İslam mütefekkiri, Müslüman Kardeşler örgütünün kurucu lideri, yazar, hatip (D. 14 Ekim 1906, Mahmudiye kasabası / Buhayra / Mısır– Ö. 12 Şubat 1949, Kahire / Mısır).Tam adı Hasan Ahmed Abdurrahman Muhammed el-Benna el-Saati olan İhvan kurucusu, 14 Ekim 1906'da Mısır'ın kuzeyindeki Buhayra'ya bağlı Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi.
İhvan'ın
temellerini 1928 yılında daha 22 yaşındayken attı. Eğitimli bir aileden gelen
Benna'nın babası hadis ilmi alimlerindendi. Şazeli tarikatının Hasafiye kolunun
kurucusu Şeyh Abdulvehhab el-Hasafi'den etkilendi.
Fen
Bilimleri Fakültesi'nden mezun olduktan sonra 1927 yılında İsmailiye kentinde
öğretmenliğe başladı. 1941 yılında idari bir kararla Gına kentine tayin edildi,
1946'da öğretmenliği bıraktı.
Benna'nın ve
İhvan'ın hedefi
Hasan
el-Benna'nın "Siyasi İslami Teşkilat" olarak kurduğu İhvan'ın hedefi
günlük hayatta İslam'ın yaşanmasını sağlamak ve İslami yönetimi tekrar hakim
kılmaktı.
İnsanları
İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalinin bulunduğu bir dönemde kendi özlerine
dönmeye ve dinlerine sahip çıkmaya çağıran Benna, İslam dinini, "akide,
ibadet, vatan, vatandaşlık, din, devlet, ruhaniyet, Kur'an ve kılıç"
şeklinde tarif etti.
Yazdığı
ilk makale Fetih dergisinde 1928 yılında yayımlandı. Başlığı "Allah'a
davet" idi. Şehit edilmeden önce yazdığı "Engel ve Sıkıntı
Arasında" başlıklı son makalesi ise İhvan gazetesinde çıktı.
Teşkilatın Mısır
ve dünyadaki durumu
Müslüman
Kardeşler Teşkilatı'nın ileri gelenlerinden Yusuf Neda, 2008 yılında Al Jazeera
kanalında yayınlanan "Bila Hudud" (Sınırsız) programında, teşkilatın
dünya çapındaki üyelerinin sayısının 100 milyona ulaştığını söyledi.
İhvan
Rehberlik Konseyi Başkanı Müsteşarı Abdulhamid el-Gazali ise 29 Ekim 2009'da
Mısır'da yayımlanan Masri el-Yevm gazetesine verdiği demeçte, İhvan'ın Mısır'da
10 milyonu üye, 5 milyonu ise fikri destek veren sempatizanlar olmak üzere 15
milyon mensubu olduğunu kaydetti.
Teşkilatın
kendi kaynakları ve uluslararası kuruluşların raporlarına göre İhvan dünya
çapında 72 ülkede organize oldu.
7 kurşunla şehit
edildi
Benna
ve Müslüman Gençlik Cemiyeti Başkanı Muhammed el-Lisi, 12 Şubat 1949 tarihinde
akşam saat 20 sularında Kraliçe Nazlı Caddesi'ndeki (halen Ramses Caddesi)
cemiyet binasından çıktığı anda suikast planı işlemeye başladı.
Benna
ve Lisi kapının önündeyken cemiyetin telefonu çaldı. Başkan telefona bakmak
için içeri girdiğinde silah sesleri duydu. Hemen dışarı çıkan Lisi, Benna'nın
vurulduğunu gördü.
Benna'ya
ateş eden otomobilin peşinden koşan Lisi, araca yetişemese de plakasını
alabildi. Bedenine 7 kurşun isabet eden Benna kaldırıldığı Kasr el-Ayni
Hastanesi'nde hayata veda etti.
1952
yılında açıklanan başsavcılık raporunda, Benna suikastında kullanılan “9979”
plakalı aracın, İçişleri Bakanlığı Ceza Soruşturmaları Genel Müdürü Amiral
Mahmud Mecid’e ait resmi araç olduğu belirtildi.
Benna'nın
şehit edilmesi teşkilatın büyümesini yavaşlatmadı, tam tersine dünya çapında
hızlı bir şekilde yayılmasının önünü açtı.
KAYNAK:
Hasan el-Benna suikastı ve İhvan'ın yayılışı (aa.com.tr, 15.02.2019), Hasan
el-Benna kitapları (kidega.com, kitapyurdu.com, nadirkitap.com, 15.02.2019), Prof.
Dr. Şemsettin Dursun / Bir davet öncüsü Hasan El Benna (irfandunyamiz.com, 26
Haziran 2021).
Hasan
EL- Benna… Künyesi; Hasan bin Ahmed bin Abdirrahman el-Benna’dır. 1906 yılında
Mısır‘ın Buhayra vilayetine bağlı Mahmudiye kasabasında dünyaya geldi. İlk
eğitimini bir muhaddis olan babasından aldı.
Babası
Ahmet, önemli âlimlerdendi. Aynı zamanda saatçiydi. Hasan El Benna,
Demenhur’daki eğitimine devam ederken bir yandan da babasının yanında hem ilim
öğreniyor hem de saatçilik öğreniyordu. Saat tamiri işinde ustalaşmıştı. Yıllar
sonra genç davetçilere, memurluğun dar bir geçim kapısı olduğunu, bununla
birlikte ikinci bir mesleğin şart olduğunu tavsiye edecekti.
Çok aktifti
Genç
yaşta hafız oldu. Kendisi Hanefi fıkhı üzerine, diğer kardeşleri Maliki,
Hanbeli ve Şafii fıkhı üzerine tedrisat yaptı. Öyle enerji doluydu ki, hem
okul, hem medrese hem de saatçiliği bir arada yürütüyor, bir işten bir işe
geçince dinlendiğini söylüyordu.
Henüz
ilkokul sıralarındayken bile liderlik vasıflarını taşıyor, sorumluluk duygusunu
en ince noktasına varana kadar hissediyordu. Gördüğü yanlışları söylemekten ve
insanları uyarmaktan asla çekinmiyordu.
O
yıllarda bile kurduğu cemiyetler var. Bugün Sivil Toplum Örgütü dediğimiz
oluşumların kendi yaşına uygun olanlarına katılıyor, o günün sosyal dokusuna
göre cemiyetler kuruyor ve toplumsal duyarlılık oluşturmaya gayret ediyordu.
Bu
durumu olumlu karşılayanlar olduğu gibi onu azarlayan, karşı çıkanlar da vardı.
Karşı çıkanların söylediği şey; “Bu iş sana mı kaldı” sözüydü. Bu iş kime
kalmalıydı? Eğer bir toplum esaret altındaysa, kültürel bombardıman altındaysa
ve inanç temelleri yıkılmak isteniyorsa, toplumun ileri gelenleri bu işe dur
demiyorsa, bu işe dur diyen birilerinin de çıkması gerekmez miydi? Şüphesiz bunun
da yaşı yoktu.
1923’te
Kahire’de dini ve toplumsal konularda geleneksel eğitim veren Darü’l Ulum adlı
öğretmen okuluna kayıt yaptırdı. Çok parlak bir öğrencilik dönemi yaşadı..
Çalışkandı, örnek bir insandı. Hocalarına karşı olan saygı ve sevgisi, ahlaklı
bilinçli kişiliği onu kısa sürede tanınır hale getirdi.
Okulu
bitirmeye yakın, hocalarından biri bir gün sınıfa şu soruyu sordu; “Eğitim görmendeki en büyük hedefin nedir ve
bu hedefini gerçekleştirmek için kullanacağın araçlar nelerdir?” Bu bir kompozisyon
sorusuydu. Her öğrencinin farklı bir cevabı oldu. Hasan El Benna’nın da
kendisine yakışır bir cevabı vardı şüphesiz. O bu soruya şöyle cevap verecekti:
İki hedefi vardı
“Eğitimimi tamamladıktan sonra biri özel biri
de genel olmak üzere iki büyük hedefim var. Özel olanı, ailem ile akrabalarımı
mutlu etmek ve elimden geldiği kadarıyla sevdiğim arkadaşlarıma vefa
göstermektir.
Genel
olanı da şudur: Mürşit bir öğretmen olacağım. Gündüzleri çocukları eğitirken
geceleri ise onların babalarına dini hedeflerini, mutluluk ile sevinç
kaynaklarını öğreteceğim. Bunları konuşmalarla, tartışmalarla, teliflerle,
kitaplarla, gezi ve seyahatlerle yapacağım.
İkinci
hedefimi gerçekleştirmek için araçlarım azim ve fedakârlıktır. Bir şeyleri
ıslah etmek isteyen kişi için bu ikisi gölgesi gibi olmalıdır. Başarısının da
sırrı buradadır. Bu iki hasleti taşıyan biri de hiçbir zaman küçük düşecek veya
itibarını zedeleyecek bir duruma düşmez.
Bu
hedefe yönelik ilmi aracım ise şudur: Çok çalışacağım. Resmi evrakların çok
çalıştığımı göstermesini sağlayacağım. Böylesi bir çalışmayı ilke edinmiş
kişilerle ve böylesi kişilere saygı duyanlarla tanışıp beraber olacağım. Bedenim,
kaybettiğimi bulma yolunda zorluklara katlanacak, naifliğine rağmen zahmeti
yoldaş edineceğim. Nefsimi Allah’a sattım. Yüce Allah’ın izni ve iradesiyle bu
pek kârlı bir ticaret olacaktır. Temennimiz Allah’ın bu çabaları bizden kabul
etmesi ve tamamına erdirmesidir.
Kişiye
ancak vicdanının etki edeceği bir yalnızlıkta, sadece Latîf ve Habîr olan
Allah’ın görebileceği gecelerde, bu, Rabbime verdiğim bir sözdür ve bir borç
olarak bunu kayda geçiyorum. Hocalarımı da buna şahit tutuyorum. …Allah’a
verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.”
İdeal sahibiydi
1927
yılında ise Arapça öğretmeni olarak Süveyş Kanalı yakınlarında bulunan
İsmailiye’ de bir ilkokula atandı. Amacı sadece öğretmenlik yapıp maaş almak ve
gününü geçirmek değildi. İdeal sahibiydi.
Doğduğu
günden beri yaşadığı ülke sömürge altındaydı. Kardeşleri, akrabaları,
çevresinde gördüğü herkes, İngiliz esareti altındaydı ve günden güne yozlaşan
bir kültürün can çekişine tanıklık ediyordu. Ülkeyi yönetenlerin ise bu durum
hiç de umurlarında değildi. Ülkenin tüm değerleri çiğnenmiş, ülke kaynakları
sömürülerek kurutulmuş, yöneticiler ise birer kukla olarak makamlarında
kalmalarına müsaade edilmişti.
1928
yılına kadar Hasan El Bennâ’nın eğitim kurumlarından edindiği tecrübe ve
birikim, Mısır toplumunun geçirmekte olduğu fikrî ve manevi buhrana bir reçete
ve ıslah programı olduğunu görmüştü.
Hasan
El Bennâ, Mısır halkının yoksulluk, yoksunluk ve zayıflığının başlıca sebebinin
İslâm’a olan bağlılığın gevşemesi ve Batı hayranlığı ve taklitçiliği olduğunu,
özellikle Mısır yöneticilerinin, aydınlarının ve bürokratlarının aldıkları Batı
eğitiminin sonucunda İslami değerlerden uzaklaştıklarını; İslam’ın hikmet,
irfan, tasavvur, tarih ve medeniyetleri hakkında cahil kalan bu insanların
Mısır toplumunu da İslami kimlikten uzaklaştırarak Batı’nın sosyal ve kültürel
emperyalizminin kucağına atarak, İslam’ın etkinliğinin azaldığını ve ülkenin
yegane kurtuluşunun İslâm’ın temel değerlerine dönmek olduğunu görür.
Bu
düşünceden hareketle, bütün fikrî çalışmalarının ve çabalarının merkezine
İslâmiyet’i alarak, İslam’ın hayatın bütün yönlerini içine alan kapsayıcı bir
dünya görüşü olduğunu vurgulamıştır. Çünkü o da biliyordu ki, bütün insanlığın
kurtuluşu olmayan bir kurtuluş, hiç birimizin kurtuluşu olamaz. Bu kapsayıcı ve
kucaklayıcı yaklaşımla; “İslam kal dini değil, hal dinidir” temel prensibini
esas alarak, söylem ve eylem bütünlüğü çerçevesinde çalışmalarını gece gündüz
demeden sürdürdü.
Ne yapmalı?
Onun
uykularını kaçıran, onu bir arayışa sürükleyen de ülkesine karşı duyduğu bu
sorumluluk bilinciydi. İslam’ın temellerinden sarsılarak oluşturulmak istenen
yeni bir yapı ve bunun karşısında dillerini yutmuş, suskunluğa bürünmüş, işin
sadece lakırdısını yapan bir Müslüman toplum. Bazı tarikatlar ve cemaatlerde
baş gösteren hizipçilik akımı da işin başka bir yönü. Tüm bunlara karşı
alınması gereken tedbirler olmalıydı. Arkadaşlarıyla olan görüşmelerinde
sürekli konuştukları mevzu buydu. Ne yapmalı?
Ümmet bu uçurumdan nasıl kurtarılabilir?
Hasan
El Benna, o günkü durumu şöyle anlatıyordu: “İnsanlarımızın bu tür ağır nefsani
meşgalelerin içinde olmasına, başıboş dolaşmasına, kahvehanelere doluşmasına,
fesadın kaynağı olan, ahlakı bozan salonlara gidip gelmesine şaşırır dururduk. Birini
çevirip de neden böylesi sıkıcı ve boş oturmaların peşinde olduğunu sorsan,
‘Vakit öldürüyorum’ der. Oysa bu zavallı bilmez ki vaktini öldüren kişi aslında
kendini öldürüyordur. İnsanların bu durumuna şaşardık. Oysa çoğu da okumuş
düşünen insanlardı ve böylesi bir ataleti önleme konusunda bizden daha önde
olması gereken kişilerdi. Sonra birbirimize bunun, ümmetin en tehlikeli
hastalıklarından birisi olduğunu, bu hastalığın tedavisi için gerekli
çalışmaların yine aynı ümmetin bireyleri tarafından yapılması gerektiğini
söylerdik.”
Özelde
Mısır ve genelde dünyayı kasıp kavuran kültür emperyalizmi, sömürgecilik akımı
ve kaybolan İslami hassasiyet onun uykularını kaçırıyor, bir şeyler yapmak için
kendini zorluyordu. İlgilendiği arkadaşlarıyla oluşturduğu çevresiyle konuyu
derinlemesine paylaşmanın zamanı gelmişti artık.
Müslüman
Kardeşler
Artık
teşkilatlı çalışmanın ve kendi sistemlerini kurmanın zamanı gelmişti ve bunu
duyurmalıydı. Bir merkezleri ve planlı bir çalışmaları olmalıydı. Ortak hareket
etmeliydiler. Arkadaşlarını evine davet etti ve tüm bu fikirlerini paylaştı.
Arkadaşları onu dikkatle dinledi ve hepsi evet dediler. Beraber yürümeye ve
fikir ve eylem birliği yapmaya karar verdiler o akşam. İşte o akşam, 1928
yılında Müslüman Kardeşler Hareketinin temeli,
bu kentte, Benna’nın mütevazı evinde atıldı.
Müslüman
Kardeşler hareketi, 10 yıl gibi kısa sürede tüm Mısır’daki siyasi atmosferi
etkileyecek bir güce ulaştı. Hem bir davet hareketi ve hem de siyasi bir güç
olarak büyüyor, kitleleri etkilemeye devam ediyordu. Böylelikle sömürge altında
yaşayan Mısır halkının uyanışı da sağlanmış oldu.
Sömürgeci
güçlerle ona destek veren yerli işbirlikçilerin tüm hesaplarını alt üst etmeye
başlamıştı. Çünkü 1940’lara gelindiğinde hareketin Mısır’daki şube sayısı üç
bini bulmuş, bağlılarının sayısı ise yüzbinlere ulaşmıştı. Bu yükseliş mevcut
yönetim ve işbirlikçilerinin korkusunu arttırıyordu. Bir ihtilalden her zaman
için endişe duyuyorlardı. İngilizlerin kurdukları düzen çatırdıyordu. Bir
şeyler yapmaları gerekiyordu.
Ve şehadet
Hasan
El Benna, sürgün edildi. Geniş çaplı
tutuklamalar başladı ve arkadaşları tutuklanarak zindanlara atıldı. Cemaate
bağlı kuruluşların kapılarına kilit vuruldu. Ama hiçbir baskı sonuç vermedi.
Sonunda ancak onun bedenini ortadan kaldırırlarsa hedeflerine
ulaşabileceklerini düşündüler. Şubat 1949 tarihinde büyük aksiyon adamı ve dava
önderi Hasan El Benna’yı şehid ettiler.
Hasan
El Benna’nın bedeni ortadan kaldırılmıştı. Unuttukları bir şey vardı. Bu
hareket, onun varlığıyla sınırlı değildi. Bu ateş onun şehadetiyle daha güçlü
parlamaya başladı ve tüm dünyayı etkisi altına alarak mazlumların kurtuluşu ve
uyanışı için umut olmaya devam etti. Çünkü; “Şehadet bir çağrıydı tüm çağlara
ve insanlara.”
Toprağa
ekilen tohumdu. Her tohum da bir gün mutlaka ağaca dönüşecekti. Ve daha nice
davet öncüsü Hasan El Bennalar yetişecekti.
KAYNAK:
Prof. Dr.
Şemsettin Dursun / Bir davet öncüsü Hasan El Benna (irfandunyamiz.com, 26
Haziran 2021).