Eğitimci, şair (D. 1943, Diyarbakır - Ö. 1976). Hafiz olan
adını, manen bir saygısızlığa meydan vermemek kaygısıyla nüfusta da Abdurrahman
olarak değiştirmiştir. İlahiyatçı Prof. Dr. Abdulbaki Turan'ın kardeşidir.
İlkokulu bitirdikten sonra Diyarbakır İmam Hatip Okulu ve İstanbul Yüksek İslam
Enstitüsünden (1967) mezun oldu. 1968-1969 arası Uşak İmam Hatip Okulunda,
1972-1976 arası Eskişehir Maarif Kolejinde (şimdi Anadolu Lisesi) Din ve Ahlak
Bilgisi öğretmeni olarak görev yaptı. 1976'da Elazığ Et ve Balık Kurumu Müdürü
olarak atandığı yeni görevine başlamak üzere Elazığ'a giderken yolculuk
esnasında maruz kaldığı elim bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti.
Entelektüel kişiliğiyle döneminin kültür
ve sanat hayatında seçkin bir yere sahip olan Abdurrahman Turan, 1974-1975
arası Diyarbakır'da İhsan Işık yönetiminde çıkan Çile adlı aylık kültür-sanat dergisinin yazarları arasındaydı.
Eskişehir'de görev yaparken Atasoy Müftüoğlu, Nabi Avcı ve Ahmet Kot gibi
yazarların da kadrosunda yer aldığı Gelişme
dergisini çıkaranlar arasında yer almıştı. Düşünce ve edebiyat
çalışmalarında Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç'un izini takip eden
Abdurrahman Turan'ın çok sayıda yazı ve şiiri henüz kitaplaşmadı.
KAYNAKÇA: Çile dergisi (Sayı: 3, s.
13, 1974 ve Sayı: 6, s. 12, 1975), Ağabeyi Prof. Dr. Abdulbaki Turan’dan alınan
bilgiler (2014), İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2019).
Kutsal
sorumluluğu yüklenen ilk yaratıktan başlayarak, muştulana muştulana çağdan
çağa, toplumdan topluma ağarak, çağımıza değin gelen ve gelecek çağlara doğru,
tüm yaşam süresince sürüp gidecek Mutlak Öğreti Çağlayanından söz etmek
istiyorum.
Tarih
çizgisi üzerinde seyrederek günümüze gelen inanç, ahlâk ve gönül düzeni,
devletsiz ve başsız ise bu gün, bu bizi yanıltmasın. Zira, insanlığın kadim
tarihi boyunca çok kez bu gibi –birikim anları olarak nitelendirebileceğimiz-
kesintiler, fetret dönemleri olmuş, ama bu olumsuz kesinti sonraları, adeta
Bahar’la birlikte yeşeren yer yüzü gibi, barajda biriken ve birikirken
dinlenen, durulanan su misâli, yeniden ve daha bir güçlü çağlayıp, geleceğe
doğru, son insana dek ulaşacak bir potansiyel taşıdığını ispatlamıştır bu
gerçek kültür ve medeniyet, bilim ve ahlâk inanç ve eylem çağlayanı.
İnsanlığı
bir su çağlayanına dönüştüren Aydınlık Düzeni, Hz. Âdem’in alnında Şeytan’a,
Hz. Nuh’un gemisinde azgın inançsızlığa, Hz. İbrahim’in elinde ateşe, Hz.
Yusuf’un gözlerinde, nefse ve kafese, Hz. Musa’nın gönlünde, tanrılaştırılan
insan kültüne, Hz. İsa’nın soluğunda ölüme, Muştucular Muştucusu’nda ise, Ay’a,
Güneş’e, bulut ve rüzgâra, tabiat, sanat ve edebiyatla birlikte tüm Evren’e
Mutlak’ın izniyle galebe çalarak ilerledi, ilerledi.
Çok
engeller aşan, derin uçurumlardan atlayarak çağımıza kadar gelen bu Kutsal
Çağlayan, çeşitli makyajlarla kabalığına bir incelik kazandırılmak istenen
Materyalist anlayışın hüküm sürdüğü, günümüz olumsuzluğunu da, kış ne kadar
sert ve haşin olursa olsun, baharın müjdecisi olduğu gerçeğinde olduğu gibi,
aşarak gelecek çağlara, son insanın sonuna ve ordan da sonsuzluğa dek sürüp
gidecek. İşte yanılmaz mesaj : “Kuşkusuz Kur-ân’o Biz indirdik ve O’nu
koruyacak ta yine Biz’iz.”
Mutlak
ve yanılmaz Mesaj’a rağmen, kuşku içinde geleceğe bakanlar, umutlarını batı
kirleriyle tanınmaz hale getirenler, diriliş çağlayanına kenardan seyirci
kalabilir. Ama, inanç sitesinin eylemci çocukları, tüm varlıklarıyla ve
varoluşlarının gereği olarak, ölüme karşı ölümsüzlüğü, yalana karşı gerçeği
yeniden diriltme çabalarını sürdürerek, Mutlak kudret sahibi’nin yardımıyla
başarıyla sınavlarını vereceklerdir.
Ortadoğu’nun
yarım en fazla bir asırlık fetret devresinin olumsuz çehresini, çilesini
ruhlarının derinliklerinde duyan, ızdırap ateşi ve umut sularında kirlerini
arıtarak, Kur-ân’a uzanan, Büyük Doğu’ya tâlip Diriliş Nesli, değiştirecek ve
tüm insanlığın yüzünü güldürecek yaratıcının izniyle.
Çağlardan
çağlara sürüpgelen çağlayan, İsrafil’in Sur’una dek sürecek. Zira, Tarih,
Sosyoloji ve bütün bunların üstünde ve ötesinde Mutlak Öğreti, bunun böyle
olacağını kanıtlıyor.
İnsanlık
en bunalımlı çağlarını yaşadıktan hemen sonra, kurtuluş çağlayanına, âhenk
düzenine erişmiştir tarih boyunca. Bütün Peygamberlerin gönderiliş dönemlerinde
ve Peygamberler Peygamberi’nin gönderilişinden sonraki dönemlerde olduğu gibi,
günümüzde de bu böyle olacak.
Bunalımlı
çağımız, Son Mutlak Muştu’nun ölümsüz mesajına kulak vererek, dirilişini
tamamlayan Ortadoğu’nun cefâkâr ve vefâkâr inanç toplumunu gözetliyor. Değilse,
İsrafil’in Sûr’unu...
KAYNAK:
Çile dergisi (sayı: 6, s. 12-13, Nisan
1975).
Yaban eşeklerine karşı şah damarda kan
Tutsaklığa karşı darağacına vurmuş gölge
Yetişir paslı pranganın parya baskısı
Kanlı dramın bu son perdesini de bitirmelisin
Ruhundan bir beste yaparak durmalısın
Tüm kötümserlikleri göğüsleyerek kırmalısın
Ayakların rûy-i zeminde sakince
Yükselmelisin başın içre yüreğin
Son silkinmen olmalı ölü tozlardan
Ölümü öldürünceye dek dayanmalısın
Göğsüne ebedî diri kitaptan diriltici bir soluk
Çekerek çıkmalısın artık cihan mimarlığına
Güneyin
yılanlı akrepli kenti
Doğunun
yakan güneşi kara taşı
Acının
gözbebeğinde açtım gözlerimi
Kulaklarımı
en vahşi çığlıklarla
Kaç
kez vuruldum
Baş
ucumda ağlaşanlar
En
tatlı uykularımda
Ne
acı düşler
Sevinç
yabancı bir sözcük
Ben
üzüntünün kara sevdalısıyım
Tüm
tatlı yaşantılar sizin olsun
Bana
kara günlerimi getirin
Aktan
daha ak olan kara günlerimi
Bir
ok atılır bir adam ölür
Her
ölenle ben ölürüm
Öldüren
kahkahaları istemem
Ben
ölmeden ölmek isterim