Ayhan Bozfırat

Roman Yazarı, Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
Ölüm
30 Aralık, 1981
-
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Diğer İsimler
Ayhan Köksal

Hikâye ve roman yazarı (D. 1932, İstanbul - Ö. 30 Aralık 1981). Asıl adı Ayhan Köksal. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Bitirdiği fakültede Ceza ve Ceza Usûl Hukuk Kürsüsü asistanı olarak çalıştı. Bir süre Paris’te bulundu. Dönüşünde avukatlık yaptı. Hikâyelerinde kent insanının psikolojik açmazlarını konu aldı. Paris’teyken yazdığı hikâyelerini ilk kitabı İstasyon’da (1971) topladı. Yazar, İstasyon’da toplumu, insanları, olayları anlatırken bilimsel yöntem ve çalışmalarının sağladığı bir yoğunluk içindedir. Sorunlara yaklaşımında olgulardan yola çıkan gerçekçi bir soyutlamaya varmış ve geniş bir açıya yönelmiş görünür.

“Ayhan Bozfırat, duru, akıcı bir dil ve üslupla ördüğü, sürükleyici konuşmalarla oluşturduğu hikâyelerinde belki sizi, belki bir büyüğünüzü, belki bir sevdiğinizi ama mutlaka tanıdığınız birini anlatıyor; hem de bugüne değin hiç göremediğiniz, sezemediğiniz yönleriyle.” (Fatma Oran)

ESERLERİ:

HİKÂYE: İstasyon (1971), Fırıldak (1972), Sokak Lambaları (1980), Bütün Hikâyeleri (1999).

ROMAN: Osman (çocuk romanı, 1972), Dört Yol Ağzındaki Ev (1976), Bütün Hikâyeleri (2000).

HAKKINDA: Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Fatma Oran / Bütün Hikâyeleri (Cumhuriyet Kitap, 20.1.2000), TBE Ansiklopedisi (2001), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 4 (2001).

 

YEĞENLER'den

Ne güzel günlerdi onlar! Ne tatlı günler. Ne tadına doyum olmayan günler. Ama çok geride kaldı şimdi. Çok geride hem de. Güzel günler ne çabuk geçip gidiyor!.. İnsan dönüp ardına baktığında, onların çok geride kaldığını görüyor yalnız. Ve biliyor ki, bir daha hiç geri dönmeyecek...

Büyükannem, amcamlarda kalırdı. Her ihtiyar gibi, o da çevresinde toplanılsın isterdi. Çevresinde toplanılsın ve eskilerden söz edilsin. Onun için de çevresinde toplanılır, en gereksiz şeylerden söz edilirdi. Ama ne güzel geçerdi zaman... Biz büyükannemin gönlü olsun diye mi toplanırdık amcamlarda, yoksa kendi gönlümüzü eğlendirmek için mi giderdik amcamlar? Orasını bilmiyorum. Hiç kimse de bilmezdi bunu. Bilmenin de bir yararı yoktu zaten. Önemli olan, amcamlarda toplanılması ve dünyanın en güzel, en tadına doyulmaz saatlerinin orada geçmesiydi.

Oldukça büyüktü amcamların evi. Büyükannemin istediği kalabalığı rahatlıkla alabilirdi. Üstelik de biz bize olurduk. Yabancı olmazdı aramızda. Amcalarımın alt katında oturan o ihtiyar adamcağızı saymazsak tabii. O da katılırdı bu toplantılarımıza. Hem de toplantılarımızın en vazgeçilmez kişisi olarak. Onsuz tadı mo olurdu böyle gecelerimizin! Bir makinenin en önemli parçasıydı sanki. O olmazsa makine işleyemez dururdu. Onun için kendisi kalkıp gelmemişse, çağırırdık. Nazlanırdı kimi de. Bilirdi üsteleyeceğimizi de ondan. Biz de üstelerdik nitekim. Yalvarırdık.

Ne gülerdik, aklıma geliyor da şimdi. Ne bol, ne rahat kahkahalar atardık. Bizi en çok güldüren, ihtiyar adamcağızla büyükannemin birbirlerine şaka yollu sataşmalarıydı. Hiç geçinemezlerdi. Çocuklar gibi girerlerdi birbirlerine. Bir çocuğun elinde, topu ya da elması var, o çocuk, o topu ya da elmayı ötekiyle bölüşmedikçe kavga çıkar aralarında. Öteki de ister çünkü. Topu ya da elması olmayanı, annesi pek zor vazgeçirir bu isteğinden. Ama büyüdükçe, eğitile eğitile, böyle yersiz isteklerden vazgeçerler kuşkusuz. Paylarına ne düşüyorsa ona razı olmayı öğrenirler. Büyüdükçe insanlar terbiyelenirler çünkü. Ama çocuklar terbiyesizdirler nede olsa. İhtiyarlarda bu cins çocuk aslına bakılırsa. Ama başka türlü çocuk... Büyükannemle ihtiyar adamcağız çocuklar gibi dalaşırlardı. Biz de katılırdık gülmekten. Ama onlar elma için, top için kavga etmezlerdi elbet, onlar cenneti bölüşemezlerdi aralarında. Şimdi bile gülüyorum aklıma geldikçe... Büyükannem tapulu mülkü sanırdı cenneti. Sokazdı ötekini. Çünkü namaz kılmıyordu ihtiyar. Büyükannem ise tam tersi. Beş vaktin hiçbirini kaçırmazdı. Kınardı ihtiyarı, “Alnı secdeye değmemiştir” derdi. İhtiyar da altta kalmazdı doğrusu. “Dedikoducuların yeri yok cennette. Sen dedikoducu bir kocakarısın” diye suçlardı büyükannemi. Bizim zor tuttuğumuz kahkahalarımız dolduruverirdi odayı. Büyükanneme, “Büyükanne bak ne diyor, ne diyor” derdik onu kışkırtmak için. İhtiyar daha büyükannemin bir şeyler söylemesine fırsat vermeden, “Tabii ya, hanım kızımı çekiştiriyorsun” derdi. “Hanım kızım” dediği yengemdi. Biz yengeme dönerdik hemen, “Yenge” derdik, “bak büyükannem seni çekiştiriyormuş.” Aslında haklıydı ihtiyar. Büyükannem yengemi çekiştirirdi. En çok da yengemi yalancılığıyla suçlar, ona buna söyler dururdu. Gerçekten de yalan söylerdi yengem. Hem de ne olmadık yalanlar.. Kendine en ufak bir yarar sağlamayacak yalanlar. Hiç kimsenin aklına gelmeyecek türden yalanlar. Durup dururken, birinin kızını nişanlar, birinin oğlunu evlendirir, birine piyangodan para çıkartırdı. Neden uydururdu bunları? Belki kendi yaşamında yerine getiremediği değişiklik özlemini, yalan yoluyla başkalarında gerçekleştirmek. Belki de önemli bir haber vermek tutkusu. Herkes sever nedense, önemli bir haber ulaştırmayı. Yengem bunu yalanla yapardı. Biz yavaş yavaş inanmaz olmuştuk yengemin yalanlarına. Büyükannem hiç inanmazdı. Gene de yengemin verdiği ölüm haberlerine –ki, yengem sık sık ihtiyarları öldürürdü- kana kana ağlardı. İhtiyar adam, belki büyükannemin yengemi çekiştirdiğini bilmezdi de, büyükannemi kızdırmak için söylerdi bunları. (…)

 (Bütün Hikâyeleri, 1999)

 

 

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör