Şuca Hatun

Hayırsever

Doğum
-

Hayırsever saray kadını (D. 801? - Ö. 861, Bağdat). Hilafet saraylarında bir efsane gibi yaşamış bir Türk anasıdır. el-Mutasım’ın oğlu Ebu el-Fadl Cafer, Halife el-Vasık’ın ölümünden sonra, onun yerine kudretli Türk generali Vasıf et-Türki’nin isteği, öteki Türk askeri erkanının hiç tereddütsüz desteği ile “el-Müvekkil Alellah” lakabıyla halife olmuştu. el-Mütevekkil dönemi (847-861) Türklerin askerî ve yönetsel bakımından hilâfet çevresinde en güçlü, belki de dorukta olduğu önemlerdir. Yine bu dönemde ne ilginçtir ki, hilafet çevresinde üstün mevkilere yükselmiş Türk askerî ve yönetsel kadroların yanı sıra, üstün kişilikleri ile kendisini o çevreye kabul ettirmiş birçok değerli Türk anası da vardı. Bunların başında ise hilafet semalarında yaşamı, kişiliği, seçkin varlığı ile kıyamete kadar bir yüce bayrak gibi dalgalanıp duracak olan Şûca Hatun gelmektedir.  

Şuca Hatun’un; Abbasilerin ilk dönemlerinde yetişmiş Abbasi toplumu ve hilafet saraylarında adı, şanı, farklı yaşayışı, dini hayatı, etkili kişiliği, hilafet çevrelerindeki saygınlığı ile Türk İslâm tarihinde kişilikli bir yeri vardı. Maride Hatun’un oğlu el-Mutasım ile evlenmişti. Mutasım’dan, asıl adı Cafer ile daha sonra el-Mütevekkil Alellah adında, ileride hilafet makamına geçecek olan çocukları doğdu. O dönemde hilafet çevresinde bir kadının ulaşabileceği itibar ve onurun simgesi olan “Seyyide Hanım Sultan” unvanını, Harun Reşit’in eşi olan Seyyide Zübeyde’den sonra alan ilk ve tek kadın olmuştur. Abbasîler döneminde, aristokrat Türk komutan ve devlet adamlarının yanı sıra, dünya ölçeğinde değerli birçok Türk anası çıkmış ve onlar servet ve mal varlıklarını toplumun yararına tümüyle hayır işlerinde kullanmak üzere vakfettiler. Mal varlıklarının bir bölümüyle de büyük hastaneler kurmuşlar ve mallarının büyük bir kısmını bu hastanelerin giderlerini karşılamak üzere vakfetmişlerdir. İşte Abbasîler döneminin bu biçimde örnek olan hizmetleri ile herkesin takdirini kazanmış olan Türk hatunlarının başında el-Mütevekkil’in annesi Şuca Hatun ile el-Muktedir'in annesi Şağab Hatun gelmektedir.

Şuca Hatun, kısmen Harun Reşit, (789-809) kocası el-Mutasım (833-847), kendi öz oğlu el-Mütevekkil’in (847-861) hilafet devirlerini yaşamış, adı hem kendi hem de kendinden sonraki dönemlerde her zaman saygıyla anılmış en değerli, en ulu Türk analarından biridir. Gelmiş geçmiş öteki halife anaları ve Abbasi saraylarının ünlü kadınları -kim olursa olsun- hepsi terazinin bir kefesine, sadece Şuca Hatun ise terazinin öteki kefesine konulsa, hayır ve fazilette Şuca Hatun’un kefesi tümünden çok daha ağır basmış olurdu.

Şuca Hatun, gerçekte Abbasîler döneminde hayır hasenat işlerinde herkese örnek olmuş bir Türk anasıdır. O her ne kadar doğrudan herhangi bir hastane yaptırmamışsa da; onun çok büyük nakit ve mal varlığını tümüyle, hayır amcı ile kurduğu vakfın gelirleri ile Bağdat'taki birçok hastanenin masrafları karşılanmıştır. Böylece bu kuruluşlar insan sağlığına hizmette daha yararlı bir duruma gelmişlerdir. Böylece Şuca Hatun, Bağdat'ta manen bir değil birçok hastaneyi kurmuş ve yaşatmış oluyordu.

Şuca Ana da el-Mutasım ve el-Mütevekkil (847-61) döneminde hilâfet saraylarında boy göstermiş, dinî hayatı ve etkili kişilikleri, ayrıca ibadet ve taate (itaat, ilâhi emirlere uyma) düşkünlüğü ile bir “sahabiye” (Hz. Muhammed’i görmüş, onunla konuşmuş ve ona inanmış Müslümanlar)  gibi yaşamış en ulu Türk analarından birisiydi. Abbasî halifeleri döneminde ömrü boyunca tam bir züht (kendini tam anlamıyla dine verme), ibadet ve takva (günahtan sakınma) içinde yaşamış, Allah yolunda hayırlar işlemiş; Allah ve Resulü, kitap (Kur’an) ve sünnet sevgisi onun hayat yolunu aydınlatan ilâhi bir nur ve ışık olmuştur. O, bütün servet ve zenginliklerini yoksullara, düşkünlere dağıtmak ve ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmak için çırpınıp durmuştur. Cömertlikte, hayır hasenat işleri yapmakta, sadakalar dağıtmakta onunla hiç kimse yarış edemezdi.

Nitekim Şuca Ana, 850 yılında hac ibadeti için yola çıktığında fakir-fukaraya sadaka niyetiyle dağıttığı para ve hediyeleri ancak bir deve kervanı ile taşınıyordu. Kûfe’ye vardığında, Hz. Peygamber, yani Ehl-i Beyt ve Hz. Abbas’ın soyundan gelen ne kadar insan varsa kadın erkek, zengin fakir gözetmeksizin her bir kişiye binlerce dinar, Muhacir’in soyundan gelenlere, Haşimiler’den her bir kimseye azımsanmayacak paralar vermişti. O bu biçimde Mekke ve Medine’de bütün bir hac boyunca avuç avuç para dağıtmış ve sadaka vermişti.

Mekke’de 850’li yılların sonuna doğru büyük bir kuraklık olmuş ve halkın büyük ölçüde içme suyunu sağladığı Maşaş Pınarı kurumuştu. Yalnız insanlar değil, bütün hayvanlar susuzluktan ölümle burun buruna gelmişlerdi. Şuca Hatun bunu duyunca servetinin büyük bir bölümünü bu kente su getirilmesi için göndererek, insanları ve hayvanları mutlak bir ölümden kurtarmıştı. Bunlarla da yetinmemiş, daha sonra uçsuz bucaksız servetini tümüyle hayır işlerinde kullanılmak üzere resmi bir vakıf kurmuş ve bütün mal varlığını bu vakfa devretmiştir. Sonraki yıllarda onun kurduğu bu vakfın gelirleri, yukarıda da belirtildiği gibi, Bağdat’taki bir kısım hastanelerin cari giderleri için kullanılmış, ayrıca hac yolları, kutsal beldeler hacca gelen insanların su ihtiyacını gidermek, Harameyn ehli de dahil, fakir fukaraya yardım etmek için kullanılmıştır.

KAYNAKÇA: Zekeriya Kitapçı / Mukaddes Çevreler ve Eski Hilâfet Ülkelerinde Türk Hatunları (Konya 1996), İhsan Işık / Ünlü Kadınlar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 6, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör