Talip Apaydın

Yazar

Doğum
Ölüm
30 Eylül, 2014
Eğitim
Gazi Eğitim Enstitüsü ( Eğitim Fakültesi)

Yazar (D. 1926, Ömerler köyü / Polatlı / Ankara – Ö. 30 Eylül 2014, Ankara). Çifteler Köy Enstitüsü (1943), Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Güzel Sanatlar Bölümü (1946), Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu. Önce köy ilkokullarında, sonra Turhal, Amasya ve Ankara ortaokullarında öğretmenlik yaptı. Talip Apaydın, 8 Eylül 2014 günü Ankara'da vefat etti. 30 Eylül 2014 günü Ankara Kocatepe Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Karşıyaka Mezarlığında toprağa verildi.

Hikâye ve şiirleri; Köy Enstitüleri Dergisi (1945), Yücel, Fikirler, Yeditepe, İmece, Varlık, Sanat Emeği gibi dergilerde yer aldı. Şiir ve hikâyeden sonra çalışmaları giderek roman üzerinde yoğunlaştı. Eserlerinde yalın bir anlatımla köy sorunları ve köy insanlarının hayatını yansıttı. Toprağa Basınca kitabı ile 1964’te Doğan Kardeş Çocuk Armağanı üçüncülüğünü, Yapılar Yapılırken ve Otobüs Yarışı adlı basılmamış radyo oyunları ile TRT 1970 Sanat Ödüllerinde iki başarı ödülünü, Tütün Yorgunu romanıyla da 1976 Madaralı Roman Ödülünü, Köylüler ile de 1992 Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı.

Sürekli düşünen ve üreten bir yazarımızdır. Bütün yazını köylülere, işçilere, yoksul insanlara ve kırsala dayanır, kırsalda soluklanır, kırsalda sancılanır, kendini o insanların arasında mutlu bulur.“ (Nadir Gezer)

ESERLERİ:

ŞİİR: Susuzluk (1956), Kırsal Sancı (1999).

HİKÂYE: Ateş Düşünce (1967), Öte Yakadaki Cennet (1972), Koca Taş (1974), O Güzel İnsanlar (çocuk hikâyeleri, 1978), Yolun Kıyısındaki Adam (1979),Yangın (1981), Duvar Yazarları (1981), Kökten Ankaralı (1982), Hendek Başı (1984), Hem Uzak Hem Yakın (1985), Sıra Dışı Öyküler (1994), Öykülerle Çizgiler (1998), Biz Varız (2000).

ROMAN: Sarı Traktör (1958), Yarbükü (1959), Emmioğlu (1961), Ortakçılar (1964), Ferhat ile Şirin (1965), Toprağa Basınca (çocuk romanı, 1966), Defile (1972), Yaz Davar (1973), Toz Duman İçinde (1974), Ortakçının Oğlu (Ortakçılar ile birlikte, 1974), Tütün Yorgunu (1975), Kente İndi İdris (1981), Vatan Dediler (1981), Köylüler (1991), Define (1993).

ANI: Bozkırda Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (köy enstitüsü yılları anıları, 1967), Akan Sulara Karşı (1985).

OYUN: Bir Yol (1966).

DENEME: Bilgiden Bilince Eğitim (1995).

KAYNAK: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009), Mehmet Cimi / O Yıllar Dile Gelse (1997), Adnan Binyazar / Toz Duman İçinde Vatan Dediler (Ozanlar Yazarlar Kitaplar, 1998), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Osman Nuri Poyrazoğlu / Kitap Kitap Şiir Gelir Bizlere (2000), Nadir Gezer / Talip Apaydın‘la “Kırsal Sancı” ve Köy Enstitüleri‘nin 60. Yılı Üzerine (söyleşi, Cumhuriyet Kitap, 20.7.2000), Feridun Andaç / Edebiyatımızın Yol Haritası (2000), TBE Ansiklopedisi (2001), Berfin Bahar-Talip Apaydın Özel Bölümü (Şubat 2005),

 

 

BAHARA DOĞRU

Günler nisandan mayısa doğru gidiyor

Dumanlı dağların üstünde bir yeri

Bir yeri gözlüyorum

O kar adası gittikçe eriyip bitiyor

 

Ah oralarda olmak şimdi

Karışmak dağlardaki sessizliğe

Bir su damlası gibi kendiliğinden

Ulaşmak o yalnızlığa kimsesizliğe

GEL DE ANLAT’dan

Şimdi nasıl anlatırsın bizim çocuklara, köyden gelen bu kara üzümün, kabuğundan kolay kolay çıkmayan çetin cevizin tadını, anlamını? Onların köyden bana getirdiği anılarla karışık havayı? Bağda gölün altındaki ceviz ağacımızın içimi sızlatan o düşsel görünümünü. Babam, Hacı Bekir emmiden üç ceviz almıştı. Üçünü de toprağa gömmek istiyordu. Günlerce cebinde gezdirdi. Ben de birini gömelim, öbürlerini yiyelim diyordum. "Olmaz diyordu, belki çürüktür, çıkmayıverir, sağlam olsa bile her ceviz filiz vermez. Bir daha nereden bulurum? Öyleydi o zaman bizim köyler. Rahmetli Hacı Bekir emmi, köyün tek ceviz ağacını çoluk çocuğun saldırısından korumak için günlerce nöbet tutardı. Bir de geç olur ki bu ceviz meyvesi... Her meyve sararır kızarır, bu daha yemyeşil durur dallarda. Gelirken geçerken çitlerin arkasından bakardık. Hacı emmi de bizi gözetlerdi yan yan. Gözleri kızarmıştı. Gece de uyumamıştı belli ki. Aradan kırk beş yıl geçti öyle ya? Silindi birçok anılar. Ama ceviz ağacımızı unutmam. Ben köyde iken sekiz on yaşına kadar her yıl değişerek büyüdü gözümün önünde. Dibini çevirdik, kabarttık. Her gün testilerle su döktük. Kuzu bağlamadık yanına yakınına. Kendimiz de yatıp uyumadık. Ceviz ağacı zehirlermiş adamı. Bir uyuyan bir daha uyanamazmış. Babam sık sık tembih ederdi. "Aman oğlum oraya yanaşma, git bağların gölgesinde otur." Bir gün yılan gömleği bulmuştum ceviz ağacının gölgesinde. Yılanı da zehirleyip öldürdüğünü sanmıştım. İşte o gün gerçekten inanmıştım ceviz ağacının tekin olmadığına. Bir çekingenlik duyuyordum. Gittikçe serpildi, bahçenin en iri ağacı oldu. Ama meyve vermez. Yeşil bir yığın, hepsi o. Ufak tefek zerdali ağaçları, erikler bademler meyveye durdu, bu hepsine tepeden bakan şımarık haspa, yalancı pehlivan gibi boşuna sallanır.

- Bu meyve vermeyecek baba, deli ceviz bu.

- Yok oğlum, zamanı değil daha. Ceviz ağacı geç döl verir.

Nerden bilirdim her ağacın ayrı huyu olduğunu. Ben sanırdım ki her ağaç insan boyuna geldi mi meyveye durur. Kendi boyumu ölçerdim ikide bir. Daha üçüncü yıl geldi geçti beni. Kökü de bile­ğim kadar oldu, derken bacağım kadar... Nasıl da sert kaygan. Da­lına ekmek heybemizi asmaya başladık. Bazen sıktırırdım elimle. Elimi dışarı iterdi sanki. Şakalaşırdı benimle, "Senden daha güçlü­yüm" derdi. Kâğıt gibi düzgündü derisi. Kaç kez adımı yazdım kur­şun kalemle. Hatta bıçakla kazayım dedim ama yaralanır diye kı­yamadım. Kavak ağaçlarına yapıyordun o işi. Ceviz ağacımız tek­ti, hem de kıymetliydi.

Bir gün öğleyin bahçeye geldim ki Fadik hala ile kızı Zeynep, bizim ceviz ağacının gölgesine uzanmış uyuyorlar, ta yanıbaşlarına vardım da uyanmadılar. Korktum öldüler mi diye. Zeynep'in yaka­sı bağrı açık, ter içinde. Meğer kırdan çalı çırpı toplamışlar. Geçer­ken gölden su içelim, biraz da dinlenelim diye uğramışlar. Ağustos sıcağında cevizin gölgesini görünce, uzanıvermişler biraz. Bu yaş­ta kızın uyuduğunu hiç görmemiştim, amma güzeldi ha! Baktım kaldım. Ne yapmalıydım acaba? Yanıbaşına uzanıp ben de mi yatsaydım? Yok, olacak iş değildi. Gölün kıyısına gidip seslendim. "Hey kim var orada?" İkisi birden sıçrayıp doğruldular. Başörtüle­rini düzelttiler hemen. Görmemişliğe vurup kavakların arkasında eyleştim biraz. "Ha siz miydiniz. Fadik hala?" diyerek geldim. Zeynep utancından kıpkırmızı olmuştu. Hey yavru, az önce nasıl gördüm seni, bir bilsen. Kurnazlığımı takınıp gülümsedim yüzüne. Fadik hala, nerden geldiklerini, su içmek için uğradıklarını falan anlattı kısaca. "Tamam canım oturun dinlenin" dediysem de kalk­tılar. Çalı çırpılarını yüklenip gittiler köye. Onlar gözden yitince ben de Zeynep'in yattığı yere uzandım. Aynı onun gibi açtım yaka­mı bağrımı. Onu düşlemeye başladım. Ceviz ağacının üst dalında bir karga eğilmiş bana bakıyordu. Vay hınzır, dedim, rahat bırak beni. Elimi kolumu salladım, gitmez bir türlü. Yerden bir kesek alıp fırlattım. Daha atmadan havalandı, dereye aşağı uçup gitti. Ortalık dingin. Ağustos böceklerinin cırcırından başka ses yok. Karşıki te­peler sıcaktan titriyor gibi görünüyorlar. Kırların boz rengi bizim bağların yeşilinde bitiyor. Ayrı bir dünya gibi değişik. Her omçanın toprağı kaç kez elimizden geçti. Her birinin ne üzümü olduğunu ez­bere bilirim. Daha olmadan, kara mı beyaz mı, tilki kuyruğu mu, mor fesleğen mi, tanırım. Şimdi şu kara büzgülüler, sel yatağının kıyısındaki omçaların üzümüdür, kesin. Bizim çocuklara söylesem, ne anlatır onlara? Kırk yıl önce yeni diktiğimiz yıl eşeğimize bakır güğümleri yükleyip omçaları sulamak için dereden su çektiğimizi, bir seferinde eşeğin ayağı sürçüp yıkıldığını, güğümlerden birinin eğildiğini, bu yüzden babamdan dayak yediğimi anlatsam, ne der­ler? Güler geçerler elbet. Bir de hiç beğenmiyorlar bizim üzümle­ri. (…)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör