Osmanlı Şeyhülislâmı,
din bilgini, siyaset adamı (D. 22 Haziran 1869, Tokat – Ö. 1954, Kahire). Öğrenimine
memleketinde başladı, on yaşında hafızlığı bitirdi; İslâmî bilimlerde konusunda Zûniyezade
Ahmet Efendi’den icazet (diploma, yeterlilik) aldı. Ardından Kayseri’de Divrikli
Mehmet Emin Efendi’nin derslerine devam etti. Bir süre sonra İstanbul’a giderek
Meşihat-ı İslâmiyye’de Gümülcineli Ahmet Asım Efendi ile Mehmet Atıf Efendi’nin
öğrencisi oldu. Ahmet Asım Efendi’nin kızı Ulviye Hanım’la evlenerek İstanbul’a
yerleşti. Genç yaşta Fatih Camisi müderrisliğine (hoca, 1890) atandı. 1896
yılında Beşiktaş Âsâriye Camisi imamlığına getirildi. İki yıl sonra II.
Abdülhamit’in de bulunduğu huzur derslerine katıldı. 1899-1904 yılları arasında
Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nde “Hâfız-ı Kütüb” olarak çalıştı. Bu sırada tefsir
(Kur’an yorumu), hadis (Hz. Peygamber’in sözleri) müderrisliği yaptı ve
Tedkik-i Müellefat-ı Şer’iyye’nin kurucuları arasında yer aldı. Cemiyyet-i
İlmiyye-i İslâmiyye’nin başkanlığına seçildi ve bu cemiyetin çıkardığı “Beyânülhak” adlı dergide başyazar olarak
makaleler yazdı. Bir dönem de Silistre Müftülüğü yaptı. “Peyâm-ı Sabah”, “İkdam”, “Yarın”
ve “Alemdar” gibi yayınlarda yazılar yayımladı.
Mustafa Sabri Efendi, II.
Meşrutiyet (1908)’in ilânının ardından Tokat mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a
girdi. Siyasî hayatının başlangıcında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ilgi
duymakla birlikte kısa bir süre sonra bu harekete karşı mücadeleye girişti.
1910’da Ahali Fırkası’nın, 1919’da Hürriyet
ve İtilâf Fırkası’nın kurucuları arasında yer alarak yöneticilik yaptı.
İttihat ve Terakki Hükümeti’nin kurulmasının ardından Hürriyet ve İtilâf
Fırkası’na bağlı olanlar Babıâli Baskını’nda tutuklanınca Mustafa Sabrı Efendi de
Mısır’a gitti (1913). Oradan Romanya’ya geçti, fakat tutuklanıp İstanbul’a
getirildi ve Bilecik’te oturmaya mecbur edildi: bu kararın kaldırılması
üzerine İstanbul’a döndü. Ocak 1919’da yeniden Tokat mebusu seçildi ve Damat
Ferit Paşa Hükümeti’nde şeyhülislâmlığa getirildi. Aynı yıl hükümetin düşmesi
üzerine padişah tarafından Âyan Meclisi üyeliğine getirildi, Cemiyyet-i
Müderrisin’in başkanlığını yaptı. Dârü’l Hikmeti’l-İslâmiyye’de üye olarak
görev aldı. Yeniden kurulan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nde yeniden şeyhülislâmlığa
getirildi (1920). Sevr Antlaşması’nın koşullarını görüşmek üzere padişah
tarafından toplanan Şura-yı Saltanat’a katıldı ve antlaşmanın imzalanmasını
savunanlar arasında yer aldı. Ayrıca Anadolu’daki Millî Mücadele’ye karşı önlemler
alınmasını önerdi, önerisi kabul edilmeyince görevinden ayrıldı (Eylül 1920).
Cumhuriyet’in
kurulmasından sonra oğlu İbrahim’le birlikte “150’likler” listesine alındı,
tutuklanacağı sırada ailesiyle birlikte İskenderiye’ye kaçtı, oradan Kahire’ye
geçti (1922). 1 Haziran 1924 tarihinde vatandaşlıktan çıkarıldı. Mustafa Kemal
Paşa’ya ve hükümetine muhalefet edip yurdunu terk ettiği için Mısır’da tepkiyle
karşılandı. Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’de beş ay
kaldıktan sonra ailesiyle Mısır’a döndü. Mustafa Kemal Paşa ve Cumhuriyet
hükümeti aleyhinde yazılar yazdığı için Mısır halkı ve aydınlarının tepkisini
çekmeye devam etti. Lübnan’a giderek, Mısırlıların eleştirilerine cevap veren “en-Ne- kîr calâ münkiri’n-mime mine’d-dîn
ve’l-hilâfe ve’l-ümme”
adlı kitabını yayımladı. Ardından Romanya’ya geçti, burada da rahat edemeyince
1927’de kayınpederinin memleketi olan Gümülcine’ye gidip beş yıl orada oturdu.
Bu sırada oğlu İbrahim Sabri ile birlikte çıkardığı “Yarın”
dergisindeki yazılarında İslâm dünyasının yöneldiği Batılılaşma hareketini şiddetle
eleştirdi. Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Ankara’ya gidip hükümetle yaptığı
görüşmelerin ardından dergisinin yayını durduruldu ve Gümülcine’den Batras’a
gönderildi.
Sabri Efendi burada birkaç ay kaldıktan sonra, bir İslâm
ülkesine iltica edebilmek için, şeyhülislâmlık ve mebusluk döneminden tanıdığı
Arap dostlarına mektuplar yazdıysa da olumlu yanıt alamadı. Atina’ya giderek
Mısır Büyükelçi’sinin yardımıyla Kahire’ye geçti (1932), birkaç yıl sonra da ailesiyle
birlikte İskenderiye’ye gitti. Eşi ölünce Kahire’ye döndü ve uzun süre kızıyla
birlikte kaldı. Bu dönemde yazdığı eserler ve ilmî faaliyetleri ona Mısır’da
yeniden itibar sağladı. Mısır Evkaf Vezirliği (Vakılar Bakanlığı)’de kurulan
Lecnetü’n-nühûz üyeliğine seçildi.
“el-Kavlü'1-faşl” adlı eserini
yayımlayınca, Kahire’de yaşadığını öğrenen Mısır veliahdı onu sarayına davet
ederek iltifatta bulundu. Bu
arada gazete ve dergilerde yazılar
yazdı. 2 Mart 1954 tarihinde Kahire’de öldü ve Abbâsiye’de toprağa verildi.
Mustafa
Sabri Efendi, Osmanlı Devleti’nin sona erişini üst düzeyde görevli bir kişi
olarak yaşadı ve Batı uygarlığı karşısında İslâm uygarlığının yıkılışını
engellemek için gayret gösterdi. Hayatı bu düşüncesini gerçekleştirmeye yönelik
düşünsel ve siyasal mücadelelerle geçti. Bu amaç doğrultusunda Müslümanlar
arasında tartışma konusu olan sorunların çözümüne katkı sağlamak için siyasal
çalışmalar yaptı, kitaplar yazdı. İslâm
dünyasında hâkim olan siyasî düzenleri eleştirmiş, Yahudilerle mason
localarının tehlikeli sonuçlar doğuran faaliyetlerine dikkat çekti. Siyasal görüş
ve tavırları itibariyle Millî Mücadele’nin karşısında yer almakla isabetsiz
bir yol izlemiş oldu.
Mustafa
Sabri Efendi, kendi döneminde yaygın olan pozitivist, materyalist ve ateist
akımların etkisiyle daha çok kelâm (İmanî esasların aklî deliller
kullanılarak izahı)
ve usûlü’d-din (hak ve batıl) konuları üzerinde durmuştur. Ona göre, Roma hukukunun başlangıçta İslâm
hukukuna kaynaklık yaptığına ilişkin iddialar gerçeğe aykırıdır ve her iki
hukuk sisteminin farklılıkları bunun açık kanıtıdır. İslâmî açıdan
kadının örtünmesinin gerekmediğini iddia etmek bu konudaki açık emir ve
hükümleri reddetmek demektir. Kasım Emin gibi kimi yazarların ileri sürdüğü görüşlerin
tersine, örtünmenin bilgisizlikle alâkası olmadığı gibi örtünme İslâmî bir
emir olup başka kültürlerden intikal etmiş bir yaşama tarzı değildir.
Mustafa
Sabri Efendi, Batılılaşma hareketine karşı İslâmî inanç ve değerleri savunan
çağdaş İslâm düşünürleri arasında yer alır. Özellikle Emmanuel Kant’ın rasyonel
(akılcı) bilgiyi teolojik (Tanrı’ya ilişkin) alandan dışlamasını eleştirmesi,
evrim teorisinin gözlem ve deneye dayanmadığını vurgulaması ve inanç konularının
bilimsel bilgilerle temellendirilme yönteminin yanlışlığını belirtmesi dikkat
çekicidir. Bununla birlikte olasılıkla çok değişken ve sıkıntılı hayat mücadelesinin
de etkisiyle, kader konusunda yetiştiği kültürün tersine, cebre yaklaşan bir anlayışı
benimsemiş, sert tabiatı ve başlangıçtaki siyasal çalışmalarının heyecanıyla muhaliflerini
eleştirirken, yer yer aşırılığa kaçmış ve kimi zaman haksız suçlamalarda
bulunarak yanlış sonuçlara varmıştır.
ESERLERİ:
Yeni
İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyesi (1335;
Haz: Sibel Dericioğlu, 1998), Dinî Müceddidler yahut Türkiye İçin Necat
ve İ’tilâ Yollarında Bir Rehber (1341,
1994),
en-Nekîr alâ münkiri’nni’me mine’d-dîn ve’l-hilâfe ve’l-ümme (Beyrut 1924), Mes’eletü
terceme ti’l-Kur’ân (Kahire 1932), Mevkıfü’l-beşer tahte sultâni’l-kader
(İnsan ve Kader adıyla, 1989), el-Kavlü’l-fasl beyne’llezîne
yü’minûne bi’l ğayb ve’llezîne lâ yü’minûn (Mevkı- fü’l-akl adlı eserin
özeti, Kahire 1361, 1986), Mevkıfü’l-akl ve’1-Hilm ve’l-âlem (I-IV,
Kahire 1369; Beyrut 1981).
KAYNAKÇA: Ebül'ulâ
Mardin / Huzur Dersleri (Yay.
İsmet Sungurbey, 1966), Abdülkadir Altunsu / Osmanlı Şeyhülislâmları (1972), Sadık Al bayrak / Son Devir Osmanlı Uleması (1981), Ahmet
Akbulut / “Şeyhülislâm Mustafa Sabri ve Görüşleri” (İslâmî Araştırmalar, VI/1, 1992), Ali Sankoyuncu /
“Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Milli Mücadele ve Atatürk İnkılâplarına Karşı
Tutum ve Davranışları” (Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı: 39, 1997), Sina Akşin / İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele
(1998), Yusuf Şevki Yavuz / TDV İslam Ansiklopedisi (c. 31, s. 350-353),
İhsan Işık
/ Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
MUSTAFA SABRİ
EFENDİ ve DEMOKRASİ
Hayrettin
KARAMAN
Osmanlı’nın
son şeyhülislamı M. Sabri Efendi 1869-1954 yılları arasında yaşamış, Sultan
Abdülhamid’den itibaren Osmanlı padişahları ile Cumhuriyet döneminin önemli bir
kısmına şahit olmuş, büyük mevkilere gelmiş, ilim, yayın/gazetecilik ve siyaset
alanlarında isim yapmış ve iz bırakmış bir zattır. “İslâmî Hareket Öncüleri”
isimli kitabımın dördüncü cildinde ona 100 sayfaya yakın yer ayırmış, hayatını
ve görüşlerini yazmıştım. Burada siyasi rejimler hakkındaki görüşünü
özetliyorum:
M.
Sabri’ye göre bolşevizm, masonluk, beşeri demokrasi; “eşitlik, kardeşlik,
hürriyet, adalet” iddialarıyla yola çıkmış, komünizm yoksullara refah ve
eşitlik, masonluk insanlara kardeşlik, demokrasi de hürriyet vadetmiştir. Ancak
bunların hiçbiri vaatlerini gerçekleştirme kabiliyetini haiz değildir. Komünizm
(bolşevizm) ekmek için insanların ellerinden hürriyetlerini almış, ama ekmeği
de, emeğin hakkını da adaletle verememiş, kapitalizme düşman iken dev gibi bir
devlet kapitalizmi oluşturmuş, servet de adaletle paylaşılmamıştır. Masonların
kardeşliği dar bir sınır içinde söz konusudur. Beşeri ulusalcı demokrasinin
hedefi, insanların kendi iradeleriyle elde edemeyecekleri bir etnik bağa, dar
milliyetçilik çerçevesine hapsedilmiştir ve beşer, sırf vicdanı ile
demokrasinin hedeflerini gerçekleştiremeyecektir. İslâm demokrasisine gelince;
bu demokrasi ilâhî talimata, emir ve yasaklara dayanır. Bu emir ve yasaklar,
iman ve vicdan ile birleşince gerçekleşme şansı artar. “Ancak İslâm
demokrasisinin hayat bulmasının şartı da Müslümanların, ilk nesil iman ve
ahlâkına geri dönmeleri ve gerçek manada Müslüman olmalarıdır. Bu takdirde her
iki yönden iyi yetişmiş önderleri halkın önüne düşer, ibadetlerle camileri
şenlendirir, hayırda ve iyiyi teşvik, kötüyü engellemede onlara örnek olurlar.
Böylece önderler ile onları takip eden halk bir bütün olarak “ahlâkî erdemleri
ve insani ilkeleri” ile diğer milletlere örnek olurlar. İslâmî birlikleri
içinde ırka ve kavme ait farklar eridiği gibi zenginleri ile yoksulları
arasındaki mesafe de kısalır” Mevkıfu’l-Akl, C.I, s. 16).
M.
Sabri Efendi konuya şöyle devam ediyor:
“…şunu
ispat ettim: İslâm, kavmiyet ve diğer bağlara mukabil sosyal-siyasi bir
aidiyettir; bunun bütün gereklerini kendinde toplayan, başka hiçbir dinin ona
yakın bir seviyeyi elde edemediği bir aidiyettir. Bu aidiyet sayesinde 300
milyonu bulan nüfusu ile bütün Müslümanlar arasında bir dayanışma ve denge
şirketi kurulmuş olur. Bu topluluğun Arap’ı Arap olmayanından, siyahı
beyazından -dindarlık ve ahlâkî erdem dışında- üstün değildir. Her Müslüman
kendisi için istediğini, kardeşi olan diğer Müslüman için de ister. Bu
dayanışma ve denge topluluğu, eski masonluktan da yeni komünizmden de daha
ilkelerine sadık, daha temiz ve daha yücedir. Çünkü bu ortaklığın ve
dayanışmanın amacı, dünyadan da önce ahireti kazanmaktır, ona her mümin dinî
bir ödev olarak sarılır ve çünkü ondaki demokrasi, slogan, propaganda ve
aldatmalara dayalı demokrasilerden daha sahihtir. Bir Fransız özdeyişinde,
“Herkes kendisi için, Allah ise herkes içindir” dendiği gibi kalbini bütün
beşeriyetin faydasına açan ve insanlardan önce Allah katında sorumluluk şuuruna
sahip olan İslâm demokrasisi, başka ulusların aleyhine olarak kendi ulusu içim
çalışmaz; böyle olunca da siyasilerin ortaya koyduğu diğer demokrasilerden
elbette üstün olacak ve onlardan daha çok insanlığın iyiliğine hizmet
edecektir. Yoksulların ihtiyaçlarını garanti eden gelirler, mallarından
Allah’ın yoksullar ve muhtaçlar için pay ayırdığı zenginlerden gönüllü olarak
onlara doğrudan ulaşacak, servetin çoğu, yoksulları zenginlerin esiri olmaktan
kurtarmak için yola çıkıp da kendilerine esir eden siyaset simsarlarının elinde
kalmayacaktır (Mevkıfu’l-Akl, I, s. 20 vd.).
Mustafa
Sabri Efendi’ye göre insanların çıkarına ve mutluluklarına en uygun siyasi
sistem “hukuk devleti” sistemidir. Demokratik cumhuriyetlerde yöneticiler
kanunu eşitlik esasına göre uygulasalar bile kanunları beşer yaptığı sürece
amaca ulaşılamaz; çünkü meşhur Fransız özdeyişine göre, “Herkes kendisi için,
Allah herkes içindir”. Demokratik yönetimlerde de sağcılar ve solcular vardır,
son söz hâkim olan tarafın olur; onlar da yoksullar hatta orta tabakanın değil,
kendi çıkarlarının tarafında olurlar. Batı’da fıkhı (hukuku) olan bir din
bulunmadığından buradaki demokratik cumhuriyetler beşeri (zalim ve hakkı bilmez
insan elinden çıkmış) kanunları uyguladılar ama Müslümanların elinde ilâhî
naslara dayanan bir hukuk, bir fıkıh vardır ve bunu uygulayarak -gayr-i
Müslimler ve azınlıklar dâhil- herkesin mutlu olacağı bir sonuca ulaşmak mümkün
olacaktır.
KAYNAK:
Hayrettin Karaman / Mustafa Sabri Efendi ve demokrasi (yenisafak.com.tr,
20.05.2018).