement pay attention to only social methodology as a way out in presenting
solutions to social issues. This may be useful but it is very inadequate. This
modern method of surveying with statistics can give us only some ideas and
clues as to the apparent problems. But it will not provide an indepth insight
into the social issues. We need to study theoretical issues behind all these
phenomena. In order to do that we may recommend a good grounding for Muslim
sociologists and social scientists in philosophy. For example, if we do not
know what our philosophy of society is or what our philosophy of man is we
cannot meaningfully evaluate social issue let alone social thought. But to
develop an strong and coherent theory of society and man one needs to know
philosophy very well. Finally a Muslim scientist should not sever
himself/herself from other disciplines and imprison himself/herself within the
confinements of the areas of his/her expertise.
How efficient and useful do you consider our
proposed strategy- deepening and expanding dialogue between Iranian social
thinkers and sociologists- towards institutionalizing and indigenizing social
knowledge?
To tell the truth in the Muslim world Iran is perhaps the most
successful country as far as social thought is concerned. This is perhaps
because Iran has a very strong tradition of philosophers, such as Mulla Sadra
and his followers. This strong philosophical tradition gives a good background
to social scientists. But the problem is the works of these scholars are not
easily available to the scholars in other countries. I am hoping that a
congress like this organized by the Iranian Sociological Association will
help for this dialogue.
How do you evaluate the common procedure of
institutionalization and expansion of sociology in Middle Eastern countries and
what is the role of social thinkers in this regard?
I have touched upon this issue above and it is perhaps the same problem
with regard to the institutionalization and expansion of sociology in Middle
Eastern countries. The most important role in this regard must be played by the
social thinkers. This is because they will provide a good theoretical ground
for this institutionalization.
What are the probable outcomes and consequences
of regional collaborations between social thinkers and sociologists in specific
civilizational and cultural zones, like Middle East, on developing social
knowledge in these countries? How do you evaluate the current circumstances?
The most significant outcome will be revitalization of Islamic
scientific tradition. Today Muslims do their scientific activities and works
within the norms or paradigm of Western scientific tradition. Islamic
scientific paradigm is totally neglected. The greater duty in this regard to
revitalize our scientific tradition falls on the shoulders of social thinkers.
This way future generations of Muslim scientists can meaningfully contribute to
the global scientific activities which I believe in future yield a global
scientific tradition.
Profesör Alparslan
Açıkgenç, İSTANBUL, TÜRKİYE yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Beşeri
Bilimler Enstitüsü Direktörü. 1983 yılında Chicago Üniversitesi Felsefe
Bölümü'nde "Sadra ve Heidegger'in Varlık ve varlığı Kavramı" konulu
doktora tezi yaptı. Stefan Koch'un araştırma alanları include epistemology,
felsefe tarihi, İslam felsefesi ve bilim felsefesi. Profesör Açıkgenç
Yayınları İslam dahil bilim: bir tanım Doğru, İslam Perspektif, İslam, İbn
Rüşd, Kant ve Aşkın Rasyonalite Bilimsel Gelenek Doğuşu Şiddetin Bir
Değerlendirme:. A Kritik Sentez, bilimlerin gelişmesi için çevre bağlamında
O, bir kağıt sunmak. (Tahran, İran, 28 ve 29 Mayıs 2011) ve nazik
"Bölgesel Konferansı" Sosyal Düşünce ve Sosyoloji Çağdaş Orta Doğu,
İran, Sosyoloji Derneği Haber Bülteni ile yazılı bir röportajda konferansın
teması ile ilgili soruları yanıtladı. |
Sosyoloji ile sosyal
düşünce ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bana Sosyal düşünce ne anlıyoruz
bir açıklama ile başlayalım. Için, 'sosyal düşünce' terimi de "toplumun
düşünce" olarak yanlış olabilir. Biz böyle bir düşünce olduğunu
sanmıyorum. Ancak, dönem "sosyal düşünce", toplumun sosyal ruhu ya da
ethos kolektif bir tezahürü olarak anlaşılmaktadır olabilir. Bu düşünce, bu
nedenle, o toplum içinde yaşayan bireylerin dünya görüşünü yapılır. Bireyin
düşünce söz konusu olduğunda o zaman epistemoloji veya ilgili diğer disiplinler
ile ilgili olacak, ama gibi sosyal düşünce söz konusu olduğunda daha sonra
sosyoloji ile ilgili. Ama bugün nispeten yeni bir bilim dalı sosyoloji, sosyal
düşünce ile ilgili şube bilgi sosyolojisi.
Sosyal bilimler ve
sosyoloji ile ilgili özellikle İslam ülkeleri, Orta Doğu, kültürel ve dini
gelenekleri içinde köklü sosyal düşünce nasıl değerlendirirsiniz ?
Tıpkı diğer tüm toplumlarda olduğu
gibi, Müslüman ülkelerde de sosyal düşünce, kültürel ve dini gelenek
kökleşmiştir. Genel olarak "toplumsal düşünce" biz, toplumun sosyal
ruhu ya da ethos kolektif bir tezahürü olarak düşünürsek, daha sonra Müslüman
toplumların kendi meslektaşı Orta Doğu'da köklü topluluğun toplumsal ruh veya
ethos kolektif bir tezahürü olacak İslam gibi kültürel ve dini yönlendirme.
Sosyal bilimler ve sosyoloji açısından önemi iki kat olacaktır: İlk olarak,
kültürel bir olgu olarak sosyal ruhu ve ahlakı anlamak için antropolojik ve
felsefi, tarihsel, kültürel Müslüman topluluklar çalışma gerekir. İkinci
olarak, biz Müslüman ülkelerde sosyal düşüncenin oluşumunda temel bir unsurdur,
çünkü aynı zamanda İslam'ın ruhuna anlamak gerekir; gerçekten de diğer teknik
daha önemli ve böylece anlaşılmış, sosyal bilimler, Müslümanlar için eğitim
için hayati hale ve doğa bilimleri. Bu iyi kavradı ise o zaman biz de güçlü
Müslümanlar, sosyal bilimler, sosyoloji, felsefe ve tarih, aynı zamanda teknik
ve doğa bilimleri olacak güçlü olduğunu görebilirsiniz.
Nasıl Müslüman sosyal
düşünürler ya da modern sosyal düşünce ve sosyal bilgi doğru yaklaştı Müslüman
sosyal düşünce var mı? İsteyen varsa, bu konuda herhangi bir
spesifik sosyal düşünürün fikirleri işaret edebilir.
Biz kendi bakış açısıyla modern
sosyal düşüncenin ilk kez hâkim olmalıdır yaklaşım olabilir. Birçok Müslüman
sosyal bilimcilerin her zaman harcamak değil, ya da kendi geleneği çok iyi
anlamak için herhangi bir çaba ilk yapmazlar. İslam bilimsel geleneğinin
geçmişi inceleyerek kendi geleneği ana Eğer bizim için önemini görmek için
modern bir sosyal düşünce üzerine bindirmek.
Ne yazık ki, Müslüman dünyasında,
pek çok Müslüman sosyal düşünürler bilmiyorum. Bilgin bu alanda uzman olmak
sadece sosyoloji alanında değil aynı zamanda felsefe gerekir, çünkü sosyal
bilimciler üretmek için o kadar kolay değildir. Ancak, Müslüman dünyasında şu
isimler verebilir; Farid Alatas, Ahmet Davutoğlu, Recep Şentürk, Bedri Gencer,
Hasan Hanefi.
Diğer taraftan, bir
taraftan din (İslam) toplumsal düşünce ve felsefe arasında önemli bir sentezi,
ve sosyal bilimler ve sosyoloji, teklif etmek mümkün mü ?
İslami sosyal düşünce ve felsefe
arasında bir sentez geliştirmek için mümkün olmadığına inanıyorum ama aslında
Müslüman alimler olarak bize, dini bir (manevi) görev. Sorunun ikinci yönü ile
ilgili olarak, biz bütün sosyal bilimler, birbirleri ile bağlantılı bir şekilde
veya başka bir olduğunu iddia edebilir. Bu nedenle, birbirinden kesin bir ayrım
yapılacaktır.
İyileştirilmesi ve sosyal
düşünce ve Orta Doğu ülkeleri sosyolojisi arasında daha iyi bir etkileşim
geliştirmek için eğitim ve araştırma öneriler nelerdir?
Batı sosyolojik hareketinin etkisi
altında mevcut sosyologlar, sosyal konulara çözümler sunan bir çıkış yolu
olarak sadece sosyal bir metodoloji dikkat. Bu yararlı olabilir ancak çok
yetersizdir. İstatistikleri ile ölçme Bu modern yöntem bize görünür sorunları
sadece bazı fikirler ve ipuçları verebilir. Ama sosyal konularda derinlemesine
içine bir fikir vermez. Biz bütün bu olayların arkasında teorik konuların
çalışma gerekir. Felsefe Müslüman sosyologlar ve sosyal bilimciler için iyi bir
topraklama önerebilir yapmak için. Örneğin, toplumun felsefenin ne olduğunu ya
da ne bilmiyorsanız adam bizim felsefemiz anlamlı bir sosyal sorun sosyal
düşünceyi bırakın değerlendirmek değil. Ama toplumun güçlü ve tutarlı bir teori
geliştirmek ve bir adam, felsefesini çok iyi bilmek gerekir. Son olarak bir
Müslüman bilim adamı kendini sever / kendini diğer disiplinlerden gelen ve onun
/ onun uzmanlık alanları confinements içinde kendi / kendini hapsetmek
olmamalıdır.
İran, sosyal bilimciler ve
sosyal bilginin kurumsallaştırılması ve indigenizing-doğru sosyologlar arasında
önerilen strateji derinleşen ve genişleyen bir diyalog ne kadar verimli ve
faydalı nasıl değerlendirirsiniz?
Müslüman dünyasında İran gerçeği
söylemek gerekirse, sosyal düşünce söz konusu olduğunda kadarıyla belki de en
başarılı ülkedir. İran, filozoflar, Molla Sadra ve takipçileri olarak çok güçlü
bir geleneğe sahiptir, çünkü bu belki de. Bu güçlü bir felsefi geleneği, sosyal
bilimciler için iyi bir zemin sağlar. Ama sorun, bu bilim adamlarının eserleri
diğer ülkelerdeki bilim adamları için kolayca kullanılabilir değildir. İran
Sosyoloji Derneği tarafından düzenlenen bu gibi bir kongrede bu diyalog için
yardımcı olacağını umuyorum.
Orta Doğu ülkeleri,
kurumsallaşma ve sosyoloji genişleme ortak bir prosedür nasıl değerlendirmek ve
sosyal düşünürler bu konuda rolü nedir?
Yukarıdaki bu konuda üzerine
dokundu ve belki de kurumsallaşma ve Orta Doğu ülkeleri sosyoloji genişlemesi
konusunda aynı sorun. Bu bağlamda en önemli rolü, sosyal bilimciler tarafından
oynanması gerekir. Bu kurumsallaşma için iyi bir teorik zemin sağlayacaktır
çünkü bu.
Bu ülkelerde toplumsal
bilginin geliştirilmesi, Orta Doğu gibi özel medeniyet ve kültürel bölgeleri,
sosyal bilimciler ve sosyologlar arasında bölgesel işbirlikleri muhtemel
sonuçları ve sonuçları nelerdir? Mevcut şartlar nasıl
değerlendiriyorsunuz?
En önemli sonucu, İslam bilimsel
geleneğinin yeniden canlandırılması olacak. Bugün Müslümanlar, bilimsel
faaliyetleri ve Batılı bilimsel geleneğin norm ya da paradigma içinde çalışır.
İslami bilimsel paradigma tamamen ihmal edilmiştir. Omuzlarında sosyal düşünürlerin
bilimsel geleneği yeniden canlandırmak için bu konuda büyük görev düşüyor. Bu
şekilde, Müslüman bilim adamları, gelecek nesillere anlamlı küresel bir
bilimsel geleneğin gelecek verim inanıyorum küresel bilimsel etkinliklere
katkıda bulunabilir.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=18.11.2011&y=YusufKaplan
Yeni
Şafak, 18.11.2011
Yusuf Kaplan
Evet, isyan;
ama geliyoruz!
Genç kuşağın
parlak isimlerinden İbrahim Halil Üçer, doktora tezi için araştırma yapmak
üzere gittiği Kanada'daki çalışmalarını tamamlayıp Türkiye'ye döner dönmez
aradı ve 'Hocam, derhal görüşmemiz lazım' dedi.
Dertliydi
İbrahim. Dolmuştu. Patlamak üzereydi: 'Hocam, nedir bu sessizlik, bitkinlik,
heyecansızlık ve hercümerç?' diye sorup duruyordu. 'Oysa Kanada, ne kadar
sâkin. Adamlar, McGill Üniversitesi'nde, İslâm düşüncesinin bütün metinlerini
tasnif ediyorlar, edisyon kritik yaparak Arapçalarıyla birlikte İngilizce
olarak yayımlıyorlar! Kanıma dokunuyor! Biz, bırakın yayımlamayı, talim, tarif,
tasnif ve tahlil edebilecek durumda bile değiliz henüz. Bu ne hâl, Hocam?'
diyordu İbrahim.
İbrahim'e,
'Üzülme! Sen bir yola girmiş durumdasın! Kendini hedefe kilitle! Göreceksin,
Rabbim, ne kapılar açacak önüne. Bu hâl, fırtına öncesi sessizlik: Yarın sular
durulacak, nehir akıp yatağını bulacak. Hiçbir şey bedel ödemeden elde
edilmiyor: Biz çilemizi dolduruyoruz: Bir yandan fenâ hâlde savruluyoruz. Ama
öte yandan da, çekiçle dövüyoruz demiri: Nirvana'sına çekilen nice
Nietzsche'ler hazırlanıyor. Tapduk Emre'nin kapısında gün sayıyoruz: Nice
Yunus'lar, hakikat sarayının duvarlarını örüyor; nice Mevlânâ'lar Şems'lerinin
gölgesinde pervâne gibi dönüyor, pişiyor' dedim.
Ve İbrahim
tamamladı sözümü: 'Aslında, doğru, Hocam. McGill'deki sözkonusu çalışmaların
temellerini de biz attık: Hilmi Ziya Ülken, Fazlurrahman, Niyazi Berkes
olmasaydı, bu çalışmalar olabilir miydi?'
***
Bu ülkenin en
yakıcı ve yıkıcı sorunlarından biri, yetenekleri harcıyor olması: Yaşadığımız
yön yitimi / medeniyet krizi, yeteneklerin harcanmasına yol açıyor: Tanpınar'ı
yarım asır sonra, Cemil Meriç'i çeyrek asır sonra fark edebildik!
Bediüzzaman'ı,
Sezai Karakoç'u, Nurettin Topçu'yu, İsmet Özel'i, Nuri Pakdil'i, Rasim
Özdenören'i, Erol Güngör'ü, İsmail Kara'yı, Hilmi Yavuz'u, Nevzat Kösoğlu'nu,
Senail Özkan'ı; dahası, Meşrûtiyet kuşaklarını, Babanzade'yi, Elmalılı'yı, Rıza
Tevfik'i, Filibeli'yi, Cevdet Paşa'yı, Celâl Nûri'yi ise 'fark edemedik' hâlâ.
Davud-u
Kayserî'yi, Molla Fenârî'yi, İbn Kemalpaşazadeyi, Gelenbevî'yi, Bursevî'yi,
Konevî'yi, İbn Arabî'yi, Gazalî'yi, Râzi'yi, İbn Sina'yı, İbn Haldun'u ise 'hecelemesini'
bile bilmiyoruz henüz.
***
Ama bizim kuşak,
bizden sonraki kuşakların önünü açacak önemli yolculuklar yapmayı başardı
şimdiden: Dücane Cündioğlu, hepimizi 'sarsacak' esaslı bir 'iş' koydu ortaya
meselâ.
Tahsin Görgün ile
Ekrem Tâhir -Külliyat'tan yayımlayacağımız külliyatlarıyla- bir yol feneri
vazifesi görecek geçmişin hazinelerini keşfederek geleceğin güzergâhlarını
çizebilmemiz sürecinde yol alıyorlar.
İhsan Fazlıoğlu,
tastamam âlim, ârif, hakîm ve fâzıl kişiliğiyle nice ışıklar saçacak önümüze.
Ömer Mâhir Alper,
-Klasik'ten çıkan- Varlık ve İnsan kitabıyla Osmanlı düşüncesinin kapılarının
nasıl açılabileceğini gösterdi bize.
Ekrem Demirli,
hem Litera'nın ve Kabalcı'nın yayımladığı İbn Arabî çevirileriyle, hem de
münhasıran Konevî çalışmalarıyla medeniyetimizin tefekkür ufuklarında nasıl bir
yolculuk yapabileceğimizin ipuçlarını koydu ortaya.
Recep Alpyağıl,
çağdaş dünyadan geleneğin derin kulvarlarına nasıl açılabileceğimizi gösteren
nefes kesici yolculuklar yaptırıyor, İz'den çıkardığı devâsâ derlemeleri ve
özgün çalışmalarıyla.
Teoman Duralı,
İlhan Kutluer düşünce dünyamızın; Süleyman Seyfi Öğün, Nazife Şişman, Bedri
Gencer sosyal teorinin imkânlarıyla entelektüel ufkumuzun; Mahmut Erol Kılıç
tasavvuf pınarımızın; Turan Koç estetik ırmağımızın; Ebubekir Sifil gelenek
deryamızın; Enver Gülşen film felsefemizin; Beşir Ayvazoğlu sanat ve edebiyat
semamızın 'umman'a açılan kapılarının anahtarlarını sundular bize.
Hüsamettin
Arslan'ın 'öğrencileri' Gökhan Yavuz Demir'in 'Dilin Belirsizliği', Bengül
Güngörmez'in 'Eric Voegelin: İnsanlığın Draması' çalışmaları, bizim kuşağımızın
düşünce ve medeniyet yürüyüşünün parlak iki örneği.
***
Bizden sonraki
kuşaktan parlak bir ismi nasıl keşfettiğimi anlatınca, fırtına öncesi
sessizliği hissedeceksiniz siz de.
Genç kuşakların
önünü açan Milat gazetesinde yazmaya başlayan şiir gibi bir dil kurmayı başaran
Adnan Karakaş ile geleceğin iletişimcileri arasında yer alacak Yusuf Özkır'ın
yazılarına bakmak için Milat gazetesinin sitesini incelerken, kendisinden çok
şey beklediğim/iz Ümit Aksoy'un yönettiği Derinlik sayfasında buldum kendimi:
Celil Civan'ın 'Kibrin Körlüğü' başlıklı yazısını görünce çarpıldım: Müthiş bir
Türkçe, -Zizek'ten Lacan'a ve Eagleton'a- olgun bir entelektüel ufukla
karşılaşınca, izini sürmeye koyuldum Celil Civan'ın! Ancak iki gün sonra
ulaşabildim kendisine, Ömer Erdem aracılığıyla! Ve şapka çıkardığımı, metninde
İbn Arabî'yi, Mevlânâ'yı aradığımı söyledim Celil'e.
Buradan
'Celil Civanlara dikkat!' diyorum ve bütün İbrahimlere sesleniyorum: Evet,
isyan; ama geliyoruz.
http://dunyabizim.com/duydukduymadikdemeyin/8534/bursada-ilim-ziyafeti-verilecek.html
Bursa’da ilim ziyafeti verilecek
23-27 Ocak 2012 tarihlerinde bu
yıl 5’incisi düzenlenen Kış Akademisi, Prof. Dr. Bedri Gencer’i konuk ediyor.
21:16, 20 Ocak 2012 Cuma
İlim Yayma
Cemiyeti Bursa Şubesinin katkılarıyla Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesince
bu yıl 5’incisi düzenlenen Kış Akademisi, Prof. Dr. Bedri Gencer’i konuk
ediyor. Akademi, daha önce de İsmail Kara ve Tahsin Görgün gibi isimleri
ağırlamıştı.
İslâmî ile sosyal
bilimlerin birleştiği küllî ilim perspektifinden yaptığı çığır-açıcı
çalışmalarla tanınan Bedri Gencer’i, Chicago Üniversitesinde çağımızın önde
gelen Müslüman düşünürlerinden Fazlur Rahman’ın yanında doktora yapan Alparslan
Açıkgenç, yakınlarda İran Sosyoloji Birliği’ne verdiği bir mülakatta bütün
İslâm dünyasının en önemli beş düşünüründen biri saymıştı.
Âlim-mütefekkir
tipinin günümüzdeki önde gelen temsilcisi Bedri Gencer, yoğun bir seminer
programıyla Bursalılara gerçek bir ilim ziyafeti çekerek “Müminlerin baharı”
kış mevsiminde gönülleri ısıtacak. Beş gün sürecek “Hikmetten Medeniyete İslâm
Düşüncesi” genel başlıklı programda Gencer, son yıllarda kafa yorduğu,
araştırdığı geleneksel hikmet ve modern medeniyet bağlamında İslâmî hayat ve
düşünce tarzının tüm temel meselelerini öğrencilerle paylaşacak, müzakere
edecek.
23-27 Ocak 2012
tarihlerinde beş gün süreyle her gün saat 09.00-13.00’de Uludağ Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Mehmet Akif Ersoy Salonu’nda İlahiyat Fakültesi
öğrencilerinin katılımıyla yapılacak seminerler, aynı zamanda dışarıdan
katılmak isteyenlere de açık olacak.
Seminer
programının içeriği şöyle:
Hikmetten Medeniyete İslâm
Düşüncesi
Bedri Gencer
1.
Hikmet Olarak Din Tasavvuruna Giriş : Hikmet,
adalet, fazilet gibi kavramların Arapça müennes sığasıyla gelişindeki hikmet,
ruh ve nefs, küll ve cüz’, arş ve sema, inzal ve tenzil, şer’ ve şeriat, hüküm
ve hikmet, tarik ve tarikat, irfan ve marifet, hak ve hakikat, vahdet-i hak,
tertib-i hakâik, isabet (doğruyu, hedefi tutturma) olarak hikmet, aslını
(eşyayı, nefsi, Rabbi) tanımak, aslını korumak (tanımanın gereğini yapmak,
hataya düşmemek), eşyanın hakikatlerine olduğu gibi vakıf olmak ve gereğiyle
amel etmek, cinsiyet uyumunun da gösterdiği gibi, aklın, kalp, hikmetin nefs
için bağ anlamına gelmesi, Moğolca “yasa/yasak” kelimeleri arasındaki ilişkide
olduğu gibi, “hüküm”, emir ve men’etmek, “hakem” ise atın ağzına gem vurma
anlamına gelir, Arapların bindikleri hayvanı istedikleri yöne sevk etmesinden
dolayı dizgine hikmet demeleri gibi, hikmetin lügaten yanlıştan men’ ve doğru
yola sevk anlamına gelmesi, bu bağlamda hikmet (önleyici) ile tıp (düzeltici),
ilim ve hikmet arasındaki fark, çağımızda Michael Polanyi’nin “tacit knowledge”
kavramıyla ifade ettiği gibi, insanın bildikleriyle amel ettiği takdirde
Allah’ın ona bilmediklerini de öğretmesi, modern Kartezyen hakikat siyasası
(doğru bilgiye dayalı ideolojik-politik eylemle dünyayı değiştirme) ile
hikmetin kaybı,
Hakikatin=dinin isimli ve isimsiz,
tikel ve evrensel, teorik ve pratik boyutlarının birleştiği ana kavram olarak
hikmet (logos=reason), kabaca “ilk felsefe/son felsefe” veya
“varlık/bilgi” ayırımının karşılığı olarak hikmet-i nazariye (sophia=sapience=ilim) ve hikmet-i
ameliye (phronesis=prudence=fıkıh),
hikmet-i nazariye altında hikmet-i bahsiyye ve hikmet-i zevkıyye, kitap ve
hikmet, nübüvvet anlamıyla hikmet, Batılı religion ile din
kavramları arasındaki fark, dinin dört temel anlamı, asıl din, dinin teorisi
olarak şeriat, dünyada dinin pratiği olarak ibadetin iki boyutu (marifetullâh
ve tâ’atullâh) ve ‘âdet (muamelât), dinin uhrevî yönü cezâ, ilim=hadis,
zikir=kitap özdeşliği, bizzat İslâm düşüncesi olarak fıkıh, bir ağaç olarak
fıkhın “ekber ve esgar” ile “zâhirî ve bâtınî” olarak ayrılan dikey ve yatay
boyutları, rivayet ve dirayet, an’ane, sünnet ve millet, peygamberlerin
varisleri olarak ulemanın misyonu, fürû’da ve usûlde tecdidin klasik ve
klasik-sonrası anlamları, bid’atleri ıslah, sünnetleri ihya,
kurtarma=mehdicilik kavramları.
2.
İslâm Düşüncesinde Gazâlî Paradigması : Daha
önce küllî anlamda fıkıh ile hikmetin formülasyonları Irak ve Horasan uleması
tarafından başarıldığı halde zamanla bu terimlerin aslî anlamlarını kaybetmesi
üzerine Gazâlî’nin aslî anlamına ircâsından artık ümidini kestiği fıkhı,
muâmele ve mükâşefe ilimleriyle ikame yolunu tutması, İhyâ’da dikey ve yatay boyutlarıyla bir bütün olarak fıkhı ilm-i muâmele dediği ilm-i hâl olarak formüle ettikten sonra
onun hikmet ile sentezinden tikel-komünal ve evrensel-kozmopolitan kimlikleri
uzlaştıracak bir İslâmî dünya görüşüne ulaşarak teodise problemini aşmayı
başarması,
Gazâlî tarafından dinlerin ezelî
problemi teodiseyi aşmanın dört yolu, tertib-i tevhid, teo-sentrisizmden
nomo-sentrisizme geçiş, hikmet-i teşrî’iyye, ismet-i ümmet, araçsal siyaset, İhyâ’nın İslâm dünyasında ilmihal olarak
formüle edilen İslâmî bilginin çağlar boyunca korunmasını sağlayan, okurlar ve
yazarlar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak sürekli yararlanılan bir ana
kaynak olması, eserin Sünnî İslâm’ın çerçevesini çizen bir elkitabı olarak
İslâm dünyasında görülmemiş bir nüfuz kazanırken bu nüfuzuyla mütenasip bir
tartışılırlığı yaşaya gelmesi.
3.
Osmanlı İslâm Yorumuna Giriş : “Din, diyanet, tedeyyün” kavramları, din yorumuna
antropolojik-filolojik ile hermenötik yaklaşımlar, hermenötiğin teksti delalet,
filolojinin sübut bakımından sınama amacından doğması, İslâm yorumu ile İslâm
düşüncesi arasındaki fark, İslâm yorumlarının dinin nakil/akıl,
rivayet/dirayet, zâhir/bâtın, asl/fer’ boyutları arasında telif tarzına ilişkin
mücadeleden doğması, İslâm yorumunun Arap/Acem, Irak/Horasan olarak etnik ve
coğrafî bir ayırıma tekabül eden iki safhada şekillenmesi, Acemlerin elinde
yüksek Horasan İslâm yorumunun Selçuklu vasıtasıyla Osmanlı’ya intikali, bunu
sürdürme tarzı olarak Osmanlı İslâm yorumu, Hodgson’ın “şer’îciliğin zaferi”
dediği Osmanlı nomo-sentrisizmi, dinî formalizm, buna uygun olarak Sünnîlik,
Hanefîlik ve Nakşibendîliğin benimsenmesi, Araplar ve İranlılardan farklı
olarak Türklerin kendilerini İslâm ile
tam özdeşleştirmelerinin sebebi, Keçeci-zâde İzzet Molla’nın mükemmel
ifade ettiği eskatolojike karşı nomolojik Osmanlı tedeyyünü (din ve tarih
anlayışı), yepyeni bir öğreti getirecek kurtarıcı değil, şeriatın uygulamasını
kemale erdirecek baş-müceddit olarak Mehdî anlayışı,
Kitabî/şifahî, popüler/yüksek din
ayırımlarının yapaylığı, avam ve havas
tedeyyünü arasındaki nitelikten ziyade üslup farklılığı, ilmin
öğrenildiği yer olarak medrese, hazmedildiği yer olarak tekkelerin işlevi, Osmanlı İslâm yorumumun beş babası, Fenarî,
İbni Kemal, Birgivî, Bursevî, Gümüşhanevî, A-dikey fıkhî sentez, 1-Fıkh-ı
ekber sentezi, İbni Kemal’in başını çektiği Osmanlı ilmiyesi tarafından siyasî
gerekçelerle Eş’arîliğe karşı Matürîdîliğin
icadı, Eş’arîliğin medresede egemenliğini sürdürmesi, Eş’arîlik ile Matürîdîliği telif girişimi, 2-Fıkh-ı
esgar sentezi, İslâm tarihinde ilk kez Hanefîliğin tek resmî mezhep olarak
benimsenmesi, 3-Fıkıh sentezi, Birgivî’nin bid’atin değişik veçheleri olarak
yozlaşmış tasavvuf ile formalizme indirgenmiş fıkıh anlayışlarına karşı Gazâlî
çizgisinde fıkhı aslî, küllî anlamına ircâ girişimi, 4- Fıkhın “ekber ve esgar”
ile “zâhirî ve bâtınî” olarak ayrılan dikey ve yatay boyutlarının sentezlendiği
küllî fıkhın süzülmesi olarak ilmihal sentezi, B-Yatay hikemî İslâm sentezi, 1-Dikey hikemî sentez, 2-Yatay hikemî
sentez, 3-Ahlakî sentez, hikmetle şeriatı uzlaştıran bir kitap olarak
Kınalızâde Ali’nin Ahlâk-ı ‘Alâî’si,
4-Edebî sentez.
4.
Kadim Hikmetten Seküler Medeniyete Batı ve Doğu
: Hikmet anlamında Yunanca logos kavramının doğuşu, logos’u
reason olarak Latinceye çeviren Stoacılar ile hikemî monoteizm ve
kozmopolitanizmin doğuşu, Romalı Cicero’nun logos’u Latinceye reason
yerine lex (jurisprudence) olarak
tercümesi, Hıristiyanlığın gelişi ve Paul ile şeriatın hikmete, nomosun logosa
fedası, Philo ile logosa kelime anlamının verilmesi, skolastik
ortaçağ Batısında Aquinas’ın teoloji ile hikmeti telif girişimi, Rönesans’ın
hikmet arayışı, Descartes’ın cogito ergo sum mottosuyla varlık/bilgi
ilişkisinin tersine dönmesi, Reformasyon ile dinin içinden, Aydınlanma ile
dışından yenilenmesi arayışı, Aydınlanma ile reason (hikmet)’a akıl
anlamı verilmesi, bir bilişsel fakülte değil, hikmetin kullanılması anlamında
bir zihnî süreç olduğu halde reasoning=muhakemenin intellect=akıl
anlamı verilerek objektif hale getirilmesiyle objektif, ontik hikmetin
kaybedilmesi,
1648 Westphalia-sonrası süreçte
Katoliklik içindeki gizli-Protestanlık Cizvitlik sayesinde dinin, kendisi gibi
öz-meşrulaştırıcı bir sistem olarak Türkçede “medeniyet” denen civilization’a
(temeddün) dönüştürülmesi, seküler bir hikmet olarak medeniyetin kadim hikmetin
yerine geçirilmesi, kendi kendini meşrulaştıramadığı zamanla görülen medeniyete
ideoloji ve sosyoloji ile ekstra meşruiyet kaynağı arayışı, geleneksel
hak/batıl dinler mücadelesinin Batılı/Doğulu medeniyetler mücadelesine ve
Hıristiyanlaştırma misyonunun medenileştirme misyonuna dönüşmesi, XIX. asırda
modernleşmenin ajanı, sekülerleşmenin bayraktarı Protestanlığın yakın öteki
olarak aldığı medeniyet olarak Arap İslâm’ına karşı din (fıkıh) olarak Türk
İslâm’ını uzak öteki haline getirmesi, XIX. asırda Renan’ın “İslâm, mâni’-i
terakkidir” sloganına tepki olarak İslâm’da modernleşmenin başlaması, bu
slogandaki İslâm’dan kasdın din olarak Türk İslâmı olduğu.
5.
Modernizmin İslâm Dünyasına Gelişi : İslâm
dünyasına modernliğin gelişiyle ilimden edebiyat ve sosyal bilime, ulemadan
üdebaya, sosyolog ve ideolog aydınlara geçiş, bilgi ve eğitim anlayışının
değişmesi, medreseden üniversiteye, icazetten diplomaya geçişle küllî, sahih
ilimden, parçalı, anonim bilgiye geçiş, modern çağda tedeyyünlerin geleneksel
Sünnî/Şî’î ayırımını çapraz kesen nomolojik/eskatolojik ayırımına dönüşmesi,
“İslâm, mâni’-i terakkidir” ithamına tepki olarak İslâm’da modernleşmenin
başlaması, İslâm’da modernleşmenin dar-modernistik ve geniş-tradisyonalistik
anlamları, bunların nomolojik ve eskatolojik olarak iki tedeyyüne bağlı olarak
Batı medeniyetinin iki farklı tasavvur tarzına dayanması, İslâm dünyasında
sekülerleşmenin ana yolu olarak dinin ideolojileştirilmesi, dinin
ideolojileştirilmesinin iki veçhesi, deizm ile plüralizm, deizm ile ateizm
arasında felsefî olarak olsa da dinen bir farkın olmadığı,
Modern İslâm dünyasında nübüvvetin
dolaylı reddi olarak ilhad=deizmin iki sinsi tezahürü, birincisi, akla
(marifetullahın aklen vücubu öğretisinden hareket), ikincisi Kur’ân’a vurgu,
Kur’ân’ın tarihselliği, İbrahim Şinasî ve Cemaleddin Afgânî gibi modern
Müslüman deistlerin kadim ve seküler evrensel hakikat kaynakları olarak hikmet
ile medeniyet arasında salınması, Şinasî’nin Reşid Paşa için kullandığı
“resul-i medeniyet” deyiminde görüldüğü gibi medeniyetin insanlığın yeni dini
olarak algılanması, Renan ve Le Bon gibi XIX. asır Fransız oryantalistlerinin
ürettiği “İslâm medeniyeti” kavramının zamanla “İslâm dini”nin yerini alması,
çağımızda hadislerin, sünnetlerin, mucizelerin, kader inancının, kabir
azabının, şefaatin sorgulanması şeklinde deizmin sinsi tezahürleri,
Din-i mübin-i İslâm’dan “İslâm
dini” başta olmak üzere İslâm ile başlayan tamlamalara geçiş, çağdaş dünyada yarışan
dinlerden, hukuklardan, medeniyetlerden biri olarak İslâm dini, hukuku,
medeniyeti vs., hikmet-i ameliye olarak fıkhın aslî, küllî anlamını kaybederek İslâm hukuku, İslâmî sosyal bilim
ve İslâm düşüncesi şeklinde üç
seküler deyime parçalanması, Luther’a giden “yasa/müjde” (law/gospel)
ayırımının etkisiyle “şeriat/akide” ayırımının İslâm’a uyarlanması, modern
çağda kaybolan medine-i münevverenin İslâm
medeniyeti, İslâm devleti ve İslâm
toplumu şeklinde üç seküler deyime parçalanması.
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=13379&q=Bedri+Gencer
Duyduk duymadık demeyin - 10:00,
10 Mayıs 2013 Cuma
Ümmet siyasi, millet dini bir topluluktur
Bedri Gencer, “Kavramların Kalbine
Yolculuk” başlığıyla ayda bir verdiği seminer dizisinde Mayıs ayında “Ümmet”
kavramını anlattı.
Prof. Dr. Bedri
Gencer, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde “Kavramların Kalbine Yolculuk”
başlığıyla ayda bir verdiği seminer dizisinde Mayıs ayında “Ümmet” kavramını
anlattı. Arapçada topluluk isimlerinin sayılarla belirlendiğini söyleyen Bedri
Gencer; bir topluluğun ümmet olabilmesi için öncelikle en az 40 kişinin
gerektiğini belirttikten sonra, ümmetin dini bir topluluk olarak
tanımlanmasının yanlış olduğunu ifade ederek ümmetin siyasi bir topluluk
olduğunu söyledi.
Prof. Dr. Bedri
Gencer’in İslami terminolojide sıklıkla kullanılan kavramları dil, dini ve
sosyolojik yönleriyle anlattığı ve günümüzde gerçek manalarıyla kullanılmadığına
değinerek dinleyicilerine doğrusunu aktardığı Kavramların Kalbine Yolculuk
seminerleri yıl boyunca okuyucuların ilgisiyle karşılık buldu. Daha
önceki seminerlerinde İlim, Hikmet, Şeriat, Sünnet, Fıkıh, Din kavramlarını
anlatan Gencer, Mayıs ayında Ümmet kavramını anlatarak yılın son seminerini
gerçekleştirdi.
“Ümmet
kavramını adeta bir ana kucağı gibi görebiliriz.”
Ümmetin kelime
kökeniyle, Arapçada anne manasına gelen üm kelimesinden türediğini söyleyen
Gencer; “Ümmet kısaca topluluk demektir. Burada genel kavram esasında ümmi
kavramı. Bugün meallere baktığımızda ümmi kavramının yanlış çevrildiğini
görüyoruz. Peygamber Efendimizin ümmi olduğu söyleniyor. Bugün ümmiyi okuma,
yazma bilmeyen olarak çeviriyorlar. Ümmi sadece yazma bilmeyen demektir. Yoksa
Kur’an-ı Kerim “Oku” ayeti ile başlamazdı. Ümmi, üm yani anneye mensup, ümmete
mensup demektir. Ümmet kavramını adeta bir ana kucağı gibi görebiliriz.” dedi.
“İslam’daki
ümmi kavramı, Hıristiyanlıktaki ruhban kavramının zıddıdır.”
İslam’daki ümmi
kavramının, Hıristiyanlıktaki ruhban kavramının zıddı olduğunu belirten Bedri
Gencer, Hıristiyanlıkta ruhbanlığın halktan ayrı bir sınıf olduğunu söyleyerek,
ruhbanların okuma-yazma tekelini ellerinde tuttuklarını, halkı aşağı
gördüklerini belirterek ümmi kavramının buna karşıt olduğunu söyledi. Osmanlı
döneminde karışıklıkların önüne geçilmek için camilerde din görevlileri
bulundurulduğunu söyleyen Gencer; “İslam dininde cemaat arasındaki en
faziletli, bilgili kimse öne çıkar ve imam olabilir. Bizde ruhbanlık yoktur.”
dedi.
İslam ümmetinin
diğer ümmetlerden farklılığına da değinen Bedri Gencer, “Hz. Muhammed
(s.a.v)’den önceki peygamberler kendi kavimlerine gönderilmişken, Hz.
Muhammed (s.a.v) kendisinden sonraki bütün kavimlere de gönderilmiştir.” dedi.
“Ümmet
siyasi topluluktur, millet ise dini topluluktur.”
Bedri Gencer’in
ümmet konusunu anlattığı seminerinin en dikkat çeken alt konusu ise ümmet ve
millet farkına değinmesi oldu. Ümmet ve millet kavramlarının günümüzde yanlış
değerlendirildiğini söyleyen Gencer; “Ümmet siyasi topluluktur, millet ise dini
topluluktur. İslam devleti altında yaşayan Müslümanları ve gayri Müslimleri
kapsayan topluluğa ümmet denir. Sadece Müslümanların yaşadığı topluluğa ise
millet denir. Geçmişimizde bunun örneklerini görürüz. Osmanlı döneminde yaşayan
gayri Müslimler şeraiti kabul etmiş, sorunlarının şeraitle çözülmesini
istemişlerdir. Yani şeriate tabi oldukları halde, millete tabi değildirler.
Bunu anlamak için dinin ilim ve amel dediğimiz iki boyutunu düşünmemiz lazım. İlim
şeriat demektir, amel ise ibadet demektir. İbadetin de iki boyutu vardır. Biri
Allah’a itaat etmek, diğeri Allah’ı tanımaktır. Millet kavramı Allah’ı tanımak
kısmıyla ilgilidir. Millet saf dinle ilgilidir. Din birdir, ama şeraitler
değişebilir sözünü de hatırlıyoruz burada. Şu denmek istiyor, Allah’ı tanıma
değişmez, fakat ibadet etme şekilleri değişebilir.” dedi.
Cancu
Çınar haber verdi
http://www.dunyabizim.com/ilgilihaber/11698/seriat-medresede-sunnet-tekkede-ogretilir.html
Şeriat medresede, sünnet tekkede
öğretilir
Bedri Gencer
Geçtiğimiz günlerde Bedri Gencer
Hoca ile birlikte kavramların kalbine doğru bir yolculuk yaptık.
Güncelleme: 12:00, 28 Kasım 2012
Çarşamba
Kavramların bizim
için hayati bir önemi var. Çünkü biz kavramlarla konuşuyoruz. Mesela konuşurken
bir kavramı kullandığımızda, eğer karşımızdaki kişi bu kavramın içeriğinden
haberdar ise ancak bizi anlayabiliyor. Değilse, biz o kavramı ne kadar özenle
seçersek seçelim, muhatabımız ile iletişimimiz sağlıklı bir şekilde
gerçekleşmiyor.
Kavramlar üzerinde çalışmak ciddi bir iştir
Dinin anlaşılmasında
ve insanlara aktarılmasında da kavramların büyük bir önemi vardır. Dinî bir
terimin kavramsal içeriği bilinmiyorsa, onun anlaşılması da söz konusu olamaz.
Dinin anlaşılması için dinî terimlerin kavramsal boyutunun sağlıklı bir şekilde
ortaya konulması gerekir. Fakat burada altını kalın hatlarla çizmemiz gereken
bir husus vardır ki o da şudur: Müslümanlar kavramlar üzerinde çalışırken bunu
tamamen kendi geliştirdikleri metotla yapmak zorundadırlar. Aksi takdirde
semantik ve etimoloji gibi modern bilimlerin usulleri takip edilecek olursa, bu
ancak İslam’ın saptırılmasına neden olur.
“Medrese”
denilince derin bir “ah” çekmeyen kimselerin, Batı tarzı kavram analiz
usullerinin tehlikesinin de farkında olamayacakları kesindir. Açık ve net
konuşmak gerekirse İlahiyatçı mantığı ile kavram analizi yapmanın sağlıklı
olamayacağını, bu konuda keskin bir medrese âliminin bakışına ihtiyacımız
olduğunu söylemek durumundayız.
İslam’da ilahiyat olmaz
Yıllar önce bir
yazımda İslam’da ilahiyatın olmayacağını, ancak kelamın olabileceğini ifade
etmiştim. “İlahiyat” kavramının ne anlama geldiği konusuna dikkat çekmeye
çalışmıştım. İlahiyattan üç talakla boşanmayan hiçbir ilahiyatçının sözüne
itibar edilemeyeceğini de şimdi ifade etmek istiyorum. Tıpkı sosyolojiden boşanmayan
sosyologların, psikolojiden boşanmayan psikologların sözüne itibar edilmeyeceği
gibi…
İlahiyatçı olmak da ne demek
Net bir şekilde
söylememiz gerekir ki biz prensip olarak bilime karşıyız. Onun müspet tarafı
varsa da onu “ilim” kapsamı altında sahiplenmekten de geri durmayız. Bilim
deyince biz insanların menfaatine olan bazı gelişmeleri kastetmiyoruz. Bize
hazmettirilmeye çalışılan bir metodolojiyi anlıyoruz ki bu da pozitivizmin ve
materyalizmin metodolojisidir. Meselemiz modernleşme ile birlikte açılan
yaralarımızdır.
Kavramların kalbine yolculuk
Geçtiğimiz
günlerde modernleşme konusundaki ciddi çalışmalarından tanıdığımız Bedri
Gencer Hocayı Zeytinburnu Kültür Merkezi’nde dinleme imkânımız oldu.
Bu mekânda ayda bir defa kavramların kalbine yolculuk yapan Bedri Gencer Hoca,
bu ilk dersinde giriş mahiyetinde bazı prensiplerden bahsetti. Dinin
anlaşılması için Kur’an’ın kullandığı dilin anlaşılması gerektiğini söyleyen
Bedri Hoca, Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında birçok yerde ticarî terminolojinin
kullanıldığını söyledi.
İnsanlığın çok
eskiden beri ticaretle uğraşması hasebi ile ticaret dilinin her yerde yaygın
olduğunu, İslam öncesi Araplarda da yaygın olduğunu söyleyen Bedri Hoca, bundan
dolayı Kur’an’ın ticaret terminolojisini kullandığını söyledi. Din dilindeki
“ticaret” vurgusu üzerine dikkat çeken Hoca şunları söyledi: “Dinin özünde
yatan en temel espri ticarettir. Kur’an-ı Kerim’de çok kuvvetli bir ticaret
söylemi vardır. Kul ile Allah’ın ilişkisini anlatırken Kur’an-ı Kerim özellikle
ticarî bir terminoloji kullanır. Allah-kul ilişkisi tamamı ile ticarî bir
dağarcıkla anlatılmaktadır. Dinin işleyişi ticarî mantıkla anlatılıyor fakat
sonucu tarımsal bir dil ile anlatılıyor. Çünkü tarım da insanoğlunun en eski
uğraşılarındandır. Tarımsal faaliyet dinin mantığında bir yer bulmuştur. Mesela
‘felah’ kavramı… ‘Felah’; toprağı yarmak demektir, ‘fellah’ da çiftçi demektir.
Buradan kurtuluş anlamına nasıl geçilmiştir? Şöyle ki dindeki temel esprilerden
biri de yoldur. Minhaç, tarikat, mezhep, sebil; bunların hepsi yol demek.
Cennete giden yolda şeytan biliyorsunuz barikatlar yığıyor. İşte ‘felah’; bu
dünyanın, nefsin ve şeytanın yola yığdığı barikatları yararak saadete ulaşmak
demektir.”
Din, şeriat ve İslam eş anlamlıdır
Bu ilk derste
“din” kavramını masaya yatıran Bedri Hoca, din kavramının mutlak anlamda
kullanıldığı zaman “şeriat” yani “yasa” anlamına geldiğini söyledi. Din, şeriat
ve İslam kelimelerinin anlamdaş olduğunu ifade eden Bedri Hoca, bu kelimelerin
aralarında özellik ve genellik farkı olduğunu, en genelinin “din”, daha
özelinin “şeriat”, daha da özelinin “İslam” kavramı olduğunu söyledi.
“Din”in
deskriptif ve normatif olmak üzere iki anlamda kullanıldığını söyleyen Bedri
Hoca, deskriptif anlama örnek olarak Kafirun Suresi’ndeki “Sizin dininiz size”
ayetini gösterdi. Normatif olana örnek olarak ise; “Allah indinde din
İslam’dır” ayetini gösterdi. Birincisinde bütün dinleri kapsadığını, ikincisinde
ise sadece hak din anlamında kullanıldığını söyledi.
Din kavramının “borç verme” ile ilgisi
Din kelimesinin
de ticarî terminoloji ile alakası olduğunu, “din” kelimesinin “deyn”
kelimesinden yani “borç verme”den geldiğini, Allah’ın Deyyan isminin de ‘çok
borç veren’ anlamına geldiğini ifade eden Bedri Hoca sözlerine şöyle devam
etti: “Dinin ‘borç’ kavramından geldiğini söyledik; buna göre din bir ekonomidir.
Din insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak için gönderilmiş ilahi bir
ekonomidir. Bu ekonominin iki tarafı vardır. Allah ve kul. Bu taraflardan
birisi ihtiyaçsız, diğeri muhtaç… Biliyorsunuz Allah’ın Gani ismi var. Bu ismin
gerçek anlamı ‘zengin’ demek değildir, ‘ihtiyaçsız’ demektir. Zengin onun mecaz
anlamıdır. Zamanla mecaz anlam hakiki anlama dönüşmüştür.”
Bu konuda
meallerde gördüğü bir yanlışa da değinen Bedri Hoca şunları söyledi: “Meallerde
‘müstağni’ kelimesi bazen Allah’a izafe ediliyor. Bu çok büyük bir yanlıştır.
Müstağni; ‘muhtaç olmamaya çalışan, muhtaç olmak istemeyen’ demek olduğu için
kullar için söylenebilir ama Allah için söylenemez.”
Sekülerleşme birçok şeyi silip süpürüyor
Sekülerleşme
konusuna da değinen Bedri Hoca, sekülerleşmenin dinin değişmesi değil de dinin
algılanma şeklinin değişmesine sebep olduğunu, sekülerleşmenin sonucu olarak
hayatımızın dinî ve din dışı hayat diye ikiye ayrıldığını söyledi. İslam’da
böyle bir ayrımın olamayacağını ifade eden Bedri Hoca, bu önemli konuyu şu
sözleri ile izah etti: “Besmele ile başlamayan her işin kısır kalmaya mahkum
olduğu buyuruluyor bir hadis-i şerifte… Başka bir hadiste hamdele ile, başka
bir hadiste salvele ile başlamayan deniliyor. Dikkat ederseniz her iş diyor,
bir istisna yapmıyor. Ama biz bugün camilerde vaazlara başlarken besmele,
hamdele ve salvele ile başlıyoruz, çünkü onu dinî bir iş olarak görüyoruz ama
bir konferans verirken veya televizyonda bir sohbete başlarken besmele, hamdele
ve salvele ile başlamıyoruz. Böyle başladığımız zaman ‘Ya burayı camiye
çevirdiniz, sen vaiz misin’ diyorlar. Ben çok karşılaştım bu tür
şeylerle. Bu neyi gösteriyor? Hayatımızı dinî ve din dışı diye ikiye
ayırdığımızı gösteriyor. Halbuki ben niye bir sempozyumda besmele, hamdele ve
salvele ile başlamayayım? Ben akademik bir sunuma böyle başladığım için çok
uyarı aldım. ‘Sen nasıl sosyoloji profesörüsün’ diyorlar. Hatta bir sempozyumda
birileri bu yüzden salonu terk etti.”
Salevatı unutmayalım
Salevat
getirmenin çok önemli olduğunu çünkü Peygamber Efendimizin en cimri kimselerin
kendisine salevat getirmeyen kimseler olduğunu ifade ettiğini söyleyen Bedri
Hoca, bu konuda şöyle bir sitemini de dile getirdi: “Bugün salevatı doğru
düzgün tecvidi ile söyleyen kimseye rastlamadım. ‘Sallallahü aleyhi ve sellem’
deniliyor. ‘Sallellahü aleyhi ve sellem’ denilmesi lazım.”
Bazı hadislerde
‘şunu şunu yapmayan bizden değildir’ denildiğini söyleyen Bedri Hoca bu
hadislerde; ”Müslüman değildir” değil de “bizden değildir” ifadesinin tercih
edilmesini şöyle izah etti: “Bizden değildir derken yani ‘o kimse benim
sünnetime tâbi değildir, ‘ehl-i sünnet vel cemaatten değildir’ demek istiyor.”
Şiratü’l İslam okuyun
Ezan ve selamın
dinin parolası olduğunu söyleyen Bedri Hoca dinleyicilere ısrarla Şiratü’l
İslam Şerhi adlı kitabı okumalarını tavsiye etti. Bu kitapta örneğin
selamlaşmanın adabını madde madde sıralandığını söyledi. “Selamlaşmanın on tane
adabı varsa biz bunlardan sadece bir tanesini biliyoruz veya uyguluyoruz” diyen
Bedri Gencer Hoca dinin edeplerinin ihmal edilmemesi gerektiğini ifade etti.
Şeriat medresede, sünnet tekkede öğretilir
Şeriatın yani
dinin medresede, sünnetin yani dindarlığın ise tekkede öğretildiğini söyleyen
Bedri Hoca, bugün kavramlarımızın alt üst olmasının nedenini bu iki kurumun kapanmasına
bağladı. Medresenin yerine açılan ilahiyatlar konusunda ise Ali Fuat
Başgil’in şu sözünü nakletti: “İlahiyat fakültesi din âliminden çok
din tenkitçisi/eleştirmeni yetiştirir.”
Program Bedri
Gencer Hoca’ya çiçek takdimi ile sona erdi. Dinleyiciler de soru cevap
bölümünde bu tür faydalı programların devamını beklediklerini söylediler.
Aydın
Başar haber verdi
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=12044&q=Bedri+Gencer
Modernleşme neticede hikmetin
kaybıdır
Bedri Gencer
Bedri
Gencer Hoca Zeytinburnu Kültür Merkezi’ndeki “hikmet” kavramı okumasında
ilim adamı, bilim adamı ve film adamı ayrımından da bahsetti.
Güncelleme: 14:00, 29 Aralık 2012
Cumartesi
Bedri Gencer Hoca, Zeytinburnu Kültür
Merkezi’nde ayda bir kere gerçekleştirdiği “Kavramların kalbine yolculuk” adlı
seminerlerin ikincisinde “hikmet” kavramını masaya yatırdı. Yoğun bir izleyici
kitlesinin takip ettiği programda Bedri Gencer
Hoca bu kavramın yüzlerce anlamından bazılarına işaret etmeye çalıştı.
Bedri Gencer Hoca, hikmet kavramını birçok
yönden ele aldığı için programın sonuna kadar heybemizde onlarca hikmet
tanımının biriktiğini fark ettik. Bu konferanstan sonra kavramların her
birisinin başlı başına ayrı birer dünya olduğunu fark ettik.
Kavramların
zihnimizdeki karşılığına baktığımızda onu tarif edebilmek için birer ikişer
kelimenin yetmediğini görüyoruz. Bazen bir kavram Hz Adem’den bu tarafa uzanan
bir tecrübeye tekabül edebiliyor. Yani zihinlerimiz bire bir anlam veren bir
sözlük gibi işlemiyor. Mesela bir “sünnet” kavramını düşündüğümüz zaman,
zihnimizde bunun karşılığının bir iki cümle ile özetlenebilen bir şey
olmadığını görmüş oluyoruz. İnanılmaz bir anlam zenginliği ile karşılaşıyoruz.
Müslüman
yaşantısının bütün hayati kodlarını muhteva eden bir “sünnet” kavramı ile karşı
karşıya gelmiş oluyoruz. O kavramı ne kadar idrak edebildiğimiz ise zihin ve
kalp gücümüzün sınırları ile orantılı olarak açıklanabilir. Bir şeyin gerçek
mahiyetinin anlaşılmasını sadece zihnî bir sürece bağlı olarak görmediğimiz
için burada zihnin yanında “kalp”i de zikrettik. Müslüman aklı dediğimiz olgu
da zaten bu ikisinden mürekkeptir. Kur’an’ın “akıl” dediği ile Batılıların
“akıl” dediği şey aynı şeyler değildir. İnşallah Bedri Hoca’nın seminerlerinden
birisinin konusu da “akıl” kavramı olacaktır diye umuyoruz.
Modern dünyanın en önemli kaybı budur
Hikmetin modern
dünyanın en önemli kaybı olduğunu ifade ederek sözlerine başlayan Bedri Gencer Hoca; “İnsanlara neyi
kaybettiklerini hatırlatalım ki onu yeniden elde etmek için gayret
göstersinler” dedi. Modernleşmeyi sonuçları itibari ile tanımladığımızda belki
de iki kelime ile “hikmetin kaybı” olarak ifade edebileceğimizi söyledi.
Türkçede hikmetin
“bilgelik” olarak karşılandığını, ancak bilgeliğin hikmetin sayısız
anlamlarından sadece birisi olduğunu söyleyen Bedri Hoca; “Kim bildiği ile amel
ederse Cenab-ı Hak ona bilmediklerini öğretir” hadis-i şerifi ile paralellik
kurarak hikmetin amel ve ilim boyutu ile ilgili şunları söyledi: “Hikmet, ilimi
amelle buluşturmak demektir. Her şeyi bir gaye için yaratan Allah, ilimi de
amel için yaratmıştır. Her şeyi yaratılış gayesine uygun olarak kullanmaya da
biz hikmet diyoruz.”
Her şey zıttı ile bilinir
Bir kavramın iyi
anlaşılmasında “Her şey zıttı ile bilinir” prensibinin her zaman işe yaradığını
söyleyen Bedri Hoca, kavramları tanımanın en iyi yollarından birisinin
zıtlarını düşünmek olduğunu söyledi. Bu bağlamda dinleyicilerin zihinlerini
açacak güzel bir soru sordu: “Hikmetin Kur’an-ı Kerim’deki zıttı nedir?” diye
soran Bedri Gencer Hoca, dinleyenler
arasında bunu bilen çıkmayınca hikmetin zıttı olan “abes” kavramının boş,
manasız, gayesiz demek olduğunu ifade etti. “Cenab-ı Hak hâkimdir” derken
bundan O’nun her şeyi bir hikmet üzere yarattığını anladığımızı söyledi.
Hikmetin hekim ile alakası var
Doktor anlamında
kullanılan “hekim” kelimesinin de “hikmet”le alakalı olduğunu söyleyen Bedri
Hoca bu konuda şunları söyledi. “Tıp ile hikmet, tabip ile hekim arasında da
bazı farklar var. Tıp deyince aklımıza tedavi disiplini geliyor. Hikmet
denilince ise bugün hikmete en yakın olarak kullanılan ‘koruyucu tıp’ ifadesini
belki söyleyebiliriz. Ancak bu da hikmeti tam karşılamaz çünkü koruyucu tıp
insanı sadece bedenî bir varlık olarak alır. Modern tıp insanı maddeden ibaret
olarak görür ve hatta onu bir makine olarak ele alır. Hikmet ise insanın maddi
ve manevi tüm sağlığını, dünya ve ahiret saadetini, onu kötülüklerden uzak
tutacak olan şeyi ifade ediyor.”
‘Hasbeten lillah’ derlerdi eskiden
Hikmetin erdem ve
fazilete dair bir açılıma da sahip olduğunu söyleyen Bedri Hoca, buna örnek
olarak hikmette hasbilik vurgusu olduğunu ifade etti. Eskiden “hasbeten
lilllah” yani “Allah için karşılıksız” ifadesinin çok kullanıldığını ifade eden
Bedri Hoca, hikmet kavramının para ve menfaat olgusu ile uzak durduğunu
söyledi. Hocanın bu sözlerinden hikmeti kimlerde arayacağımıza dair de güzel
bir ipucu edinmiş olduk.
Hikmetin sembolü yedi rakamı ve âsadır
Hikmetin hakka
isabet eden söz anlamına da geldiğini söyleyen Bedri Hoca, Lokman Hekim’e hekim
denilmesinin sebebinin de sözlerinin hikmetli oluşu olduğunu söyledi. Hikmetin
anlamlarını açmaya devam eden Bedri Hoca, hikmetin sembolü hakkında şunları
söyledi: “Lokman Hekim hikmeti körlerden öğrendiğini söylüyor. ‘Çünkü körler
asaları ile yeri yoklamadan adım atmazlar’ diyor. Hikmet bu anlamda yaş tahtaya
basmamak, sağlam basmaktır. Hikmetin iki simgesinden söz edilir. Bunlardan
birisi yedi rakamıdır, diğeri de asadır.”
Aziz Paul şeriatı kaldırdı
Batı dünyasında
hikmetin kaybına da kısaca değinen Bedri Hoca bu konuda şunları söyledi:
“Hıristiyanlığın kurucusu olarak kabul edilen Aziz Paul, tüm dünyaya hitap eden
bir din nasıl olur diye düşünüyor ve bunun şeriatı atmakla olacağına karar
veriyor. Sadece hikmete dayalı bir din kurguluyor. Dolayısıyla Hıristiyanlık
daha baştan şeriatını kaybetmiş bir dindir. Daha sonra ideolojiler döneminde
hikmeti de kaybediyor.”
Hikmetin kaybı medreselerin kapanmasına tekabül etti
Bizim hikmeti
kaybedişimizi ise tekke ve medreselerin kapatılması ile açıklayan Bedri Hoca bu
konuda şunları söyledi: “Medreseler ve tekkeler kapatılınca biz de hikmeti
kaybettik. Toplum hiçbir şeyin adabını bilmiyor. Yemenin, içmenin, oturmanın,
yürümenin, tartışmanın bir adabı var. Biz özellikle sünneti kaybettik. Ama
şeriat elimizde… Çünkü o ilahi koruma altında. Geleneksel dünyada biliyorsunuz
hikmet sünnete tekabül etmektedir. İmam-ı Şafi gibi tabiin uleması da hikmeti
sünnet olarak açıklamıştır.”
Üç tane adam var: İlim adamı, bilim adamı, film adamı
Son olarak
sorular bölümüne geçildi. Orada bir kardeşimiz ilim-bilim bağlamında bir soru
sordu. Hocanın cevabı şöyle oldu: “İlim bizde şeriat demek. Batıdaki şey ise
bilim… Bir kere ilim ile bilim ayrı şeyler. Bunu Namık Kemal bile anlıyor,
‘Batı’da bilim çok ilerlemiş ama o bilim onun hakikate ulaşmasına yetmiyor’
diyor. Deneysel bilim ile hikmetin delalet ettiği ilim aynı şey değil. Hikmetin
delalet ettiği ilim insanı dünya ve ahiret saadetine götüren ilimdir.” Bu
sözlerinin ardından bu konuyu da şöyle bir latife ile bağladı: “Biliyorsunuz üç
çeşit adam vardır, bilim adamı, ilim adamı, film adamı…” Anlayan için güzel bir
latife idi.
İlim-bilim meselesi neden önemli?
Dunyabizim’i takip
edenlerin bildiği gibi bu sitede daha önce de ilim ve bilimin ayrılığı üzerine
birçok haberler yapıldı. Bu konunun önemi şuradan kaynaklanıyor: Biz
Müslümanlar dünyayı ne şekilde okuyacağımızı artık net bir şekilde ortaya
koymak durumundayız. Rabbimizin adıyla mı okuyacağız, pozitivist ve rasyonalist
bir mantıkla mı okuyacağız? Bilim kavramı “Rabbinin adıyla oku” ayetindeki
okuma modelini karşılamıyor. Matematiği, fiziği, biyolojiyi, coğrafyayı, tarihi
bu okuma modeliyle okumayı öngörmüyor. Bunu için bizim dünyamızdaki kavram
“ilim”dir.
Bize de uzun
yıllardır din-bilim çatışması tezine karşı olarak din ile bilimin çatışmadığı
tezini savunma rolü biçilmişti. Biz de bu rolü tepkisel olarak hep
gerçekleştirdik. Ama şimdi kâinatı Müslümanca okuma modeli olan ilime doğru
yönelmek durumundayız. Kendi dünyamızın kavramı olan “ilim” kavramının bizi
bilime muhtaç etmeyeceğini de idrak etmeliyiz. Ahmet Mercan’ın
“Moğol askerinden daha tehlikeli olan durum, modern insanın bilimi ‘mehdi’
bilip başka söze muhtaç olmadığına kendini inandırması...” diyerek ifade ettiği
bu tehlikeden kendimizi kurtarmamız için bunu bir an önce fark etmeliyiz.
Aydın
Başar haber verdi
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=12423&q=Bedri+Gencer
Gencer’le sünnetin kalbine
yolculuk
11 Şubat Pazartesi günü Prof. Dr. Bedri Gencer
ile “Sünnetin Kalbine Yolculuk” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirilecek.
Güncelleme: 11:00, 09 Ocak 2013
Çarşamba
11 Şubat
Pazartesi günü Prof. Dr. Bedri Gencer;
doğru bilgiye ulaşabilmek için zihnimizin ve ruhumuzun azığı olarak yanımızda
bulunması gereken önemli bir kavramın kalbine yolculuk yapacak.
“Dinin ilim ve
amel boyutları, şeriat/tarikat ayrımı, hadis/sünnet ilişkisi, edeb/sünnet
ilişkisi, sünnet ve fıtrat, gelenek,dar/geniş anlamda nebevî/cemaî sünnet
ilişkisi, ehl-i sünnet, ders/sohbet, sünnet/ tekke ilişkisi, sünnetin şifahî
intikali,gurbet çağında sünneti ihyâ” gibi önemli konuların konuşulacağı
“Sünnetin Kalbine Yolculuk” söyleşisi saat 19.00’da Zeytinburnu Kültür ve Sanat
Merkezi’nde başlayacak.
Meryem
Uçar haber verdi
http://www.dunyabizim.com/index.php?aType=haber&ArticleID=12102&q=Bedri+Gencer
Bedri Gencer ‘fıkıh’ kavramını
anlatacak
Bedri Gencer, 4 Ocak’ta Zeytinburnu’nda
“fıkıh” kavramını anlatacak..
Güncelleme: 06:30, 13 Aralık 2012
Perşembe
Hikmet
Kavşağı, İslam’da Modernleşme (1839-1939) kitaplarının yazarı Bedri Gencer, 4 Ocak Cuma günü, saat
15.00’da Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde “Kavramların Kalbine Yolculuk”
başlıklı söyleşisini gerçekleştirecek. Periyodik olarak düzenlenen söyleşi
dizisinde bu ay “Fıkıh” kavramı ele alınacak.
Bedri Gencer, Zeytinburnu Kültür ve Sanat
Merkezi’nde her ay farklı kavramların ele alındığı bir söyleşi
gerçekleştiriyor. Ocak ayında üçüncüsü gerçekleşecek “Kavramların Kalbine
Yolculuk” üst-başlığıyla sunulan programda Cuma günü “Fıkhın Kalbine Yolculuk”
başlığıyla İlim-fıkıh, şeriat-fıkıh gibi maddeler üzerinden fıkıh kavramı
anlatılacak.
Her programı bir
ders niteliğinde geçen ve özellikle genç okurların yoğun ilgi gösterdiği
söyleşiye kavramların kalbine yolculuk etmek isteyen herkes katılabilir.
Zeytinburnu
Kültür ve Sanat Merkezi adres: Semiha Şakir Caddesi. Zeytinburnu Meydanı.
Zeytinburnu-İstanbul. Telefon: 0 212
415 58 58
Saliha
Özdemir haber verdi
http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=11935
Bedri Gencer’den fıkhın serüveni
Bedri Gencer 20 Aralık’taki son konferansında Müslümanların düşünce dünyasının
nasıl değiştiğini ve kavramların nasıl içinin boşaltıldığını ortaya koyacak.
Güncelleme: 23:15, 18 Kasım 2012
Pazar
Günümüzde artık
örneği az bulunan âlim-mütefekkir tipinin temsilcilerinden Bedri Gencer, ilmî
çalışmaları ve yaptığı konuşmalarıyla özellikle ilahiyat çevrelerinde etkili
olan modernist paradigmayı, çağdaş Müslüman aydınları saran romantik (İslâmî)
medeniyet söylemini sarsmaya devam ediyor.
Fıkıh=hikmet gibi
kavramları merkeze alan Bedri Gencer, Müslümanların düşünce dünyasının
nasıl değiştiğini ve kavramların nasıl içinin boşaltıldığını çarpıcı bir
şekilde ortaya koyuyor. Bu amaçla verdiği konferansları ilgi gören Bedri Gencer
20 Aralık’taki son konferansını İstanbul Üniversitesi İlahiyat fakültesinde
yapacak. Program saat 14.30’da İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Konferans Salonunda başlayacak.
Aydın
Başar haber verdi
http://www.haber5.com/kultursanat/sunnet-fazilet-degil-adalettir
13 Şubat 2013, Çarşamba - 10:37
HİT: 0(0)
Prof. Dr. Bedri Gencer'in
akademisyenlerden, halka insanların sıkça kullandığı, fakat manalarının tam
idrak edilmeden kullanılmasının önüne geçmek, ayetlerle, hadislerle, İslam
alimlerinin kitaplarından örneklerle dinleyicilerini bilgilendirdiği söyleşi
dizisi "Kavramların Kalbine Yolculuk" programının Ocak ayı konusu
"Sünnet" kavramı oldu.
Sözlerine
"Din, şeriat, fıkıh ve sünnet kavramları birbirine bağlı kavramlardır.
Ayrı ayrı köklerdir ve bir araya gelince bir ağacı meydana getirirler."
diyerek daha önceki programlarında anlattığı din, şeriat, fıkıh kavramlarını
kısaca hatırlatan Bedri Gencer, daha sonra sünnet kavramını anlatarak
konuşmasına devam etti.
"Din şeriat,
dindarlık ise sünnettir. Şeriat hadis demektir, sünnet ise tarikat. Yani dinin
iki boyutu vardır. Biri ibadet, diğeri adet (muamelat) boyutudur. Din insanın
yirmidört saat boyunca yaşadıklarına; uykusuna, yemesine, içmesine, oturmasına,
kalkmasına kadar her konuda ölçü verir. Birinci boyutta şeriat dediğimiz şey
kısaca Allah'ın emridir. İkinci boyutunda sünnet dediğimiz şey ise Allah'ın
emrini yerine getirirkenki edebimizi ifade eder." diyerek sünnet kavramını
ifade eden Bedri Gencer, "Edep, günümüzün ifadesiyle tarz, seküler ifade
ile kültür olarak kullanılır. Hepsi aynı anlama gelir. Edebi insandan
öğreniriz. Bunun Peygamber mührü vurulmuş olanına sünnet diyoruz."
sözleriyle sünnetin hikmetini ifade etti.
"Din ancak
sünnet dediğimiz kalıpla uygulanır. O kalıp olmaz ise insanlar edepsiz
kalır." diyen Gencer, "Sünnetin Kur'an-ı Kerim'deki diğer adı
fıtrattır. Yani insanın ilk tabiatı, bozulmamış halidir. Peygamber Efendimizin
yaşamını sünnet olarak alıyoruz. Misal "Sofradan doymadan kalkınız."
buyuruyor. Bugün tıbbın şişmanlığa çözüm aramak için ürettiği rejimler de aynı
şeyi söylüyor. Fakat Peygamber Efendimiz aynı zamanda nefsimize de bir mesaj
veriyor. Gözün de doymasına, aç olmamasına işaret ediyor. Bize ayrı bir hikmette
bulunuyor." sözleriyle konuşmasını sürdürdü.
Sünnet kavramının
halk arasında eksik algılandığını da belirten Gencer, "Sünnet fazilet
değildir, adalettir. Sünnetin sadece fazilet gibi algılanması, uygulandığı
takdirde cennete götürecek bir yol gibi görülmesi yanlıştır. Sünnet bize bu
dünyada daha iyi yaşamamız için gerekli olan yoldur. Bu bilinçle sünneti
uygulamak gerekir. Misal; biz biliyoruz ki ayakta su içmek mekruhtur. Sebebini
de bilmeliyiz. Tıbben bugün doktorlar ayakta su içmenin, suyun direk mideye
çarpmasıyla meydana getirdiği ülser gibi hastalıklardan bahsediyor. Oturarak
içmek ise yavaş yavaş mideye ulaşmasını sağlıyor."diyerek Peygamber
Efendimizin hadisleri ile sünnet kavramına örnekler verdi.
Dinleyicilerin
sünnet kavramının tam kalbine yolculuk ettiği söyleşi dizisi Mart ayında
"ilim" kavramıyla devam edecek.
Malumunuz olduğu üzere Edebifikir, kitap âlemini yakından
takip etmekte. Bu takiplerimiz sonucu yazarlardan beklediğimiz kitap ve
projeleri kaleme aldık.
***
Enis Batur:
Türkiye’de yaşayan her şahıs için özel bir kitap yazsın.
İsmet Özel:
Ezra Pound’un Kantolar’ını Türkçeye tercüme etsin.
Ahmet Ümit:
“Yeni tıp tetkikleri” hakkında bir roman yazsın.
Hilmi Yavuz:
“Kuran-ı Kerim Meali ve Tefsirim” isimli eserini gün yüzüne çıkarsın.
Sezai Karakoç:
Diriliş dergilerinde kalan hatıralar ve Turgut Özal portresini ve de gün yüzüne
çıkarmadığı şiirlerini kitaplaştırsın.
Nuri Pakdil:
“Deniz Gören Defterler”i yazmak nasip olsun.
Rasim
Özdenören: Hatıralarını on cilt olarak neşretsin.
Gündüz Vassaf:
“Araf’a Övgü”yü yazsın.
İlber Ortaylı:
Timaş’ın popüler zehirlenmesinden kurtulsun ve “Rus Tarihi”, “Avusturya Tarihi”
ve “Mukayeseli Rus, Alman ve Türk Modernleşmesi” kitaplarını yazsın.
Mahmut Erol
Kılıç: Artık sohbet tarzı kitap yazmayı bırakıp İbn Arabi üzerine kitaplar
yazsın, seyahat etmeye devam edecekse de sufilerin mekânlarını yazsın.
İhsan
Fazlıoğlu: “Türk İlim Tarihi”ni yazsın.
Bedri Gencer:
“İslâm İlimleri Istılahı ve Usulü”nü yazsın.
Mahmut Ali
Meriç: Cemil Meriç külliyatının yakasını bıraksın ve külliyatın neşrini
Dücane Cündioğlu’na devretsin.
Nazan
Bekiroğlu: Artık şiirini yazsın.
Yaşar Nuri
Öztürk: Artık elini Kitap’tan çeksin.
Metin Kayahan
Özgül: “Modern Türk Edebiyat Tarihi”ni yazsın.
Salih
Mirzabeyoğlu: Artık özgürlüğüne kavuşsun.
Yusuf Kaplan:
Şehir efsanesine dönen meşhur “Fütuhat-ı Medeniyye”yi artık çıkarsın.
Bekir Sıtkı
Erdoğan: “Bütün Şiirleri”ni yayınlasın.
Halit Ertuğrul:
“Kendini Arayan Halit”i yazsın.
Sedat Umran:
“Bütün Şiirleri”ni yayınlasın.
Ali İhsan
Kolcu: Piyasadaki kitaplarını toplatsın ve bir daha kitap çıkarmasın.
Dücane
Cündioğlu: “Şehirde Allah’la Karşılaşmak” başlıklı kitabını çıkarsın ve Kur’an-ı
Kerim sözlüğünü artık yayınlasın.
Elif Şafak:
İngilizce roman yazmayı bırakıp Bin bir Gece Masalları’nı dizi projesi haline
getirip Şehrazat rolünü oynasın.
Selim İleri:
“Türkan Şoray versus Dostoyevski”yi yazsın.
Orhan Pamuk:
Artık Türkçe bir roman çıkarsın.
Bünyamin K:
İstanbul’da büyük bir sergi açsın.
Hakan
Şarkdemir: “Amerikan Şiiri”ni yazsın.
Hakan
Arslanbenzer: “Yirmi yılda yedi bin kitap nasıl okunur?” isimli bir
otobiyografi yazsın.
Esra Elönü:
“Kuma Olmanın Faziletleri”ni kaleme alsın.
1.
tomris 15:05
üzerinde 15 Mayıs 2013 » Cevapla
→
m.çolak:
evliliğin hikmetleri’ni; b.can: 5 seansta günde 426 yazı nasıl yazılır’ı;
s.ceylan: manifesto 102365365′i yazsın lütfen.
2.
rasitulas 15:33
üzerinde 14 Mayıs 2013 » Cevapla
→
Ali İhsan Kolcu:
Piyasadaki kitaplarını toplatsın ve bir daha kitap çıkarmasın. HEM GÜLEREK HEM
DE FİKREN KATILIYORUM :)
KAYNAK: http://www.aksam.com.tr/yazarlar/bedri-genceri-selamlarken-e2-80-a6/haber-508059
BEDRİ GENCER’i
selamlarken…
Hüseyin Besli
Pazar Akşam