Ebülulâ Mardin

Hukukçu, Siyasetçi, Yazar

Ölüm
Eğitim
İstanbul Mekteb-i Hukuku (Hukuk Fakültesi)

Hukukçu, yazar, siyaset adamı (D. 1881, İşkodra / Arnavutluk - Ö. 1957, İstanbul). Özel bir öğrenim gördükten sonra Çarşambalı Ahmed Hamdi Efendi ve Kastamonulu Ebubekir Sıdkı Efendi gibi zamanın büyük hocalarından, seçkin âlim ve fâzıl kişilerinden de ders gördü. İstanbul Mekteb-i Hukuku (Hukuk Fakültesi) birincilikle bitirdi (1903). Öğrencilik yıllarında Yargıtay’da kâtiplik yaptı. Mezun olduktan sonra da İstanbul Bidayet Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri üyeliğinde bulundu. 1910 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl, o zamanlar İstanbul’da olan Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi)’nde de dersler verdi. Fakültenin Ankara’ya taşınmasının ardından bu görevinden ayrıldı. İstanbul Üniversitesi’ndeki görevini ise emekli oluncaya kadar (1951) sürdürdü. Burada profesör (1926) ve ordinaryüs profesör (1933) unvanlarını aldı.

1914–19 yılları arasında Niğde, 1920’de de Mardin milletvekili olarak Osmanlı Mebusan Meclisi’nde bulundu. Meclis’in İngilizler tarafından kapatılması üzerine Şeyhülislâm mektupçuluğu, kadı yetiştirmek üzere açılan Medreset-ül-Kuzât’ta müderrislik, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Mütehassın Müşavirliği ve çeşitli şirketlerde idare meclisi üyeliği yaptı. 1922 yılında Türk ordusunun İstanbul’a girmesi üzerine şehrin yönetimi için kurulan komisyonda çalıştı. İsviçre Medeni Kanunu’nun iktibası için yapılan çalışmalara katıldı.

1908 yılında Eşref Edip’le birlikte haftalık yayımlanan Sırat-ı Müstakim gazetesini çıkardı ve Sırat-ı Müstakim Yayınevini kurdu. 1912 yılında Kelime-i Tayyibe adlı aylık bir İslâmî dergi çıkardı. 1915’te, Adalet Bakanlığı ve milletvekilliği yapmış Necmeddin Molla'nın (Necmeddin Kocataş'ın) kızı sayın Bedriye Hanım’la evlenmiş; bu evlilikten üç çocuğu olmuştur:  Yusuf Mardin (şair, milletvekili), Hatice Utku ve Türkân Mardin. Boğaziçi Üniversitesi Profesörlerinden sosyolog Şerif Mardin de, Ebül'ulâ Mardin'in akrabalarındandır.

Ebulula Mardin, hocalığında gösterdiği nev’i şahsına münhasır, dillerden düşmeyen nüktedan kişiliği ve hazırcevaplığıyla da tanınmış olup, meslekî eserlerinden daha çok Ahmet Cevdet Paşa ile ilgili incelemesi ve ilk cildini kendisinin yayımladığı Huzur Dersleri adlı çalışmasıyla meşhurdur.

Ebulula Mardin’in ders kitapları dışında kalan üç önemli eserinden en önemli olan Huzur Dersleri” nasıl bir esrdir ve önemi hangi özelliklerinden kaynaklanamktdır. Öğrencilerin Profesör İsmet Sungurbey’in konuyla ilgili çalışmalarında verdiği bilgilere göre;

Ebülulâ Mardin, bu önemli çalışmasında  Üçüncü Sultan Mustafa devrinde (h. 1172) Osmanlı Devleti teşkilatına dahil edilerek krumsal kimlik kazandırılan, dönemin ülke yönetiicleri ile ilim ve irfan ehlinin katıldıkları "Huzûr Dersleri" adlı bilim ve düşünce toplantıları hakkında değerli bilgiler vermiştir.

Mardin, hayatının büyük bölmünü, III. Mustafa’dan itibaren Sultan Abdülmecid’e kadar tüm padişahlarının katılımıyla İmparatorluğun en seçkin ilmî şahsiyyetlerinin iştirakiyle yapılan ve iki yüz yıla yakın bir zaman devam etmiş bulunan "Huzur Dersleri" hakkında bilgiler toplamaya ve bunları yazmaya ayırmıştır denilebilir.  Bunun anlamı, bir imparatorluğun iki yüz yıllık kültür birkiminin bir araya toplanması ve bu birikimin yeni kuşaklara aktarılmasının sağlanmasıdır. Eserde bu derslerde okumalarda bulunan ve görüş belirien zatlar hakkında biyografik bilgiler de verilmiş olması, esere ayrı bir zenginlik katmakta, önemini ayrıca arttırmaktadır. Bu derslerin bir bölümünün, ülkenin en üst düzey yöneticilerinin katılımıyla okunan Kur’an tefsiri derslerini içermesi ayrıca dikkat çekicidir. Eserde Huzur Dersleri’ne katılanlar ve okuma yapanlar da aranan şartlar, toplantıda uyulacak kurallar, katılanlara verilen armağan ve cezalar, toplantı mekanları (mesela Sepetçiler Köşkü, Sarık Odası (Revan Kasrı), Sofa, Sofa Köşkü, İncili Köşk, Sünnet Odası, Yalı Kasrı, Topkapı Sarayı, Eski Mabeyn Dairesi, Has Oda, Yeni Köşk) hakkında bilgiler verilmekte; ayrıca “Huzûr Derslerinden Örnekler” verilerek, derslerde konu edinilen olaylar hakkında değerli bilgiler yer almaktdır.

Ebül'ulâ Mardin, ‘Sayın Âlim Ali Himmet Berkî'ye’ ithaf ettiği ‘Huzûr Dersleri’nin 1 inci cildinin önsözünde, bu son büyük eserini niçin yazdığını şöyle belirtmektedir :

"Üçüncü Sultan Mustafa devrine müsadif Hicri 1172 yılında Osmanlı Devleti teşkilâtına idhâl olunan "Huzûr Dersleri" adlı ilmî meclisler hakkındaki malûmatımız, işin azamet ve ehemmiyyetiyle mütenâsip değildir. (...)

İki yüz seneye yakın uzun bir zaman devam eden şu kıymetli müessesenin dikkate değer hiçbir iz bırakmaksızın unutulmaya mahkûm bulunması ve tarihin derinliklerine âdetâ "nakışberâb" gibi süzülüp gitmesi, ilim nâmına doğrusu acı bir mazlıariyyet olduğu kadar, ahlâfın bihakkın tenkidini de müstelzim ve telâfisi mümkün olamıyan bir mahrumiyettir.

Yüksek ve câzip mansıbları kendi ihtiyarlariyle terkederek bütün mevcudiyyetlerini ilme hasreden memleketin binlerce güzide, iedakâr âlimlerinin çalış­ma faaliyetlerine saha olan bu derslerde yorulmak bil­meyen mesaisiyle terneyyüz eden şahsiyyetleri bilme­miz, tanımamız hepimiz için bir kadir bilirlik borcudur.

Hele bu hizmet ve himmet neticesinde maktel-i ekâbir’ olan nisyandan, sayıları binleri aşan feragat sahi­bi büyük âlimleri kurtararak namlarını ve hizmetlerini tahlîd gibi hadîsi şerifte "ihya" diye tavsîf buyrulan mazhariyyete nâil kılmak hakîkaten gıptaya değer bir saadettir.” (İsmet Sungurbey)"

Osmanlıca yazım yanlışlarına örnek olarak "Hasan ile Hüseyin Muaviye'nin üç kızıydı" örneğini verip; öğrencilerine "Bunun ben neresini düzelteyim bu cümlenin!" sözünü sık sık tekrarlamasıyla da meşhurdur.

“... Ebül'ulâ Bey'e çok inanırım. O, hukukî zihniyyet denilen felsefî zihniyyeti hakkıyle, yüksek bir salâhiyyet ve asaletle temsil eden bir zattır. Son derece hasbî bir insandır. Beni bütün idarî hayatımın hukukî cephesinde aydın­latan, durmayıp irşad eden kendisi olmuştu. Mânevi ho­cam, üstâdımdır.” (İsmail Hakkı Baltacığlu)

Ebül'ulâ Mardin, kendisiyle röportaj yapan bir gazetecinin "Ahlâklı insan kime dersiniz?" yolundaki sorusunu "Kur'an'ın anladığı ve anlattığı mânadaki insa­na derim." diye cevaplandırmıştır. Bu cevap, kendi­lerinin ahlâk telâkkisini ve kişiliğini en güzel ve veciz bir tarzda ifade etmektedir.” (İsmet Sungurbey)

Şair ve yazar Prof. Dr. Hüseyin Hatemî’nin, Ebulula Mardin’in vefatına tarih düşürdüğü şiir şöyledir:

 

"Ebül-alâ o üstadı mükerrem

Bu a'lâ kârı başlatmıştı evvel

Yarım kalmıştı le'lîfi ne çâre

Dolup va'de bu dünyâdan çekip el

Fakat Sungurbey'in himmetleriyle

Hitâm buldu şükür gaayet mükemmel

Ve işte Hâtemi târih düşürdü

Huzur Dersi tamâm oldu cânım gel"

(1964)

 

BAŞLICA ESERLERİ:

İlmiyye Salnamesi (İstanbul, H. 1334. Ebül'ulâ Mardin'in Meşîhat-ı İslâmiyye (Şeyhülis­lâmlık) Mektupçusu iken Meşîhati İslâmiyye'nin ilk ve son salnamesi olarak gerçekleştirdiği büyük bir ortak eserdir),  Medeni Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa 1822-1895 (1946, Ahmed Cevdet Paşa'mn ellinci ölüm yıl­dönümü vesilesiyle yazılmıştır), Medeni Hukuk Cephesinden Cevdet Paşa / 1822-1895 (Cevdet Paşa’nın ölümünün 50. yıldönümü dolayısıyla, 1946), Huzur Dersleri (3 cilt, 1. cilt kendisi tar., 1956; bu derslere katılanların biyografilerini veren 2. ve 3. ciltler, ölümünden sonra öğrencisi İsmet Sungurbey tarafından yapılan eklerle yayımlandı, 1966), Colloquial Turkish (Türkçe dil ve gramer ki­tabı, 1961 de Routledge-Kegan Paul yaymevince yayın­landı). Ayrıca, kitap hâlinde yayınlanmamış makale­leri, piyesleri ve tercüme eserleri ile birlikte hukuk alanında ders kitapları vardır.

KAYNAKÇA: Medenî Hukuk Ordinaryüs Profesörü Ebül'ulâ Mardin'e Tedris Hayatının Otuzuncu Yıldönümü Hâtırası Olmak Üzere Anııağan (1943. İ.Ü. Hukuk ve İktisat Fakülteleri öğretim üyeleri tarafından hazırlanan eserde Ebül'ulâ Mar­din'in 1899, 1910 ve 1943 yıllarına ait üç portresi de bulunmaktadır), İbrahim Alaeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946), Mehmet Zeki / Türkiye Teracim-i Ahval Ansiklopedisi (c. II, 1929), Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. II, 1968), Türkiye Ansiklopedisi (c. 3, s.1020, 1974), İsmet Sungurbey / - İsmet Sungurbey / “Sunuş” (Medenî Hukuk Sorunları, 1984) - Ebu’l Ula Mardin (s. 13-84, 1988), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –- Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013). 

EBÜLULA MARDİN İLE RÖPORTAJ

EBÜLULA MARDİN İLE RÖPORTAJ

 

Ord. Prof. Ebül’ula Mardin, “O, Unutulmayacak İdeal Bir İnsandır.” O ideal insan bütün vasıflariyle hürmet ve takdirimizi kazanmış bir ilim adamıydı. Ömrünü verdiği araştırmalarına, ilmine son dakikaya kadar sadık kaldı. Bütün davranışlariyle, yetiştirdiklerine, yetişeceklere örnek olan bir insandı.

Onu asıl sözleriyle fikirleriyle tanıtmak, daha gerçek olacak sanıyorum yakın bir geçmişte kendisini ziyaret etmiştim. Ciltler dolusu kütüphanesinde karşılıklı oturup konuşmuştuk. Kendisine bir kere daha hayran olmamak mümkün değildi.

 

-Zaman zaman demiştim, Fakültede talebelerinizin arasında olmak arzusu duyuyor musunuz?

 

Uzun beyaz sakalını sıvazlamış, gözlerinde hala unutamadığım dost, aydınlık özlem dolu anlamla:

-Kendimi artık ders verecek durumda görmediğim için, böyle bir arzu duymuyorum, diye cevap vermiştir.

Sonra, “Hey gidi günler, hey…” der gibi, şöyle sol elini açıp:

-Eskiden çok erken fakülteye gidip, meraklılarına, sabahleyin 8-9 arası ders yapardım. Şimdi ne yaparsınız, yaş yetmişi çoktan aştı…

 

-Eski talebeleriniz ile yeni talebelerini arasında farklar buldunuz mu?

 

-Hepsini de evladım olduğu için tefrik edemem. Siz de ilerde evlad sahibi olursanız, böyle bir tefrikin yapılamayacağını görürsünüz. Hoca il talebe arasında garip bir bağ oluyor. Sene oluyor kızımla Champs-Elysee’de dolaşıyorduk. Sık sık talebelerime rastlıyor, konuşuyorduk. Kerimem: “Baba, dedi tersim döndü, kendimi Beyoğlu caddelerinde hissettim.” Hocalığımın yegane mükafatı talebelerimin beni sevmesi, hatırlamasıdır. Yoksa, hocalık çekilir şey değildir.

Bir gün gene Floransa’da gezerken, bir de baktım karşıdan birisi bana doğru geliyor. Baktım eski bir talebe, Amerikalılarla vazife dolayısıyla berabermiş. Beni görünce, onları orada bırakıp bana koşmuş. Hatıra gelmedik yerlerde, insan, talebelerine rastlıyor Bu da hocalığın en güzel tarafı.

 

-Hocalığınızın en güzel hatırasını anlatır mısınız?

 

-Beni mahzun veya memnun eden pek çok hadiseler olmuştur. Yalnız bir hadise var ki, beni çok duygulandırmıştı… Fakültede hocalığımın ikinci senesi idi galiba. Kalabalık bir sınıfın imtihanı vardı. Ahmet Mithat Efendi herhangi bir sebep için imithan ettiğim sınıfa girmişti. Vakit ilerliyordu, imtihan bitmiyordu. Ahmed Mithat Efendi bütün dikkati ile talebeleri dinliyordu. Kendisi, Beykoz’da oturuyordu. Nasıl Beykoz’a gidecek, diye düşündüm.  Vakit çok geçti. Neyse imtihan bitti. “Ebül’ula Bey, dedi, size bazı şeyler soracağım. Siz talebeye araziye ait bazı sualler sordunuz. Bazıları doğru, bazıları yanlış cevap verdiler. Müsaade ediniz, not ettiğim bazı cevapsız sualleri size okuyayım, bana lütfen cevap verir misiniz?” Hepsini teker teker izah ettim. 68 yaşında bir kimse ilim ve tetkik maksadiyle ne ince noktalara temas edip neler sormuştu?…

“Nasıl Beykoz’a döneceksiniz?” dedim. ” Bu gece Darüşşafaka’da kalacağım” dedi ve o gece Darüşşafaka’da öldü.

-Kaç yıl hocalık yaptınız?

 

-Fakülte ve diğer müesseseler olmak üzere 50 seneye yakın. Geçenlerde, İngiltere’den bana “Beynelmilel Biyografiler” isimli bir kitap gönderdiler. Orada benim pul ve kitap merakım olduğu yazılı. İsterseniz o kısmı siz de okuyun.

Üç cilt olarak hazırlamakta olduğu “Huzur Dersleri”nin birinci cildi basılabilmişti ve diğer iki cilt üzerine çalışıyordu.

-Huzur Dersleri demişti. Padişahı huzurunda münazaralı tarzda yapılan tefsir derslerini ifade ediyor. Sarayın kendi hocaları, tesir dersleri verirdi. Bu, bizim Fakültelerdeki ders takriri gibiydi. Yalnız, Huzur Dersleri ise münakaşalı olurdu. Sualler sorulur, münakaşalar yapılır netice ilmi bir esasa bağlanırdı. O zaman zabıt katiplerinin içlerinde gayet güzideleri yetişmiş. Bunlara hep Huzur Dersleri’ni inceleyerek varabildim. Sır katipleri, bu tartışmalarda hangi noktalarda ihtilaf çıktığını kaydederdi.

 

-Bu eserinizi hazırlarken döküman bulma bakımından ne gibi güçlüklerle karşılaştınız?

 

-Sultan Üçüncü Mustafa’nun huzurunda bir münakaşa çıkmış. Bu münakaşa yüzünden Tatar Ali Efendi’yi Bozcaada’ya sürmüşler. Müverrih Vasıf, ancak üç satırla bundan bahsediyor. Tatar Ali Efendi kimdir? Niçin Bozcaada’ya sürülmüştür? Aradan 200 sene geçtikten sonra artık Tatar Ali Efendi’yi tanımıyoruz. Arşiv Dairesinde tatar Ali Efendi’yi bulmak için bir sene uğraştık. İsmini bulduk, Ali imiş. Acaba bu ihtilaf neydi? Bunun için de, Hakim’in iki ciltlik eserini bulmak icab etti. Hiçbir yerde bulamıyorduk. Birgün, laf arasında bir ahbaba bundan bahsediyordum. “Aman dedi, Hakim'in bir cildini Revan kasrında gördüm. Fakat birinci cilt bizim aradığımız tarihe varmadan bitiyordu. İkinci cildi de bir başka müzede bulduk. Neyse, bu uzun hikayedir.

 

-En çok neden şikayetçisiniz?

 

-En çok şikayet ettiğim şey, tetkik ve dikkate müstenit olmayan gelişi güzel yazılardır… Yalnız bizde değil, koskoca British Müzesinde bile buna şahit oldum. Üç, dört sene evvel Londra’ya gitmiştim. Oğlum Yusuf Londra’da bulunuyordu. Müzede ilk defa, Sultan Fatih’in bulunduğu kısmı görmeyi tercih ettik. Şarka ait kısımlar gördük. Orada, mihraptan ziyade şömineye benzeyen bir eserin altında “Çinili bir Türk camiinde mihrap” diye yazıyordu. Sonra minyatürler kısmına girdik. Türk minyatürlerini, İran’a atfetmişlerdi. Bir yerde de, güzel cildli Mesnevi: Mevlana Celaleddini Rumi’yi İranlı göstermişler. Bizim Türk halılarını İran halısı diye işaret etmişler.

Oğlum Yusuf’a dedim ki: ” Müze müdürüyle görüşmemiz lazım.” Müdür bir başka binada imiş. Müdür muavinini bulup bunları anlattım. ” Sizin mihrap dediğiniz şey yatak odasındaki ocaktır. Bu minyatürler Türk minyatürleridir keza bu halılar Türk halısıdır. Fakat bunlar neyse, Asıl Mevlana Celaleddin Rumiye İranlı demişsiniz ki, bu çok mühim bir hata.” “Ama dedi, Mesnevi Farisi yazılmıştır.” "Ebussuud Efendi Türk müdür?” dedim. “Evet” dedi. “Ama dedim, en güzel esri Arapça yazılmıştır. Sizin kütüphaneniz zengindir. Orada görürsünüz ki Osmanlı Padişahları Türkçeyi yalnız ültimatom olarak kullanmışlardır. Sultan Fatih’in yalnız Uzun Hasan’a yazdığı mektup Türkçedir.”

Böylece, müdür muavini benim iddialarımın sağlam temellere dayandığını görünce kendi tereddütleri hakkında da bazı şeyler sordu. Elimi sıkarken "Siz veya dostunuz tekrar buraya geldiğinizde bütün bu yanlışların düzeltildiğini göreceksiniz” dedi.

Evvelki sene oğlum Yusuf bana malumat getirdi. Muavin bey kendisine izahat etmiş bütün yanlışlıklar düzeltilmiş. o cami mihrabı dedikleri Keçecizade Fuat Paşa’nın Beyazıt’ta yanan konağının yatak odasının ocağı imiş.

 

-Kaliteli insan yetişmek veya yetiştirmek için siz her şeyden çok neye önem verirsiniz?

 

-Söylemiş bulunuyorum. Dikkat, tetkik, taharri ve ciddiyet.

 

-Ahlaklı insan kime dersiniz?

 

-Kur’an'ın anladığı ve anlattığı manadaki adama derim.

 

-Güzel ve faydalıyı nasıl tarif edersiniz?

 

-Güzel ve faydalı, şahsa göre değişir.

 

KAYNAK: Ebül’ula Mardin İle Röportaj (vefatından kısa bir süre önce yapılmış bir röportaj, http://iuhf.net, erişim 24.06.2017).

 

Yazar: http://iuhf.net, erişim 24.06.2017).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör