Çetin Altan

Gazeteci, Yazar, Şair

Doğum
22 Haziran, 1927
Ölüm
23 Ekim, 2015
Eğitim
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Burç
Diğer İsimler
Hadi Borazan, Hüseyin Erenköy, Hüseyin Zurna
          Gazeteci, yazar, şair (D. 22 Haziran 1927, İstanbul – Ö. 23 Ekim 2015, İstanbul). Hadi Borazan, Hüseyin Erenköy, Hüseyin Zurna adlarını da kullandı. Galatasaray Lisesini (1949) ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Öğrencilik yıllarında başladığı gazetecilik mesleğini avukatlık stajını yaptıktan sonra da sürdürdü. Avukatlık mesleğini, kendisinin yüzlerce mahkemesi dışında hiç yapmadı. Ulus (1947), Halk (1951), Tan, Yeni Gazete (1956-57), Akşam (1958-60, 1965-71), Milliyet (1960-65) gazetelerinde günlük fıkra yazarlığı yaptı. 1953'te NATO davetiyle ilk kez gittiği Paris’ten dönüşünde kaleme aldığı bir haber, kelepçeyle ilk tanışmasını getirdi. Yazılarından dolayı birçok kez yargılandı,  hakkında 300’e yakın dava açıldı. 1965 yılında Türkiye İşçi Partisinden İstanbul Milletvekili seçildi. Millet Meclisi’nde kendine has üslubuyla yaptığı konuşmalarıyla tartışmalı oturumlarda ön planda göründü. Milletvekilliği yaptığı dönemde iki defa dokunulmazlığının kaldırılması talebinde bulunuldu. Milletvekilliğinin yanı sıra, Akşam gazetesindeki fıkra yazarlığını sürdüren Altan, 1971’deki 12 Mart askeri müdahalesi sonrasında, ABD'yle yapılan anlaşma gereği Kore'deki Türk Birliğinin sayısının standart olduğunu haberleştirdiği için gözaltına alındı, yargılandı ve hüküm giydi, rahatsızlığı nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından affedildi. Hapisten çıktıktan sonraki yazı ve konuşmalarında liberal görüşleri savundu.1973’ten sonra bir süre Çarşaf dergisinde Hüseyin Zurna takma adıyla mizah yazıları yazdı. 1975’te gazetelerde yeniden günlük fıkra yazarlığına başladı. Bu dönemde önce Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde, daha sonra Milliyet (1979), Güneş (1982), Hürriyet (1988), Sabah (1989, 1992-2001) ve Milliyet (2001)  gazetellerinde yazdı. Son dönem yazılarında “polemikçi ve taşlamacı” üslubunu terk etmemekle birlikte günlük politikadan çok, yerleşik toplumsal kurumların eleştirisine ağırlık verdi.   
         Edebiyat alanına şiirle giren Çetin Altan’ın ilk şiiri Foto-Magazin (1942) dergisinde yayımlanmıştı. Yeni Adam, Çınaraltı, (1943-44), İstanbul (1943-46), Kaynak (1948-49) dergilerinde şiirler ve kısa düzyazılar yayımlandı. Daha sonra gazete ve dergi yazılarının yanında roman ve oyun yazarlığına yöneldi. Şiirleri ile bazı düzyazılarını bir arada Üçüncü Mevki (1946) adlı ilk kitabında topladı. 1947 yılında gazeteciliğe başladığı Ulus gazetesinde muhabirlik, çevirmenlik, sekreter yardımcılığı yaptı. Ankara’da Balkabağı (1965) adlı bir mizah dergisi çıkardı. Güncel, politik konuları ele aldığı fıkra ve köşe yazılarıyla geniş ilgi topladı. Oyunları özel tiyatroların yanı sıra, şehir ve devlet tiyatrolarınca da sahnelendi. 1957’de sahnelenen ilk oyunu Çemberler’i Beybaba, Mor Defter, Dilekçe, Tahterevalli, Yedinci Köpek, Suçlular, Komisyon, Islıkçı, Telefon Kimin İçin Çalıyor adlı oyunları izledi. 1972’den itibaren roman türünde de eserler verdi. Oyun ve romanlarında fıkralarındaki taşlamacılıktan farklı bir üslup ve yapı sergiledi. Oyunlarında, daha çok, sanayileşirken modernleşemeyen Türk toplumunun çarpıklıklarını ele alırken, Büyük Gözaltı (1972), Bir Avuç Gökyüzü (1974), Viski (1975), Küçük Bahçe (1978) adlı romanlarında daha çok aydının düşünsel, duygusal ve cinsel bunalımını işledi. Romanları Yunanca, Fransızca, İspanyolca, Rumence ve Bulgarcaya çevrildi. Ayrıca bazı radyo ve televizyon programlarının yapımında yer aldı. Mor Defter (yön. N. Ergün, 1964) ve Bir Avuç Gökyüzü (yön. Ü. Elçi, 1987) eserleri filme alındı.
         Özellikle gazete yazılarında kendine özgü bir mizah anlayışı geliştiren Çetin Altan, "Nüktesiz bir kuruluğu, ciddi söylev ve demeçleriyle asık surat ve çatılmış kaşlardan usanmışlığın bir tepkisi" olarak tanımladığı yazıları, kendini de bir hayli güldürmüş. "Okurken siz de aynı duyguyu paylaşırsınız umuduyla yayımlıyorum." der. Çetin Altan, hayatın küçük ayrıntılarını yüceltmeyi sever. Belki ancak “yerli” edebiyat içerisinde, belki de yalnız “biz”den çıkarılabilecek kıssalarıyla, birbirine kavuşturduğu ince mizah, ironi temeline yayar kelimeleri. Sıradan sandığımız ve üstünden geçip gittiğimiz, bazen de “toplumsal bilinçdışı” boyutumuz sebebiyle farkına varamadığımız trajediyi gözler önüne sererek fark ettirir. Kısaca söylemek gerekirse, roman ve oyunlarında toplumsal değişmeye ayak uyduramayan aile ve bireylerin bocalayışlarını ele aldı. Edebiyatın hemen bütün alanlarında eserler verdi. Hüseyin Zurna takma adıyla, Çarşaf dergisinde yayımlanan mizah yazılarını Zurnada Peşrev Olmaz (1978) adlı kitapta,  milletvekilliği dönemi (1965-69) anılarını ve düşüncelerini Ben Milletvekili İken  (1971) kitabında topladı. Bu kitap, Türkiye'de yükselen demokratik hareketlerin 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisinin, Büyük Millet Meclisinde temsil hakkını elde etmesiyle başlayan “hareketli ve hararetli” bir dönemin “an be an” belgesel tanıklığı niteliğindedir. Kitap aynı zamanda, o günlerden bugünlere Türkiye’de nelerin değişip nelerin asla değişmediğini görmek için bir tanıklıklar belgesidir.
Büyük Gözaltı adlı romanı ile 1973 Orhan Kemal Roman Ödülünü kazandı, Bir Yumak İnsan ile 1978'de Türk Dil Kurumu Deneme Ödülünü aldı. 2004 yılında TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı seçildi. Çetin Altan 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne değer görüldü.          Yaşayan son üslup sahibi köşe yazarı Çetin Altan, 23 Ekim 2015 günü İstanbul’da vefat etti. Çetin Altan'ın cenazesi, Teşvikiye Camii'nde kılınan namazın ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. Milliye gazetesi Çetin Altan’ın hbaerini verirken şu satırlara yer verdi: “Dün hayatını kaybeden Türk basını ve edebiyatının duayen ismi, Milliyet Gazetesi yazarı Çetin Altan son kez işine geldi. Milliyet binası önünde düzenlenen törende konuşan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila, "Acımız çok büyük. Türk basınının büyük ustalarından birini kaybettik" dedi.

“Gelecek deyince, teknoloji ve hareket esnekliği, mutluluk deyince, bir açgözlünün hayalindeki tüketim imkânlarının tatmini (...) Çetin Altan, eski kuşak bir Türkiye 'aydını, söyleyeceğini yeni kavramlarla süsleyip püslemeden, hatta çok kızdığı köylüler gibi, dosdoğru söylüyor. 'Geri kalmış bir ülkenin' ezikliğini yansıtan, çok 'bağrı yanık' bir üslubu var, aslında hep söz konusu ettiği, köylülükten kurtulamamış şehir nüfusuyla ortak daha pek çok yanı var: O da modernleşme denince teknolojik gelişimi anlıyor, o da burjuva yaşam biçimine fazla anlam atfediyor, kadın-erkek ilişkilerinin rahatladığı bir dünyayı, öncelikle bir seks cenneti olarak görüyor. Lahmacun sevmekle karides sevmek arasında çizmek istediği sınır, onu 'köylülük' dediği şeyin dışında bırakmaya yetmiyor. Belki bunun 'köylülük'le açıklanması da zor, bu Türkiyelilikle ilgili bir durum. Aksi takdirde, popüler bir yazarın, yıllardır Türkiye'nin gelişmesini köylerde tenis kortu-piyano-flört üçlüsüne bağlamasını anlamak zor olurdu. Belki, Altan gibi, Türkiyeliler, Batı karşısında kendilerini hep burjuva olmaya özenen 'köylü' gibi hissediyorlar, bu yüzden Batılı anlamda burjuva olmaya bu kadar önem atfediyorlar, bu amacın önünde engel olarak gördükleri her şeye büyük bir kin duyuyorlar, ama burjuva olmaya özenen köylüler gibi, bir türlü burjuva olamıyorlar. İstanbul'un yeni burjuva mekânlarının 'küresel köy'ün bir uzantısı olduğu fikri gibi teselliler boşuna! En ince zevk sahiplerine hitap etme iddiasındaki küçük sığınaklarında bile hep sırıtan bir şey var.” (Nuray Mert)

ESERLERİ:

Şiir: Üçüncü Mevki (ilk düzyazılarıyla birlikte, 1946).

Roman: Büyük Gözaltı (1972), Bir Avuç Gökyüzü (1974), Viski (1975), Küçük Bahçe (1978).

Hikâye: Rıza Bey’in Polisiye Öyküleri (1985), Kalem Bahçelerinden Yedi Hayat (1997).

Fıkra ve Deneme: Taş (1964), Sömürücülerle Savaş (1965), Bornova Savcısı Lütfen Dinleyin (1967), Onlar Uyanırken (1967), Geçip Giderken (1968), Kopuk Kopuk (1970), Suçlanan Yazılar (1970), Kahrolsun Komünizm Diye Diye (1976), Nar Çekirdekleri (1976), Zurnada Peşrev Olmaz (1978), Gölgelerin Gölgesi (anlatı, 1981), Şeytan Aynaları (1982), 2027 Yılının Anıları (1985), Dünyaya Bırakılmış Mektuplar (seçmeler, 1997), Şeytanın Gör Dediği (1997), Kadın Işık ve Ateş (1998), Aşk Sanat ve Servet (1998), Sobe (1999), Kral Öldü Yaşasın Kral (1999), Kullar ve Sultanlar (2000).

Anı: Ben Milletvekili İken (1971), Bir Yumak İnsan (1977), Kavak Yelleri ve Kasırgalar (Üçüncü Mevki ile birlikte, 1992), İyi ki Şu Köyceğiz Var  (albümlü, 2001).  

Oynanmış - Basılmış Oyunlar: Çemberler (1964), Mor Defter (1965), Suçlular (1965),Dilekçe ve Tahtırevalli (1966).

Oynanmış - Basılmamış Oyunlar (Sahnelenme Yıllarıyla): Beybaba (1960-61), Yedinci Köpek (1964), Komisyon (1969), Islıkçı (1977), Telefon Kimin İçin Çalıyor (1991-92).

Söyleşi: Altanlar Meydanda (Ahmet Altan ve Mehmet Altan ile, 2001).

İnceleme: Atatürk’ün Sosyal Görüşleri (1965), Demir ve Çimento Karaborsasının İçyüzü (1966), Hükümet Kapitalist Bir Hükümettir (1966), İdam Edilen 44 Vezir-i Azam (1991), Öldürülmüş Şehzadeler ve Devrilmiş Padişahlar (1991), Kullar ve Sultanlar (2000).  

Gezi: Bir Uçtan Bir Uca (İsrail, İsveç, Iran, Afganistan ve Romanya gezileri, 1965; Al İşte İstanbul eklenerek, 1970).

Mektup: Dünyada Bırakılmış Mektuplar (Haz: İshak Reyna, 2002).         

Çocuk Kitabı: Alfabe (1997).        

Çeviri: İspanya’da Ölüm Güncesi (A. Koestler’den), Aptal Kız (M. Achard’en), İntikam Yılı (J. A. Lacour’dan).

 KAYNAKÇA: Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (1960), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü (1979), Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi I (1983-85), Kâmuran Solmaz /  İpek Böceği Cinayeti (yaşam öyküsü, 1998), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (6. basım, 1999), Nuray Mert / Orada Bir Köy Var Uzakta (Virgül, Nisan 2000), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Solmaz Kâmuran / Çetin Altan (2001), Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi I (2001), Abdullah Tekin / Kullar ve Sultanlar (Cumhuriyet Kitap, 17.5.2001), Çetin Altan / Hazırlayan: Kâmuran Solmaz (Cumhuriyet Kitap, 22.11.2001), Dünyada Bırakılmış Mektuplar (Cumhuriyet Kitap, 21.11.2002), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), Veysel Gültaş / Kadı Burhaneddin’den Günümüze Hukukçu Şairler Antolojisi (2003), Mehmet Nuri Yardım / Yazar Olacak Çocuklar (2004), Zeki Coşkun / Kalemin Ucunda Bir Hayat (Radikal Kitap, 8 Ekim 2004), Yalçın Doğan / Rotatife Karşı Kalem... (t24.com.tr, 23 Ekim 2015),  Ali Bayramoğlu / Bir Yıldız Kaydı: Çetin Altan... (Yeni Şafak, 23 Ekim 2015), Oral Çalışlar / Çetin Altan'ı Meclis'te dövdüklerinde... (radikal.com.tr, 23 Ekim 2015), Çetin Altan'a veda (milliyet.com.tr, 23.10.2015).

 

PANORAMA

"Uygar medeniyetler karşılaştırmalı tarihi okutur. Çünkü kendi kendini tanımadıkça bir toplum kendini aşamaz. Onun için sosyoloji, edebiyat, pedagoji, aynı zamanda bütün insanlığın düşünce hazinesinden yararlanılır. Peru'da herhangi bir pedagoji uzmanı varsa onun eserlerinden yararlanılır. Onun kitapları Oslo'da da bulunur. Gittiğiniz vakit Roma'ya, Alman edebiyatına ait kimin kitabını istiyorsanız bulursunuz onun İtalyanca’sını. Örneğin dünyada yayınlanan tüm kitaplar Amerika'da üniversite kitaplıklarında var. Ohio Üniversitesinde tüm Türk yazarların kitaplarını, ben de dahil olmak üzere, bulursunuz... İste bunu başka türlü aşamazsınız. Her insan kendi ülkesinin insanı olduğu kadar, dünyanın da bir parçasını oluşturur. Neden bebekler dünyaya geldiği vakit, dünyaya geldi diyorlar da, Arnavutluk'a geldi demiyorlar. Orada doğan bebek için de dünyaya geldi diyorlar. İlle de dünyayı parselleyip burası benim şahsımdadır diye bir şey olmaz? Bakın ayni zamanda uzayı da yakından incelemeye başladılar artık. Mir İstasyonu'nda astronotlar, kozmonotlar yaşıyor.

Ve Güneş sistemi içinde çok da büyük bir şey değil bizim arz küresi. Jüpiter 1500 defa daha büyük, Satürn 750 defa daha büyük arz yuvarlağından. Ve baktığınız zaman iki milyon kilometreden -boyuna fotoğrafları çekiliyor- böyle porselenden mavimsi bir yuvarlaktır dünya, böyle bir de piçi var yanında Ay dediğimiz. Boyuna dönüyor... İste bu gerçekliği inkâr etmenin bir anlamı var mı yani?

Demiyorum bütün Türkler böyledir ama, büyük harfli bir anlamda Türk, özellikle de siyasetçiler, dünyayla ilgilenmeyen ya da bir fırsat bulurlarsa ele geçirmeye çalışan bir anlayışla çıkıyorlar karşımıza." (Milliyet, 10 Nisan 2006)

BİR YILDIZ KAYDI: ÇETİN ALTAN...

Türkiye önemli, çok önemli bir değerini kaybetti.

Çetin Altan...

Kalemiyle, doğasıyla, toplumbilimci dehasıyla, zor dönemde verdiği siyasi mücadeleleriyle, düşünce gücüyle, kıvrak kavramlarla, müthiş yaşam serüveniyle, işlek zihni, zekasının sığmadığı bedeni, yetişemediği diliyle ateş gibi adamdı.

Fikir üretti. Yol açtı. Tabu kırdı. Kızdı. Kızdırdı.

Marksizm'den liberalizme uzanan, elitizmden halkçılığa giden gelen, hepsinin hakkı ziyadesiyle verilmiş inişli çıkışlı yolculuğunda hep parlak, hep üretken, hep yaratıcı oldu...

Bu teşhisçi sosyolog, bıçkın solcu ve siyasetçinin edebi kimliği de kuvvetliydi. Pek çok oyun ve roman kaleme aldı. Bunlardan “Büyük Gözaltı” İsveççe, Yunanca, Bulgarca ve İspanyolca 'ya, “Bir Avuç Gökyüzü” İspanyolca ve Rumence'ye çevrildi. Büyük Gözaltı Fransız liselerinde seçmeli ders kitabı olarak okutuldu.

Bunlar düz bir hatta yaşanmadı. Kalem tutmanın bedelini ödeyen kuşağın son simge isimlerindendi.

Kitapları yasaklandı. Yazılarından ötürü pek çok kez mahkemeye verilen Altan hakkında 300'den fazla dava gördü. Üç kez tutuklandı, iki kez mahkûm oldu ve iki yıl cezaevinde yattı.

Unutulmazlar arasında yer aldı.

Babam okurdu Çetin Altan'ı, ben okurdum, benim çocuğum yaşındakiler okurdu. Kuşaklara değdi.

Bu ülkenin belleğine çok şey kattı Çetin Altan.

24 Haziran 2105 tarihinde 88. yaş gününde Cumhuriyet Gazetesi için kaleme aldığı doğum günü mesajı bir tür vasiyet ve yaşamının dökümü gibi...

Şöyle:

 “Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan.

Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Gene de bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzil-i maksuda ulaşılamasa da çok yol kat ettik.

Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır.

Yaralı bir devi ayaklarının üstüne koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. Yaralarının iyileşeceğine, o devin ayaklarının üstünde duracağına olan inancımı hiç kaybetmedim. Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak. O zaman da, masaldaki gibi “sihirli kedinin çizmelerini” giyerek amacına doğru uçarak gidecek.

Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz.

Ama siz uğraşırsanız, mücadeleden vazgeçmezseniz, dünyadan ayrılırken “torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz” deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz.

Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin.

Amacınıza ulaşamazsanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de, kozmosla son hesaplaşmanızda, “daha iyi bir dünya için biz de fena mücadele etmedik” diyebilirsiniz.

Bu da az şey değildir. Buruk da olsa, yorgun gözlerinizde bir tebessüm yaratır.

O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi.

Enseyi karartmayın...”

Keder ve umut...

Bir yıldız kaydı...

 

Allah rahmet eylesin...

KAYNAK: Ali Bayramoğlu / Bir Yıldız Kaydı: Çetin Altan... (Yeni Şafak, 23 Ekim 2015).

Yazar: ALİ BAYRAMOĞLU

ÇETİN ALTAN'I MECLİS'TE DÖVDÜKLERİNDE...

Dönemin ruhunu yansıtan anıları, tarihe gönderme yapan araştırmaları, oyunları, romanları, köşe yazılarıyla bir kuşağın, belki de bir kaç kuşağın gözdesi olmuş parlak bir yazardı. Militandı. Söylediklerinin arkasında dururdu. Geri adım atmayı sevmezdi.

1968 yılıydı, Türkiye kaynıyordu. Toplum hareket halindeydi. Türkiye değişiyordu. Başbakan Süleyman Demirel, gösterilerin ülke çapında yaygınlaştığı o günlerde akıllara yer eden şu sözü söylemişti: "Yollar yürümekle aşınmaz."

Biz gençler, sosyalist bir partinin Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) Meclis'teki varlığını umutla izliyorduk. En sevdiğimiz yazarların başında gelen Çetin Altan, milletvekili olmuştu. Onun o günlerin ruhunu yansıtan heyecanlı yazıları, dillerimizden düşmüyordu.

İstanbul'daydım, Tarsuslu bir sosyalist arkadaşım "Çetin Altan'ı Meclis'te dövdüler. Bir şeyler yapmalıyız" diye geldi. Altüst olduğumu hatırlıyorum. "Ne durumda" diye sormuştum. O arkadaşımla Çetin Altan'ı savunmak amacıyla çılgın projeler üretmiştik.

Çetin Altan, o günlerde bizim tek yol gösterenimiz sayılacak kadar etkiliydi. Dünyayı değiştireceğimize inanıyorduk. Hiç bir şeyden korkmuyorduk ve geleceğe büyük umutlarla bakıyorduk. Çetin Altan, bu dönemin simgesiydi. Dayak yemesi bizi sarsmıştı.

 

NAZIM HİKMET

Saldırının ayrınıtlarını sonradan, öğrendik. Dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan kürsüde konuşurken, Çetin Altan'a "Sen Nazım'a büyük şair demedin mi..." diye haykırdığında, Çetin Altan, "Evet şimdi de söylüyorum, Nazım Hikmet büyük şairdir" cevabını vermişti. İktidardaki Adalet Partisi'nin bir kısım milletvekili üzerine saldırmış ve onu linç etmeye kalkışmışlardı. Altan, ağır yaralanmıştı.(19 Şubat 1968)

Çetin abi, yıllar sonra, dayağın devamını şöyle anlatmıştı: "Bir santimetre beyaz etim yoktu, ama başımı saklamıştım bir banyo yaptım, yazımı da yazdım, ertesi gün çıktım geldim. Üç aya kalkamaz, kemikleri kırıldı diye konuşuyorlarmış, beni görünce hortlak görmüş gibi oldular."

 

YAŞAM USTASI

Tutkulu bir takipçisiyken yıllar sonra meslektaşı olmuş, yakından tanımak olanağını bulmuştum. Çetin abi, bir yazı ustası olmanın ötesinde, bir yaşam ustasıydı. Demokrasiyi, özgürlükleri, bunların hepsini daha güzel, daha dolu dolu yaşamak amacıyla savunurdu.

 

Dönemin ruhuhu yansıtan anıları, tarihe gönderme yapan araştırmaları, oyunları, romanları, köşe yazılarıyla bir kuşağın, belki de bir kaç kuşağın gözdesi olmuş parlak bir yazardı. Onun  tiryakileri vardı. Okurlar, o gazetesini değiştirince, onunla birlikte gazetelerini değiştirirlerdi. Mücadeleciydi, bazılarına göre kavgacı bir dili vardı. Ben onu, her savunduğu fikri militanca savunan birisi olarak tanımlamayı tercih ederim.

Militandı. Söylediklerinin arkasında dururdu. Geri adım atmayı sevmezdi.

 

DEMOKRASİYİ GÖREMEMEK

88. yaş gününde, kendi geçmişini, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemişti: "Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan.

Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Gene de bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzil-i maksuda ulaşılamasa da çok yol katettik.

Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır."

Bu sözler onun umudunu koruduğunu, kazanımları küçümsemediğini gösteriyordu: "Yaralı bir devi ayaklarının üstüne koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. Yaralarının iyileşeceğine, o devin ayaklarının üstünde duracağına olan inancımı hiç kaybetmedim. Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak. O zaman da, masaldaki gibi “sihirli kedinin çizmelerini” giyerek amacına doğru uçarak gidecek."

Son sözlerinden birisi şu olmuştu: "Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin."

Çetin Altan, dünyaya anlam katan bir filozoftu. Eksikliğini her zaman hissedeceğiz.

KAYNAK: Oral Çalışlar / Çetin Altan'ı Meclis'te dövdüklerinde... (radikal.com.tr, 23 Ekim 2015).

Yazar: ORAL ÇALIŞLAR

ÇETİN ALTAN: ROTATİFE KARŞI KALEM

Odada üç kişiyiz, biri Türkiye’nin en önde gelen çok büyük işadamlarından biri, diğeri bir Başbakan Yardımcısı, üçüncü kişi de, 17-18 yaşlarında ben, 60’lı yılların ilk yarısı. Yaz tatillerinde çalıştığım ünlü bir yer var, odaya beni çağırıyorlar, gazetede yayınlanan bir yazıyı okumam için.

Yazıyı o iki kişiye okuyorum. Yazı sütunun başlığı gibi,  “Taş” gibi inen yazılardan biri. Çetin Altan yazısında her zamanki gibi, sözünü hiç esirgemiyor, kimseden korkusu yok, o devrin en büyük iş adamlarından birinin ithal ettiği mallarla ilgili yazıda hem iş adamını, hem de iktidarda bulunan partiyi sorguluyor. Yazı ikisinin de canını sıkıyor, Başbakan Yardımcısı iş adamı ile senli-benli, ona dönüyor, “merak etme, hallederiz”.

Lise son sınıf öğrencisiyim, her gün Çetin Altan’ı, (sonradan Çetin Ağabey) okuyorum. “Hallederiz” sözü içime oturuyor, nasıl halledecek? Çetin Ağabeyin yazılarını merakla izlemeyi sürdürüyorum, ya yazılarına son verilecek ya Çetin Ağabey yazıda sözünü ettiği iddialardan dolayı özür dileyecek. İki gün sonra, bir de bakıyorum ki, Çetin Ağabey aynı konuda dolu dizgin, yine bildiğini yazıyor. Kendimce rahatlıyorum.

Ne var ki, çok sürmüyor. Milliyet’e yayınlanan o yazının üzerinden birkaç ay geçiyor. Günün birinde, yine o dönemin önemli sol dergisi “Ant” Çetin Altan’ı kapak yapıyor, “Rotatife karşı kalem” başlığı ile. Sermayenin daha çok eleştirilmesine, sol düşüncenin daha fazla yayılmasına, onun vazgeçilmez iki sözcüsünden biri olan Çetin Altan’a Milliyet daha fazla tahammül edemiyor. Çetin Ağabey Akşam’a geçiyor, sol düşüncenin iki kalesinden biri Akşam, diğeri Cumhuriyet ve orada İlhan Selçuk.

Çetin Ağabey bir dönemin simgesi, bayrak onda, yazılarıyla kitlelere öncülük ediyor, o, İlhan Selçuk ve Türkiye İşçi Partisi, onlar sayesinde Türkiye Rönesans'ını yaşanıyor. Demokrasiye, insan haklarına, temel hak ve özgürlüklere,  özgür düşünceye, bağımsızlığa kapıyı açıyorlar. Daha önce hiç sorgulanmayan konular, elde edilmeyen haklar o kalemin inanılmaz inat ve emeği ile gündeme geliyor. Çetin Ağabey’in de sık sık dile getirdiği gibi, “Türkiye gibi geri toplumlarda yazmak zor iş”, sonunda ya hapishane var ya işsizlik. Çetin Altan ikisinden de nasibini alıyor. “Düşünce suçu” ki, sonu hapis, düzene başkaldırma ve hak arama ki, sonu işsizlik.

Çetin Ağabey ile ilk birebir karşılaşmamız onunla yaptığım bir röportaj. Artık ben de, gazeteciliğe adım atıyorum, yıl 1973 İstanbul Cumhuriyet’te ilk aylarım. O hapisten yeni çıkmış, “Bir Avuç Gökyüzü” romanı toplatılmış, onu konuşacağız. Röportaj bitiyor, o Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Oktay Kurtböke’nin odasında bekliyor. Yazıyı Kurtböke’ye götürüyorum, Çetin Ağabey yerinden fırlıyor, yazıyı elimden alıyor, bir nefeste okuyor ve bana dönüyor, “güzel, iyi yazmışsın”. Dünyalar benim oluyor.

Daha sonra çok karşılaşıyoruz, oğulları Ahmet ve Mehmet Altan iki kadim dostum, ikisi de babaları gibi yazı adamı ve hatta torunları.

Çetin Altan’ın hayatı aslında Türkiye’de “yazı adamı olmanın” dramı, coşkusu, şanı, şöhreti, sıkıntısı, kıskançlığı, üzüntüsü, sevinci, bunları hep birlikte, sürekli barındıran bir sentez. Onun gibi etkili, hiç kimse karşısında diz çökmeyen bir yazar, bir düşünce adamı için böyle bir sentez, o güler yüzüne rağmen, içinden atamadığı bir acı olsa gerek. Keskin esprileri o acının rövanşı belki de.

Demokrasinin, düşünce özgürlüğünün kelepçeye vurulduğu Türkiye gibi bir ülkede bir düşüncenin bayraktarlığını yapmak, o uğurda her türlü çileye gülerek katlanmak, ömrünü buna adamak, ancak Çetin Ağabey gibi bir kültür adamının başarabileceği bir olay. Keskin zekası, engin bilgisi, kıvrak kalemiyle taçlanıyor Türk Basını ve edebiyatı. Ve her şeye rağmen, yüzünden eksilmeyen gülümsemesiyle.

Son söyleşilerinden birinde vurguladığı gibi, “demokrasiyi göremeden” aramızdan ayrılıyor. Nur içinde yat Çetin Ağabey.

KAYNAK: Yalçın Doğan / Rotatife Karşı Kalem... (t24.com.tr, 23 Ekim 2015).

Yazar: YALÇIN DOĞAN

KALEMİN UCUNDA BİR HAYAT

Çetin Altan yıllardır bıkıp usanmaksızın yineleyip durduğu için, Avrupa Birliği macerasına ilişkin onun yorumunu merak ediyorum. Ekonomik, siyasal değişim bir yana, yazı ve yazarın serüveni ne olacak AB sürecinde?

Özgür ve özerk bir yazarlar grubu mu çıkacak karşımıza; yoksa yine kendi deyimiyle habire hödüklük sergileyen yerel iktidarın yerini, çok daha etkin çalışan küresel iktidarın denetimi mi alacak? Karşı karşıya olduğumuz durum, Çetin Altan'ın 60 yılı aşan yazı serüveni boyunca boğuştuğu ikilemden çok da farklı gözükmüyor: Kırk katır mı, kırk satır mı, meselesi!

Bu nedenle onun serüvenine bakmak, Türkiye'de yaşamını yazıyla sürdürmenin nasıl bir uğraş olduğunu örneklemesi yönünden ilginç ve önemli görünüyor.

Lise yıllarında şiirle başlar Çetin Altan'ın kalem serüveni. Bu, ileriki yıllarda yaşamının temel ayrımı olarak nitelendireceği 'değerli olmak'la 'önemli olmak' arasında yaptığı bir seçimdir.

Gazete yazılarında sıkça işaret ettiği 'değerli-önemli' karşıtlığı, 1993'te yayımlanan 'Aşk, Sanat ve Servet' kitabının da konusudur. Düşünce, sanat, yazı vb. 'yaratıcı' yollarla insanın kendisine ve hayata anlam, değer yüklemesi Altan'a göre 'var olma' kavgasıdır.

Başka bir yol ise 'önemli-varlıklı olmak'tır. Toplumun, düzenin mevcut kulvarları içerisinde yol alarak paraya, 'statü'ye erişilebilir. Ama bu 'itibari, konjoktürel' değerdir. Zamana, mekâna göre değişir.Bir insanın bu ayrımı lise sıralarda fark etmesi söz konusu değil elbette. Ama yüksek bürokrat; hukukçu bir babanın çocuğu, paşa torunu olarak doğduğu konaktan kopup babanın mezun olduğu okula (Galatasaray Lisesi) yatılı öğrenci verilmesi, onu varlık sorunuyla erken yaşta yüz yüze getirecektir: Dünyadan, kendi doğal ilişki çevresinden kopukluk, 'yalnızlık'.

Bir söyleşisinde yatılı öğrenciliği 'öksüzlük' olarak nitelendiriyor Çetin Altan, "Aynı zamanda Fransız edebiyatı ile ilişkide olduğunuz bir okul, kitaplığı çok zengin... Ünlü Fransız yazarlarını okurken, insan, kendisinin de içinde yaşadığı kimsesizliğe bir çare bulmaya çalışır. Ailesi yok yanında, bir kız arkadaşı yok, kendi varlığını nerede ortaya koyacak ki; o da, işte kendi derinliğinde yalnızlığını, kimsesizliğini kâğıda dökmeye çalışıyor."

1943'te büyükanneden alınan parayla bastırılan ilk kitap; 'Üçüncü Mevki', bu yalnızlığın çığlıklarını taşımaktadır. O ilk adımdan 30 yıl sonra gazeteci ve yazarlığı yanında siyasal kimliğiyle de ününün doruklarındayken, 12 Mart darbesi gelecektir 1971'de. Darbe, eylemci gençlik, yazarlar ve aydınlar başta olmak üzere bütün toplum için 'Büyük Gözaltı'dır. Çetin Altan için de. Serbest kaldığında bütün bu süreci, en başa; çocukluk yıllarına dönerek romanlaştırır.

1973 Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanan 'Büyük Gözaltı'nda Altan, siyasal yaptırımların da ötesinde aileden başlayarak kişilikler, kimlikler üzerindeki imha hareketine dikkat çeker. 'Büyük Gözaltı'nı izleyen 'Bir Avuç Gökyüzü'nde, 'Viski'de aynı izleği sürdürür. Özellikle 'Viski', bu kez okul, öğrencilik yıllarına uzanarak 12 Mart arifesinde milletvekiliyken parlamentoda yaşadığı linç girişiminin yine siyasalın da ötesinde neredeyse toplumsal bir olgu, gelenek olduğunu sergiler.

Yazının bedeli ağırdır. Ancak yazı, bedeli ağır olduğu gibi karın da doyurmamaktadır. Fakülteye başladığı 1946'dan itibaren Ulus ve Akşam gibi dönemin etkili iki gazetesinde kendisine ayrılan sütunları doldurma mesaisinin yanında ANKA Ajansı, Hürses ve İzmir'de yayımlanan Sabah Postası'nda muhabirlik, eski deyimle 'fıkra', şimdiki adıyla köşeyazarlığını eşzamanlı olarak sürdürmektedir. (…)

KAYNAK: Zeki Coşkun / Kalemin Ucunda Bir Hayat (Radikal Kitap, 8 Ekim 2004).

Yazar: ZEKİ COŞKUN

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör