Şeyhmus Diken

Yazar

Doğum
Eğitim
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Yazar. 1954, Diyarbakır doğumlu. Diyarbakır’ın en eski mahallelerinden biri Ali Paşa Mahallesinde eski bir Diyarbakır evinde dünyaya geldi. Yine suriçinin Hasırlı Mahallesi'nde yaşadı. Cumhuriyet İlkokulunu bitirdikten sonra Ziya Gökalp Lisesinde başladığı orta öğrenimini Diyarbakır Lisesinde tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset ve İdari Bilimler Bölümü’nü bitirdikten (1978) sonra üç yıllık İdare Amirliği 12 Eylül döneminde sona erince, sivil toplum kuruluşlarında görev aldı. Kendisini Diyarbakır ile Güneydoğu’nun diğer illerinde sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi, yaygınlaşması çabasına verdi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde Başkan Danışmanı olarak görev yaptı. Halen kentinde Diyarbakır'da yaşıyor.

Sivil toplum alanını kendine uğraş alanı seçen ve aktif bir sivil toplumcu olan Şeyhmus Diken çeşitli sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak yönetici, üye ve danışma kurulu üyesi kimlikleriyle çalışmalarını sürdürmektedir. Sivil Toplum alanının dışında "Kent Kültürü", "Kent Kimliği" ile "Yerel ve Sözlü Tarih" ilgi alanıdır. Evli, Dara ve Dengin isimlerinde iki oğul babasıdır.

Şeyhmus Diken'in ekonomi ve kent üzerine araştırma yazıları ve denemeleri 1990’lardan itibaren Radikal, Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Agos, Birgün gazeteleri ile bölgede yayımlanan Güneydoğu Ekspres gibi çeşitli yayın organları ve Bianet’te yayımlandı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği kültür ve sanat etkinliklerine öncülük ederek bölgedeki kültür ve sanat hayatının canlanmasına katkılarda bulundu.

Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) ile Kürt Yazarlar Derneği üyesi ve Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü Türkiye Merkezi’nin Diyarbakır Temsilcisi’dir. 2004 yılından itibaren ile Bir Gün gazetesindeki “Günün Doğusu” köşesinde haftalık, www.bianet.org sitesinde sürekli yazılar yayımladı.

Şiirsel metinlerinden oluşan Taşlar Şahit kitabından 13 şiiri ABD'nin Los Angeles şehrinde yaşayan Diyarbekirli Ud sanatçısı Yervant Bostancı tarafından bestelenip aynı adla müzik cd’si yapıldı.

Diyarbekir Hikâyeleri adlı oyunu İmgesel Düşler Tiyatro Topluluğu tarafından 2004 yılında Ağrı’dan Kızıltepe’ye kadar 12 yerleşim yerinde 16 kez sahnelendi. Diyarbekir Hikâyeleri, aynı yıl Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun Orhan Asena Tiyatro Festivali ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin Kültür ve Sanat Festivalinde de sergilendi.

Çok sayıda ortak kitapta öyküleri, denemeleri, araştırma-inceleme metinleri yayınlandı.

Kitapları Fransızca, İngilizce, Almanca, Bulgarca ile Kürtçenin Kurmancî ve Sorani lehçelerine çevrilip basıldı.

Eserlerinden; Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: Diyarbakır,  Kürtçenin Kurmancî lehçesine (2006); İsyan Sürgünleri, Kürtçenin Soranî lehçesine (2007); Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Fransızca’ya (2010, Paris), Gittiler İşte, Bulgarcaya (2012, Sofya) çevrilerek yayımlandı.

 

Şeyhmus Diken İçin Ne Dediler?

 

Şeyhmus Diken, Diyarbakır’ın sesidir. Yumuşakça, dostça akan bir ses. Anlamlı, ferahlatıcı bir ses. Ona geçit veren nehriyle, dağıyla, surlarıyla, yitik mahalleleriyle, göçmüş hemşerileriyle, sinemalarıyla... Âdetleriyle, aşklarıyla, yârenlik kültürüyle... Ve onca yoksunluğa, zorluğa, zora rağmen bir neşe bulabilmesinde büyük katkısı olan, kendine özgü nüktedanlığıyla... Diyarbakır’ı bir stratejik yer, bir simge, soyut bir kimlik mekânı olarak değil bir şehir olarak, bir hayat olarak anlatıyor Şeyhmus Diken. O nüktedanlıkla... ve yumuşakça, dostça akan, ferahlatıcı bir sesle...” (Mehmed Uzun)

 

ESERLERİ:

 

Gümrük Birliği Sürecinde Türkiye ve Güneydoğu’nun Sorunları (1995),

Kürdili Hicazkâr Metinler (1997),

Güneydoğu’da Sivil Hayat (2001),

Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: Diyarbakır (2002),

Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım (2003),

Tango ve Diyarbakır (2004),

İsyan Sürgünleri (söyleşiler, 2005),

Türkiye'de Sivil Hayat ve Demokrasi (2006),

Amidalılar, Sürgündeki Diyarbekirliler (2007),

Taşlar Şahit (2008),

Zevalsiz Ömrün Sürgünü Mehmed Uzun (2009),

Diyarbekir El Sallıyor (Türkçe-Kürtçe-İngilizce 2011),

Bir Kürdün AKP Okumaları (2009),

Gittiler İşte (2011),

"Ula Fılle” Hoş Geldin (2012),

Bir İnsan Hakları Delisi: Rıdvan Kızgın (2012),

ŞehrAmed (2014),

Amida Ana (çocuk öyküsü, 2014).

Kürdistan’da Sivil Toplum (Nurcan Baysal ile birlikte, 2015),

Ahım Var Diyarbakır (2017),

Ahmed Arif,Abisi Olmak Halkının. (2018),

Coğrafya Kederdir (2020),

Kendime Yazdım (2022).

 

KAYNAKÇA: Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c. 3, 1997), Mıgırdiç Margosyan (Agos, 1.5.1998), Şeyhmus Diken / Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: Diyarbakır (Cumhuriyet Kitap, 28.3.2002), Rıfat N. Bali / “Unutkanlıklar” ile Dolu Bir Kitap (Virgül, sayı: 51, Mayıs 2002), Şiirsel Hayatların Kitabı (Diyarbakır Gün gazetesi, 24.12.2003), Şeyhmus Diken / İsyan Sürgünleri (2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014), Bilgi Teyidi (17.09.2022).

 

ESKİ DÎYARBEKİR'DE “ŞEVBİHÊRK” KÜLTÜRÜ

Kuzey Mezopotamya'nın üç önemli şehri özellikle musiki kültüründe birbirleriyle komşudur. Hem komşu olmaktan öte tatlı bir yarış türü, kıskançlık da vardır aralarında. Orta yerde kadim Diyarbekîr durur. Güney batısında Urfa, kuzeydoğusunda Elazığ vardır.

Diyarbekir'de Celal Güzelses; sesi, meşk kültürü ve musikisi ile ekol olmuştur. Öldüğünde Kentin dünyaca ünlü şairi Ahmed Arif "Diyarbekir, abisini kaybetti." demiştir. Elazığ'da Enver Demirbağ, Urfa'da Mukim Tahir, kılıç artığı Kazancı Bedih ve diğer musikişinaslar vardır.

İşte bu denli musiki kültürünün gelişkin olduğu bölge coğrafyasında genellikle erkeklerin belli aralıklarla bir araya geldikleri geceler yapılır(dı). Urfalılar bu türden gecelerin adına "sıra geceleri" derken, Elazığlılar "kürsü başı" yakıştırmasını uygun bulmuşlardı. Dîyarbekir ise tarih boyunca üç başlık altında bu geceleri dizayn etmiş bir şehir.

Yaz aylarında kentin bazalt taştan şehir evlerinde "aywan" diye tabir edilen, avludan bir kaç basamak merdivenle çıkılan me(c)lis odalarının giriş holü olan genişçe sahanlığındaki üç cephesi kapalı yüzü büyükçe avluya dönük bölümünde yapılırdı "geceler". Kış aylarında ise işte o aywanlardan girilen evin en geniş başodasında Herfene (Harifane) geceleri düzenlenirdi.

Ve tabii ki Diyarbekir'de muhabbet kültürü aslında çok boyutluydu. Mesela evin yaşlı nineleri çocuklara ve kadınlara hitaben uzun kış gecelerinde "masal anlatıcı" rolüne bürünürler, adına “Şevbihêrk dedikleri geceler yaparlardı.

Odun sobasının közleşmiş ateşi gecenin ilerleyen deminde kürekle mangala çekilir. Sonra o mangal odanın orta yerine yerleştirilir. Üzerine daha yüksekçe kürsü benzeri ve dört yanı açık bir kerevet yerleştirilir. Onun üstüne de büyükçe ve genişçe bir palas, yorgan ya da örtü örtülür. Sonrasında masalın asli öğeleri, çocuklar, kadınlar bağdaş kurup yarı bedenlerine kadar örtünün altına girerler. Yaşlı ninenin başköşede oturmuş vaziyette anlatmaya başladığı hikâyelerini dinlemeye koyulurlardı. O hikâye dinleme gecelerinin illa ki olmazsa olmazları, kış kuru tatlıları olurdu. Ceviz, pestil, tatlı sucuk, kesme, badem, incir, kuru üzüm gibi.

Erkekler ise, eski suriçinde çokça olan, ama en namlıları Ulucami ve Mardinkapı civarındaki kahvelerde bu hikâye gecelerini yaparlardı.  Debbaxhane (tabakane) kahvesi, Axê Rutan'ın kahvesi, Çınar'lı Mehme Elîyê Kejê’nin kahvesi, Çarşîya Şewitî'deki Liceli Mehemed'in kahvesi, Salos camisinin karşısındaki Abbas'ın Parkı-kahvesi ve daha niceleri; yatsı namazından sonra kesif tütün dumanı ve demli çaylar eşliğinde namı Kürdistan coğrafyasında kaftan kafa yayılmış dengbêjlerin ve destancıların Mem u Zîn'den tutun, cenk hikâyelerine varıncaya kadar anlatılarını, can kulağıyla bazen de müzikal bir sunumla dinlerlerdi.

Lice'nin Helhel, Mardin'in Xurs beldesinin ya da Muş'un kehribar rengi tel tel kız saçı görünümündeki tütünleri tepsi içinde orta yerde elle zar gibi pelür sigara kâğıtlarına sarılır, dumanı öldüresiye ciğerlere çekilirdi. Bir köşede kahvehanenin ocakçısı çuvalla taşınmış şekilsiz ve koca sert çay şekerlerini küçük kerpetenle kı(r)tlama çay içilirken, dille damak arasında şeker eriyebilsin diye seri hareketlerle kırardı.

O kahramanlık, eşkıyalık hikâyelerini, tarihten gelen tragedyaları anlatan dengbêjler, masal anlatıcıları bazen anlatı uzayınca sonraki gecelere de anlatılarını bırakırlardı. Tabi ataerkil ve erkeğin egemen olduğu eski şehir kültüründe kentin büyük kahvehanelerindeki anlatı geceleri topluluğa açık ve sıkça olmadığından erkekleri kesmezdi.

Bu sebeple birbirleriyle iyi anlaşan ve ortak paydaları olan arkadaş grupları en fazla 15-20 kişilik gruplarla haftada veya iki haftada bir buluşurlar. Aynı esnaf kültüründen gelen şahsiyetlerin genellikle ortak paydada buluşmaları vesilesiyle “Harif”, yani “esnaf” eksenli bir buluşma olan Harfene, ya da Dîyarbekir tabiriyle Herefene-Herfene gecelerinde buluşurlardı. Her defasında katılımcılardan biri kendi evinde olmak üzere ev sahipliği yapardı. Ev sahibi konuklara hizmetle yükümlüydü ve genellikle yemek yapmaz çorba, salata ve çay servisi gibi hazırlıklarla yetinirdi.

Katılımcı konuklar ise bir kaç gün önceden hangi yemeği, yiyeceği yapacağını ev sahibine bildirirlerdi ki, bir başka konukla aynı yemek çakışmasın. Adına “Welîme” ya da “Welme geceleri” denilen düğün ve ziyafet amaçlı geceler de dâhil olmak üzere; “Herfene” ve “Eywan geceleri” musikili, meşkli alkollü olabileceği gibi, tasavvufi, arbane tefli ve dini, ilmi sohbetlerin yapıldığı geceler de olabilirdi.

Zaman zaman gecelerin daimi katılımcıları, ev sahibinin onayını da alarak salt o geceye ait bir iki konuk da beraberlerinde getirebilirlerdi. Tarih, edebiyat, kültür, şehre ait el sanatları, kahramanlık hikâyeleri, güvercin kültürü, bostan, bahçe, hülle yaşamı, kavun karpuz yetiştiriciliği kültürü ve daha başka çok çeşitli konular konuşulur, yenilir, içilir ve gece sonraki güne devrilirdi.

Evin gençleri elbette haddini bilir,  kapıya yakın bölümde oturur. O gecenin nasıl yapıldığını, neler konuşulduğunu hafızalarına iyice nakşederdi ki, daha sonra kendi gecelerinde acemilik yaşamasınlar diye.

İşte eski Dîyarbekir'de sadece erkeklere has gece muhabbetleri kültürünün tarihe karışması çok olmadı. Denilebilir ki, televizyonun ve yenidünya düzeninin yüz yüze muhabbetleri bitiren teknolojilerinin hayatımıza girmesiyle yaşıt. Yani şöyle bir elli yıl öncesi kadar. Bir gün geldi ve sinema, televizyon, sanal dünya hızla hayatımıza girdi. Uçsuz bucaksız hayalleri, o hülyalı gecelerin dem u devranını bir vuruşta yok etti. Anılar silikleşti, unutuluşa aday yaşanmışlıklar olarak tarihe yazıldı…

DİYARBAKIRLI BİR ERMENİ UDİ YERVANT BOSTANCI: BURALARDA BİRİLERİ VARDI…

Şu an biri bana dese ki; “Yervo gel sana sur içinde eski mahallende bir ev alalım, borçla harçla da olur. Bu evde yaşa!” Senin de bir şiirinde dediğin gibi; o evde turşu da kurarız, şarap da yaparız, kozadan ipek çekip puşi de dokuruz. Emin ol bir dakika durmam...

Anlayacağın daha çok işimiz var bu şehirde Şeyhmus Abê…

 

Yervant Bostancı, ama onu herkes Udi Yervant olarak biliyor. Diyarbakır Xançepekte, Gâvur Mahallesinde doğmuş. Puşici Kekê Yakonun oğlu, yanık sesli Xaçadur Temo’nun torunu. İlk ve ortaokulu Diyarbakır’da okumuş. İlk müzik öğrenimine babası, Kekê Yakonun içli hüzünlü sesini dinleyerek dört yaşında Diyarbakır’da düğünlerde darbuka çalarak başlamış. 70'li yılların başında hocası Âşık Zülfi'den bağlama dersleri almış. İlk cümbüş derslerini hocası Bedros Başak ve dökümcü Siraç Ustadan almış. İlk nota derslerini Celal Güzelses’in başkemancısı Üstat Hüsnü İpekçi’den, nazariyat ve nota derslerini ise hocası Zaven Özatmaciyan'dan almış…

1976'nın Aralığının 3'ünde İstanbul’a ağlayarak göç ettiklerinde babası Kekê Yako’nun ayağında şalvarı, belinde kuşağı ve yıllar yılı Diyarbekir'linin başını süsleyen puşisini geride bırakarak. İstanbul’a varır varmaz, 1976'da Üsküdar Musiki Cemiyetine korist olarak girmiş. Üç yıl üniversite korosunda ud çalmış. 1976'dan, 1992'ye kadar, girdiği Üsküdar Musiki Cemiyetinde 1982'den itibaren ud ile meşklere iştirak etmiş ve hâlâ Üsküdar Musiki Cemiyeti için “benim ikinci yuvam” diyor.
1992 Mayısının 15'inde, “beynimin her hücresi Diyarbekirle dolu olarak” ver elini Amerika demiş. Şimdilerde; “Diyarbakır’da yediğim meftunenin tadını, Diyarbakırlının mertliğini, Babam Kekê Yakonun, Cemil Paşa Konağında dokuduğu puşinin özelliklerini, müziğimle anlatmaya çalışıyorum." diyor.

- Sevgili Yervant, şehir-kimlik ve sanat kavramları bir sanatçı için bir araya geldiğinde çok anlamlı olmalı! Senin musikinde de kimliğinin ve içinden çıktığın şehrinin önemi çok büyük. Ermeni kimliğin ve Diyarbakır’ın öneminin sanatından süzülmüş hali sana göre ne anlam ifade ediyor?
Sanırım soru’nun nirengi noktası ‘süzmek’ kavramında odaklaşıyor. Hem toprağın musikisini, sedasını iyi bilmek gerekiyor. Hem de kimlik ve aidiyet meselesinde duyarlı olmak gerekiyor. Sanatı da öyle sıradan değil; atadan, dededen süzerek işlemek gerek. Musiki de zaten usta-çırak ilişkisi değil mi? Benim en büyük ustam babam Puşici Kekê Yako idi. Tabii ki bir Zavên Axparik (Şimdilerde New Jersey’de yaşayan Diyarbekirli cümbüş üstadı Zavên Özatmacıyan), dökümcü Sıraç, Hüsnü İpekçi gibi üstatları saygıyla ve minnetle anmak gerekiyor. Bir de dedem Temo Xaçadur’un Qefle’den sonraki yanık sesiyle ve babamın bir Kürt dengbêji gibi paylaştığı musiki bilgisini paylaşmalıyım. İşte adı Diyarbakır ya da Dikranagerd veya Amed olan bu kadim toprakları zaten delicesine sevdiğimi herkes biliyor, sürpriz değil. Bütün bunlar harmanlanınca gerisi zaten ‘süzme bal’ oluyor…

- ABD’de udunla sanat icra ediyorsun. Seni bir yerlere sanatını icra etmek üzere davet ederlerken davet edenlerin algısı neye tekabül ediyor?
İtiraf etmeliyim ki; memleketimden uzak düştüğüm 28 yıl süresince Diyarbakır, ruhumdan ve düşlerimden çıkmamıştı. Sonuç da geride bıraktıklarım benim Ermeni atalarımın, dedelerimin mirası, sevinçleri ve acılarıydı. Geride beni şekillendiren bir ruh hali vardı. Ama şehrimden kopmuştum ve bir daha da ne zaman hangi kimlikle ve ne şekilde dönebileceğimi bilmiyordum. Yani bir ‘küslük’ hali diyelim buna istersen. Ama 2004 ve sonrasında işte sen de o günlerin tanığısın Diyarbakır’a dönmek ve belediyenin festivaline konuk olmak benim için çok önemli.

Diyarbekir’e gelip sizlerle buluşunca şehrimle yeniden yüzleşince adeta dünyam değişti.

‘Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, Diyarbakır’ kitabında benden söz etmen ve Ermeni Knar Grubunun Lir isimli albümünden çok etkilendiğimi belirtmeliyim. 28 sene sonra şehrime davet edildiğimde Amerika’da yaptığım gibi işimi yapmak üzere “bir tavernacı” gibi mesleğimi icra edecek ve dönecektim. Ama şehre gelip seninle, şehirle ve dostlarla yüzleşince ‘kendime geldim’. Biliyorsun işte beni sen dolaştırdın eski sokaklarda. Mahalleme gittik, eski komşularımızla görüştük. Yıkık evimizin önünde bir uzun hava okudum. Sonra mahallemde kurulan sahnede şarkılar söyledim. Büyükşehir Belediye Başkanı, aydınlar, mahalle halkı birlikte halaya durduk. Bambaşkaydı o sahne. İşte o sahnede sanki Udi Yervant uzun sürmüş bir uyku halinden uyandı ve farklı bir kişiliğe büründü. Halkımla şehrimin sakinleriyle yüzleştim.

Ben yıllarca İstanbul’daki Üsküdar Musiki Cemiyetinde ‘Klasik Türk Müziği’ eğitimi almıştım. İcra topluluğunda artık bir saz sanatçısıydım.  Ama düşündüm ve dedim ki; o eğitimlerden önce ben Diyarbekirli Ermeni Kekê Yako’nun oğluydum. ‘Ağlama yar ağlama’ ile ‘Arpa orağa geldi’ türküleri ile büyümüştüm. Neden ben kendi asil geçmişimi sırtlamayaydım ki! Zaten o geçmişimden gelen musiki kültürünü de daha yürekten okuyordum. Açıkça söyleyeyim ki, şimdi artık nereye gidersem gideyim işe o ‘Diyarbekirli Ermeni Udi Yervant’ kimliğim artık bedenime, ruhuma yerleşti.

-  2001’de Knar grubunun Lir albümünün alt yapısında emeğin vardı. 28 yıl süresince nedenini bilmediğim bir sebeple şehrinden uzak düşüşün sende bir özlem de yaratmış olmalı. Önce Lir albümünde bir parçayla Diyarbekir’e şöyle bir uğrayıp gidiyor, ağızlara bir parmak bal çalıyorsun. Sonra da seni bir daha kopmamak üzere Diyarbakır’a taşıyor…
Lir CD’sinde ‘Eski şêr hampartsume’ parçasını okudum ve Diyarbakır Halayını çaldım. Aslında o cd için bir de Kürtçe parça okumuştum. ‘Min te dî bu nav gelek a / Keçê meke wan henek a’ parçası onu nedendir bilmem kullanmadılar. Ben sonra o parçayı ‘Tango ve Diyarbakır’ albümümde kullandım. Knar grubundaki arkadaşlarla yıllarca çalıştık. Onlardan yaşça büyüğüm ağabeyleri sayılırım, musiki geçmişim açısından da onlardan hayli eskiyim. Arkadaşların çoğu bilir, İstanbul’daki Bezciyan Derneği’ne Anadolu Ermeni Halk Müziğini taşıyan benim. 1982’de ‘Sireli Udus’, Sevgili Udum ismiyle bir kaset yaptım. Çok ilgi gördü. Ermenice bir kasetti ve amatörce yapmıştım. İşte o kaset için udu elime aldım ve bir bendirci kardeşimle, Koltuk Davulunda Tanyel Haçikoğlu, Piyanist Narbey Xaçyeresyan ve Akordiyoncu Ara Hamparyanla birlikte o kaseti yaptık.
60’lı yıllarda Axparik Aram Dikranyan’ın sesinden Erivan radyosunun o cızırtılı yayınlarından dinlemiştim ‘Aydıl’ parçasını. Bilmem bilir misin ağabey dünyada bu parçanın Kürtçesi Ermenicesinden daha ünlüdür. Yeri gelmişken ukalalık olmasın ama kimileri bana diyor ki; “Aram vefat etti. Aram’ın yerini dolduracak bir yeni Aram’a ihtiyaç var.” İşte ne bileyim ruhu Diyarbakırlı olacak, Kürtçe ve Ermeniceyi aynı ustalıkla kullanabilecek. Tabi Türkçe de bilecek, tıpkı Aram gibi.
İşte o ‘Aydıl’ parçasının Ermenicesini 82’de ‘Kişerin Antvaz’ ismiyle Sireli Udus’a koydum. Agos’ta Aris Nalcı’ya da bir röportajımda söylemiştim. İstanbul Ermenileri Aram ê Dîkran’ın kim olduğunu bilmezdi. Kürtler Aram’a sahip çıktı ve Aram’ı hak ettiği yere getirdi.

- Özellikle ABD’de Ermeni diasporasının dili diğer bütün diasporadakilerde olduğu gibi amiyane tabiriyle bir miktar ‘sivri’dir. Çoğu kez uzlaşmaya kapalı gibi bir algısı vardır bu dilin. Sen Kaliforniya’da bu işin tam da göbeği olan diasporada yaşamana rağmen müziğinle barışa malzeme olacak naif bir dil yaratmaya çalışıyorsun. Bunu bir miktar nüktedanlık ve dil zenginliğin bir de tabii ki udunla yapıyorsun. Yani diaspora seni nasıl karşılıyor?
Bu mevzu tıpkı senin yazarlık serüvenin gibi! Hani yazmaya ilk başladığında, metinlerine imzanı koymaya ‘korktuğunu’ söylemiştin ya! Bende başlarda öyleydim. Mesela Kürtçe parçalar okurdum ve bana “Sen Diyarbakırlı bir Ermeni’sin neden Kürtçe okuyorsun?” diyorlardı. Ama bana bunu diyenler İngilizce ve İspanyolca konuşuyorlardı. İngilizce ve İspanyolca bana ne kadar yakın? Tabii ki Ermeni’yim, ama Kürtçenin içinde büyüdüm ben. Ermeniceyi elbette çok seviyorum. Ama Kürtçe bana yabancı dil değil ki! Evimizde anam, babam, nenem ve dedemle Kürtçe ağlardık başımıza gelen felaketlerde. Bize bu kadar yakın ve içten bir dili neden kullanmayayım ki! Bazı kişiler tarafından horlandık. Ama 2004’ten bu yana bendeki değişimle birlikte beni horlayanlar da yola geldi.

Sana yeri gelmişken bir örnek olay anlatayım. Mesela ‘Aşxarum Sîrelem Kez’ Kürtçesi ‘Agir ketîye dile min’ parçası orijinal bir Ermeni eseridir. Şimdi İsveç’te sürgün hayatı yaşayan Diyarbakırlı Kürt sanatçı Beytocan bu parçaya Kürtçe söz yazdı. Parça Kürtçe olarak tanındı ve çok da popüler oldu. Oysa ben uzun yıllar evvel yine Diyarbakır Ermenilerinden Onnik Dinkçiyan’ın sesinden ve bir taş plaktan bu parçayı Aşxarum Sirelem Kerz ismiyle yani ‘Siro Yerk’ Sevgi Şarkısı olarak dinlemiştim. İşte ben bu parçayı üç dilde okudum bilir misin? Elbette Kürtçe de o ezgilere çok yakıştı. Azeriler bu parçanın Türkçesini de okuyorlar. Ben bu parçayı cd’me okuyunca Ermeni toplumu da mevzuyu anladı.

- Musiki geçmişini biliyorum. Senin bir de çocukluğun var. Dört yaşında darbuka çalarak ritimle işe başladığını fısıldamıştın bana. Xançepek’te, Gâvur Mahallesinde, mahalle düğünlerinde çocuk ellerinle ritim tuttuğun günleri de paylaşır mısın?
Çocukluktan beri ritmi severim. Üsküdar Musiki Cemiyetindeki hocamız Emin Ongan bir nota kâğıdına ‘usul’ diye yazardı. Curcuna, duyek, semai diye de makamları yazardı. Sonra da her şeyin bir usulü olmalı derdi. Usul olmaz ise musiki olmayacağını biz ondan öğrendik. Ben dört yaşında Diyarbakır’da ritimle darbuka ile başladımsa bunda darbukacı Kel Beşo’yu örnek almamın önemi çok büyüktür. Çocuktum ve ben büyüyünce ‘Kel Beşo olacağım’ diyordum. Amcamın düğününde çaldım, sonra okulda trampet çaldım. Pantoloncu Ermeni Kamberin oğlu Bedri vardı, müthiş bir sesti. Ve ben işte çocukluk yıllarımda o Bedrinin darbukacısı olmuştum. Bubo Garabêt Menekşe vardı, çalgıcı Agopla çalışırdı. Sonra ben de onlarla düğünlere gittim. Bubo Dayı genellikle Ermeni düğünlerine giderdi. O denli ünlü bir müzisyendi ki rahmetli Celal Güzelses ona “Bubo ben ölürsem ikinci Celal sen olacaksın” demişti. İşte böyle birinin yanında yetiştim.

 -Musikide hedefin nedir? Bu hedefinin kimlikle dille, şehrinle bir bağı var mıdır?
Tam içimi okuyorsun denir ya! 2004 ve sonrasında Diyarbakır’la yeniden buluşmam bende ciddi bir değişim ve dönüşüm yarattı. Müziğimi kardeşliğe ve barışa yönlendirdim. Üç dilde Türkçe-Kürtçe ve Ermenice okuyorum.

- Sana bestelemen için verdiğim bir şiirsel metinde “Gittin, şimdi dönmek telaşındasın / Velâkin her gidiş dönüşün hüznüne gebe / Her gidiş aslında bir yitiştir”  diye birkaç dize vardı. İşte 28 yıl sonra döndün. Sıkça da şehrinde oluyorsun bu aralar. Sence gidiş bir yitiş mi? Dönüş bir hüzün veya sevinç mi?
İlk dönüşümde içimde buruk bir tat vardı. Aşırı ilgi gördüm. Bu beni çok etkiledi. Beni arkadaşlarım çok severdi. Diyarbakır’da top oynarken “Ula Fille” diye arkadan tekme atanların gözlerinin üstüne yumruğu indirenler olurdu. Bunların hiç unutamam...
Bu sene beni çok sevindiren bir gelişmeye tanık oldum. Kiliselerimiz restore ediliyor. Babam Kekê Yako’nun nikâhının kıyıldığı ve benim “gunnık-vaftiz” edildiğim Surp Giragos Ermeni Kilisesi onarılıyor. 15 sene o kilisede Şabik (gömlek) giyip görev yaptım. İşte şimdi Ermeni Kilisesi, Mar Petyun Keldani Kilisesi ve diğer kiliseler restore ediliyor. Ben şehirde konuktum ama başka konuklar da vardı Markar Esayan, İnci Aral ve diğerleri. Onları gezdirdim, onlara benim Diyarbekirimi anlattım. Şehrimde güzel işler yapılıyorsa kıymetini bilmek lazım. Çok şeyler değişti.  Ermeni cemaatimiz kalmadı ama “Burada birileri vardı” dedirtmek için de olsa o kiliseler onarılmalı ve onarılıyor işte.
Şu an biri bana dese ki; “Yervo gel sana sur içinde eski mahallende bir ev alalım, borçla harçla da olur. Bu evde yaşa!” Senin de bir şiirinde dediğin gibi; o evde turşu da kurarız, şarap da yaparız, kozadan ipek çekip puşi de dokuruz. Emin ol bir dakika durmam. Anlayacağın daha çok işimiz var bu şehirde Şeyhmus Abê…

 

KAYNAK: Şeyhmus Diken / Diyarbakırlı Bir Ermeni Udi Yervant Bostancı: Buralarda Birileri Vardı… (Birgün gazetesi - hancepek.com,15 Kasım 2009)

 

GAVUR MAHALLELİ YERVANT...

Udi Yervant, yaşamını anlatırken, “Müzik dünya insanlarının konuştuğu tek ve en önemli evrensel dildir. Hayatım boyu hep müzikle yoğruldum ama yorulmadım” diyor. Şimdiye kadar beş tane uzun çalar çalışması olan Amedli sanatçı Udi Yervant’ın son albümüne ‘Tango ve Diyarbakır (Tango and Amida)’ ismini vermiş. Sanatçı albümünü Diran Böcekçioğlu (1917 Amed-2008 New Yersey May), Hüsnü İpekçi (1932-2008) ve Sarkis (Sako) Sahagian’ın (1960-2007) anısına hazırlamış. Albümünün kapağında “Diyarbakır’da ister Tango ol ister olma, ama..! Diyarbakır’da Diyarbakırlı olmak, Diyarbakır’da yaşamak ve Diyarbakır’da ölmek vardı...” diyen sanatçı, Diyarbakırlı üç Tango Ermeni güzeli olan Hatun Bostancı (annesi), Fehime Kaya (Teyzesi) ve Meyrem Başak’ı (yengesi) yad ediyor. ‘Tango ve Diyarbakır’ albümünün her türküsü ve şarkısında özlemi, hasreti, acıyı hissetiren Udi Yervant, söz ve müziği kendisine ait olan ‘Diyarbakır’da şöyle sesleniyor: “Sen benim ışığımsın/ Ayımsın Diyarbakır/ Hem anam babam/ Canım kanımsın Diyarbakır/ Seni sevmeyen eldir/ Bize gelmesin/ Göz yaşı suyum/ Havam bacımsın Diyarbakır...”


Udi Yervant’, Amed’in müzik panoramasını ortaya koyduğu ‘Tango ve Diyarbakır’ albümünde Türkçe, Kürtçe ve Ermenice’den oluşan 18 şarkı seslendiriyor. Sanatçı sözleri kendisine ait olan şarkıların yanı sıra Amed’in halk ezgilerini, Celal Güzelses, Armaveni Miroğlu, Sinan Subaşı, Süleyman Nazif, Şeyhmus Diken, Haçadur Bostancı gibi birçok Amedli’nin söz ve müziklerini albümünde kullanmış. Diken’in sözleriyle “Daha çok işimiz var bu şehirde” diye seslenen Udi Yervant, kaynağını babası Puşici Kekê Yako’dan (Yakup Bostancı) aldığı ‘Mi Tenêbu Diyarbekir’ şarkısında, “Mi Tenêbû Diyarbekir/ Çi şêrîne pokê şekir/ Ramîsim tu deng nekir. / Mi Tenêbû nav tutunê/ Agir deyne ser kelûnê/ Ramîsim vê xatûnê” diye sesleniyor.

‘Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir’

Hala Amerika’da yaşayan sanatçı ilk çalışmasını ‘Sen Gideli’ (2000) adıyla çıkardı. Albüm adını ise Amedli sanatçı Celal Güzelses’e ait olan ‘Sen Gideli’ türküsünden alıyor. Udi Yervant’ın ikinci albümü ise 2002 yılında çıkardığı söz ve müziği kendisine ait olan ‘Duvardan Duvara Diyarbekir Dansı’dır. 2004 yılında, doğduğu kente davet edilen Udi Yervant, yıllardır uzaktan seslendirdiği şarkılarını bu sefer Amed’in surlarına hasretle fısıldar. Sanatçı daha sonra, 2007 yılında ‘Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir’ (Diyarbakır-Dikranagerd-Amed) albümünü çıkarıyor. Sanatçı albümünün adını, Şeyhmus Diken’in ‘Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir’ kitabından aldığını belirtiyor. Udi Yervant, albümü babası Kekê Yako’nun anısına hazırlamış.

Gavur Mahalleli Yervant...

1 Ocak 1957‘de Amed’in Gavur Mahallesi’nde doğdu. Puşici Kekê Yako ve Hatun’un oğlu olan Yervant, ilk okulu Alpaslan ise Ali Emiri Ortaokulu’nda okuyor. İlk müzik öğrenimine, babası Kekê Yako’nun hüzünlü sesinden ve dört yaşında Amed’de düğünlere darbuka çalarak başlıyor. 70’li yılların başında Aşık Zülfi’den bağlama, Bedros Başak ve dökümcü Sıraç’tan ise cümbüş dersleri alıyor. İlk nota derslerini ise Hüsnü İpek’ten alıyor. Udi Yervant kendisine ait internet (www.udiyervant.com) sitesinde yaşamını şöyle anlatıyor: “1976’nın Aralığın 3’ünde İstanbul’a ağlayarak göç ettik. Babamın ayağında şalvarı, belinde kuşağı, ve yıllar yılı Diyarbekirli’nin başını süsleyen puşularını geride bırakarak. İstanbul’a gelir gelmez, 1976’da Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne korist olarak girdim. Üç yıl ileri Türk Musikisi Konservatuarı’na korist olarak devam ettim. Üç yıl üniversite korosunda ud çaldım. 1976’dan, 1992’ye kadar, girdiğim Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde 1982’de ud ile mesklere iştirak ettim ve hala Üsküdar Musiki Cemiyeti benim ikinci yuvam gibidir.

1992 Mayıs’ın 15’inde, beynimin her hücresi Diyarbakır dolu olarak, Amerika’ya gittim. Ve hala Diyarbakırlı Gavur Mahalleli Udi Yervant olarak müzik çalışmalarımı devam ettiriyorum. Amerika ve Avrupa’da, birçok şehirde konserlerim oldu. Her yerde ve her zaman, Diyarbakır’da yediğim meftunenin tadını, Diyarbakırlı’nın mertliğini, Kekê Yako’nun Cemil Paşa Konağı’nda dokuduğu puşunun özelliklerini, müziğimle anlatmaya çalıştım. Diyarbakılı olmanın şerefini ve büyük bir yük olduğunun bilincini hep gururla taşıdım.”

KAYNAK: Şeyhmus Diken

 

 

 

ULA FILLE*, HOŞ GELDİN!

Yaklaşık yedi yıl kadar önceydi. Knar grubunun "Lir" albümünü döne, döne dinlemiştim. Dinlemekle kalmamış, üzerine bir yazı da döşenmiştim. Albümü dinlediğimde önce beni Diyarbekir türkülerinin Ermenice yorumu vurmuştu. Bu kadar sağlam yorumu, ancak içerden biri, bu şehri kadimi iliğine kadar yaşayan biri yapabilirdi. Tanımadan yazmıştım onu, Yervant Bostancı'yı! Diyarbekir halayını "Es kişer hampartsum e" olarak ünlemişti hemşehri Yervo! "Bağn inç e bağcan inç e, hele hele ninnaye. / Axçik ku sevdan inç e, hele yar hele yar ninnaye" demişti. Demişti de! Ben de ona sankime dünegin Diyarbekir'den ayrılmişsan lo, héç merak etmiyesen, bağ da yerinde bağça da. Yalavuz Axçikın sevdasi birez buruk, xeberın ola, diye yazadurmuştum.

Ardından yıllar geçti. Yılanlı, akrepli sevdalı şehir yeni sevdalara gebeydi. Ve bir festival vardı haziran sıcağında. Taa New York'lardan yanına Sezar Avedikyan'ı katarak Yervant kirve bizlere gelmişti. Sabahın erinde havaalanına karşılamaya gittim. Karşıdan saçsız ayna gibi parlayan başı ile görününce "Ula fille, hoş geldın" dedim. Ne de olsa bizimkiydi. Gitmişti ve dönüyordu işte.

 

Gavur mahalleli

 

Sonrasında adım, adım sokaklardaydık Yervant Bostancı'yla. 28 yıl önce memleketi Diyarbekir'den ayrılmıştı. Hatun'dan doğma puşici Yakup ustadan olma özbeöz "Gavur mahalleli", benim mahallelim, terki diyar etmişti bu diyardan. 2004'ün Haziran'ında Hasırlı mahallesi Karadeniz sokağı 27 nolu evine doğru yol alırken "Şéxmus abé, üregım pır pır édi" diyordu. Bazalt taşlı dar küçelerde yürürken; "Aşkı da, kavgayı da, sevişmeyi de bu mahallede, bu şehirde öğrendim" diyordu Yervant.
İlkokulu tam da Mardinkapı'nın Keçi Burcuna karşı Alpaslan İlkokulu'nda okumuş. "Sesim güzeldi. Her fırsatta okurdum, şarkı, türkü baş tacımdı. Hatta ilk nota derslerimi o zaman muhtar olan Hüsnü İpekçi ustamdan almıştım. Sonra devamını Zaven Özatmacıyan ağabey tamamlamıştı. İlkokul ikideyken bir gün mahallenin büyükleri beni yakalayıp sesim güzel diye ezan okuttular. Sonra da diğer çocuklara bastılar küfürün katmerlisini, hem de beni göstererek; ula halızdan utanın. Baxın gavur söli, sız bılmisiz'"

Sonra Leylek bahçesi, Merheli köşesindeki evinin yerini bulduk. Yıkılmıştı! 25'ten 29'a atlıyordu kapı numaraları. Ama 27'nin yerinde koca bir arsa. Evin taşı bile yoktu. Ve bir hüzün kapladı hepimizi, ev yoktu. Sonra mahalleliler toplandı başımıza, tanıyanlar çıktı Yervant'ı. Ve Yervant'ınki o andan sonra sanki mahallelilere bir göndermeydi. Hem de onların diliyle: "Ay lé dilé min, dilé min. / Baran é şil kir cilé min. / Felek é xira kir mala min"(1)
"28 yıl önce uzak diyarlara göçmüştüm, ama yüreğim sizinleydi" diyordu Yervant. Sonra da elinde uduyla sırtını surlara yaslayıp ses oluyordu. "Roj é kî min dur ketî / Kîrîn ketî can a min"(2). Ve Diyarbekir'lice sitem ediyordu, kendisini, eşi ve oğluyla birlikte dinlemeye gelen çocukluk arkadaşı Nizam'a; "Helal olsun cirano, ma ben evimi sahan béle bıraxmiştım?.."

 

Udi Yervant

Ama acıydı işte bazen insana kalan. Yıllar sonra karşılaşılan ana dostu Gulé baci kucaklaşıp hasret gideriyordu Yervant'la. "Sizler gittiniz, bizler kaldık oğul. Kaldık da ne oldu. Bak benim evim de yıkılıyor, gör işte" diyordu. Sanki gidişle ilgili "Kî neheqe, xwedé nehéle"(3) demeye getiriyordu. Sonrasında onca sevgi çok geliyordu Yervo'ya. Surlardan güç alarak dokunuyordu udunun tellerine. Ve hançeresinden gelen olanca davudi sesiyle sevgi seline ses veriyordu. "Ne béle sevgi ola, ne béle ayrılıxlar" derken o da, mahallelileri de gözyaşlarını tutamıyorlardı.

"Çocuktum, yoksulluk işte param yoktu. 10 yıl boyunca eski bir cümbüşü tınlatarak yetindim. Sonra uda döndüm". Şimdi Udi Yervant Bostancı'ydı artık o. Dar küçelerde yitirdiği yarini arıyordu. Uduyla ünlüyordu sesini; "Yılana bax yılana / Çıxmiş daği dolana. / Ben yarımi yitirdim / Bin altun var bulana". Ama bulamıyordu kaybettiği sevgilisini. Karşısına çıkan acı bir yoksulluk ve de yoksunluktu. Ama ona belki Amerikalarda bile söyleten bu sevda Diyarbekir sevdası olarak çıkıyordu karşımıza, hem de kendi özgün sözleri ve bestesiyle "Diyarbekir, dansımız budur / Yolumuz serxoşlar yoludur / Ben u Sen bir gelir, bir kaybolur / Ay bile selama durur" diyesiydi. Diyesiydi de! Belki sevgili, simasını bile unutmuştu Yervant'ın. Unutmuştu da, Yervant da farkındaydı, o günün akşamı eski bir Diyarbekir evinde Lebeni'de dostlar arasında unutuluşun. Dökülen saça göndermeydi bu kez ses biraz da ironik; "Buralarda yar seven / Ölmezse keçel olır"du.

Geldi Yervant Bostancı. 28 yıllık ayrılıktan sonra binler yıllık kadim Diyarbekir surlarının Dicle'ye karşı güney cephesi Leylek bahçasında sesiyle ses kattı mahallelilerine, hemşerilerine. Ona yol veren Dicle, Kırklar Dağı, Karacadağ, Surlar, yitik mahalleler, evler, göçmüş/göçertilmiş hemşeriler, adetler, aşklar, yarenlikler de tanıktır ki hayattan tad alabilmenin bir yolu da eski hemşerileri bulup buluşturmaktan geçiyor. Belki de bugün Yervant'a düşen; "Kirîvo çima naçî Dîyarbekir a şewitî / Mehkema wenakî."(4)



*. Fille: Kürtçe'de Hıristiyan, biraz daha kaba haliyle Gavur demek.

1. Ay gönlüm, gönlüm. Yağmur ıslattı giysilerimi. Felek de yıktı evimi.

2. Ne zaman ki uzaklara düştüm, acı düştü bedenime.

3. Kim haksızsa Allah ona koymasın

4. Kirve, neden yanmış yakılmış Diyarbekir'e gidip mahkeme (dava) açmıyorsun. (Radikal)

 

KAYNAK: ŞEYHMUS DİKEN / Ula fılle*, hoş geldin! (27/06/2004)

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör