Gazeteci
yazar, köşe yazarı, siyasetçi. 1979 Erzurum’da doğdu. Atatürk Üniversitesi
GSF’den mezun oldu. Yerel ve ulusal çeşitli STK’larda görevler üstlendi.
Saadet
Partisi Genel Merkez Gençlik Kollarında Teşkilatlardan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı
ve Saadet Partisi GİK üyeliği yaptı.
Anadolu
Gençlik Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Anadolu Gençlik Dergisi, Genç
İstikbal ve Fikri Mizah dergilerinde yazılar yazdı, yazmaya devam ediyor.
Mehmet
Biten, Milli Gazete’de de haftalık köşe yazılarına devam etmektedir.
KAYNAK:
Hayata Açılan Kapı: Okumak! (gazeteoku.com, 25.02.2018), Mehmet Biten Kimdir?
(gazeteoku.com, 17.04.2023), Mehmet Biten / Yarın ne kadar uzun sürer?
(milligazete.com.tr, 9 Nisan 2023).
HAYATA AÇILAN
KAPI: OKUMAK!
MEHMET BİTEN
Dünyanın
giderek hızlanan değişimi içinde elbette bizlerde başlangıçta ortaya çıkan
kişiliklerimizi bir nebze de olsa korumaya çalışıyoruz. Ancak edindiğimiz dünya
görüşleri ya statikleşerek çürümeye ve yozlaşmaya ya da hızlı bir devinimle
başka bir şeye dönüşmeye başladı. Çoğu kişi için bu durum, her an oluşmakta
olan yeni dinamikler doğrultusunda, dünya görüşünde sürekli değişiklik yapma
ihtiyacı oluşturuyor. Her iki durumda temel bir takım problemlerin neticesi
olarak ortaya çıkıyor ve giderek bir karakter haline geliyor. Bu problemlerin
sayısı ve zorluğu o kadar çok ki, bir insanın el yordamı ile işin içinden
çıkabilmesi oldukça zor görünüyor. Onun için bugün problemlerden çıkışın kapısı
da problemlerin içinde kaybolmanın karmaşası da kitapların yolculuğundan daha
doğru bir ifade ile insanın kitaplara, okumaya yaptığı yolculuktan geçiyor.
Belki
de bu hayat yolculuğunun içinde insanın sahip olduğu en büyük zenginliğin dil
oğlunu düşünüyorum. Onun neticesi olan diğer her şey bizim sınırlarımızı,
çerçevemizi belirliyor. Nihayetinde dil insanların ortak paydası olarak
karşımızda duruyor. Her satır, her paragraf, her sayfa yeni bir keşif imkânı
sağlıyor. Aslında okumak için satırlar içerisinde yola çıkan her insan önce
kendine yaklaşıyor. Kendini anlıyor, fark ediyor. Muhtemelen yazar içinde başka
bir boyuttan kendine doğru bir gidiş, bir keşif olduğunu söyleyebiliriz. Bugün
beş yüzyıl öncesinden bir yazıyı alıp bugüne taşıyoruz. Çoğu zaman bu zaman
yolculuğunda hakikatin bir tane bile çizik almadığını görüyoruz. Ya da zamana
direnen nice problemin esvap değiştirerek kendini yeni olarak takdim etmeleri
oldukça gülünç geliyor. Hikâyeler belleğimiz, kütüphaneler bu belleğin
depolarıdır ve okumak da, onu tekrar kendi deneyimlerimize dönüştürerek ve eski
nesillerin muhafaza etmeye uygun gördükleri hatıraların üzerine inşa etmemizi
sağlayarak bu belleği yeniden oluşturabilmemize olanak veren beceridir. İşte bu
becerinin açığa çıkması gerekiyor. Çünkü bu becerinin açığa çıkması muhatabın
gelişimini, varlığını ve bütün sosyal hayatı etkiler.
Kitaplar
hakkında, okuma hakkında malum olduğu üzere birçok klişe var. Bu klişelere
saplanmadan insanın kendini keşfine çıkmadı bu da büyük bir kazançtır.
İsterseniz hayatınızı bir kontrol edin, belki de sizi hiç yarı yolda bırakmayan
şeyin okuma ile kitap ile kurduğunuz bağ olduğunu göreceksiniz. Düşüncenizi,
fikirlerinizi ve hatta yaşantınızı geliştiren, ileriye götüren en önemli
hasletin bu olduğunu göreceksiniz. Hatta öyle ki kompleksiz, mihnetsiz ve
sadece gayrete ve hayrete itibar eden yani emeğin karşılığını veren bir bağdan
bahsediyorum. Sizinle sadece hayatın bir yönü ile bağ kurmayan ve her yönüne
temas eden bu yoldaşlık, yolun zeminini sağlamlaştırdığı gibi o yolda olana da
mukavemet kazandırıyor.
Dünyanın
hızından, tüketimin, gösterişin pervasızlığından sadece içinde kaybolduğunuz,
gittikçe zenginleştiğiniz metinler sizi çıkartabilir. Bugün yüzyıllar
öncesinden hikmetli bir sözü alıp paylaşabiliriz, aforizma kasabiliriz ancak
bunlar anlık popüler heveslerin tatmininden başka bir şey getirmez. Eğer
hikmetin kendisi yoksa Yunus’un deyişi ile “Bu nice okumaktır.” Okudukça insan
ölümü, hayatı yani dünya ve ahiret dengesini kurdurur. İnsanın yaşadığı hayatı
şiir tadında ince bir sızı gibi yaşamasına vesile olur. Ki ağır yüktür. Bilmek
eylemeyi, eylemek ise güzeli ama çileliyi getirir. Vicdan, akıl ve fikir
terazilerinin kefelerini sağlamlaştırır. Bu da bu hayatta rüzgârın önündeki
yaprak olmayı engeller. Onun için okuma bilmeyen Peygambere ilk emir de
“Oku”dur. Okumak insanın kendine gelmesini sağlar ki, kendini bilen haddini
bilir, Rabbini bilir. Hoşça bakın zatınıza…
TAŞ
GEMİ
“artık
hücuma kalkabilirsin ey rüzgâr/
Çünkü
tarihinin yaprakları arasından sızan kan/
Boyuyor
/ İçimde yuvalanan şiiri / Ve sen nereme baksan/
Oramda
bir kalp çarpıyor.”(Alâeddin Özdenören/Hüzün Uçurumları)
Notlar:
*
Bu hafta Mustafa Yılmaz Ağabeyime, Cem Karaca’dan “O leyli” şarkısını
gönderiyorum. O’nun özelinde bütün dostlara… “Gözün yaşı ile/Yu leyli leyli/
Daim aklımızda hakkın kelamı”
Ayrıca
Kadıköy’ün en güzel adamı Orhan Taşkır, Yıldıray Çınar’dan “Ah neyleyim gönül
senin elinden” türküsünü dinleyelim der. Eski sesler daha mı yanık ne?
Bize
Kadar:
1-
Atâullah İskenderî’nin şu sözünü bir mihenk ölçüsü olarak yanında taşımalı
insan; “Her söz, içinden çıktığı kalbin libasını taşır.” En azından cümlelerin
kisvelerle yol aldığı bu zamanda temel ihtiyaç.
2-
Hasta ziyareti yapmak ne güzel bir kazanç olur. Sağlığın kıymetini bilmek ve
hastaya moral vermek için, manevi kazançlarından bahsetmiyorum bile.
3-
Bir çocuğu sevindir, başını okşa, konuştur ve dinle. Hayatın neye tekabül
ettiğini hatırlamak için.
4-
Bir yaşlıyı ziyaret et, o anlatsın sen dinle. İkram ve hürmet et.
5-
İhmal ettiğin, ertelediğin bir şeyi yap. Zihninde yük taşıma, affet!
DAĞARCIK
“İçimdekileri
nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Bazen öyle geliyor ki, adeta bütün dünya,
bütün yaşam, her şey içime dolmuş, benden konuşmamı istiyor. Nasıl desem; büyük
şeyler hissediyorum ama iş konuşmaya geldiğinde küçük bir çocuk gibi dilim
dolanıyor.” (Jack London’dan tadımlık)
TEKKE
“hür
bir insan hiçbir şeyi ölümden daha az düşünmez ve onun bilgeliği ölüm hakkında
değil, hayat hakkında derin bir düşüncedir.”(Spinoza’dan tadımlık)
Bir
Lahza:
“+dostum,
çok kötü bir şey fark ettim. Bize komünizmle ilgili anlatılan her şey yalanmış.
-Ben
daha kötüsünü fark ettim. Bize kapitalizmle ilgili anlatılan her şey
doğruymuş.” (Güneşli Pazartesiler’den /Los lunes al sol (2002).
KAYNAK:
Hayata
Açılan Kapı: Okumak! (gazeteoku.com, 25.02.2018).
YARIN NE KADAR UZUN
SÜRER?
MEHMET BİTEN
Sonsuzluk
ve Bir Gün’de güzel bir sahne var; bazı zamanlar hep aklıma o gelir ve ben de
öyle sormak isterim. “Ey, Selim! Anlat, anlat bize, bütün bu koca dünyayı anlat
bize.” Galiba dünya bu kadar. Her şeyin birbirine benzediği, bir bakıma her
şeyin aslında kaldığı, aslına döndüğü bir yer. Köpek havlıyor diye kızılmaz,
köpek köpekliğini yapacaktır, bu onun fıtratının gereği, şaşırmaya ne gerek
var. Ama işte insan da fıtratı gereği şaşırıyor. Çünkü zamanın açtığı yara her
geçen zaman derinleşiyor. Bu zamana ait en güzel betimleme şu olabilir:
“köpekleşme temayülleri.” Bu belki ağır bir tabir gibi gelebilir ancak bazı
şeyleri yerli yerine oturtmak için bazen böylesi keskin ifadelere ihtiyaç
olduğu kanaatindeyim. Onun için zaman
içerisinde olayların akışı, söylem ve eylemlerin tutarsızlığı ve kendinden
gayri herkesi ahmak zannetmenin ahmaklığının en güzel böyle ifade edileceğini
düşünüyorum.
Şule
Gürbüz’ün, ‘Kambur’da bir ifadesi var, o da tam bu durumlara uygun bir tespit
gibi. Özellikle duyguları, yaşanmışlıkları incinen insanları teselli edecek
kıvamda bir betimleme; “Hayran olduğum şairler, boş bulunduğum bir an beni
arkadan bıçaklayanlardır.” Bıçak sahipleri ile aynı havayı tutturmuş insanların
hezeyanları da, sessizlikleri de aynı kapının kulpuna asılmış olmaktan
ibarettir. ‘Sadakat’ diye diye, ‘temel esas’ diye diye kendi heveslerini
büyüten ve bu heveslerin altına binlerce körpe dimağı yığıp onlardan
kendilerine ve heveslerine yol yapanların aşındırdığı sadece kendi zihinsel
boşluklarının bir çalkantısıdır. Boş tenekeden de arada melodi üretilebilir ama
asla bir orkestranın parçası olamazlar. Olamadıkları için de tenekeyi ne ile
kaplarsan kapla er ya da geç pas tutar ve teneke, tenekeliğini yapar.
Ömrümüzün
son yirmi yılında kimin elinde bir kılıf görsek ardından minarenin dünden hazır
olduğunu tecrübe etmekle geçirdik. Ne kendisine ne de hiçbir ilkeye bağlı
olmayan bu tiplerin kapladığı boşluğu fark etmekte zorlanmış olmanın elbette
etraftaki gürültünün şiddetinden kaynaklandığını şimdi idrak ediyoruz. Hakikaten
suskunlukları ya da konuşmaları ne değiştirmiş ki, neye merhem olmuş ki aynada
bir dev hayal ediyorlar. Olsa olsa bu sinik tiplerin, küçük hesaplarının
altında ezilmiş kimliksiz bu kimselerin kifayetsiz muhterisliklerinin ortaya
çıktığı son bir sahne olabilir. Elbet samimiyet başka bir mesuliyet getirir
ancak hayatları boyu hiçbir mesuliyetlerine emek etmemiş kimselerin arada kürke
bürünüp, taç giymiş olmaları da talihin bir cilvesi olmalıdır. Yoksa hayatın
bir rengi eksik kalırdı. Belki bizim talihsizliğimiz hep bu rengin fazlaca
etrafa sinmiş bir şekilde olduğunu önemsememiş olmamızdan ileri geliyor.
Çok
şükür biz boyun eğmedik, diz çökmedik bu en çok size dert oldu. Belki çok
hırpalandık, belki çok dayak yedik ama hiçbir zaman vazgeçmedik, bu da bize
nişan oldu. Şimdi yamanmak için beklediğiniz kapılar açıkken aşındırmaya devam
edin sonra gidip kendiniz olan ama kimseyi ulumanıza ortak etmeyin çünkü yine
baharlar gelecek. Hayat normal akışına dönecek. İtin ulumasına, ipsiz sapsızın
söyleyip, yazdıklarına kulak asmadan yola odaklanmak gerekir. Geçen geçmiştir,
söz bitmiştir. Gayret zamanı gelmiştir. Hoşça bakın zatınıza…
KAYNAK:
Mehmet Biten / Yarın ne kadar uzun sürer? (milligazete.com.tr, 9 Nisan 2023).