Celil Bozkurt

Araştırmacı Yazar, Akademisyen, Tarihçi

Doğum
-
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü

Akademisyen, Doçent, Araştırmacı Yazar. 1973 yılında Bursa'nın Harmancık ilçesine bağlı Hopandanişmend Köyünde dünyaya geldi.  İlkokulu Hopan Danişmend Köyünde, orta ve lise tahsilini Harmancık'ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü bitirdi. Aynı bölümün Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalında Türk Kamuoyunda Filistin Problemi (1929-1939) adlı teziyle yüksek lisansını, Marmara Üniversitesi Tarih bölümü Cumhuriyet Tarihi Bilimdalında Eserleri ve Fikirleri ile Cevat Rifat Atilhan adlı teziyle doktorasını tamamladı.

15 yıl Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı farklı liselerde tarih öğretmenliği yaptı. 2014'ten bu yana Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak devam etmektedir. Yazarın yayımlanmış çok sayıda kitap, makale ve popüler yazıları bulunmaktadır. 

 

Kitapları:

 

1.   Türk Kamuoyunda Filistin Problemi (1920-1939), IQ Yayınları, İstanbul 2008, 224s.

2.   Cevat Rifat Atilhan, İstanbul 2012, 413s.

3.   Bursa Türk Ocağı (1913-2013), Bursa Türk Ocağı Yayınları, Bursa 2014, 257s.

4.   Bartın ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Milli Mücadele Anıları, Gündoğan Yayınları, İstanbul 2015, 146s.

5.   Mersinli Cemal Paşa'nın Yaveri Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi Hatıraları, Gündoğan Yayınları, İstanbul 2015, 108s.

6.   Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Günlüklerinde Nili Casusları, Altınordu Yayınları, Ankara 2018.

7.   Türk Ocakları Katib-i Umumi Dr. Fethi Erden'in Ocak Hatıraları, Altınordu Yayınları, Ankara 2018.144s.

8.   Birinci Dünya Savaşı'nda Filistin-Suriye Cephesinin Çöküşü, Altınordu Yayınları, Ankara 2019,135s.

9.   Kemal Fedai Coşkuner ve Fedai Dergisi, Bursa Türk Ocağı Yayınları, Bursa 2020, 136s.

10.                Bursa Türk Ocağı (1913-1931), Bursa Türk Ocağı Yayınları, 2. Baskı, Bursa 2020, 176s.

11.                Filistin Sorunu (1920-1939), Altınordu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2020, 191s.

12.                Demokratik Hayatta Siyasal İslâm’ın Doğuşu İslâm Demokrat Partisi (2020).

 

KAYNAK: İhsan AYDIN / Dağdaki Nekropol (Olay Gazetesi, 13.9.2019), Bilgi teyidi (09.08.2020), Bilgi teyidi (facebook sayfası, 09.08.2020), Celil Bozkurt kitapları (kidega.com, idefis.com, sozcukitabevi.com, 11.08.2020).

KAYNAK: İhsan AYDIN / Dağdaki Nekropol (Olay Gazetesi, 13.9.2019), Bilgi teyidi (09.08.2020), Bilgi teyidi (facebook sayfası, 09.08.2020), Celil Bozkurt kitapları (kidega.com, idefis.com, sozcukitabevi.com, 11.08.2020).

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN BİR PROPAGANDA VE TANITIM HAMLESİ: 1926 SEYYAR SERGİ VE AVRUPA SEYAHATİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN BİR PROPAGANDA VE TANITIM HAMLESİ: 1926 SEYYAR SERGİ VE AVRUPA SEYAHATİ

    

           ÖZET

     1926 yılında Karadeniz Vapuru'nda oluşturulan Seyyar Sergi, erken Cumhuriyet döneminde vuku bulan uluslararası bir propaganda ve tanıtım aracı olarak tarihe kaydolmuştur.  Türk mamulâtı ve masnuatını ihtiva eden gemi, yaklaşık üç ay süren seyahati boyunca Avrupa'nın önemli limanlarını ziyaret etmiş ve Batılı ülkelerden övgüler almıştır. Karadeniz Vapuru, sadece bir ticaret gemisi olarak değil, aynı zamanda yeni Türk imajını da temsil eden bir propaganda aracı olarak işlev görmüştür. Gemide verilen balolar, personelin şıklığı ve zarafeti, Batılılarca Cumhuriyet Türkiye'sinin bir aynası olarak görülmüştür. Seyyar Sergi, Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaşlaşma yolunda ortaya koyduğu güçlü iradenin ve kararlılığın adeta bir simgesi olarak hatırlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Seyyar Sergi, Karadeniz Vapuru, Mustafa Kemal Paşa, Ali Cenani Bey, Raufi Bey.

     Giriş

     Sergiler, milletlerin maddi ve manevi zenginliklerini tanıttığı ve bunlar üzerinden ticari bir fayda sağladığı önemli teşhir mekanlarıdır. Tarihi oldukça gerilere giden sergilerin uluslararası bir nitelik kazanması 19. Yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Napolyon Savaşları'ndan sonra toparlanan İngiltere'nin ürettiği malları tanıtmak ve bu bağlamda yeni pazarlar bulmak için 1851'de Londra'da düzenlediği sergi, ilk uluslararası sergi olma özelliği taşımaktadır. Londra Sergisi'ne ABD, Fransa, İspanya, Portekiz, Prusya, Rusya, Flemenk ve Zolverein ülkeleriyle birlikte Osmanlı Devleti de katılmıştır.[1] Osmanlı Devleti, devletlerin bir nevi ekonomik ve mali güçlerini de sergilediği uluslararası sergilere mümkün mertebe katılmak azminde olmuştur. Böylelikle, hem ekonomik gücünü göstermek hem de batılı büyük devletler safında yerini almak istemiştir. Nitekim Osmanlı Hükümeti, 1851 Londra Sergisine katılma nedenini "ülke topraklarının verimliliğini göstermek, Osmanlı tebaasının tarım, sanayi ve sanat alanlarındaki kabiliyetini kanıtlamak ve Padişahın ülkenin gelişmesi yolunda sarf ettiği gayreti ortaya koymak" olarak açıklamıştır.[2]

     Osmanlı Devleti'nin katıldığı uluslararası sergiler şunlardır:

     1851 Londra Uluslararası Sergisi

     1855 Paris Uluslararası Sergisi

     1862 Londra 2. Uluslararası Sergisi

     1863 İstanbul Sergi-i Umumi-i Osmani Uluslararası Sergisi

     1867 Paris 2. Uluslararası Sergisi

     1873 Viyana Uluslararası Sergisi

     1889 Paris 3. Uluslararası Sergisi

     1892 Chicago Uluslararası Sergisi

     1900 Paris 4. Uluslararası Sergisi[3]

     Osmanlı Devleti, 1863 yılında İstanbul'da düzenlediği "Sergi-i Umumi-i Osmani" adlı uluslararası sergiyle dünya devletlerine kendi organizasyon ve temsil becerisini göstermek istemiştir. Serginin amacı, öncekilerden farklı olarak Osmanlı ekonomisinin sorunlarını tespit etmek ve bunlara köklü çözümler aramaktı. Babıali, konuya verdiği önemin bir göstergesi olarak serginin işlerini yürütmek üzere kurulan üst komitenin başına dönemin Maliye Nazırı Prens Mustafa Fazıl Paşa'yı getirmişti. Başlangıçta, sergide sadece yerli ürünlerin teşhiri düşünülmüşse de sonradan Avrupa'dan gönderilecek yeni icat makine ve aletlerin de teşhirine karar verilmişti. Sergide oluşturulan 13 pavyonda 10 bin kalem teşhir edilmiştir. Sergi-i Umumi-i Osmani, Avrupa'da büyük ilgi uyandırırken, muhtelif ülkelerden çok sayıda basın ve meslek erbabı sergiyi ziyaret için İstanbul'a gelmiştir. Yaklaşık 5 ay açık kalan sergiyi 100-150 bin kişi ziyaret etmiştir.[4]

     Osmanlı döneminde uluslararası sergilere katılma hususunda ortaya konulan devlet iradesi, Cumhuriyet döneminde de devam ettirilmiştir. Devletin ilgili kurumları, en az siyasi bağımsızlık kadar önem atfettiği ekonomik bağımsızlığı güçlendirmek ve Türk ekonomisini evrensel boyutlara taşımak için uluslararası sergileri bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Lozan Konferansı'nın ara döneminde toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde, yeni Türk devletinin ekonomi ilkeleri belirlenirken uluslararası sergilere de güçlü vurgular yapılmıştır. Sabık Muhasebe-i Umumiye Müdür-ü Umumisi Raşit Bey, kongrenin hazırlık sürecinde Milli Türk Ticaret Birliğine gönderdiği raporda, Türk emtia ve mamulatının tanıtılması hususunda şu hususları önermişti:

     Madde 9: "Cihanın her tarafında tesis olunacak sergilere iştirak olunması, buralarda eşya teşhir edenlere Hükümetçe nakden muavenet ve ikramiye verilmesi"

     Madde 10: Türkiye'nin mahsulat ve mamulatını teşhir etmek üzere İstanbul'da saltanat-ı ferdiyenin lağvı hasebiyle boşta kalan saraylardan birinde büyük bir sergi vücuda getirilmesi"[5]

     Yine "İstanbul Vilayeti Esnaf Cemiyetleri Heyet-i Müttehidesi tarafından yapılan çalışmalar ve temsilcileri tarafından Kongre'de sunulacak esaslar" kısmının 13. Maddesi'nde "Milli mahsulat, mamulat ve masnuata ait bir meşher-i umumi bir mekteb-i sanayiin küşadı."[6] önerilmişti. Kongre'nin "Kabul Edilen Esaslar" başlığıyla tanımlanan "Ticaret-i Hariciye Müesseseleri" kısmının 5. Maddesi'nde "Ticaret-i hariciyeyi teshil için memleketimizin muayyen mahallerinde ticaret-i hariciye, mahsulat ve mevadd-ı ibtidaiye sergileri tesisi" kararına varılmıştı.[7]

     Türkiye Cumhuriyeti, İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlara uygun olarak uluslararası sergilere katılım bağlamında önemli adımlar atmıştır. 1925 yılında Lozan, Paris ve Londra'da düzenlenen uluslararası sergilere Vekalet Müsteşarı Vahid Bey, müfettiş olarak görevlendirilmiştir. Aynı yıl Lozan'daki sergiye Ziraat Bankası Umur-u Ziraiye Şubesi Müdürü Daniş Bey müfettiş olarak gönderilmiştir. 1929'da kurulan Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, uluslararası sergilere katılım hususunda mesai sarf etmiştir. Macaristan'ın 1931 yılında Ankara'da açılan Ziraat Teknik Sergisine katılmasına karşılık, Cumhuriyet hükümeti de aynı sene Budapeşte Sergisi'ne katılmaya karar verirken, bu hususta Cemiyeti görevlendirmiştir.[8]

     Türkiye'de Uluslararası boyutta bir seyyar sergi oluşturma fikrinin 2. Meşrutiyet Dönemine kadar gittiği bilinmektedir. İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası, 5 Teşrin-i Sani 1325 [18 Kasım 1909] tarihli ruznamesinde, "Emtia ve mahsulatı memlekete hariçte mahreçler tedarikâtını temin ve teshil etmek maksadile vapur dahilinde sabih sergi (seyyar sergi) vücuda getirilerek vapurun Bahrisefit ve Bahrisiyah sahillerindeki mühim limanlara uğratılması mes'elesi"ni ele almıştı.[9] Fakat, 1911'de başlayan Trablusgarp Savaşı ve akabinde devam eden Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele, seyyar sergi düşüncesinin hayata geçirilmesini engellemiştir. Nihayet, 1925'de TBMM'de cereyan eden bütçe görüşmeleri sırasında seyyar sergi fikri yeniden gündeme gelmiş, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin azmi ve kararlılığı sonucunda 1926'da hayata geçirilmiştir.

     Bu makalede, 1926 yılında Karadeniz Vapuru'nda oluşturulan ve Türk mallarını Avrupa'ya tanıtmak ve burada yeni pazarlar oluşturmak amacıyla hazırlanan Seyyar Sergi'nin yaklaşık üç ay süren Avrupa seyahati ele alınmaktadır. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaşlaşma bağlamında projelendirdiği ve büyük önem atfettiği Seyyar Sergi hakkında maalesef akademik bir çalışma mevcut değildir. Seyyar Sergi hakkında yazılanlar, bölük pörçük anlatı ve hatıralardan ibarettir. Seyyar Sergi, 2006'da Garanti Bankası ile Netherlands Culture Fund’ın sponsorluğunda "Karadeniz: Seyr-i Türkiye" başlıklı bir belgeselle NTV kanalından yayımlanmıştır. Yaklaşık 57 dakika süren belgesel, Seyyar Sergi'nin Avrupa macerasını, yerli ve yabancı basından elde edilen bazı fotoğraf, metin ve anılar eşliğinde anlatmaktadır.[10] Belgesel, Seyyar Sergi'yi Türk kamuoyunun dikkatine sunması bakımından önemlidir. Makalenin araştırma safhasında Türk Devlet Arşivleri, TBMM Zabıt Cerideleri, dönemin basın yayın organları, özel kurum yayınları ve Karadeniz Vapuru'nu komuta eden kaptanların hatıralarına müracaat edilmiştir. Konu, ulusal boyutta ele alınmış olup, yabancı basındaki boyutuna değinilmemiştir. Seyyar Sergi'nin yabancı basındaki akisleri, taşıdığı derinlik ve hacim bakımından başka bir makalenin konusu olmalıdır.

     Seyyar Sergi'nin Gündeme Gelişi            

     Türkiye Cumhuriyeti'nde bir seyyar serginin oluşturulma fikri, 1341 (1925) yılında TBMM'de yapılan bütçe görüşmelerinde gündeme geldi. Görüşmelerde söz alan İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir Paşa, 1923 yılında başkan olarak katıldığı İzmir İktisat Kongresi'ne vurgu yaparak kongrede alınan kararların bir layiha halinde İktisat Vekaletine sunulduğunu, özellikle Ticaret Vekaletine ait olan birçok önemli kararın uygulanmadığını hatırlattı. Karabekir Paşa, yeniden bir kongre toplamanın külfetinden bahsederek Ticaret Vekaleti'nin layihada belirtilen maddelerin "kabil-i icra ve idari" olanlarının derhal, diğerlerimin de tedricen uygulamaya geçirmesini istedi. Ayrıca, sergiler için ayrılan paranın bütçeden çıkarılmasını eleştiren Karabekir Paşa, "Halbuki İktisat Kongresi'nde bizzat göründü ki daimi sergiler, vatan malını göstermek, sevdirmek ve sarfettirmek için pek lazımdır. Yer yer böyle sergiler açanlara para vermeli, teşvik etmeli, daimi surette vatan malını teşhir etmelidir Onun için bu fasıldaki İktisat Kongrelerine ait para fazladır. Bilakis sergilere muavenet lazımdır" diyerek sergilerin önemini vurguladı.[11]

     Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, bakanlığın sergiler hususundaki hassasiyetini belirterek Avrupa'nın muhtelif şehirlerinde açılacak altı sergiye katılım amacıyla hazırlıklar yapıldığını vurguladı. Özellikle Londra'da açılacak tütün sergisi, önemli bir tütün üreticisi olan Türkiye için ayrı bir öneme sahipti. Bu hususta, Londra sefareti bilgilendirilerek İstanbul Ticaret Odası ve diğer tüccarın desteğiyle sergide iki pavyon inşasına başlanacaktı. Ali Cenani Bey, Paris'te açılacak bir sanayi tezyiniye sergisi için de hazırlıkların yapıldığını ve bu amaçla burada bir pavyonun inşa edildiğini belirtti. Kütahya çinileri, Gaziantep el işleri, bakırcılık, dökmecilik ve özellikle halıcılık hususunda Türkiye'nin önemli kalemlere sahip olduğunu vurgulayan Ali Cenani Bey, sergiye katılım konusunda Türk tüccarına devlet desteği sağlanacağını kaydetti. Ayrıca, Lozan ve Leipzig'de açılacak iki panayır için de güçlü bir iradenin olduğunu vurgulayan vekil, Ticaret Vekaleti'nden burada bir komiserin görevlendirilerek panayıra katılmak isteyen tüccara kılavuzluk yapılacağını açıkladı.[12]

     Ali Cenani Bey, hükümetin ülke içinde planladığı ticaret sergisi için bütçeye koyduğu 15 bin liranın gayet yetersiz olduğundan bahisle, böyle bir sergi için 3-4 yüz bin belki de bir milyon liralık bir fona ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Ali Cenani Bey'in buna bir çözüm önerisi olarak sunduğu plan hayli ilgi çekiciydi:

   "Bir ticaret sergisini meydana getirmek kolay bir şey değildir. Bunun yerine bir seyyar sergi teşkilini düşündüm. Belki ekser arkadaşlarımızın hatırına gelir. Ruslar, bundan on beş sene evvel bir seyyar sergi tertip etmişlerdi. İstanbul'a ve Akdeniz'in meşhur limanlarına göndermişlerdi. Bir vapur içinde mahsulat ve masnuatı dahiliyeyi birleştirerek içinde tüccarları da ihtiva etmek üzere gelen bu Rus sergisi İstanbul'da beş, on gün kaldı ve Avrupa'nın limanlarına giderek muhtevi olduğu eşyayı teşhir etti. Bendeniz de düşünüyorum ki Seyrisefain'den bir vapur alalım. Mesela Karadeniz Vapuru'nu düşündüm. Bunun içinde 130 yatak vardır. Tüccarlarımızdan 130 kişiyi alabilir. Ambarlarda elektrik tertibatı yaparak bir meşher haline koyabiliriz. Bütün mahsulatımızı ve masnuatımızı bu vapurda sergi halinde gösterebiliriz"[13]

     Ali Cenani Bey, seyyar sergi için yaklaşık 80 bin liralık bir masraf öngörmekteydi. Bu ücret, bütçeye dokunulmadan vapurda eşyasını teşhir eden tüccarın kamara ücretlerinden sağlanacaktı. Bakanlık, vapurun yalnızca seyir ve sefer masraflarını karşılayacaktı. Buna ilaveten, Türkiye'nin dünyaca ünlü tütünleri hem natürel hem de kullanıma uygun paketler halinde vapurda satışa sunularak ayrı bir gelir kalemi oluşturulacaktı. Ali Cenani Bey, 100 bin paket satılabileceği ve her paketten alınacak bir frankla birlikte yaklaşık 100 bin franklık bir gelirin sağlanabileceği kanaatindeydi. Bu bağlamda temel masraflar için bütçeye 60 bin liralık bir ödenek konulmasını önermekteydi. Mecliste yapılan oylamada "Ticaret sergi ve meşher ve müzelerine, tütün ve sanayi tezyiniye sergilerine muavenet ve seyyar sergi masrafı" faslının yekunu olarak 89.450 liralık bir ödenek kabul edildi.[14]

   Seyyar Sergi, TBMM'de Seyrisefain İdaresi'nin 1926 senesi bütçe görüşmelerinde yeniden gündemine geldi. Antalya Vekili Rasih Bey, Ticaret Vekili Ali Cenani Bey'in Seyrisefain İdaresi'nin vapur sorununu ve buna dair çözümlerini anlattığı konuşmasına binaen seyyar serginin bir süre daha ertelenmesini tavsiye ediyordu. "Kendi hasılatımızı bir vilayetten diğer vilayete naklini temin etmeden sergi vapurunun manasını anlayamadım" diyen Rasih Bey, bu hususta şunları söylüyordu: "Efendiler! Eğer sergi vapuru tütüncülüğü neşredecek ise dünyada tütüncülüğümüz çok yüksektir. Fakat reklamı çok yüksek olduğu halde bu sene hiç satılamadı. Çoğu elimizde duruyor. Demek ki reklam işi değildir. Heyet-i celilenizden istirham ederim, bu sergi işi bu sene de kalsın."[15] Rasih Bey'e cevap veren Ali Cenani Bey, seyyar sergi masrafının geçen sene ayrılan bütçeyle karşılanacağını, dolayısıyla bunun Seyrisefain İdaresi'nden alınmayacağını hatırlatarak serginin planlandığı gibi hareket edeceğini vurguladı.[16]

     Seyyar Sergi'nin Hazırlıkları

     TBMM'de 1925 ve 1926 bütçe görüşmelerinde etraflıca tartışılan "Seyyar Sergi" fikrinin Mustafa Kemal Paşa tarafından onaylamasıyla birlikte serginin hazırlıklarına başlandı. Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, yaptığı yazılı açıklamada "Topraklarımıza ait mahsulat ve masnuat ve madeniyatı en fazla münasebetde olduğumuz limanlarda teşhir etmek ve müstehlik piyasaların dikkat ve alakasını bu vesile ile de  memleketimiz üzerinde toplamak emeliyle bir seyyar sergi tertip edilmiş ve Seyr-ü Sefain İdaresi'nin en büyük ve en mükemmel vapuru bu sergiye tahsis edilmişdir" diyerek Seyyar Sergi projesini ilk kez kamuoyuyla paylaştı. Açıklamada, Seyyar Sergi için "Türkiye mahsulat ve masnuatı ilk defa olarak bu şekilde teşhir edilecek ve genç cumhuriyetin iktisadi ve zirai faaliyet ve kabiliyetinin bir aks-i sadası halinde Bahr-i Sefid, Bahr-i Muhit Atlası ve Amerika'nın en mühim limanlarında dolaşacakdır" denilmekteydi.[17]

     Ticaret Vekaleti, Seyyar Sergi'nin sanat ve sanayi işleriyle meşgul olmak üzere ticaret müsteşarı, ticaret ve Seyr-i Sefain genel müdürlerinden oluşan bir Tertip Heyeti oluşturdu. Diğer resmi kurumlarla işbirliği halinde olacak olan heyet, gerektiğinde bu kurumlardan personel görevlendirebilecekti.[18] Tertip Heyeti başkanlığına İstanbul Liman İşletmesi Genel Müdürü Raufi Bey getirildi. Raufi Bey, aynı zamanda Ticaret Vekaleti'ni de temsil edecekti.[19]

     Ali Cenani Bey, sergide teşhiri düşünülen ürünlerle ilgili ayrıntılı bir açıklama da yapmıştı. Buna göre, sergilenecek ürünler şöyle tespit edilmişti: Pamuk, tütün, meyan kökü, bal, zeytin, meyve, yumurta, tiftik, fındık, üzüm, incir, gül yağı, ipek, kuru yemiş, susam, afyon, yapağı, palamut, Şam fıstığı gibi tarım ürünleri başta olmak üzere maden ve orman ürünleri ile halı, keçe, kendir tohumu, kendir, çini, nakış ve el işleri. Bu ürünlerin yetiştiği ve bulunduğu bölgelerin harita ve krokileri de hazırlanacaktı. Ürünlerin özellikleri, olgunlaşma safhaları, ihraç miktarı, bunların ticaretini yapan şirketlerin isim ve adresleri, yabancı dillerde bastırılacak broşürler halinde gelen ziyaretçilere dağıtılacaktı. Sergiye katılmak isteyen şirket ve tüccar için, "uygun şartlarda" vapurda ürün teşhir stantları oluşturulacaktı.[20]

      Maarif, Ziraat ve Nafia Vekaletleri, gerekli gördükleri ürünlerin saptanması ve bunların takibinde Ticaret Vekaleti'yle işbirliği yapacaklardı. Ayrıca, Ali Cenani Beyin söz konusu tebliğini vilayetlere ulaştırılmasını sağlayacaklardı. Seyyar Sergi'nin 1925 Temmuzunda hareket etmesi kararlaştırıldı. Bundan dolayı 30 Haziran 1925 tarihine kadar sergi hazırlıklarının bitirilmesi istenmekteydi.[21]

     Ticaretin Vekaleti'nin açıkladığı Seyyar Sergi projesi, Türk ve Dünya kamuoyunda büyük yankılar uyandırdı. Türk ürünlerini birinci elden almak isteyen muhtelif şirketler, geminin kendi limanlarına uğramasını talep etti. Finlandiya, bu hususta Türk hükümetine resmen başvuru yaparken ABD elçiliği de geminin Newyork'a uğramasını rica etti.[22]

     Ticaret Vekaleti, Seyyar Sergi'yi hazırlama sorumluluğunu başlangıçta Seyr-i Sefain idaresine vermişti. Fakat, sonradan bu işle İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası (İTSO) görevlendirilmiştir. İTSO, hazırlık sürecinin Avrupa ayarında bir sergi için yetersiz olduğu kanaatindeydi. Nitekim İTSO, 27 Mayıs 1341/1925 tarihli 20. İçtimasında, Seyyar Sergi işinde acele edilmemesi ve sergi hazırlıklarının daha geniş bir zamanda yapılması gerektiği yönünde bir tavsiye kararı almıştır. Bu husustaki resmi açıklama şöyleydi:

   "...Oda heyeti, keyfiyeti müzakere ederek milli ve beynelmilel sergiler ve bilhassa tasavvur edilen seyyar serginin kısa bir müddet zarfında memleketin bilumum şu'bat ve meslek ve faaliyet-i iktisadiyesini temsil edecek bir tarzda muvaffakiyetle ikmal ve ihzarı gayr-i mümkün olduğu ve bilumum memalik-i ecnebiyede mevcud ve ma'ruf olan sergiler için bir kaç sene evvel karar verilerek ihzarında bulunulduğu ve ancak bu suretle sergilerden beklenen faidelerin elde edileceği nazar-ı dikkate alınarak bu maksadın daha mükemmel ve muvaffakiyetli bir suretde temin olunabilmesi için hiç olmazsa bir sene müddet tahsis olunarak vapurun gelecek senenin yazında sevk edilmesi ve bu müddet zarfında bir taraftan vekalet ve ticaret sanayi idarelerinin, diğer taraftan odaların mezkur seyyar sergide teşhir edilecek masnuat ve mamulatın sipariş ve ihzarıyla şimdiden meşgul olmağa başlaması ve bu maksad için vekaletce serginin ehemmiyetiyle mütenasib bir tahsisatın vaz'ı hususunun cevaben Ticaret Vekalet-i Celilesine iş'arının bir vazife-i iktisadiye olduğuna karar verilmişdir"[23]

     Seyyar Sergi'ye ev sahipliği yapacak gemiler arasında Gül Cemal ve SS [steam ship,buharlı gemi] Karadeniz vapurları öne çıkmaktaydı. Nihayet, Seyr-i Sefain İdaresi'nin en büyük gemilerinden Karadeniz Vapuru'nun[24] sergi formatına daha uygun olduğuna karar verildi.[25] Karadeniz, 1 Nisan 1926 tarihinde bakım ve onarım için Haliç Tersanesi'ne çekildi. Geminin inşaat ihalesi 9500 liraya Mimar Muammer Asım Beye verildi. Gemiye ilk olarak dışarıyla bağlantısını kuracak bir balkon tertibatı eklendi. Ayrıca, ürünlerin teşhiri ve satışına yönelik iki bölüm ile bunlara bağlı reyonlar oluşturuldu. Gemideki tüccarın ve şirket temsilcilerinin ticari işlerini yürütmek üzere Ziraat ve İş Bankası'na ait yerler tanzim edildi. Fakat, sonradan sadece İş Bankası şubesinin kurulmasına karar verildi. Gemide bir elektrik tesisatı döşendi, bir fırın ve buz imali için Seyr-i Sefain İdaresi'ne başvuruldu. Ayrıca, "Beyoğlu 980" koduyla gemiye bir telefon ilave edildi. Geminin dekorasyonu Türk tarzı oryantal bir mimariye göre oluşturuldu.[26] Bazı basın organlarında Seyyar Sergi'ye Almanya'dan uzman getirileceği yönünde çıkan haberler Sergi Tertip Heyeti tarafından yalanlandı ve serginin tamamen "Türk mesai ve kabiliyetinin bir ürünü" olduğu vurgulandı.[27]        

     Seyyar Sergi, sadece ekonomik değil ülke tanıtımına yönelik kültürel bir misyon da edinmişti. Bu hususta kamu ve özel kurumlar arasında bir koordinasyon sağlanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin muhtelif yönlerine dair kitap ve broşürler hazırlandı. Tertip Heyeti Başkanı Manyasizade Raufi Bey, bizzat ülkeye ait anayasa, zirai gelişme, bankacılık, kooperatifçilik, sigortacılık şirketleri, maden kömürleri, limanlar, iktisadi teşekküller vs hususlara dair bir kitap hazırladı.[28] Ayrıca, serginin "Türkiye Neşriyatı" reyonunda sergilenmek üzere Maarif Nezareti tarafından Matbaa-i Amire Müdüriyeti'nden alınan 87 adet kitap sergi komisyonuna verildi.[29]

     TBMM'de 1925 yılı bütçe görüşmelerinde "Ticaret sergi ve meşher ve müzelerine, tütün ve sanayi tezyiniye sergilerine muavenet ve seyyar sergi masrafı" faslının yekunu olarak 89.450 liralık bir tahsisatın ayrıldığını önceki sayfalarda belirtmiştik.[30] 1926 yılı bütçe görüşmelerinde Seyyar Sergi'nin "vapur bedeli icarı" olarak 100 bin liralık daha tahsisat ayrılmıştır.[31] Sonradan 20 bin liralık ek bir tahsisatın daha ayrılmasına karar verilmiştir.[32] Bir gazete haberinden Ticaret Vekaletine 30 bin lira daha kaynak aktarıldığı anlaşılmaktadır.[33]

     Seyyar Sergi Talimatnamesi ve Sergilenen Ürünler

     1925 yılında "Ticaret Vekaletince Tertip Edilen Seyyar Sergi 1341 [1925]" adıyla üçe katlanır altı sayfalık bir karton broşür hazırlanarak kamuoyuna dağıtıldı. Broşür, bir çağrı pusulası olmakla birlikte aynı zamanda bir yönerge hükmündeydi. Broşürde, sergiye katılacakların uyması gereken 25 maddelik kurallar, sergilenecek eşyalar ve sergi gemisinin uğrayacağı limanlar belirtilmekteydi. Broşürün ön yüzünde, Seyr-i Sefain İdaresi'nin logosu içinde Karadeniz Vapurunun resmi ile arka yüzünde de güneş kursu içinde Mustafa Kemal Paşa'nın fotoğrafı bulunmaktaydı.[34]

     1926 yılında yayımlanan 20 sayfalık "Seyyar Sergi Talimat ve Programı", geminin uğrayacağı limanlar, sergiye iştirak, ürünlerin gemiye nakli ve satışı, tüccarın seyahati ve teşhir edilecek mallara kadar belirlenmiş kural ve prensipleri içermekteydi. Kitapçığın ilk ön kapağında, Seyr-i Sefain logosu içinde İstanbul'dan kalkan Karadeniz Vapuru'nun önünde yürüyen haber tanrıçası Hermes'in resmedildiği sergi logosu bulunmaktaydı.[35]

      Seyyar Sergi Talimat ve Programına göre, sergi vapurunun Mayıs sonlarında Avrupa'ya hareket edeceği ve kesinleşmiş hareket tarihinin gazetelerde ilan edileceği belirtilmiştir. Programa göre, Seyyar Sergi'nin uğrayacağı limanlar ve burada kalacağı gün sayısı şöyle sıralanmıştı:

     1. Barselona 2                  

     2. Liverpul 3                     

     3. Havr 3                           

     4. Londra 4

     5. Hamburg 4                    

     6. Stokholm [Stockholm] 3                         

     7.Helsingfors [Helsinki] 2                           

     8. Leningrad 2                  

     9. Danzig 2                       

     10.Kopenhag 2  

     11. Amsterdam 2             

     12. Anvers 2                     

     13. Marsilya 3                  

     14. Cenova 2                    

     15. Napoli 2                      

     16. Venedik 2                   

     17. Triyeste [Trieste] 3

     18. Batum 2                      

     19. Odesa 2                       

     20. Köstence 2  

     21. Varna 3[36]

     Türkiye'de bulunan fabrika ve imalathane sahipleri, tüccar, zürra [çiftçiler] ve esnaf, bizzat veya vekilleri aracılığıyla Seyyar Sergiye katılabilecekti. Sergideki malların satışı ve uygulanacak tarifeler, ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştı. Sergiye katılan tüccara mallarının miktarına göre muhtelif kolaylıklar sağlanmıştı. Sergiye 3 bin liralık ve üzerinde mal koyan tüccarın yatak ücreti alınmayacaktı. 2 bin liralık eşyası olan tüccara seyahat ücreti üzerinden % 50 ve bin liralık eşyası olan tüccara da % 20'lik ıskonto yapılacaktı. Sergiye 5 bin liralık eşya tevdi eden tüccar, iaşesini karşılamak şartıyla eğer isterse yanına bir memur alabilirdi. Sergide satılan eşyanın gümrük vergisi limanın bağlı bulunduğu ülkenin gümrük tarifesine göre müşteriye ait olacaktı. Sergi, seyir halindeyken gemi sofrasından yemek yemek yolculara mecburi tutulmuştu. Ancak, geminin limanda olduğu zamanlarda yemek yemek isteğe bağlıydı.[37]

     Tertip Heyeti; teşhir olunan eşyanın çeşidi, cinsi, üretimi ve üretim yeri, sahiplerinin isim ve adreslerini içeren zarif broşürler hazırlayacak, bunları muhtelif lisanlara tercüme ederek geminin uğradığı limanlarda dağıtacaktı. İlan vermek isteyen tüccar, komisyonun uygun gördüğü tarife üzerinden eşya kataloglarına ilan verebilecekti. Sergide satıcı veya yolcu statüsünde bulunanların gemi nizamatına ve komisyon kurallarına uyma mecburiyeti vardı. Tertip Heyeti'nin emrinde Avrupa lisanlarına vakıf tercümanlar bulundurulacak ve bunlar tüccarla müşteri arasındaki iletişimi sağlayacaktı. Ayrıca Tertip Heyeti, teşhir edilen mallarla ilgili limanlarda ziyaretçilere ayrıntılı bilgi verecekti.[38]

     Gemide Riyaset-i Cumhur Orkestrası, büfe ve sinema bulunacaktı. İsteyen tüccar, kendi üretimlerine reklam filmi yaptırabilecekti. Yabancı ülkelerde verilecek ziyafetlere katılmak isteyen tüccar, bu tür organizasyonlarda giyilmesi gereken elbise ve şapkaları giymek zorundaydı. Seyahat süresi 3 ay olarak tespit edilmişti.[39] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, ilk 22 maddeye 3 maddelik bir ilave yaparak bazı hususlara açıklık getirmişti.[40]   

     Seyyar Sergi gemisinde bir şubesi bulunan İş Bankası'nın[41] görevi, şu maddelerle açıklanmıştı:

     1. Sergide hazır bulunmayan malların vekaleten satılması,

     2. Sergiden İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa üzerinden çek ödemek ve Türkiye'nin her şehrine havale kabul etmek,

     3. İstanbul'dan hareket etmeden Seyyar Sergi şubesinde cari hesap açtırmak ve yolcuların seyahat sürecinde hesabını açık tutmak,

     4. İmkan nispetinde para değişimi yapmak,  

     İş Bankası'nın tüccarla yürüteceği işlemler ve taşıdıkları yükümlülükler ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Talimatnamenin son kısmı Seyyar Sergi'de sergilenecek mallara ayrılmıştı. Buna göre, teşhir edilecek mallar iki kısım halinde düzenlenmişti. Birinci kısımda yer alan mallar şunlardı:

     BİRİNCİ KISIM

     Mevad-ı İbtidaiye [Ham maddeler]

     1. Madeniyat [madenler] ve Ahcar-ı Madeniye [madeni taşlar]

     Madenler, taşlar

     2. Orman

     Tahtalar

     3. Mevad-ı nesciye [dokuma/tekstil]

     Pamuk, yün tiftik, ipek ve saire

     4. Hayvani mahsulat (mevad-ı nesciyeden maada)

     Yumurta, balıklar, havyar ve saire

     5. Nebati [bitkisel] mahsulat

     Hububat, meyveler, kuru ve konserve sebzeler, pirinç ve saire

     6. Attariye

     Devaiye, baharat ve boyalar

     İKİNCİ KISIM

     7. Madeni mamulat, altın, gümüş, cevahir [değerli taşlar] ve kuyumcu eşyaları

     Demir, pirinç, tunç ve bakır eşya

     8. Alat [aletler/araç gereçler], makine, nakil araçları ve arabalar

     Elektrik makineleri ve edevatı, alat-ı ziraiye [tarım araçları], alat-ı sınaiye [sanayi araçları], tenvirat [aydınlatma] ve teshinat [ısıtma] eşyası

     9. Taş, toprak ve cam mamulat

     Porselen ve aynalar

     10. Haşebi [kereste] mamulat

     Mobilya kamışı ve sepet işleri, ev ve matbaa eşyası

     11. Deri mamulatı

     Ayakkabılar, saraç işleri ve vesaire

     12. Mensucat

     Mensucat, işlemeli ve örmeli halılar ve saire

     13. Melbusat [elbise] ve spor

     Erkek ve kadın eşyalarına ait eşya

     şemsiye, baston

     spor eşyası ve saire

     14. Kağıt ve mukavva mamulat

     15. Me'kulat [yiyecek] ve meşrubat

     Hayvani me'kulat, bitkisel me'kulat, meşrubat, tatlı, şeker ve reçeller

     16. Mamulat-ı kimyeviye [kimyasal ürünler]

     Ecza, ıtriyat, sabun, mum ve saire

     17. Tütün, tömbeki [tütün çeşidi] ve sigara

     18. Her nevi inşaat malzemesi

     Tesisat-ı sıhhıye

     19. Hastaneler ve sıhhi eşya

     Sıhhi eşya, dişçilik ve sair aletler

     20. Sanayi-i nefise [güzel sanatlar], resim, tablo, nakış ve tezyinat [süsleme]

     Resim, mimari, heykeltıraş, hat ve çini

     21. Musiki

     Musiki aletleri

     musiki eserleri ve notalar

     22. Sanat eşyası

     Sanat eşyası, icadlar ve oyuncaklar.[42]

     Tertip Heyeti, başlangıçta kurt, tilki, sansar ve kuş gibi Anadolu'dan getirilecek vahşi hayvanları sergide teşhir etmeyi planlamıştı. Bu hayvanlar, vapurun uygun yerlerinde yapılacak ambarlarda kafes içinde teşhir edilecekti. Hatta, tilki celbi dahi yapılmıştı.[43] Fakat, uzmanların vahşi hayvanların bakım ve temizliği gibi hususların mahsurlu olabileceği yönündeki uyarılarının ardından bundan vazgeçilmiştir.[44]

     Mustafa Kemal Paşa'nın Seyyar Sergi'yi Teftişi

     Tertip Heyeti, 10 Haziran 1926 tarihinde Seyyar Sergi hakkında 4 maddelik son bir duyuru yayımlamıştır. Duyuruda, Karadeniz Vapuru'nda 11 Haziran Cuma akşamı bir resm-i kabul icra edileceği ve geminin 12 Haziran cumartesi gecesi Gazi Paşa'ya "arz-ı tazimat" etmek üzere Mudanya'ya gideceği bilgisi verilmekteydi. Ayrıca, seyahate katılacak tüccar ve bilumum mağaza sahiplerinin gemiye yüklenecek mallarını ikmal ederek gerekli formaliteleri bitirmeleri ve gece merasimine katılacakların teşrifata uygun giyinmeleri rica edilmekteydi. [45]

     Bu arada Ticaret Vekili Rahmi Bey, Mudanya'da Mustafa Kemal Paşa'nın beğenisine hazırlanan Seyyar Sergi'yi teftiş etmek üzere 11 Haziran'da İstanbul'a gelmiştir. Seyr-i Sefain Genel Müdürü Sadullah Bey, Tertip Heyeti Başkanı Raufi Bey, Gaziantep mebusu Remzi Bey, İstanbul Muhaberat Müdürü Muhsin Bey, Müderris Zühdü Bey ve Riyaset-i Cumhur Orkestrası Şefi Zeki Bey, kendisine refakat etmiştir.[46]

     Türk kamuoyunun Seyyar Sergi'ye olan ilgisi büyük olmakla birlikte iş çevrelerinin sergiye ilgisi beklenenin altında kalmıştı. Bu hususta Seyr-i Sefain Genel Müdürü Sadullah Bey ile Ticaret Müdürü Muhsin Bey, sergi mahallinde basına açıklamada bulunmuştur. Sadullah Bey, "Hiç olmazsa sergiye tüccar için iş gördükleri mahallere mesela Marsilya'ya, Hamburg'a kadar iştirak etmek imkanı vardı." sözleriyle duyduğu hayal kırıklığını dile getirmiştir. Muhsin Bey de "Bizde ticarethaneler behemehal sahipleri başlarında bulundukça muntazam işleyebiliyorlar. Sahipleri bir hafta on gün için bile ayrılsalar derhal işleri bozuluyor. Ticarethanelerin sahiplerinin ümid edildiği kadar seyyar sergiye iştirak edememelerinin sebeplerinden biri de budur" diyerek tüccarın özgüven ve tecrübe eksikliğine dikkat çekmiştir.[47]

   Seyyar Sergi'yi hamil Karadeniz Vapuru'nda 11 Haziran 1926 tarihinde sergi anısına bir balo tertip edilmiştir. Baloya Ticaret Vekili Rahmi ve Maarif Vekili Necati Beyler ile Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa, İtalya ve Belçika elçileri, Amerikan temsilcisi General Bristol, Fransız Elçiliği çalışanları, Mübadele Komisyonu reisi ve İstanbul basın temsilcileri katılmıştır. 250 kişinin davet edildiği balo, gece geç vakitlere kadar devam etmiştir.[48]

   Karadeniz Vapuru, 12 Haziran'da İstanbul'dan ayrılarak Mudanya Limanı'na hareket etmiştir. Bu sırada Bursa gezisinde bulunan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, beraberinde Ordu Müfettişi Ali Said ve Kolordu Kumandanı Ali Hikmet Paşalar ile Bursa valisi, belediye başkanı ve bazı hükümet memurları olduğu halde Mudanya'ya gelmiştir. Mudanyalıların coşkun tezahüratıyla karşılanan Gazi, teftişi gerçekleştirmek üzere Karadeniz'e davet edilmiştir. Sergi komiseri Raufi Bey, geminin meşher ve satış reyonlarını gezdirerek Gazi'ye bilgi vermiştir. Sergi defterine "Sergi muvaffak olmuş bir eserdir. Bizde gayet iyi intibalar husule getirdi. Tarz-ı teşhir çok iyidir. Müteşebbislerini takdir ve tebrik ederim"[49] satırlarını yazan Gazi, sergiden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. Bu sırada, vapurda satış reyonunda görevli Ali Usta ve Paris Sanayi Akademisi'nden Sedefli Vasıf Bey, Gazi'ye değerli taşlardan mamul bir tespih ile fildişinden imal edilmiş bir sigara tabakası hediye etmiştir. Ayrıca, Karadeniz Vapuru'nda gemi personeli ve misafirlere Gazi'nin onuruna bir öğle yemeği verilmiştir. Karadeniz Vapuru, 13 Haziran'da Bandırma'ya hareket ederken, Gazi ve heyeti de Bandırma'da Seyyar Sergi'ye veda ederek İzmir'e hareket etmiştir.[50]

   Seyyar Sergi'de tütün standı sorumlusu olarak görev alan Muhsin Selçuk (Severman) Bey, hatıralarında Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın sergiyi denetlediği o günü şöyle anlatır:

"Karadeniz Vapuru, 'Seyyar Sergi' olarak hazırlanmıştı. Ben de bu Seyyar Sergi'deki tütün standının şefiydim. Bizim vapurda Mudanya İskelesi'nde iken Atatürk'ün şerefine bir ziyafet verildi. Bu fotoğraf (ziyafet fotoğrafı) o ziyafette alındı. Sergi'nin yöneticisi Manyasizade  Raufi Bey'di. Ziyafette Gaziantep mebusu Remzi Bey, Galip Bahtiyar Bey, Celal Esat Bey (Arseven) de vardı... Atatürk, iktisadi durumu düzeltmek için memleketimizi ve zenginliklerimizi Avrupa'da tanıtmak istemişti. Bunun için Karadeniz Vapuru'nda bir seyyar sergi düzenlemişti."[51]

   Bu arada Karadeniz Vapuru'na refakat eden Gülcemal Vapuru'nda bulunan yolcular, sergide bulunan Gazi'ye karşı sevgi gösterisinde bulunmuştur. Gazi de kendilerine mendil sallayarak mukabelede bulunmuştur.

     Seyyar Sergi'nin Avrupa Seyahati

   Cumhuriyet tarihinin ilk seyyar sergi gemisinin kaptanlığını Lütfi (Topuz) Bey[52] yapmıştır. Sefere bir süvari, bir ikinci kaptan, üç üçüncü kaptanla, tatbikat görmek üzere yedi mülazım [güverte zabiti] kaptan, bir doktor, bir telsiz memuru olarak 15 güverte zabitiyle yedi makine zabiti iştirak etmiştir. Kamara çalışanları, güverte ve makine adamlarının sayısı 125 idi. 47 kişilik Riyaset-i Cumhur Orkestrası, 95 kişilik Tertip Heyeti ve memurları ile 18 kişilik iaşe çalışanı ile birlikte gemide toplam 285 kişi mevcuttu.[53]

   Gemide dikkat çeken yolcular arasında Sergi Komiseri Raufi Bey, yazar Celal Esat Bey (Arseven), İstihbarat Müdürü Bahtiyar Bey, Şirketler Komiseri Baha Bey, Harici Ticaret mümessili Halil Mitat Bey. Coğrafya Encümeni Reisi General Pertev Bey, Gaziantep Milletvekili Remzi Bey, Orkestra Şefi Miralay Zeki Bey, Umumi Kâtip Seyfettin Bey, Posta Müdürü Kenan Bey, Ziraat Uzmanı Zihni Bey, İdare Müdürü Mahmud Celal Bey, Akşam gazetesi temsilcisi Vala Nureddin Bey, Celal Esat Bey'in kızı ve Resimli Gazete'nin muhabiri Bedia Celal Hanım, Anadolu ajansı temsilcisi Kemalettin Bey, demiryolları temsilcisi Eşref Bey, Tütün inhisarı mümessili Semih Bey ve Hasan Ecza Deposu sahibi Hasan Bey bulunmaktaydı.[54]

     Karadeniz Vapuru'nun, yaklaşık 3 ay süren seyahati boyunca uğradığı limanlar ve tarihleri aşağıdaki gibidir.

     1. Bonne (Annaba) 17.06.1926    

     2. Barselona 20.06.1926

     3. Le Havre 2.7.1926                     

     4. Londra 4.7.1926

     5. Amsterdam 11.7.1926               

     6. Hamburg 16.7.1926

     7. Stockholm 21.7.1926                

     8. Helsinki 25.7.1926

     9. Leningrad 29.7.1926                 

     10. Danzig 1.8.1926

     11. Gydnia 3.8.1926                      

     12. Kopenhag 5.8.1926

     13. Anvers 10.8.1926                    

     14. Marsilya 21.8.1926

     15. Genova 24.8.1926                   

     16. Napoli 27.8.1926

     17. İstanbul 5.9.1926[55]

     Karadeniz, programda olmamasına rağmen kömür ikmali için Cezayir'in Bonne (Anaba) limanı ile Polonya hükümetinin resmi müracaatı üzerine bu ülkenin Gidinya Limanı'na uğramıştır. Ayrıca, programda ilan edilmesine rağmen İngiltere'nin Liverpol, İtalya'nın Venedik ve Trieste, Rusya'nın Batum ve Odesa, Romanya'nın Köstence ve Bulgaristan'ın Varna limanlarına bazı nedenlerden dolayı uğrayamamıştır. Buna ilaveten, Karadeniz'in başlangıçta ABD limanlarına da uğraması düşünülmüşse de mesafenin uzaklığı ve yolculuğun ağır maliyeti gibi nedenlerden dolayı planlanan yolculuk gerçekleşmemiştir.

     Karadeniz Vapuru'nun ziyaret ettiği limanlar ve bu limanlardaki sergi faaliyetleri şöylece özetlenebilir:

     Bonne (Cezayir)

     Karadeniz Vapuru'nun program dışı olarak gerçekleştirdiği bu ziyaretin amacı kaliteli kömürleriyle bilinen Bonne Limanı'ndan kömür takviyesi yapmaktı. Seyyar Sergi, ilk kez burada görücüye çıkmış ve Cezayir halkının beğenisine sunulmuştur. Türk imajının geçirdiği evrim ve özellikle kadın personelin çağdaş giyim tarzı, Araplar tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştır. Arseven, Arapların gemi ziyaretini ve yaşadıkları şaşkınlığı anılarında şöyle anlatacaktır: "Maaş almak için tahsil şubelerine toplanan eyyam ve eramil kalkışmasıyla etrafımızı saran genç, ihtiyar, çoluk, çocuk bir sürü halkın nazarları, hep içimizde yüzü açık jüpü kısa Türk hanımlarına saplanıp kalmış, "Türk! Türk" diye yarı nefret ve yarı hayretle temaşaya dalmışlardı. Onlar bize, biz onlara acıyorduk."[56] Gürsu'nun izlenimleri de Arseven de farklı değildi. Gürsu, seferde düzenlenen ilk balonun izlenimlerini şöyle betimleyecektir:

  "...Bayanlarımızla dans eden Fransızlar da hayranlıklarını izhardan geri kalmadılar. İnkılabımızın yaptığı içtimai değişikliklerinin bir delili olan bu sahne aynı zamanda on dört asırlık ananelerin bir anda yıkılmış bulunmasına da bir misal teşkil ediyordu. Misafirlerimizin bu sahneden pek mütehassis oldukları anlaşılıyordu. Senelerce siyah çarşaf ve peçe altına kapanarak ne olduğu belli olmayan kadınlarımız, gözümüzün önünde bu asri levha içinde, ecnebi ailelerinden daha cazip ve daha vakur görünüyorlardı"[57]

     Barselon[a] (İspanya)   

     Seyyar Sergi, Barselona Limanı'nda yoğun bir ilgiyle karşılaşmış ve 2 günde yaklaşık 11 bin kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Bursa ipekleri, Hacı Bekir lokumları, pamuk ve tütün, İspanyolların en çok rağbet ettiği ürünler olmuştur. Fakat, Türkiye ile İspanya arasında bir gümrük anlaşmasının olmaması ve İspanya Hükümetinin koyduğu yüksek gümrük vergisi, ürünlerin satışını olumsuz etkilemiştir.[58] Zeki Beyin liderliğindeki Riyaset-i Cumhur Orkestrası'nın ziyaretçilere verdiği konser, İspanyollar tarafından ilgiyle karşılanmıştır.[59]

     Barselona'da Seyyar Sergi'ye en çok rağbet gösteren ziyaretçiler, İspanya'da ikamet eden Türk tebaası Yahudiler olmuştur. Türkiye'nin Barselona Konsolosluğu, 4 Yahudi'yi tercüman olarak görevlendirmiştir. Yahudilerin, Türk devletini hala meşrutiyetle idare edilen bir devlet sanmaları ve cumhuriyetten bihaber olmaları, Türk basını tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştır. Yahudilerin kendilerini "Barselon'da Osmanlı kolonisi" diye tanıtmaları başka bir şaşkınlık konusu olmuştur.[60]

     Le Havre (Fransa)

     Gürsu'nun notlarına göre Seyyar Sergi, Le Havre'de Fransızlardan beklediği ilgiyi görememiştir. Fakat yine de 2 gün zarfında 25.000 [2.500 olmalı] kişinin sergiyi ziyaret ettiği tahmin edilmektedir. Gemi personeli, Havre Belediyesi'nde ağırlanarak kendilerine bir ziyafet verilmiştir. Burada karşılıklı teati edilen nutuklardan sonra Riyaset-i Cumhur Orkestrası'nın konseri icra edilmiştir.[61]

     Londra (İngiltere)

     Karadeniz Vapuru, Türkiye'nin Londra sefiri Ferid Bey tarafından karşılanmıştır. Londra'da 6 gün kalan Seyyar Sergi, bir gün Londra'nın ileri gelenlerine beş gün de genel ziyaretçilere açılmıştır. Seyyar Sergi'yi yaklaşık 25 bin kişi ziyaret etmiştir. Özellikle tütün, buğday ve fantezi eşyası, İngilizlerin en çok ilgisini çeken ürünler olmuştur. Sadece İbrahim Paşa ve Mahdumları Firması'na 1.500.000 liralık sipariş verilmiştir. İnhisar (tekel) İdaresi, Türk tütünlerinin gördüğü rağbet üzerine Avrupa'da yeni şubeler açma kararı almıştır. Hacı Bekir şirketi ve tütün inhisarı, kayda değer satışlar yapmıştır.[62]

     Amsterdam (Hollanda)

     Karadeniz Vapuru, Türkiye'nin Lahey maslahatgüzar Esad Bey, konsolos Tahir Bey ve kançelar Nebil Bey tarafından karşılanmıştır. Hollanda yapımı bir gemi olarak Amsterdam'da büyük ilgi gören Karadeniz Vapuru, ayrıcalıklı bir rıhtımda demirlemiştir. 2 günde toplam 5.000 kişinin ziyaret ettiği serginin özellikle tütün standı yoğun rağbet görmüştür. Bedia Celal Hanım'ın aktardığına göre Amsterdam Belediye Başkanı, zarif ve çağdaş giyimiyle dikkat çeken kadın personele hayranlığını dile getirmiştir. Zeki Bey liderliğindeki Riyaset-i Cumhur Orkestrası, gemide ve şehir "Merkez Park"ında verdiği müzik ziyafetiyle Hollanda halkının takdirini kazanmıştır.[63]

     Hamburg (Almanya)

     Karadeniz Vapuru, Türkiye'nin Berlin büyükelçisi General Kemaleddin Sami Bey ve heyeti tarafından karşılanmıştır. Hamburg Hükümeti Başkanı Her Peterrson, sergi heyetine belediye binasında bir ziyafet vermiştir. Ziyafette tarihi Türk-Alman dostluğuna vurgular yapılmış ve iki ülkenin gelişen iktisadi ilişkilerine dikkat çekilmiştir. Riyaset-i Cumhur Orkestrası, Hamburg'ta yaklaşık 8.000 kişi tarafından dinlenilen bir müzik ziyafeti vermiştir. Hannover Türk Fahri konsolosu Mösyö Hopman'ın güneş çarpması nedeniyle Karadeniz Vapuru'nda vefat etmesi seyahatin en üzücü olayı olmuştur.[64] 

    

      Stockholm (İsveç)

     Seyyar Sergi, Stockholm'de liman idaresi başkanı tarafından karşılanmıştır. Türk heyeti şerefine Stockholm Belediyesi'nde bir ziyafet verilmiştir. Aynı gün Karadeniz Vapuru'nda İsveç sosyetesine 200 kişilik bir balo tertip edilmiştir. Yoğun ilgiyle karşılanan sergiyi üç gün zarfında yaklaşık 7500 kişi ziyaret etmiştir.[65]

     Helsinki (Finlandiya)

     Karadeniz Vapuru, kötü hava şartlarına karşın Helsinki'de kalabalık bir halk kütlesi tarafından karşılanmıştır. Karşılayanlar arasında Finlandiya Dış İşleri Bakanı da hazır bulunmuştur. Riyaset-i Cumhur Orkestrası, ziyaretçilere Türk ve Finlandiya marşlarından harmanlanmış bir müzik demeti sunmuştur. Gemiyi ziyaret edenler arasında çok sayıda Müslüman'ın bulunması sergi heyeti tarafından ilgiyle izlenmiştir.[66]

     Leningrad (Sovyetler Birliği)   

     Seyyar Sergi, Leningrad'ta Rus güvenlik güçlerinin sıkı önlemleri altında ziyarete açılmıştır. Ziyaretçiler, Rus makamlarının kendilerine verdiği karneler eşliğinde gemiye alınmıştır. Gemi personelinin kimlik kartları, yetkili organlar tarafından mühürlenerek vizeye müsaade edilmiştir. Gemideki fotoğraf makineleri, önlem amaçlı olarak mühürlenmiş ve ziyaret süresince bir  kamarada alıkonulmuştur. Gemi kasasında bulunan paralar kontrol edilmiş ve geminin telsiz dairesi kapatılmıştır. Leningrad Ticaret Odası, Türk heyeti şerefine bir akşam yemeği düzenlemiştir. Yemekte, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi yönünde tarihsel vakalara vurgu yapan konuşmalar yapılmıştır.[67]

     Rus yetkililer, Leningrad Limanı'nda sadece 75.000 liralık bir satışa izin vermişlerdir. Şekerlerden ve şekerlemelerden gümrük vergisi alınmamıştır. Yüksek vergiden dolayı Bursa kumaşları satılamazken, halı dairesi de kapalı kalmıştır. En çok satışı kehribarcılar yapmıştır.[68]

     Danzig (Danzig)

     Seyyar Sergi, serbest bölge statüsünde bulunan Danzig Limanı'nda Türkiye'nin Varşova Elçisi Yahya Kemal Bey tarafından karşılanmıştır. Sergiye gösterilen ilgi gayet sönük kalmıştır. Türk Dışişlerinden gelen talimat üzerine Karadeniz Vapuru'nun Polonya'nın Gidinya Limanı'na uğraması kararlaştırılmıştır. Bundan dolayı Danzig'deki mesai, daha çok Gidinya Limanı'na hazırlık şeklinde geçmiştir. [69]

     Gidinya (Polonya)

     Karadeniz Vapuru, ilk kez Gidinya Limanı'nda savaş gemilerinin refakatinde rıhtıma yanaşmıştır. Kaptan Süreyya Gürsu, bu sıra dışı durumu Polonya'nın Türklere olan ilgisinin bir tezahürü olarak yorumlamıştır. Sergi Heyeti, Gidinya Gazinosu'nda bir ziyafetle ağırlanmış, Türk kadınlarının zarafeti ilgi odağı olmuştur.[70] Serginin özellikle tütün standı, Polonya halkının yoğun ilgisini çekmiştir.[71]

     Kopenhag (Danimarka)

     Seyyar Sergi, Kopenhag'ta kalabalık bir insan kütlesi tarafından karşılanmıştır. Riyaset-i Cumhur Orkestrası'nın Karadeniz Vapuru'nda çaldığı Türk ve Danimarka marşları ziyaretçilerin coşkulu tezahüratına neden olmuştur. Sergiyi ziyaret edenlerden biri de Danimarka Dışişleri Bakanı Von Moltke olmuştur. Sergiyi takdir eden Moltke, sergi idarecilerini evinde ağırlayarak kendilerine teşekkür etmiştir. Buna karşılık Tertip Heyeti, Karadeniz Vapuru'na davet ettiği Kopenhag seçkinlerine bir balo düzenlemiştir. Danimarka basını, Moltke'nin davetine ve Seyyar Sergi'ye geniş yer ayırmıştır.[72]

     Anvers (Belçika)

     Anvers, diğer limanlardan farklı olarak vasat bir kalabalıkla Seyyar Sergi'yi karşılamıştır. İki günlük zaman zarfında yaklaşık 1.500 kişi sergiyi ziyaret etmiştir. Belçika'da yaşayan Türklerin Tertip Heyeti'ni ziyareti bu ziyaretin en hoş anlarından birisi olmuştur.[73]

    

     Marsilya (Fransa)

     Karadeniz Vapuru'nun Marsilya ziyareti, o günlerde Türkiye ile Fransa arasında bir kriz yaratan Bozkurt-Lotus Davası'ndan dolayı gerilimli başlamıştır. Karadeniz'in gelmesinden kısa bir süre önce Marsilya'da Ermeni lobileri tarafından Türk karşıtı bir miting düzenlenmiştir. Bunun üzerine Türk makamları, Karadeniz'i Marsilya'ya uğramaması yönünde bir telgrafla uyarmıştır. Ancak, telgrafın geç gelmesi bu ihtiyati tedbiri ortadan kaldırmıştır. Sonuçta Karadeniz'in planlandığı gibi Marsilya'da kalmasına karar verilmiş fakat bazı güvenlik tedbirleri alınmıştır. Ziyaretçilerin arasına karışabilecek provokatörler için  geminin önemli bölümleri kontrol altında tutulmuştur. Makine ve dümen daireleri, köprü üstü, miyar pusula kısmı, seyir kamarası ve buna benzer hassas mekanlar kilitlenmiştir. Seyyar Sergi'nin Marsilya ziyareti oldukça sönük geçmiştir. Herhangi bir tören, konser veya ziyafet düzenlenmemiştir. Gemi personeli, mola süresince gemiden ayrılmamıştır. Buna rağmen 1.500 kişinin sergiyi ziyaret ettiği tahmin edilmektedir.[74]

     Cenova (İtalya)

     Karadeniz Vapuru, Cenova'da İtalyan devlet ricali ve büyük bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Cenova Belediye Başkanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa hakkında; Sergi Heyeti Başkanı Raufi Bey de İtalya kralı ve Musolini hakkında sitayişkar nutuklar irad etmiştir. Sergi, iki günde yaklaşık 1000 kişi tarafından ziyaret edilmiştir.[75]

     Napoli (İtalya)

     Karadeniz Vapuru, Türkiye'nin Roma Büyük Elçisi Suad Davaz Bey ve bir İtalyan heyeti tarafından karşılanmıştır. Riyaset-i Cumhur Orkestrası, ziyaret boyunca Türk ve Faşist İtalyan marşlarını çalarak ziyaretçileri selamlamıştır. Serginin iki günde 2000 kişi tarafından ziyaret edildiği tahmin edilmiştir.[76]

     Napoli ziyaretiyle birlikte Avrupa turunu tamamlayan Karadeniz Vapuru, 4 Eylül 1926'da Çanakkale'ye gelmiş ve 3.5 saat boyunca halkın ziyaretine açılmıştır. Gemi personeli tarafından okunan dualar, Çanakkale şehitlerinin aziz ruhlarına ithaf edilmiştir. Bu sırada Seyr-i Sefain Genel Müdürü Sadullah Bey, bir telgrafla gemi personelini başarılı mesaisinden dolayı kutlamıştır.[77]

     Seyyar Sergi vapuru Karadeniz, 12 Haziran 1926 tarihinde başladığı Avrupa turunu 5 Eylül 1926 tarihinde İstanbul'da noktalamıştır. Saat 11.30'da Galata Rıhtımı'na yanaşan gemi, kalabalık bir halk kütlesinin coşkun tezahüratıyla karşılanmıştır. Geminin üç gün boyunca Tayyare Cemiyeti menfaatine halka açılmasına ve son gün bir müsamere tertip edilmesine karar verilmiştir.[78] Seyr-i Sefain İdaresi, Seyyar Sergi'nin başarısından dolayı Lütfi Kaptan'ı 1000 ve geminin birinci makinisti İsmail Beyi 800 lira ile ödüllendirmiştir.[79]

     Karadeniz, 86 gün 22 saat süren sefer boyunca Akdeniz, Atlantik, Kuzey ve Manş denizleriyle Baltık Denizini dolaşmıştır. Bu süre zarfında 12 ülkenin 16 limanını ziyaret edilmiştir. Gemi, 40 gün 16 saatini seyretmekle ve 46 gün 6 saatini liman konaklarında geçirmiştir. Limanlara giriş ve çıkışlarda kullanılmak üzere 44 yabancı kaptan görevlendirilmiştir. Bütün seferde 9.996 mil kat edilmiş, 2.778 ton kömür ile 971 ton tatlı su sarf edilmiştir. Gemide, 16 balo ve yemek verilirken, hariçte de 36 ziyafete iştirak edilmiştir. Seyyar Sergi'nin sefer masrafı 600 bin ve sergiyi gezen toplam ziyaretçi de 65 bin olarak tahmin edilmiştir.[80]

     Karadeniz Vapuru, seyahat boyunca bazı meteorolojik sorunlara maruz kalmıştır. Gemi, gidiş rotasında Akdeniz'de Bona ile Barselona limanı arasında kuvvetli bir fırtınaya yakalanmıştır. Fırtına, gemi personeli ve yolculara arasında paniğe neden olmuştur.[81] Kuzey ülkelerinde, Atlantik ve Kuzey Denizi'nde sert rüzgar ve orta dereceli dalgaların dışında ciddi bir hava muhalefetine rastlanmamıştır. Geminin dönüş rotasında Portekiz ile İspanya sahilleri açıklarında etkili olan kuvvetli sis, yaklaşık 20 saat sürecek olan müteyakkız ve kontrollü bir seyire neden olmuştur.[82]

    

 

     Seyyar Sergi'nin Türk Basınında Yankıları

     Seyyar Sergi, henüz üç yıl önce bağımsızlığını kazanan genç Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir olguydu. Gerçi, uluslararası sergiler hususunda Osmanlı Devleti'nden alınan güçlü bir mirasa sahip olunsa da Seyyar Sergi projesi, yeni devlet için yabancı bir deneyimdi. Ticaret Vekaleti'nin seyyar sergi projesini resmen açıklamasıyla birlikte kamuoyunda hummalı bir tartışma başlamıştı. Türk kamuoyu, Avrupa'nın medeni ülkelerine yönelik olarak hazırlanan seyyar sergi fikrini başlangıçta ihtiyatla karşılamıştı. Türk basını, seyyar serginin organizasyonu ve sonuçlarının başarısı hususunda üçe bölünmüştü. Bunlar; Seyyar sergi fikrine destek vermekle birlikte başarının bazı şartlara bağlı olduğunu düşünenler, sergi fikrini her yönüyle destekleyenler ve sergiyi küçümseyenler şeklinde sıralanabilir. 

     Haftalık Meslek gazetesi, Türkiye'ye oldukça pahalıya mal olacak serginin ülkeye yapması beklenen katkıyı sorgulamaktaydı. Memlekette ihtisasa yönelik olarak meslek ve iktisat teşkilatlarının olmadığını vurgulayan gazete, serginin uzman eliyle değil de belki de memur eliyle düzenleneceğini ve bundan dolayı faydalı olmayacağı kanaatindeydi. "En büyük faidesi olsa olsa, bizim bu işde de ne kadar metodsuz hareket etdiğimizi bize ısbat etmek olabilir" diyen gazete, İzmir'de yayımlanan Ticaret gazetesinin aynı yönde yazdığı satırları sayfasına taşıyordu. Gazete, Seyyar Sergi deneyiminden önce dahilde bir sergi düzenlenmesi gerektiğini öğütlemekte ve bu serginin şu hususları içermesi gerektiğini vurgulamaktaydı:

     1. İhraç ettiğimiz eşya ve maddelerin en iyi ambalaj tarzlarını,

     2. Muhtelif ürünlerin en istenen işlenme şekil ve usullerini,

     3. Broşür ve kataloglara kadar reklamın bütün çeşitlerine ait modelleri ve numuneleri,

     4. Üretim ve ticaret hayatımıza girmesi istenen usullere ait tedbir ve çareleri.[83]

     Gazete, özellikle Türk tüccarının uluslararası ticarette dikkat çeken ambalaj tekniği ve pazarlama konusundaki amatörlüğüne odaklanmıştı. Gazeteye göre, bozuk ambalaj tekniğiyle pazarlanan ürünler, kalite değerinin altında kalmakta ve ticaretimize ciddi zararlar vermekteydi. Örneğin, yabancı ülkelere pazarlanan dünyaca ünlü Türk tütünleri, buralarda yeniden ambalajlanıp Amerika ve Avrupa'ya satılmaktaydı. Bunun nedeni kötü ambalaj tekniği ve ihracatın yapıldığı ülkelerin arzu ve ihtiyaçlarının dikkate alınmamasıydı.[84]

     Vakit'te, gazete özel muhabirinin Türkiye'nin İtalya'da bulunan dış ticaret temsilcisi Ali Muhtar Beyle yaptığı röportaja yer verilmekteydi. Yazıda Ali Muhtar Bey, İtalyan iş çevrelerinin Türk seyyar sergisini merakla beklediklerini ve serginin İtalya limanlarında itibar göreceğini vurgulamaktaydı. Ayrıca, "Ben vapurumuzun gelmesinin mahsulatımızın teşhir edilmesinden ziyade tüccarımızın Avrupa tacirleriyle görüşebileceklerine hizmet edeceğinden seviniyorum. Malımız kadar kendimizi de tanıtmağa ve karşımızdakileri tanımağa mecburuz. Mahsulatımızın seyyar sergi ile teşhiri kafi değil. Mümessilliklerde şehbender hanelerimizde birer numune sergileri tesisi lazımdır." diyerek reklama ve sürekli sergilerin gerekliliğine dikkat çekmekteydi.[85]

     Şehremaneti Mecmuası'nda ayrıntılı bir değerlendirme yapan Ali Suad, sergiyi özellikle İstanbul ölçeğinde değerlendirmekte ve teşhir edilen ürünlerle ilgili geniş bilgi vermekteydi. Sergiyi "mütalaaya, tedkike, tahlile mecburuz" diyerek öz eleştiri daveti yapan yazar, Ali Muhtar Bey'in yukarıda işaret ettiği sürekli sergilere vurgu yapmaktaydı:

   "Bir ikincisini, üçüncüsünü tanzime, memleketimizde bir sabit nev'ini yapmağa ve hatta ufakça mikyasta daimi salon ve daireler tesisine muhtacız. Ticaret ahkamı mucibince limanda "serbest mıntıka" usulünü kabul ederek orada ihracat eşyamızın bütün numunelerini buralı ve Avrupalı tacirler ve komisyonculara daima arz ve teşhirde, tuvalet ve ambalajlarını orada yapmakta geç kalmış olduğumuzu da bu münasebetle burada itiraf etmek elbette hakşinaslıktır"[86]

     Seyyar Sergi'ye tam destek veren ve Bedia Celal Hanım'ı Karadeniz Vapuru'nda hususi muhabiri olarak görevlendiren Resimli Gazete, sergiye ekonomik kazanımlardan ziyade çağdaş Türkiye'ye ayna tutacak bir reklam vasıtası olarak bakmaktaydı. Gazeteye göre sergi, Avrupa halkının Türk milleti hakkındaki asırlara dayanan önyargılı ve mesafeli bakışını değiştirecek, "İnkılap ve Cumhuriyet Türkiyesi" hakkında bilgilenmesini sağlayacaktı. Avrupa'nın gözünde Türk milleti, Osmanlı'dan gelen bir alışkanlıkla hala bir "silah milleti" olarak görülmekteydi. Türk milleti "belki ince ve yüksek bir zeka ile mücehhez olduğu için silahına ve istiklale aşık bulunduğunu ancak böyle vasıtalarla cihana ispat edebilirdi." Gazetenin şu ifadeleri dikkat çekicidir:

   "Türkler, son zamanlara kadar Avrupa'ya yalnız ordu gönderdiler. Denizden İspanya'ya ve Cezayir sahillerine, karadan Viyana kalelerine kadar giden Türklerin ellerinde kılınç vardı. Bundan dolayıdır ki, bugünkü medeni alem bizi hala muharib sanatımızla, münhasıran harb adamı mahiyetiyle tanırlar. Avrupa'ya doğru en son giden Türk kafilesi yine bir ordu, Enver Paşa'nın Almanlara ikram ettiği kıymetli bir Türk ordusu idi. Seyyar sergi bir heyet-i keşfiye addedilebilir. Bu keşifler heyeti bize iktisad mübarezesinde [mücadelesinde] nasıl hazırlanmamız lazım geleceğini öğretecek. Avrupa'ya da Türk sanat ve ticaret ilmi hakkında hiç olmazsa asgari bir fikir götürecektir"[87]

     Seyyar Sergi, gündeme gelmesinden itibaren bazı basın organlarında temkinli hatta istihzai bir gülümsemeyle karşılanmıştı. Ünlü karikatür dergisi Akbaba, Seyyar Sergi'nin ilan edilen fakat defalarca iptal edilen programını hicveden yayınlar yapmıştı. Bunlardan birinde arkadan bir gülleyle bağlanmış Karadeniz Vapuru'nu önden bir salyangozun çekmeye çalıştığı oyuncak dükkanına benzeterek karikatürize etmişti. Karikatürün üstünde; "Gazetelerden: Seyyar sergi, bugün kalktı, yarın kalkıyor, öbür gün kalkacak", altta ise "Seyyar serginin gittiğinin resmidir" ibareleri yer almaktaydı.[88]

     Sergi hakkında kamuoyunu düzenli olarak aydınlatan Cumhuriyet, Galata Rıhtımı'nda son kez görücüye çıkan seyyar sergiyi organizasyon ve teşhir noktasında eleştirmekteydi. Gazete, serginin "heyeti umumiyesi itibarıyla bu yolda ibzal [harcanan] edilen emek ve masarifata tekabül edecek bir derecede" olmadığı kanaatindeydi. Seyyar Sergi'yi, "Memleketimize aid mamulat, mahsulat ve masnuatı Avrupa limanlarında Türklüğün yüzünü ağartabilecek bir şekilde teşhir için hazırlanan bir propaganda vasıtasından ziyade, alelade eşya teşhir eden bir pazarı ve harici manzarası itibarıyla da ara sıra limanımıza uğrayan Romanya vapurları kabilinden bir tenezzüh [gezinti] gemisini andırmaktadır" diye özetleyen gazete, Karadeniz'i de özgün olmayan bir "oyuncak dükkân"ına benzetiyordu.[89]

     Seyyar Sergi'yi ihtiyatla karşılayan gazetelerden Milliyet, Cumhuriyet'in izlenimlerine yakın bir çizgide değerlendirme yapmaktaydı. Gazete, Ticaret Vekili Rahmi Bey'in seyyar sergiyi teftişini ayrıntılı bir betimlemeden sonra kendi kanaatini şöyle açıklıyordu: "Vapur, uzun bir seyahatten ziyade mesela Marmara'da bir tenezzühe hazırlanmış ve süslenmiş bir haldedir. Fakat, serginin istihzaratı [hazırlıkları], şimdiye kadar geçen uzun bir zamana rağmen hala ikmal edilememiştir. Hatta vapurun iç ve dış kısımlarının telvinatına [boyanmasına] dün dahi devam edilmiştir. Sonra her meşherdeki eşya yerli yerine tamamen yerleştirilmiş değildir."[90]

     Başlangıçta Seyyar Sergi'yi tartışan ve bu hususta farklı görüşlere bölünen Türk kamuoyu, Karadeniz Vapuru'nun dönüşüyle birlikte serginin kazandığı başarıya odaklanmıştı. Türk basını, serginin yabancı limanlarda gördüğü ilgiye ve yeni Türk imajının Avrupa kamuoyunda yarattığı ilgiye dikkat çekiyordu.

      Seyyar Sergi hakkında ilk resmi değerlendirme, Ticaret Vekaleti namına sergiye iştirak eden Dış Ticaret Müdürü Halil Midhat Bey'den gelmiştir. Serginin maddi ve manevi kazanımlarının büyük olduğuna işaret eden Halil Midhat Bey, serginin ecnebilerin Türk milleti hakkındaki "fena fikirlerini tashih" ettiğini ve Türklüğe karşı takdir uyandırdığını vurgulamıştır. Onun şu sözleri seyyar sergi'nin özeti gibidir:

     Ticaret Vekaleti, bu sergiyi tertip etmekle mahsulat ve emtiamızı harice daha iyi tanıttırmak, ticaretimizi inkişaf ettirmek gayesiyle hazırladı. Mallarımız tüm ülkelerde büyük bir rağbet gördü. Özellikle, tütün, kuru yemişlerimiz, pamuk, kehribar, ipekli, mensucatımız, halılarımız, Hereke mamulatı şekerlemelerimiz takdir ve rağbet gördü. Dokuz cins eşyamız için farklı dillerde hazırlanan risaleler ilgiyle okunmuştur. Muhtelif şehirlerde üretim yapan tüccarımızın adresleri istenmiş ve hatta siparişler verilmiştir. Ülkelerin ticari tesis ve fabrikaları gezildi. Bunlar hakkında notlar alındı ve memleketimizde olabilecek girişimler hakkında bilgi alındı. Riyaset-i Cumhur orkestrasının verdiği konserler ilgiyle karşılandı. Şerefimize verilen birçok resmi ziyafetlerde hanımlarımız Türk kadınlığının nam ve şanını alâ eylemiştir"[91]

     Yıllar sonra Seyyar Sergi hatıralarını kaleme alan Karadeniz'in 2. Kaptanı Süreyya Gürsu, serginin bir ilk olması, iktisadi kazançları, denizcilik ve düzenleme kabiliyeti gibi hususlarda "muvaffak olmuş" addedilebileceği kanaatindedir. Fakat Gürsu, serginin asıl başarısının ticari ve iktisadi çıkarlardan ziyade Avrupa kamuoyunda yaratmış olduğu yeni Türk imajı olduğunu vurgulamaktadır:

   "Her şeyden evvel, seferimizin Avrupa şehirlerinde bıraktığı güzel tesir ve hatıralar, bilhassa Baltık Denizi'ndeki Şimal memleketlerinde ölçülemeyecek derecede şümullü [geniş] ve derin olmuştur. Türk sancağı, şimdiye kadar görülmediği bu uzak diyarlarda, muvaffakiyetle ve şerefle dalgalandırılmış, temiz bir geminin cana yakın insanları, her gittiği yerde pek hararetli bir istikbal görmüştür. İşte bu sebepledir ki Türklük hakkında bin türlü yanlış telakkilerle meşbu [dolmuş] bulunan bir kısım Avrupalılar, her şeyden evvel kendilerine benziyen, kendileri gibi konuşan insanlarla karşılaşmışlar, temiz bir gemi içinde kötü zihniyetlerini pek çabuk giderebilecek yüksek bir varlık bulmuşlardır"[92] 

     Seyyar Sergi'nin başarısını kanıtladığına dikkat çeken Vakit, serginin başlangıçta plan dahilinde olan fakat "bazı mülahazalardan" dolayı gidemediği Karadeniz'in Odesa, Batum, Köstence ve Varna limanlarına mutlaka gitmesi gerektiğini vurgulamaktaydı. Gazeteye göre, Türkiye ile iktisadi ilişkileri zayıf olan ülkelere bile uğrayan serginin, daha güçlü ekonomik ilişkiler içinde bulunduğumuz ülke limanlarına gitmemesi doğru olmazdı. Karadeniz Vapuru, İstanbul'a demirlemeden bu ziyareti gerçekleştirmeliydi. Bunu sonraya bırakmak, büyük bir hazırlık ve finansal kaynak gerektiren yeni bir sergiyi imkansız hale getirebilirdi. Gazete, "Sergiyi Leningrad'dan ziyade Odesa ve Batum'a, Helsingford'dan ziyade elbette Köstence ve Varna'ya göstermelidir" diyerek Karadeniz limanlarının önemine dikkat çekmekteydi.[93]

     Milliyet, serginin başarısını "Giderken 'asgari mahcubiyet' istenen sergi bilakis 'azami muvaffakiyet' temin ederek gelmiştir" cümlesiyle ifade ediyordu. Gazetenin şu ifadeleri, Türk basınının seyyar sergiye bakışını özetliyordu: "Bundan iki ay yirmi bir gün evvel bazı gazetelerimizin 'gitti, gidiyor, gitmemesi lazımdır, eyvah gidiyor' gibi memnuniyet ifade etmeyen tenkidleri arasında limanımızdan hareket eden "Karadeniz" Seyyar Sergi vapuru yine gazetelerimizin fakat bu defa memnuniyetle 'geldi, geliyor' haberleri arasında dün saat on birde limana avdet etmiştir."[94]

     Hükümete yakın Hakimiyet-i Milliye, Karadeniz Vapuru'nun dönüşünü "ziyaret ettiği memleketlerde çok iyi intibalar bırakarak dönen Karadeniz Vapuru" ifadesiyle kamuoyuna duyuruyordu.[95] Gazete, Seyyar Sergi'nin başarısını "Türk matbuatı serginin muvaffakiyetinden bahsediyor" satırlarıyla vurguluyordu.[96] Bu haberlerde ayrıntıya ve yoruma girilmemesi dikkat çekicidir. Gazetenin konuyla ilgili ayrıntılı haberi 9 Eylül 1926 tarihli nüshasında "Seyyar sergimiz hakkında İtalyan matbuatı ne diyor?" başlıklı yazıda yayımlanmıştı. İtalyan İl Secolo gazetesinin haberine dayandırılan yazıda, Türk seyyar sergisinin Cenova Limanı'nda düzenlenen karşılama törenindeki izlenimlere yer veriliyordu. Yazıda, İtalyanların özellikle Osman Zeki Beyin idaresindeki Riyaset-i Cumhur Orkestrası'nın çaldığı parçalara hayran kaldığı ve serginin en fazla "şark köşesi" ne ilgi gösterdiği vurgulanıyordu.[97]

     Seyyar Sergi'ye hazırlık safhasında en güçlü muhalefeti yapan Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri, diğer gazeteler gibi güçlü bir tonla ifade etmese de, serginin Avrupa turunu başarılı buluyordu. Cumhuriyet, "Seyyar sergi gayesinde muvaffak olmuştur"[98] derken, Akşam gazetesi de "Karadeniz Vapuru, Avrupa'da üç ay devam eden seyahati esnasında uğradığı bütün limanlarda gayet müsaid intibalar uyandırmıştır"[99] ifadelerini kullanıyordu.

     Daha önce Seyyar Sergi'yi uzman görüşleriyle değerlendiren Ali Suad, sergi'nin başarısını takdir etmekle birlikte kamuoyuna iki noktada sorgulama yapma tavsiyesinde bulunmaktaydı. Birinci hususta, serginin iktisadi boyutta neler kazandırdığı ve gelecek için ne kadar güven verdiği sorgulanmalıydı. Diğer hususta, serginin hazırlık ve teşhir sürecinde ne kadar hazırlanabildiği tartışılmalıydı. Ali Suad, sergide teşhir edilen ürünleri tanıtan matbu evrak ve broşürlerin yetersiz olduğu kanaatindeydi. Halbuki müşteri, böyle seyyar komisyonculuğun olduğu sergilerde henüz tanımadığı satıcılar hakkında ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Ali Suad'ın eleştirdiği başka bir konu da Seyyar Sergi gemisinin seyahat planında yaşanan aksaklıklar ve görevlilerin yetersizliği idi. O'na göre, bazı limanlarda oluşan yoğunluğa karşın geminin erkenden ayrılması kabul edilemezdi. Ayrıca, gemide ürün teşhiri yapan görevlilerin ameli ve ticari bir uzmanlıktan yoksun olmaları büyük eksiklikti. Lisan bildikleri halde müşterilerle iletişimde sıkıntı yaşayan tercümanlar da başka bir sorundu. Yine de Ali Suad, Seyyar Sergi'nin genel itibarıyla başarılı olduğunu, bahar aylarında Mısır, Suriye ve Filistin sahillerini dolaşarak Amerika'ya uzanması gerektiğini vurguluyordu.[100]

    

     SONUÇ

     Seyyar Sergi, 1925 yılında TBMM'de cereyan eden bütçe görüşmelerinde Ticaret Vekili Ali Cenani Bey tarafından gündeme getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa tarafından onaylanan sergi projesi, Ticaret Vekaleti, Seyr-i Sefain İdaresi ve İstanbul Ticaret Odası'nın ortak mesaisi olarak gerçekleştirilmiştir. Seyyar Sergi, bazı nedenlerden dolayı Türk kamuoyunda beklediği desteği görememiştir. Hareket zamanı defalarca ertelenen Sergi, bazı basın organlarında hararetle desteklenirken bazılarında da istihzai bir gülümsemeyle karşılanmıştı.

     Türk ticaret çevrelerinin Seyyar Sergi'ye olan ilgisi ümit edilenin altında kalmıştı. Tüccar, organizasyon ve iktisadi kazanımlar noktasında sergiyi yetersiz ve sıradan görmüştü. Yine, tüccarın işletmesini bırakıp uzun bir süre Avrupa'da kalacak kadar kapitalist bir deneyim ve özgüvenden yoksun oluşu da bu ilgisizliğin nedenlerinden birisi olmuştur. Sergide teşhir edilen mallar, Türklere özgün bir keyfiyet arz etse de, genelde Türk milletinin mütevazi yaşam tarzını yansıtan ürünlerdi. Seyyar Sergi, teşhir ettiği mallar açısından sıradan, uluslararası bir standart ve kaliteden yoksun görülmekteydi.

     Karadeniz Vapuru'nun Avrupa turu, denizcilik bilgisi ve kabiliyeti bakımından gayet başarılı geçmiştir. Liyakatli Türk kaptanlarının emrinde seyreden Karadeniz, Avrupa'nın tehlikeli ve zor denizlerini maharetle aşarak hedefine ilerlemiştir. Seyyar Sergi, Türk kamuoyundan farklı olarak Avrupa kamuoyunda daha büyük yankılar uyandırmıştır. Bir kaç liman istisna edilirse, Avrupalıların sergiye olan ilgisi büyük olmuştur. Ünlü Türk tütünleri, Hacı Bekir lokumları ve oryantal işlemeli kehribarlar, en çok rağbet gören ürünler olmuştur. Diğer yandan, sergiye eşlik eden Türk kadınlarının zarafeti ve şık giyim tarzı, Avrupalıların Türkler hakkında müzminleşen olumsuz imajın silinmesine katkı sağlamıştır. Karadeniz Vapuru'nda Avrupalı seçkinlere verilen balolar ve liman ülkelerinin düzenlediği etkinlikler, çağdaş Türk imajının tanıtılması bakımından önemli fırsatlar olmuştur.

     Seyyar Sergi, Türk denizcilik tarihinde haklı bir gurur ve başarı sayfası olarak hatırlanacaktır. Ticari kazanımları önemli olmakla birlikte serginin asıl başarısı, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaşlaşma yolunda ortaya koyduğu kararlı ve sarsılmaz iradedir. Mütevazi Karadeniz Vapuru, Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk milletinin yeniden dirilişinin ve medeniyet alemiyle kucaklaşma azminin bir sembolü olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

ARŞİV BELGELERİ

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 180.09.52.262.1.92.

RESMİ YAYINLAR

T.B.M.M Zabıt Ceridesi.

İçtima 82, 19.3.1341.

İçtima 91, 1.4.1341.

İçtima 63, 28.2.1926.

Resmi Gazete

Sayı 324. Tarih 17.3.1926.

KİTAPLAR

Akkılıç, Yılmaz, Atatürk ve Bursa, Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi, 3. Baskı, Bursa 2009.

Arseven, Celal Esat, Seyyar Sergi ile Seyahat İntibaları, Kitabevi, İstanbul 2008.

Gürsu, Süreyya, 1926 Senesinde Yapılan Seyyar Sergi Seferi Hatıraları, (Derleyen: Refik Akdoğan), İstanbul 2006.

Nezihi, Hakkı, 50 Yıllık Oda Hayatı, T.C İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Neşriyatı, İstanbul 1932.

Ökçün, A. Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1971.

Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Hilal Matbaası, 1926.

Sönmez, Oktay, Anılarda Gemiler Ufkun Ötesinde Kayboldular, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001.

Tutel, Eser, Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2006.

Tutel, Eser, Gemiler, Süvariler, İskeleler, İletişim Yayınları, İstanbul 1998.

Türkiye İş Bankası Tarihi, (Proje yöneticisi: Uygur Kocabaşoğlu), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001.

Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, (Proje Yöneticisi: Gökhan Akçura, Editör: Günel Tüzün), Tarih Vakfı, İstanbul 2009.

MAKALELER

Akkılıç, Yılmaz, "Seyyar Sergi", Bursa Defteri, Sayı 24, Aralık 2004, s.113-116.

Ergüney, Yeşim Duygu - Pilehvarian, Nuran Kara, "Ondokuzuncu Yüzyıl Dünya Fuarlarında Osmanlı Temsiliyeti", Megaron, Cilt 10, Sayı 2, 2015, s. 224-240.

Germaner, Semra, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve Kültürel Sonuçları", Tarih ve Toplum, Cilt 16, Sayı 95, s.289-296.

Önsoy, Rifat, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı İlk Uluslararası Sergiler ve Sergi-i Umumi-i Osmani (1863 İstanbul Sergisi), Belleten, Cilt 48, Sayı 185, Ocak 1983, s.195-235.

Tutel, Eser, "Gülcemal'in Süvarisi Lütfi Kaptan", Tarih ve Toplum, Mart 1996, Cilt 25, Sayı 147, s. 149-156.

TV PROGRAMI/BELGESELİ

"Karadeniz: Seyr-i Türkiye", NTV, 21 Nisan 2006.

SÜRELİ YAYINLAR

Akbaba

Akşam

Bursa Defteri

Cumhuriyet

Hakimiyet-i Milliye

İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Mecmuası (İTSOM)

Meslek

Milliyet

Resimli Gazete

Şehremaneti Mecmuası

Vakit

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EKLER

Ek 1: Seyyar Sergi'ye ev sahipliği yapan Karadeniz Vapuru.

 

Ek 2: Seyyar Sergi'nin Logosu

 

Ek 3: Mustafa Kemal Paşa'nın Seyyar Sergi defterine yazdığı imzalı yazı. (Cumhuriyet, 15 Haziran 1926)

 

 

 

Ek 4: Seyyar Sergi gemisi Karadeniz Vapuru'nun kaptanı Lütfi Kaptan.

 

 

Ek 5: Seyyar Sergi'nin sürekli ertelenen hareket zamanını hicveden mizah dergisi Akbaba'nın karikatürü (Akbaba, 10 Haziran 1926)

 

Ek 6: Seyyar Sergi'nin İstanbul'a dönüşünü yazan bir gazete haberi. (Milliyet, 6 Eylül 1926)



[1] Rifat Önsoy, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı İlk Uluslararası Sergiler ve Sergi-i Umumi-i Osmani (1863 İstanbul Sergisi), Belleten, Cilt 48, Sayı 185, Ocak 1983, s.195.

[2] Önsoy, agm., s.195.

[3] Yeşim Duygu Ergüney-Nuran Kara Pilehvarian, "Ondokuzuncu Yüzyıl Dünya Fuarlarında Osmanlı Temsiliyeti", Megaron, Cilt 10, Sayı 2, 2015, s.227-239. Ayrıca bkz. Semra Germaner, Osmanlı İmparatorluğu'nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve Kültürel Sonuçları, Tarih ve Toplum, Cilt 16, Sayı 95, s.289-296.

[4] Önsoy, agm., s.206-235.

[5] A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1971, s.108.

[6] Ökçün, age., s.159.

[7] Ökçün, age., s.420.

[8] Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, (Proje Yöneticisi: Gökhan Akçura, Editör: Günel Tüzün), Tarih Vakfı, İstanbul 2009, s.102.

[9] Hakkı Nezihi, 50 Yıllık Oda Hayatı, T.C İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Neşriyatı, İstanbul 1932, s.214.

[10] "Karadeniz: Seyr-i Türkiye", NTV, 21 Nisan 2006.

[11] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.34-35.

[12] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.35-36.

[13] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.36.

[14] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.37-38.

[15] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 63, 28.2.1926, s.389.

[16] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 63, 28.2.1926, s.389.

[17] "Seyyar Türk Sergisi", İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Mecmuası (İTSOM), Sayı 5, Mayıs 1341/1925, s.884.

[18] Aynı yer.

[19] "Rufi Bey", Vakit, 14 Mart 1926.

[20] Aynı yer.

[21] Aynı yer.

[22] "Seyyar Türk Sergisi Hakkında Anadolu Ajansı'nın Haberi", İTSOM, Sayı 5, Mayıs 1341/1925, s.885.

[23] "Karadeniz Vapuru Sergisi", İTSOM, Sayı 6, Haziran 1341/1925, s.966-967.

[24] Karadeniz, Hollanda yapımı bir gemi olarak Wilis adıyla 1905'te denize indirildi. 4731 grostonluk geminin boyu 130 m, eni 15.51 m ve derinliği de 9.07 m idi. 3500 beygir gücündeki buharlı gemi, günde 72 ton kömür yakarak çalışmaktaydı. Geminin ilk sahipleri Rotterdamsche Lloyd, Hollanda'nın Malezya ve Endonezya'daki sömürgelerine yıllarca seferler düzenledi. Gemi, 1924 yılında 4200 İngiliz poundu karşılığında Hollanda'dan alınarak "Karadeniz" adıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ticaret filosuna katıldı. 1926'da Seyyar Sergi gemisi olarak ünlenen Karadeniz, bir süre İstanbul-Batum seferlerinde kullanıldı. Yaklaşık 19 yıllık bir hizmetten sonra hurda niyetiyle İtalyanlara satıldı. Bkz. Oktay Sönmez, Anılarda Gemiler Ufkun Ötesinde Kayboldular, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001, s.51-58) Ayrıca bkz. Eser Tutel, Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2006, s.178. Karadeniz Vapuru için bkz. Ek 1. 

[25] Eser Tutel, Gemiler, Süvariler, İskeleler, İletişim Yayınları, İstanbul 1998, s.31.

[26] "Seyyar Sergide", Vakit, 7 Nisan 1926. Ayrıca bkz. Süreyya Gürsu, 1926 Senesinde Yapılan Seyyar Sergi Seferi Hatıraları, (Derleyen: Refik Akdoğan), İstanbul 2006, s.18.

[27] "Seyyar Sergi heyet-i tertibiyesi riyasetinden", Vakit, 8 Nisan 1926.

[28] "Seyyar Sergide", Vakit, 7 Nisan 1926.

[29] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 180.09.52.262.1.92.

[30] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.37-38.

[31] Resmi Gazete. Sayı 324. Tarih 17.3.1926. s.1193-1197. Ayrıca bkz. T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 63. 28.2.1926, s.385.

[32] T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima 91, 1.4.1341, s.326-27.

[33] "Seyyar Sergi", Vakit, 8 Haziran 1926.

[34] Yılmaz Akkılıç, "Seyyar Sergi", Bursa Defteri, Sayı 24, Aralık 2004, s.113-116.

[35] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Hilal Matbaası, 1926. Seyyar Sergi'nin logosu için bkz. Ek 2.

[36] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Madde 2, s.2.

[37] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Madde 3, 4-12, 13, 14, 19, s.3-8.

[38] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Madde 15, 16, 17, 18, s. 7-8.

[39] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Madde 20, 21, 22, s.9.

[40] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Madde 1-3, s. 9-11.

[41] Türkiye İş Bankası Tarihi, (Proje yöneticisi: Uygur Kocabaşoğlu), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001, s. 106.

[42] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, s.17-20.

[43] "Seyyar Sergi", Vakit, 13 Mart 1926.

[44] Ziraat Müzesi Müdürü Nihad Bey'in bu husustaki uyarısı için bkz. "Seyyar Sergide hayvanat-ı vahşiye teşhir edilemez", Vakit, 17 Mart 1926.

[45] "Seyyar Sergi", Milliyet, 11 Haziran 1926.

[46] "Ticaret Vekili Rahmi Bey, dün Ankara'dan şehrimize geldi", Milliyet, 12 Haziran 1926.

[47] Aynı yer.

[48] "Seyyar Sergi bugün hareket ediyor", Vakit, 12 Haziran 1926.

[49] Mustafa Kemal Paşa'nın yazısı için bkz. Ek.3.

[50] "Seyyar Sergi nihayet yola çıkabildi" Milliyet, 13 Haziran 1926; "Seyyar Sergi bugün hareket ediyor", Vakit, 12 Haziran 1926; "Reis-i Cumhurumuz İzmir'e hareket etti", Vakit, 14 Haziran 1926.

[51] Yılmaz Akkılıç, Atatürk ve Bursa, Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi, 3. Baskı, Bursa 2009, s.77-78.

[52] Denizci bir babanın oğlu olan Lütfi Kaptan, 1886 yılında İstanbul'da doğdu. Bahriye'nin ardından Demirhisar torpidobotunun kumandanlığına atandı. Lütfi Kaptan; Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Basra torpidobotunun kumandanlığını yaptı. 1919'da 33 yaşındayken kıdemli yüzbaşı rütbesiyle bahriyeden emekli olduktan sonra Seyr-i Sefain İdaresi'ne geçti. 1921 yılında 35 yaşındayken Gülcemal yolcu gemisinin süvariliğine getirilen Lütfi Kaptan, asıl büyük ününü bu yıllarda yaptı. Lütfi Kaptan, 1920 Aralık'ında Gülcemal gemisiyle Atlantik'i aşarak Amerika'ya ulaştı. Aynı gemiyle Amerika'ya üç sefer daha düzenledi. Sonraki yıllarda Seyr-i Sefain İdaresi'nin en büyük gemilerinden "Karadeniz", "İzmir" ve "Ege"nin süvariliğini üstlendi. Lütfi Kaptan, 1926 yılında Seyyar Sergi'ye ev sahipliği yapan ve Avrupa limanlarını turlayan Karadeniz Vapuru'nun süvariliğine getirildi. 1928'de İzmir, ardından Ege yolcu gemisinin süvariliğini üstlenen Lütfi Kaptan, 1932 yılında 46 yaşındayken vefat etti. Bkz. Eser Tutel, "Gülcemal'in Süvarisi Lütfi Kaptan", Tarih ve Toplum, Mart 1996, Cilt 25, Sayı 147, s. 149-156. Ayrıca bkz. Eser Tutel, Gemiler, Süvariler, İskeleler, s.34-37. Lütfi Kaptan için bkz. Ek.4.

[53] Gürsu, age., s.18.

[54] Gürsu, age., s.29.

[55] Gürsu, age., s.12.

[56] Celal Esat Arseven, Seyyar Sergi ile Seyahat İntibaları, Kitabevi, İstanbul 2008, s.22.

[57] Gürsu,  age., s.23.

[58] "Seyyar Sergiye refakat eden muharririmizin intibaaları", Resimli Gazete, 17 Temmuz 1926. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi ile giden muhabirimizin Barselon intihabatı", Cumhuriyet, 3 Temmuz 1926; "Seyyar Sergi Barselondan ayrılırken", Vakit, 7 Temmuz 1926.

[59] "Seyyar Sergi Barselonda", Vakit, 24 Haziran 1926.

[60] "Seyyar Sergi ile birlikte giden Vakit muhabirinin mektubu, Seyyar Sergi Barselon'da nasıl karşılandı", Vakit, 6 Temmuz 1926.

[61] Gürsu, age., s.40. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi ile giden muhabirimizin mektupları", Cumhuriyet, 16 Temmuz 1926; "Seyyar Sergi Havre'de", Vakit, 5 Temmuz 1926.

[62] Bedia Celal hanım, "Seyyar Sergiden mektup", Resimli Gazete, 7 Ağustos 1926; "Sergi Londra'da nasıl karşılandı", Vakit, 16 Temmuz 1926; "Seyyar Sergi İngiltere'de nasıl karşılandı", Cumhuriyet, 21 Temmuz 1926; "Tütünlerimiz Londra'da rağbet gördü", Cumhuriyet, 24 Temmuz 1926.

[63] Bedia Celal, "Seyyar Sergiden mektup", Resimli Gazete, 7 Ağustos 1926; Ayrıca bkz. Gürsu, age., s.55-56; "Seyyar Sergi Amsterdam limanında", Vakit, 17 Temmuz 1926.

[64] "Seyyar Sergimiz Alman sahillerinde selamlandı", Cumhuriyet, 17 Temmuz 1926; "Seyyar Serginin Hamburg'u ziyareti Türk-Alman dostluğunun teyidine vesile olmuştur", Cumhuriyet, 18 Temmuz 1926; Vala Nureddin, "Hamburg'ta Seyyar Sergi şerefine verilen ziyafet", Vakit, 18 Temmuz 1926; Bedia Celal Hanım, "Seyyar Sergiden Mektup", Resimli Gazete, 21 Ağustos 1926; Gürsu, age., s.63-71.

[65] Gürsu, age., s.78-84. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi İstokholmde", Cumhuriyet, 24 Temmuz 1926; "Seyyar Sergide", Vakit, 26 Temmuz 1926.

[66] Gürsu, age., s. 88-89.

[67] Gürsu, age., s.98-101.

[68] "Seyyar Sergi Rusya'dan çıkarken", Cumhuriyet, 10 Ağustos 1926.

[69] Gürsu, age., s.105-106.

[70] Gürsu, age., s.108.

[71] "Seyyar Sergi ile giden muhabirimizin mektubu", Vakit, 31 Ağustos 1926.

[72] Gürsu, age., s.116-119.

[73] Gürsu, age., s.126-130. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi ile giden muhabir-i mahsusamızın mektupları", Vakit, 2,4 Eylül 1926.

[74] Gürsu, age., s.142-144.

[75] Gürsu, age., s.147-154. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi", Vakit, 27 Ağustos 1926.

[76] Gürsu, age., s.157-158.

[77] "Seyyar Sergi", Vakit, 5 Eylül 1926

[78] "Seyyar Sergi dün avdet etti", Vakit, 6 Eylül 1926. Gazetenin haber küpürü için bkz. Ek.6.

[79] "Seyyar Sergiyi götürüp getiren adam", Vakit, 8 Eylül 1926.

[80] Gürsu, age., s.169.

[81] Celal Esat Arseven, geminin yaşadığı hava muhalefetini şöyle betimlemiştir: "Böyle bir hava ile çıkmak münasebetsizdi; fakat çıkmamak kaptanın elinde bile değildi. Çizilmiş bir program, sergi için tayin edilmiş bir gün ve Barselon (Barselona) rıhtımlarında bizi bekleyen bir halk vardı. Artık sallanacak ve icap ederse Ertuğrul gibi memleket şerefine batacaktık" Bkz. Arseven, age., s.24.

[82] Gürsu, age., s.24,33.

[83] "Harice Göndereceğimiz Seyyar Sergi Hakkında", Meslek, 14 Temmuz 1925, Sayı 31, s.11.

[84] Aynı yer.

[85] Kamuran, "Ticaret-i Hariciyemiz teşkilata muhtaçtır", Vakit, 8 Nisan 1926.

[86] Ali Suad, "Seyyar Sergimiz münasebetiyle", Şehremaneti Mecmuası, Temmuz 1926, Sayı 23, s.436-44.

[87] "Seyyar Sergi Avrupa yollarında", Resimli Gazete, 12 Haziran 1926, s.2.

[88] Akbaba, 10 Haziran 1926. Karikatür için bkz. Ek.5.

[89] "Seyyar Sergi nihayet gidebildi", Cumhuriyet, 13 Haziran 1926.

[90] "Ticaret Vekili Rahmi Bey, dün Ankara'dan şehrimize geldi", Milliyet, 12 Haziran 1926.

[91] "Seyyar Sergi dün avdet etti", Vakit, 6 Eylül 1926.

[92] Gürsu, age., s.171.

[93] "Seyyar Sergi ile giden muhabir-i mahsusamızın mektupları, Vakit, 4 Eylül 1926.

[94] "Seyyar Sergi dün avdet etti", Milliyet, 6 Eylül 1926.

[95] "Seyyar Sergi İstanbul'da", Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1926.

[96] "Seyyar Serginin muvaffakiyeti", Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1926.

[97] "Seyyar sergimiz hakkında İtalyan matbuatı ne diyor?", Hakimiyet-i Milliye, 9 Eylül 1926.

[98] "Karadeniz geldi", Cumhuriyet, 6 Eylül 1926.

[99] "Seyyar Sergi geldi", Akşam, 6 Eylül 1926.

[100] Ali Suad, "Seyyar Sergimiz Hakkında", Şehremaneti Mecmuası, Sayı 25, Eylül 1926, s.626-630.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ABİDESİ'NİN İNŞAATI VE TÜRK KAMUOYUNDAKİ YANKILARI*

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ABİDESİ'NİN İNŞAATI VE TÜRK KAMUOYUNDAKİ YANKILARI*

 

Celil BOZKURT**

 

ÖZET

         Çanakkale Savaşları, tarihin en kanlı savaşlarından biri olarak dünya tarihine kaydedildi. Denizde ve karada vuku bulan bu savaşlarda yaklaşık 210 bin Türk askeri şehit oldu. Savaşın bitimiyle birlikte İtilaf Devletleri, Gelibolu'nun değişik mevkilerinde ölen askerleri için mezarlık ve abideler inşa etmeye başladı. Sevr Antlaşması'na göre, Gelibolu'da mezarlık olarak ayrılan arazilerle buralara giden yolların mülkiyeti İtilaf Devletlerine bırakıldı. Ancak, Milli Mücadele'nin kazanılması mezarlıklar konusunun Lozan Konferansı'na taşınmasına neden oldu. Lozan Antlaşması'nda Türk Hükümeti, I. Dünya Savaşı'nda farklı nedenlerle ölen İngiltere, Fransa ve İtalya askerlerinin bulunduğu mezarları ve adlarına dikilmiş abidelerin bulunduğu arazileri ilgili devletlere süresiz olarak bırakmayı taahhüt etti. Yabancı devletler, 1920'lerden itibaren Gelibolu'da bulunan mezarlıklarını ziyaret etmeye başladılar. Fakat Gelibolu, Türkler için uzun yıllar ihmal edilen bir konu oldu. Yabancıların Gelibolu'da bulunan görkemli abidelerine karşın Mehmetçiğe ait bir abidenin olmayışı zamanla Türk kamuoyunda derin bir eziklik yarattı. Milli Savunma Bakanlığı'nın 1944 yılında Gelibolu'da bir şehitlik abidesi oluşturma girişimi maddi imkansızlıklar nedeniyle başarısız oldu. 1952 yılında yeniden gündeme gelen abidenin temeli 1954 yılında atıldı. Fakat, maddi yetersizlik ve inşaatta yapılan yolsuzluklar nedeniyle abidenin inşaatı yarım kaldı. Milliyet gazetesinin ülke genelinde başlattığı yardım kampanyasından sonra yeniden başlayan inşaat 1959'da tamamlandı. Maddi sorunlar ve hava muhalefeti nedeniyle defalarca yarım kalan Çanakkale Şehitleri Abidesi, 21 Ağustos 1960 tarihinde resmen açıldı. Fakat, abideyle ilgili tartışmalar yıllarca Türk kamuoyunu meşgul etti.

 

        Anahtar Kelimeler: Çanakkale Şehitleri Abidesi, Gelibolu, Milliyet, Yardım Kampanyası, Türk Kamuoyu.

THE CONSTRUCTION OF THE ÇANAKKALE MARTYRS’ MEMORIAL AND ITS REFLECTION IN TURKISH SOCIETY

The Battles of Çanakkale have been recorded as one of the most bloody battles in world history. Nearly 210.000 Turkish soldiers were martyred in these ground and sea fights. After the end of the war, The Allies started to build tombs and monuments for their soldiers around Gallipoli. According to Treaty of Sevres, lands of these tombs and monuments alienated to The Allies. However, the victory of National Struggle conduced to debate this issue again in Lausanne Peace Conference. In Treaty of Lausanne, Turkish Government promised indefinitely to deliver the tombs and the lands of monuments which were built for the soldiers of England, France and Italy who died in World War I. Foreign states started to visit these tombs in Gallipoli after 1920.

The Turkish Government could not construct any monuments for Turkish martyrs for a long time despite the Allies’ tombs and monuments. First attempt was made with a ministerial cabinet enactment in 4th May 1927. In 1930, Society of Monuments Construction (Şehitlikleri İmar Cemiyeti), decided to organize a project contest for a martyr monument. After that, in 1931, MP of Edirne, Şeref Bey, made a legislative proposal about the construction of Mehmet Çavuş Monument and martyrdom in Anafartalar. In 1933, National Turkish Students Union (Milli Türk Talebe Birliği) made an attempt to build a martyr memorial in Gallipoli. But these projects were cancelled due to financial impossibilities. 

Turkish society felt loser itself because of not having monuments aganist foreign ones. Ministry of National Defence’s attempt was failed in 1944 due to financial impossibilities. In April 1952, martyr memorial became a current issue after National Turkish Students Union’s application to government of Çanakkale and national government. A comittee under Emin Nihat Sözeri’s presidency, named “Aid for Çanakkale Martyr Memorial” was formed with 9 people in order to organize and track the construction. The comittes’s call to Turkish people shortly became a huge aid campaign. In 17th April 1954, construction of Martyr’s Memorial was started after a enthusiastic ceremony that took place in Morto Harbor. But the construction could not be completed due to financial problems and corruptions.

This incomplete Martyr’s Memorial created dissappointment for Turkish people. A daily newspaper, Milliyet, took initiative and started an aid campaign to complete the memorial. The campaign that started in 18th January, 1958, created huge influence both inland and overseas. The campaign anticipated 100.000 Turkish Liras but a fund of 2 million Turkish Liras was raised in the end. After that, the construction of Martyr’s Memorial started again in 15th March, 1958. The body part of the memorial was completed in 18th September, 1959, and the memorial opened after a enthusiastic ceremony at the 45th anniversary of Anafartalar Triumph, 21st August 1960.

Turkish nation mourned for years about the its sons that lost in Çanakkale War and lived with thankfulness and debt of gratitude. Turkish nation could not build a martyr’s memorial for Mehmetçik in Gallipoli for years although the foreigners had constructed monuments after the World War I. Some attempts were made but failed due to financial and organizational problems until 1950s. Turkish nation, who had felt destitute aganist Mehmetçik, laid the foundation of Çanakkale Martyrs’ Memorial in 1954. The memorial that was constructed substantially with Turkish people’s financial aid created huge influence and support in vox populi. But financial aid was cancelled due to corruptions that made by construction builder and the memorial was left incomplete. That incomplete “Martyrs’ Memorial” caused pangs of conscience as a “monument of shame” in Turkish society for years.

In this hopeless situation, daily newspaper, Milliyet, played a leadership role, started an aid campaign and ensured the construction of Çanakkale Martyrs’ Memorial. The campaign became an unusual mobilization of aid both inland and overseas. Turkish people, young and old alike, gave everthing they had. The campaign anticipated 100.000 Turkish Liras but a fund of 2 million Turkish Liras was raised in the end. The Çanakkale Martyrs’ Memorial, which was left incomplete for many times due to financial impossibilities and bad weather conditions, was opened officially in 21st August 1960. The Memorial took its place in history as a symbol of Turkish people’s thankfulness and gratitude to its martyrs’.

Key Words: Çanakkale Martyrs' Memorial, Gallipoli, Milliyet, Aid Campaign, Turkish Public.

 

GİRİŞ

I. Dünya Savaşı'nda Türk Boğazları, savaşın seyrini değiştirebilecek stratejik bir konumdaydı. İngilizlere göre Boğazlara yönelik başarılı bir harekat, Türk ordusunu ikiye bölebilir, İstanbul ve Boğazları İtilaf devletlerin kontrolüne sokabilirdi. Böylelikle, Rusya ile iletişim kurulabilir ve Rusya'nın zengin tahıl ambarlarından istifade edilebilirdi. Ayrıca, savaşta çekimser kalan Balkan devletlerini İtilafın yanında savaşa sokabilirdi (Tomazi, 1997, s.7). Bu amaçla, birleşik İngiltere ve Fransa donanması, 19 Şubat 1915'te Çanakkale Boğazı'na saldırdı. Çanakkale Savaşları'nın ilk ayağını teşkil eden deniz savaşları 18 Mart 1915'te Türklerin kesin bir zaferiyle sonuçlandı. Ardından, İtilaf güçleri 25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadasını ele geçirmek için karaya asker çıkardı. Kara savaşında da büyük bir Türk direnişiyle karşılaşan İtilaf güçleri, 1916 Ocağı'nda Gelibolu'yu tamamen tahliye ettiler (Tekşüt, 2012, s.465).

Gelibolu Yarımadası, tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan birine sahne oldu. Savaşın sonunda ortaya çıkan zayiat her iki taraf adına da ürkütücü boyuttaydı. Çanakkale muharebelerine katılan Türk kuvvetleri, çok kez parça parça kullanılmış, bu yüzden de emir komuta ilişkileri birbirine karışmıştır. Bu nedenle zayiatın saptanması ve zamanında asıl komutanlıklarına bildirilmesinde aksamalar yaşanmıştır. Bu durum Türk tarafının zayiatı konusunda farklı rakamların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türk tarafının zayiatı, savaşın başından 24 Kasım 1915'e geçen 8.5 aylık zaman zarfında 566 subay, 54.141 er toplam 54.707 şehit; 957 si subay, 88.839 er olmak üzere 89.796 yaralı; kayıp, esir, hastanede ölen, hava değişimi alanlar ile birlikte 181.184'e ulaşmıştır. 5. Ordu Komutanlığının Başkomutanlık Vekaletine sunduğu zayiat raporlarına göre Türklerin zayiatı toplamda 213.882 idi. Başka bir zayiat çizelgesine göre Türk zayiatı, Aralık 1915 sonuna kadar 210.695; 9 Ocak 1916'a kadar 213.187 olarak hesaplanmıştır. Diğer taraftan, İngilizler 205 bin, Fransızlar ise 47 bin zayiat vermişlerdir (Tekşüt, 2012, s.465-466).

Çanakkale Savaşları, o kadar yoğun bir zayiata neden oldu ki ölen askerlerin defnedilmesi her iki taraf adına da ciddi bir soruna dönüştü. Dar bir alanda biriken ölüler, tek kişilik mezarlar yerine toplu mezarlara gömülmek durumunda kaldı. Daha savaş devam ederken İngilizler Gelibolu'nun Seddülbahir ve Arıburnu mevkilerinde ölen askerleri için mezarlık ve abideler inşa etmeye başladılar. Bu mezarlıklar, etrafı taş ya da dikenli tellerle çevrilerek koruma altına alınmaya çalışıldı (Bozkurt, 2013, s.62). Mondros Mütarekesi'nin ardından İngiltere'nin Mezarlık Tespit Birimi, Gelibolu'ya gelip incelemelerde bulundu. İngilizler, bölgede mezar ve abide inşa etmek için İmparatorluk Harp Mezarlıkları Komisyonu kurdu. Komisyon, mezarlıkların yerini ve abide inşa edilebilecek uygun zeminleri araştırdı. Ardından 1919'dan itibaren değişik mevkilerde yeni mezarlık ve abideler inşa edildi. Eskileri onarıldı (Bozkurt, 2013, s.70-71).

Sevr Antlaşması'na göre Gelibolu'da mezarlık yada abidelerin yapılması için gerekecek arazilerle birlikte buralara gidecek yolların tekelci mülkiyeti de İtilaf devletlerine bırakıldı. Buralarda Osmanlı mülkiyeti sona erecekti. Ayrıca, mezarlıkların yapımı, nakilleri vs hususlarda da görevli bir komisyon kurulacaktı (Bozkurt, 2013, s.73-74). Fakat, Milli Mücadele'nin kazanılması mezarlıklar sorununun Lozan Konferansı'na taşınmasına neden oldu. Taraflar, 29 Ekim 1914'ten itibaren savaş alanında değişik sebeplerle ölen askerlerin mezarlıklarına, mezarlarına, adlarına dikilen abidelere saygı göstermeyi ve bunların tamirini yaptırmayı karşılıklı olarak taahhüt etti. Taraflar, kendi aralarında mezarlıkların tespiti, yapımı ve abide dikme konusunda görevlendirecekleri komisyonlara grevlerini yapma konusunda kolaylık sağlamada anlaştı (Meray, 1970, s.46-51). Lozan Antlaşması'nda Arıburnu'nda bulunan Anzak bölgesi hakkında özel bir hüküm tanzim edildi. Buna göre Türk hükümeti, 1. Dünya Savaşında değişik nedenlerle ölen İngiltere, Fransa, ve İtalya askerlerinin bulunduğu mezarları ve adlarına dikilmiş abidelerin bulunduğu arazileri ilgili devletlere ayrı ayrı ve süresiz olarak bırakmayı kabul etti. Hükümet, Türk hakimiyetinin zedelenmemesi şartıyla söz konusu mezarlıklara ve abidelere serbestçe girilmesine, gerektiğinde buralarda cadde ve yolların yapılmasına izin verecekti.[1] Anzak Bölgesinde İngilizlere verilecek arazilerle ilgili olarak ayrı bir madde tanzim edildi. Buna göre İngiltere Hükümeti'ne bir hafta önceden izin almak ve gerektiğinde denetime açık olmak üzere mezarlıkların bakımı ve korunması için bir bekçi bulundurma hakkı verildi.[2] Ayrıca, İtilaf devletlerine kendilerine tahsis edilecek arazileri korumak için kendi uyruğunda bir bekçi görevlendirmelerine izin verilecekti. Bu bekçiler, savunma amaçlı olarak hiç bir askeri niteliğe sahip olmayan bir tabanca yada otomatik tabanca bulundurma hakkına sahip olacaktı.[3]

İngilizler, işgal döneminden başlattıkları mezarlık ve abide sayısını Lozan Antlaşması sırasında 30'a çıkardı. 1. Dünya Savaşı sırasında Seddülbahir'de bir mezarlık inşa eden Fransızlar, 1930'a kadar yeni düzenlemeler yaptılar. Yeni Zelandalılar da 1919'dan itibaren kendi şehitlik ve abidelerini oluşturmaya başladı. Yabancı devletlerin mezarlıklarını ziyaretleri henüz 1920'lerden itibaren başlamış bulunmaktaydı (Bozkurt, 2013, s.93-94).

1. Çanakkale Şehitleri Abidesi İçin İlk Teşebbüsler

İtilaf Devletleri'nin çok sayıda mezarlık ve abidesine karşı maalesef uzun süre Gelibolu'da Türk şehitleri için bir hatıra abidesi dikilemedi. Gelibolu'da daha önce dikilmiş olan Çataldere Abidesi'yle Anzakların 1915'te durdurulmasının anısına dikilen Kanlısırt Cemal Dere Abidesi de bölgede kendi mezarlıklarını inşa eden İngilizler tarafından yok edildi (Çanakkale Deniz Savaşları, 2004, s.302-305). Türk Hükümeti, bir kaç defa Gelibolu'da bir abide dikilmesi yönünde teşebbüste bulundu. Buna yönelik olarak ilk resmi teşebbüs, 4 Mayıs 1927 tarihinde toplanan İcra Vekilleri Heyetinde yapıldı. 31 Mayıs 1921 tarih ve 878 numaralı kanuna dayalı olarak bir kararname çıkarıldı.[4] Fakat, maddi sorunlar hükümetin somut bir adım atmasına engel oldu.

CHP Müfettişi Hakkı Şinasi Paşa'nın başkanlığındaki Şehitlikleri İmar Cemiyeti, 1930'da Gelibolu'da bir şehitlik abidesi için projesi müsabakası düzenleme kararı aldı. Gelen projeler, Güzel Sanatlar Akademisi'nde oluşturulacak bir jüri heyetince incelenecek ve birinci seçilen proje uygulanacaktı. Cemiyet, "Biz, burada vatanı kurtarmak için çalıştık ve işte böyle ölerek kurtardık diyebileceğimiz bir abide" arayışında olduğunu bildirdi. Abidenin bir Türk mimar tarafından yapılmasına, abidede estetik ve sağlamlığın ölçü alınmasına karar verildi. 500 bin liraya mal olması ön görülen abide masrafının 63 vilayete varidatı oranında taksim edilerek millete mal edilmesi düşünüldü.[5] Bunun için vilayetlerin hususi idarelerinden yüzde bir oranında vergi alınması için bir layiha ile hükümete başvuru yapıldı.[6] Diğer taraftan Edirne milletvekili Şeref Bey, 1931'de Anafartalar'daki Mehmet Çavuş abidesi ile şehitliğin imarı hakkında bir yasa teklifi verdi.[7] Bu arada Milli Türk Talebe Birliği, 1933 yılında aldığı bir kararla Çanakkale'de şehitler abidesi dikilmesi yönünde harekete geçti. İlk etapta 50 bin liralık bir yardım toplama izni için İstanbul Valiliği'ne başvuruda bulundu. Birlik başkanı Zeki Batur, Gelibolu'da inşaat sahasında çadır kurarak işlere nezaret edeceklerini, abidenin taşını toprağını da birlik üyelerinin taşıyacağını açıkladı.[8] Fakat, Birliğin yardım toplama talebi resmi makamlarca uygun karşılanmadı.[9] Bu dönemde atılan tek somut adım 1934'te Gelibolu'nun ilk Türk abidesi olma özelliğini taşıyan ve bölgede toplanan taşların üst üste konulmasıyla oluşturulan Mehmet Çavuş Abidesi'nin yeniden inşası oldu. Abidenin inşaatını Jandarma Er Okulu gerçekleştirdi. Çanakkale Şehitler Abidesi dikilinceye kadar Türk heyetlerinin bütün resmi törenleri bu anıtın olduğu yerde düzenlendi (Özbay ve bşk., 2010, s.129).

Türk kamuoyu, Gelibolu'da bulunan İtilaf Devletleri askerlerine ait görkemli mezarlıklar ve abidelere karşı Çanakkale'de ölen binlerce şehidi adına dikkate değer bir abide dikememenin yıllarca ezikliğini yaşadı. Nihayet, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) 1943 yılında Çanakkale şehitleri için bir abide müsabakası düzenleme kararı aldı. 1944'te yapılan müsabakaya 37 proje katıldı.[10] Müsabakayı İstanbul Teknik Üniversitesi'nde öğrenci olan Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular kazandı. Fakat, mali imkansızlıklar yüzünden proje hayata geçirilemedi (Onur, 1960, s.9).

Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin maddi imkansızlıklar nedeniyle sürekli ertelenmesi konunun 1948 yılında TBMM'ye taşınmasına neden oldu. Çanakkale milletvekili Dr. Niyazi Çıtakoğlu, Milli Savunma Bakanı Münir Birsel'e abidenin neden yapılmadığına dair bir soru önergesi verdi. Abide inşaatı için 6 milyon liralık bir ödenek gerektiğini belirten Bakan Birsel, II. Dünya Savaşı'nda Türk ordusunun sürekli teyakkuz halinden kaynaklanan nedenlerden dolayı bakanlık bütçesinden ödenek ayrılamadığını fakat ödenek bulunduğu takdirde derhal inşaatın başlatılacağını vurguladı (TBMM, 1948, s.290-293). Abide meselesi, 1950 yılındaki bütçe görüşmelerinde yeniden TBMM'de gündeme geldi. MSB'nin bütçe tartışmalarında söz alan Konya Milletvekili Hulki Karagülle, Gelibolu'da bulunan yabancı abidelere karşın Mehmetçiğe ait bir abidenin olmayışını eleştirerek Hükümetin ve MSB'nin derhal konuya el atmasını istedi. Çanakkale Milletvekili Niyazi Çıtakoğlu da MSB'nin Çanakkale Savaşları'yla ilgili hatıra pulları bastırarak abideye bütçe yaratabileceğini ileri sürdü. Tartışmaya katılan Türkiye'nin emektar komutanlarından Burdur Milletvekili Fahrettin Altay, "Kral Edwart ile Çanakkale abidelerini gezdiğim vakit, bir Türk abidesinin yokluğu manzarasına karşı Krala şu gezdiğimiz yarım ada Türk ordusunun abidesidir demek zorunda kaldım." diyerek konuya askeri bir eleştiri getirdi. Eleştirilere cevap veren Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, abide projesinin hazır olduğunu ve gelecek yıl gerçekleştirileceğini vurguladı (TBMM, 1950, s.599-642).

2. Abide İnşaatının Başlaması

1952 Nisanı'nda bir öğrenci kuruluşu olan Milli Türk Talebe Birliği'nin (MTTB) Çanakkale Valiliği'ne ve hükümete başvurması sonucunda şehitler abidesi yeniden Türk kamuoyunun gündemine girdi.[11] Başvuru, dönemin Bayındırlık Bakanı Kemal Zeytinoğlu tarafından kabul edildi ve çalışmalarına kısa sürede başlandı.[12] Temmuz ayında İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın başkanlığında çeşitli meslek mensuplarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda, Milli Savunma Bakanlığı tarafından daha önce açılan müsabakada birinciliği kazanan projenin yapılması kararlaştırıldı. Ayrıca, inşaatın takibi ve organizasyonu için başkanlığını Emin Nihat Sözeri'nin yaptığı 9 kişilik "Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi" adıyla bir komite kuruldu. Komitenin diğer illerde birer şubesinin açılması kararlaştırıldı. İnşaatın maddi külfetini millet karşılayacaktı. Komite, buna yönelik olarak bazı bankalarda hesap açtı ve yardım makbuzları hazırladı. [13]

1952'de mimar yedek subaylardan 3 kişi daha komite emrine tahsis edildi. Ayrıca İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Profesör Emin Onat, Profesör Mustafa İnan, Profesör Orhan Safa ve proje mimarlarından oluşan bir teknik heyet kuruldu. Teknik heyet, başlangıçta abidenin Alçıtepe'de dikilmesini düşünmüştü. Fakat, bölgenin kaygan zemininden dolayı buradan vazgeçildi ve abidenin Hisarlık Tepe'de yapılması kararlaştırıldı. Komitedeki bazı üyelerin iş yoğunluğu nedeniyle görevden çekilmeleri üzerine 1952 Kasımı'nda yeni bir komite oluşturuldu. Teknik heyet, abidenin betonarme olarak inşasına ve üzerinin granit kaplanmasına karar verdi. Abidenin 1954 Nisanı'nda yapılan ihalesini 1.648.234 lira bedelle Mühendis Sırrı Onural ile kereste taciri Hayrettin Aksoy kazandı. İhale şartnamesine göre abidenin 500 iş gününde bitirilmesi kararlaştırıldı.[14]

Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi'nin Türk milletine yaptığı çağrı, kısa sürede büyük bir yardım kampanyasına dönüştü. Ülkenin değişik şehirlerinde yardım komisyonları kuruldu ve vatandaşlar Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne yardıma davet edildi. İstanbul Ticaret Odası, abidenin yapımına 100 bin lira yardım yapmayı kararlaştırdı.[15] Bu yardım, diğer illerdeki ticaret ve sanayi odaları için örnek teşkil etti. Bursa Ticaret Odası Başkanı Baha Cemal Zağra, bu hususta bir komite kurdu ve abideye 30-40 bin liralık bir ödenek ayırdı.[16] Ardından MTTB'nin liderliğinde örgütlenen İstanbul'daki yüksek öğrenim gençliği, Çanakkale Valiliği'ne baş vurarak abide inşaatında çalışmak istediklerini ve 18 Mart itibarıyla çok sayıda öğrencinin iş başı yapabileceğini iletti. Başvuruyu uygun bulan valilik makamı, İstanbul'daki üniversite temsilciliklerine bir yazı göndererek 50 öğrenciye kadar izin verebileceğini duyurdu.[17] Ülkenin önde gelen futbol kulüplerinden Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Vefa, hasılatı şehitler abidesinin yapımına tahsis edilmek üzere 6 maçlık bir turnuva düzenleme kararı aldı. Turnuvadan elde edilecek hasılatın % 60'ının kulüplere % 40'ının da şehitler abidesine ayrılması kararlaştırıldı.[18] Diğer taraftan uluslararası futbol hakemi Sulhi Garan, söz konusu turnuvada görev alacak hakemlerin de abideye bağış yapmasını istedi. Öneri, hakem camiası tarafından desteklenerek kabul edildi.[19]

Çanakkale Abidesi'nin temeli, 17 Nisan 1954 tarihinde Morto Limanı'nda yapılan coşkulu bir törenle atıldı. İstanbul'dan hareket eden Marakas Vapuru, değişik bölgelerden gelen 200 kişilik bir heyeti Çanakkale'ye getirdi. Açılış konuşmasını Korgeneral Nurettin Aknos'un yaptığı törende Çanakkale Savaşları'na katılan gaziler savaş anılarını anlatarak abideye destek verdiler. Daha sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar vasıtasıyla MTTB'ye gönderilen Kore Türk Şehitleri toprağı abide harcına karıştırıldı.[20]

Aylar sonra abide inşaatını gezen Komite başkanı Emin Nihat Sözeri, inşaat malzemesinde bazı eksikler olduğunu rapor etti. Bunun üzerine abidenin inşaatı, Profesör İhsan İnan, Yüksek Mühendis Süleyman Tameroğlu ve proje mimarlarından İsmail Utkular'a tetkik ettirildi. İnceleme sonunda inşaatın temelinin ihale şartnamesine uygun olarak dökülmediği ortaya çıktı. Bunun üzerine inşaattan alınan örnekler İstanbul Teknik Üniversitesi laboratuarında yeniden incelendi. İnceleme sonunda inşaatta kullanılan malzemelerin bozuk ve kalitesiz olduğu tespit edildi (Onur, 1960, s.98). Bunun üzerine abidenin inşaatı durduruldu ve ihale sözleşmesi feshedildi. Komitece açılacak zarar ziyan davasına esas olmak üzere inşaat mahallinde iki mühendis ve 1 memurdan müteşekkil bir heyete malzeme tespiti yaptırıldı. Yapılan sayım sonunda inşaat malzemesinden 42 ton demir ve 122 metreküp kerestenin eksik olduğu anlaşıldı. Sonradan tevzi malı olan demirin ve kerestenin karaborsaya intikal ettirildiği saptandı. İtirazlar üzerine Eceabat Hakiminin niyabeti altında Milli Korunma Davası açıldı. Ayrıca savcılık, müteahhitler aleyhine emniyeti suiistimal davası açtı. Diğer taraftan İstanbul 2. Ticaret Mahkemesi'nde karşılıklı zarar ziyan davası açıldı.[21] Dava sonunda Eceabat Milli Korunma Mahkemesi, müteahhitlerden Sırrı Onural'ı 18 ay 6 gün, Hayrettin Aksoy'ı da 16 ay hapse mahkum etti.[22]

Bu arada inşaatın yeniden ihalesi için gazetelere ilan verildi. 10 Eylül 1958 tarihinde yapılan ihale, 1.708.918 lira mukabilinde inşaat yüksek mühendisi Ertuğrul Barla ile iki ortağı Osman Gencal ve Muammer Yeşildağ'a verildi. Mukaveleye göre inşaatın 1958 senesi Temmuz ayında bitmesi kararlaştırıldı (Onur, 1960, s.99).

3. Milliyet Gazetesinin Yardım Kampanyası

1957 yılında inşaatın temel takviyesi bitirildi ve granit kaplama işi 12 metreye kadar yükseldi. Fakat halktan toplanan paralar bitmişti. Çünkü inşaatın duraklama döneminde personel maaşları ödenmiş ve inşaat malzemelerinin fiyatları alabildiğince artmıştı. Abidenin inşaatını yakından takip eden Milliyet gazetesinin muhabiri Necmi Onur, Komite başkanı Emin Nihat Sözeri'den komitenin parasının bittiğini ve inşaatın yarım kalacağını öğrendi.[23] Bu haber, Milliyet'tin yazarları arasında bir infial uyandırdı. Gazetenin önde gelen yazarlarından Refi Cevat Ulunay, abide inşaatında yapılan yolsuzluğu şiddetle eleştirdi ve sorumlularından hesap sorulmasını istedi. Ulunay,  "Çanakkale abidesi, bir minnet borcudur. Bir izzet-i nefis davasıdır. Bir haysiyet meselesidir." diyordu. Ulunay'a göre, "Türkün tarihi hakkında çok titiz davranan hükümetin yurdun her tarafına yapacağı bir tamim"le her Türk vatandaşı 10 kuruş bağışlasa şehitler abidesi kolaylıkla dikilebilirdi.[24]

Abidenin yarım kalmasını bir "utanç" vesilesi addeden Necmi Onur da, Türk milletine hitap ederek tüm kesimlerden abide için fedakarlık ve destek bekledi. Onur, şunları vurguluyordu:

"Para temin edilemediği için Çanakkale'de inşaa edilmekte olan Çanakkale şehitleri  abidesi yarım kaldı" şeklinde haberler intişar ederse, hata tamir edilmez bir suç halini alır. O zaman sokakta gezerken 10 kuruş vermekten çekinenler birbirlerinden utandıkları için ellerini yüzlerine tutup öyle yürümek zorunda kalırlar. Tutulan istatistiklerden öğrendiğimize göre İstanbul'un eğlence yerlerinde bir gecede vasati 100 bin lira harcanmakta imiş. Barlarda, kulüplerde, sazlarda ve sinemalarda eğlenenler: ne olur 9 gece eğlenmeyiniz"[25]

Necmi Onur ve Ulunay'ın yazıları, Çanakkale Abidesi'nin Mehmetçiğe yaraşır bir şekilde bitirilmesi hususunda Türk insanında bir şevk ve heyecan yarattı. Üniversite öğrencileri, Milliyet gazetesine baş vurarak gazetenin bir yardım kampanyası düzenlemesini istedi. Bir süre sonra gazete, Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin bitirilmesi için 18 Ocak 1958 itibarıyla ülke çapında bir yardım kampanyası düzenlediğini duyurdu. Gazete, duyuruda 100 bin liralık bir yardım kampanyası açtığını, yardımseverleri ve toplanan meblağı gün gün gazetede yayımlayacağını açıkladı. Ayrıca, abidenin inşaatını yakından takip edeceğine ve toplanan yardımların kendi gözetimi altında harcanacağına dair topluma taahhütte bulundu.[26]

Milliyet'in yardım kampanyası Türk basınının diğer yayın organları tarafından da desteklendi. Bu dönemde rekabeti bir kenara bırakan Hürriyet, Dünya, Cumhuriyet ve Yeni Sabah gibi basının önde gelen gazeteleri hem yazılarıyla hem de maddi olarak abideye katkı sağladı.[27]

Milliyet'in kampanyası görülmemiş bir ilgiyle karşılandı. İş dünyasından spor dünyasına, öğrenci derneklerinden sanat çevrelerine, parti teşkilatlarından çok amaçlı kulüplere kadar birçok platformda şehitler abidesi için bir yardım seferberliği başlatıldı. Bu dönemde iş çevrelerinden ilk yardım Otomobil Parça İthalatçılar Derneği'nden (OPALİD) geldi. OPALİD, abide inşaatına 10 bin liralık katkıda bulundu.[28] Ardından ünlü havacı Vecihi Hürkuş, bir uçağını yardım kampanyasına tahsis etti. Uçakla, İstanbul'a "Çanakkale abidesine yardıma davet" başlıklı binlerce beyanname atıldı.[29] Ankara'da ilk kanser hastanesini yaptıran işadamı Ahmet Andiçen de 5060 liralık bir yardımda bulundu.[30]

Milliyet'in kampanyasından hemen sonra orta ve lise düzeyindeki öğrenciler de harekete geçti. İstanbul'da Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Saint Benoit ve İstanbul Amerikan Koleji, kampanyanın öncülüğünü yaptılar. Galatasaray Lisesi öğrencileri, abide yararına İstanbul'un değişik yerlerinde günlerce Milliyet gazetesinin satışını yaptı. Bu satışlardan 1606 lira hasılat elde edildi.[31] İstanbul Erkek Lisesi, okul içinde açtığı kampanyada kısa sürede 2588 liraya ulaştı.[32] Kuleli Askeri Lisesi de 5011 lira bağışla okullar bazında en çok yardım toplayan 5 okul arasına girdi.[33] Saint Benoa Lisesi de ilk etapta 500 lira toplayarak kampanyaya destek sağladı.[34] Kampanyanın sonuna doğru İstanbul Amerikan Koleji ile Galatasaray Lisesi arasında tatlı bir rekabet yaşandı. Kampanyanın bitimine bir gün kala İstanbul Amerikan Lisesi, 8257 liralık hasılatla en fazla bağış yapan okul durumundaydı. Fakat, Galatasaray Lisesi öğrencileri, son hamlede yaptığı bağışlarla 8650 liralık bağışa ulaştı ve Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne en yüksek bağışta bulunan okul unvanını elde etti.[35]

Milliyet'in yardım kampanyası, değişik sanat çevrelerinde de büyük ilgi uyandırdı. Birçok sanatçı, düzenledikleri yardım kampanyalarıyla topluma öncülük ettiler. Gazete, ilk olarak Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından ünlü ressam Prof. Dr. Ayetullah Sümer'in Atatürk portresini abide yararına açık artırmaya çıkardı. Portre, daha sonradan ses sanatçısı Saima Sinan tarafından 7500 lira mukabilinde satın alındı. Saima Sinan, bu rakamla şahıslar bazında abideye en yüksek yardımı yapan kişi oldu.[36] Ünlü ses sanatçısı İlham Gencer, sahne aldığı Taksim Belediye Pavyonu'nda bizzat eline sepet alarak müşterilerden yardım topladı. Bu davranışıyla büyük takdir toplayan Gencer, ilk etapta 1120 lira toplamayı başardı. Başka bir etkinlikte de 25.000 lira toplayan Gencer, toplamda yaptığı 38.216 liralık bağışla en yüksek bağış yapan sanatçılardan biri oldu. [37] Ünlü sanatçı Dari Moreno da 3991 liralık bir katkı sağladı.[38]

Kampanyanın en ilgi çekici etkinliklerinden biri, ünlü sanatçılar Zeki Müren ile Muammer Karaca'nın tertip ettiği müsamere oldu. Karaca Tiyatrosu'nda tertiplenen müsamere, halkın yoğun ilgisiyle karşılaştı. Söz konusu müsamerede 21.575 lira gibi yüksek bir hasılat sağlandı. Müsamerede Zeki Müren'in beraberindeki ses sanatçılarının masraflarını bizzat kendisinin karşılaması misafirler arasında takdirle karşılandı.[39] İstanbul Opereti'nin Maksim Tiyatro Salonu'nda düzenlediği ve ses sanatçısı Müzeyyen Senar'ın katıldığı etkinlikte de 7950 liralık bir hasılata ulaşıldı. [40]

Spor camiasının yardım kampanyası, Milliyet'in ülke genelinde başlattığı kampanyadan sonra daha geniş ve organizeli bir zeminde yapılmaya devam etti. Anadolu kulüplerinden Adana, Demirspor, Paksoy, Mersin ve Ankara Üniversitesi Futbol Karması, şehitler abidesi yararına "Çanakkale kupası" düzenleme kararı aldı.[41] Yine İstanbul kulüplerinden Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve İstanbulspor, bir dörtlü turnuva düzenleyerek abideye destek oldu. Turnuva sonunda 98.603 liralık bir hasılat elde edildi.[42] Ayrıca, değişik branşlarda faaliyet gösteren irili ufaklı birçok spor kulübü, özel müsabakalar düzenleyerek şehitler abidesine katkıda bulundular.

Türk vatandaşı azınlıklar, Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne düzenlenen yardım kampanyalarına kayıtsız kalmadı ve belli oranlarda abideye destek oldular. Kampanyaya bağışta bulunan kişilerin arasında çok sayıda azınlık da mevcuttu. Musevi gazetesi El Tiempo, ilk günden itibaren kampanyayı özendiren ve destekleyen yayınlar yapmaya başladı. Gazete, bir süre birinci sayfasına abidenin bir maket fotoğrafını koyarak altına "Vatandaş' Çanakkale abidesi senin için ölenlerin abidesidir. Bunu sen yaptıracaksın" diye duygusal ifadelere yer verdi.[43] Azınlıklardan kampanyaya en büyük destek tel fabrikası sahibi Rum kökenli işadamı Koço Gürlakis'ten geldi. Gürlakis, 3000 liralık yardımıyla kampanyanın şahıs bazında yapılan en yüksek 5 yardımı arasında yer aldı.[44]

Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne düzenlenen yardım kampanyası yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da büyük yankı yarattı. Değişik ülkelerde yaşayan Türkler, bu vatansever seferberliğe iştirak ederek aziz şehitlerine olan vefa borçlarını ödeme fırsatı buldu. Bunlardan ABD'nin Newyork şehrinde ikamet eden  Pan-Türk şirketi sahibi Rauf Halat, abide yararına açık artırmada satılmak üzere 1958 modelli playmouth marka bir otomobil hediye etti. Halat, otomobilin gümrük ve nakliye masraflarını bizzat kendisi karşıladı. Diğer yandan Newyork Has Birliği üyeleri, Amerikalı Türkler arasında bir yardım kampanyası başlattı. İlk etapta toplanan 159 dolarlık hasılat Bank of Amarica'da açılan yardım hesabına aktarıldı.[45] Amerika'daki en büyük fabrika olduğu belirtilen American Flagpole Equipment Co şirketinin sahibi Nazım-Williams Johnson, abide sahasına dikilmek üzere 40 metre uzunluğunda ve 3500 dolar değerinde bir bayrak direği hediye etti.[46] Söz konusu bayrak direği, Türk hariciyesinin girişimleriyle Türkiye'ye getirildi ve Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin yanına dikildi.[47] Ayrıca Michigan'da öğrenim gören Türk öğrenciler, aralarında topladığı 65 dolarlık çeki Türkiye'ye gönderdi.[48] Diğer taraftan Fransa'daki Türk Talebe Cemiyeti, Paris'teki Türk elçiliğinin katkılarıyla bir komite kurup yardım kampanyası başlattı.[49]

Yardım kampanyası, ülke dışında yaşayan Türk dostu gayri Müslimler arasında da yankı buldu. Hong-Kong'ta oturan Michael A. Jarret adlı Türk dostu bir İngiliz "Modern Türkiye'nin hayranı bir İngiliz" imzalı bir mektupla birlikte 1 sternlik bağışta bulundu.[50] Diğer taraftan, Çanakkale Savaşı'nda Türklere karşı mücadele eden Yeni Zelanda halkı da gayet dostane hislerle Gelibolu'da dikilmekte olan şehitler abidesine destek verdi.[51]

Milliyet Gazetesi'nin 18 Ocak 1958'de ülke genelinde başlattığı yardım kampanyası 18 Mart 1958'de son buldu. 100 bin liralık bir yardım toplama hedefiyle başlayan kampanyada 1 milyon 686 bin 251 liralık rekor bir hasılata ulaşıldı.[52] 

4. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Tahsisatı

Çanakkale Şehitleri Abidesine Yardım Komitesi, başından beri devlet desteği olmaksızın masrafı gayet ağır olan şehitler abidesinin inşa edilemeyeceğine dikkat çekmekteydi. Buna karşın iktidarda bulunan Menderes Hükümeti, uzun bir süre şehitler abidesi için bir girişimde bulunmadı. Türk halkının ortaya koyduğu maddi ve manevi fedakarlıklara karşı hükümetin sessizliğini koruması kamuoyunda eleştirilere neden oldu.

Nihayet şehitler abidesi, 1957 Şubatı'ndaki bütçe görüşmelerinden hemen önce TBMM Bütçe Komisyonu tarafından gündeme getirildi. Komisyonun Çanakkale Abidesi yardım derneğine genel bütçeden 100 bin liralık tahsisat ayrılması teklifi kabul edilmedi. Diğer taraftan Komisyonun Balıklı Rum Hastanesi, Musevi Hastanesi, Manisa Moris Şinasi Hastanesi vb. kurumlara 300 bin liralık tahsisat ayırması kamuoyunda tepki çekti.[53] Bunun üzerine Cumhuriyet Halk Partisi'nden Ankara Milletvekili Hıfzı Oğuz Bekata, Ordu Milletvekili Ferda Güley ve arkadaşları abide için 500 bin liralık bir tahsisat için hükümete takrir verdi. Takrirde şu ifadelere yer verildi:

"Yıllardan beri halk yardımları ile yapılmasına çalışılan Çanakkale inşaatı abidesi, toplanan paranın bitmesi üzerine durmuş olup, bakiye inşaatı için muktezi 900 bin liranın ayni yoldan ikmalinin mümkün olamayacağı da anlaşılmaktadır. Bütün bir dünya husumetinin ceberrutuna karşı çırıl çıplak, göğsünün kalkanını siper olarak kullanan, mukaddes vatanımızın düşman çizmeleri altında çiğnenmesini ve kirletilmesini önleyen ve bu uğurda canlarını kahramanca feda eden 100 binlerce rütbeli ve rütbesiz Mehmetçiğin aziz hatıralarının huzurunda kadirşinas Türk milletinin minnetle ve şükranla eğilişini temsil edecek olan bu abidenin en kısa zamanda bitirilerek ayni bölgede uzun yıllar evvel rakz edilen yabancı abideler yanındaki tevazu içinde muhteşemlik ifade eden yerini alabilmesi maksadıyla Maliye Vekaleti bütçesinin yatırımlar kısmında açılacak yeni bir fasıl olarak Çanakkale Abidesi inşaatının ikmali için "Çanakkale Abidesini Yaptırma Derneği"ne 500 bin liralık bir tahsisatın kabul buyrulmasını arz ve teklif ederiz"[54]

Cumhuriyet Halk Partisi'nin takririnden bir hafta sonra bu sefer Demokrat Parti adına Çorum milletvekili Kemal Biberoğlu ve 73 arkadaşı, şehitler abidesi için hükümete 600 bin liralık tahsisat için bir takrir verdi.[55] TBMM, Demokrat Parti'nin takririni kabul etti ve Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne 600 bin liralık bir tahsisat ayırdı.[56] Demokrat Parti Hükümeti, 1959 bütçesinde abide için 500 bin liralık bir tahsisat daha ayırdı.[57]

5. Abidenin Açılışı

Müteahhitlerin yaptığı yolsuzluk ve maddi imkansızlıklar yüzünden yarım kalan Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin inşaatı, 15 Mart 1958 tarihinde yeniden başladı. Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi, abidenin tavan kısmının mozaikten bir resimle bezenmesine karar verdi. Bu hususta Türk sanatkar ve ressamları arasında bir yarışma düzenlendi. Bu arada Alman Hükümeti, Türk Hariciyesine şehitler abidesi için 200 metre karelik mozaik hibe edeceğini duyurdu. Yarışmayı, 8 proje arasından seçilen Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun projesi kazandı. Fakat, Türk kamuoyunda Eyüpoğlu'nun projesine karşı olumsuz bir hava oluştu. Bunun üzerine yardım komitesi, mozaik projesinden vazgeçti ve abidenin tavan kısmının boş bırakılmasına karar verdi.[58] İlerleyen dönemde abidenin tavan kısmına Türk bayrağı işlendi..

Abidenin gövde inşaatı, 18 Eylül 1959 tarihinde tam olarak tamamlandı ve abidenin 1960 yılı içinde resmen açılması kararlaştırıldı. Nihayet Çanakkale Şehitleri Abidesi, Anafartalar zaferinin 45. yıl dönümüne denk gelen 21 Ağustos 1960 tarihinde resmen açıldı. Abidenin açılışını dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay yaptı. Açılışa gelemeyen devlet ve hükümet başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in mesajı Milli Birlik Komitesi Üyesi Kurmay Albay Fikret Kuytay tarafından okundu. Törende Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi Başkanı Emin Nihat Sözeri, Mehmetçik adına Kurmay Binbaşı İsmail Ülkü, malul gaziler adına Dursun Bayraktar ve Çanakkale eski Muharipler Birliği adına Cahit Ülküalan birer konuşma yaptı. Ardından şair Behçet Kemal Çağlar, duygusal bir konuşmayla misafirlere hitap etti. Törene İstanbul'dan Giresun Vapuru'yla gelen 400 davetli de katıldı. Törene gönderilen 20 civarında çelenk içinde İngiliz Muharipler Birliği'nden gelen çelenk misafirlerin dikkatini çekti. Ayrıca, abidenin bayrak direğini bağışlayan Amerikalı Türk işadamı Steven Johnson da törende hazır bulundu.[59]

Çanakkale Şehitleri Abidesi, yaklaşık 4 milyon liraya mal oldu. İnşaatta 3800 ton granit taşı, 285 ton demir, 630 metreküp kereste, 1275 ton çimento, 4400 ton çakıl kullanıldı. Abidenin takke kısmı için 850 metreküp yani 2125 ton beton sarf edildi.[60] Abide, dört ayak ve bir kubbeden oluşmaktadır. Abidenin Hisarlıktepe üzerindeki yüksekliği 42 metre, denizden yükseklik ise 92 metredir. Şeref holüne üzerinde Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Şehitleri şiirinden bir dörtlüğün bulunduğu bir lahit taşı ikame edildi.

Proje kapsamında abide alanının ağaçlandırılması, elektrifikasyonunun yapılması ve yol güzergahının yenilenmesi de yer almıştı. Fakat, bu ayrıntılar maddi sıkıntılar nedeniyle abidenin açılış törenine yetiştirilemedi. Fakat bunlara yönelik tartışmalar yıllar boyu Türk kamuoyunu meşgul etti.

Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin inşasında büyük emeği geçen Milliyet gazetesi, Türk insanının abideye olan fedakar desteğini şu ifadelerle vurguluyordu:

"Abide ile hiç kimse "bu benim eserimdir" diye övünemezdi. Zira bu muhteşem anıt, ne bir hükümetin, ne bir iktidarın, ne bir zümrenin, ne şunun ne bunun eseridir. Abide, milletçe kazanılmış büyük zaferin aziz şehitleri için gene millet tarafından dikilmiştir. Biz bu konuda memleketin birer ferdi olarak üzerimize düşen en tabi vazifeyi yerine getirdik. Vazife yapılınca da övünülmez, sadece bir iç huzuru duyulur. Biz şimdi o huzurun tadını yudumluyor ve Pazar günü açılacak olan "Şehitler Abidesi"nin milletimiz için maziye bir bağlılık sembolü olarak asırlar ötesine kalmasını temenni ediyoruz"[61]

Abidenin bakım ve personel işleri, 1962 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'na devredildi.[62] 1963 yılında Abidenin çevre düzenlemesi için Balıkesir Orman İşletmesi'nden 500 bin fidan sağlandı. Milli Eğitim Bakanlığı, bu fidanların sulanması ve bakımı için 475 bin liralık bir tahsisat ayırdı. Aynı yıl Orman Genel Müdürlüğü, Gelibolu yarımadasını "milli park" ilan etti.[63] 1971 yılında İngiliz Kraliçesi 2. Elizabeth'in de bulunduğu bir törende abidenin altında bir savaş müzesi açıldı. Burada Çanakkale Savaşları'ndan kalma kalıntı ve dokümanlar sergilenmeye başladı.[64]

SONUÇ

Türk milleti, yıllarca Çanakkale Savaşları'nda kaybettiği evlatlarının yasını tuttu ve şehitlerine karşı daima bir minnet ve şükran borcuyla yaşadı. Yabancıların I. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Gelibolu'da inşa ettiği görkemli mezarlık ve abidelere karşı Türk milleti, uzun yıllar Gelibolu'da Mehmetçik adına dikkate değer bir abide oluşturamadı. 1950'lere değin yapılan bir kaç teşebbüs de maddi imkansızlık ve organizasyon eksikliğinden dolayı başarısız oldu. Mehmetçiğe karşı yıllarca boynu bükük kalan Türk Kamuoyu, nihayet 1954 yılında Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin temelini atmayı başardı. Büyük oranda Türk insanının yardımlarına bağlı olarak inşa edilen şehitler abidesi, kamuoyunda büyük bir ilgi ve destekle karşılandı. Fakat abide müteahhidinin inşaatta yaptığı yolsuzluklar, yardımların kesilmesine ve abidenin yarım kalmasına neden oldu. Yarım kalan şehitler abidesi bir "utanç abidesi" olarak yıllarca Türk kamuoyunun vicdanını yaraladı.

Bu umutsuz ortamda topluma liderlik eden Milliyet gazetesi, ülke çapında düzenlediği yardım kampanyasıyla Çanakkale Şehitler Abidesi'nin yeniden inşasını sağladı. Kampanya, ülke içinde ve dışında görülmemiş bir yardım seferberliğine dönüştü. Türk insanı, yedisinden yetmişine bu seferberliğin gönüllü hizmetkarları olarak varını yoğunu ortaya koydu. 100 bin liralık bir yardım hedefiyle başlayan kampanya, yaklaşık 2 milyon liralık bir hasılatla son buldu. Maddi imkansızlıklar ve hava muhalefeti nedeniyle defalarca yarım kalan Çanakkale Şehitleri Abidesi, nihayet 21 Ağustos 1960'da resmen açıldı. Abide, Türk milletinin aziz şehitlerine duyduğu minnet ve şükran duygusunun bir timsali olarak tarihteki ebedi yerini almış oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EKLER:

Ek 1[65]:

Ek 2[66]:

Ek 3[67]:

Ek 4[68]:

Ek 5[69]:

Ek 6[70]:

 

 

KAYNAKÇA

Arşiv Belgeleri

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)

BCA. Sayı. 5132, Dosya.150-19, Fon Kodu. 30.18.1.1, Yer No. 24.28.15.

BCA. Dosya. 25913, Fon Kodu. 30.10.0.0, Yer No. 213.46.3.

BCA. Sayı. 216, Dosya. 62104, Fon Kodu. 30.18.1.2, Yer No. 156.11.13.

Resmi Yayınlar

Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 4, Cilt 4, 3. Oturum, 12 Kasım 1931.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem VIII, Cilt 11, 57. Birleşim, 10 Mayıs 1948.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem VIII, Cilt 24, 47. Birleşim, 15 Kasım 1950.

Kitaplar

Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cephesi (4 Haziran 1915-9 Ocak 1916), Hazırlayan:İrfan Tekşüt, V. Cilt, III. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara 2012.

Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Yayına Hazırlayan: Çanakkale Boğaz Komutanlığı, 2. Baskı, Deniz Basımevi, İstanbul 2004.

Harp Tarihi Gezileri II (Çanakkale Gelibolu), Yayına Hazırlayan: İskender Özbay...[ve bşk], Genelkurmay Basımevi, Ankara 2010.

Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Takım 11, Cilt 11, 2. Kitap, Çeviren: Seha Meray, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1970.

ONUR, Necmi. Çanakkale Savaşları ve Şehidler Abidesi, Gün Matbaası, İstanbul 1960.

TOMAZİ, A: Çanakkale Deniz Savaşı, Çeviren:Hüseyin Işık, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997.

Makaleler

BOZKURT, Abdurrahman: "Gelibolu Yarımadası'nda İtilaf  Blokuna Ait Harp Mezarlıklarının İnşaası ve Statüsü", Atatürk Araştırma Merkezi  Dergisi, Sayı 84, 2013, s.57-101.

Gazeteler

Cumhuriyet

Milliyet

 

Citation Information/Kaynakça Bilgisi

BOZKURT, C., Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin İnşaatı ve Türk Kamuoyundaki Yankıları, Turkish Studies - International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/5 Spring 2015, p. …-…, ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8227, ANKARA-TURKEY

 



* Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir.

** Yrd. Doç. Dr. Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, El-mek: [email protected]

[1] Lozan Antlaşması, madde 128.

[2] Lozan Antlaşması, madde 129.

[3] Lozan Antlaşması, madde 134.

[4] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Sayı. 5132, Dosya.150-19, Fon Kodu.30.18.1.1, Yer No.24.28.15.

[5] "Çanakkale abidesi için müsabaka açılıyor", Cumhuriyet, 9 Temmuz 1930.

[6] "Çanakkale abidesi", Cumhuriyet, 6 Ağustos 1930.

[7] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 4, Cilt 4, 3. Oturum, 12 Kasım 1931.

[8]  "Çanakkale Abidesi", Cumhuriyet, 10 Ekim 1933.

[9] BCA. Dosya.25913, Fon Kodu.30.10.0.0, Yer No.213.46.3.

[10] "Çanakkale abidesi", Cumhuriyet, 19 Temmuz 1943.

[11] "Çanakkale'de Bir Mehmetçik Abidesi Yaptırılıyor", Milliyet, 5 Mayıs 1952.

[12] "Çanakkale'de bir Mehmetçik abidesi yaptırılıyor", Milliyet, 5 Mayıs 1952.

[13] "Çanakkale Abidesi tahminen bir buçuk milyon liraya mal olacak", Cumhuriyet, 16 Ekim 1952.

[14] "Çanakkale abidesi inşaatı ihale edildi", Milliyet, 11 Nisan 1954.

[15] "Çanakkale Abidesi", Milliyet, 22 Ağustos 1952.

[16] "Çanakkale abidesi", Milliyet, 2 Ocak 1953.

[17] "Üniversiteliler Çanakkale abidesi inşaatında çalışacak", Milliyet, 24 Şubat 1953.

[18]  "Çanakkale abidesi futbol maçları", Milliyet, 22 Şubat 1953.

[19] "Teklif ediyorum", Milliyet, 26 Şubat 1953.

[20] "Çanakkale Abidesi'nin temeli dün atıldı", Milliyet, 18 Nisan 1954.

[21] "Çanakkale abidesinin ilk müteahhidi dava ediliyor", Milliyet, 23 Mayıs 1955.

[22] "Çanakkale abidesinin ilk müteahhidi mahkum oldu", Milliyet, 28 Temmuz 1957.

[23] "200 bin şehit için dikilmekte olan abide", Milliyet, 30 Temmuz 1957.

[24] Ulunay, "Mehmedcik için", Milliyet, 16 Ocak 1958.

[25] Necmi Onur, "Çanakkale Abidesinin bitmesine 900 bin lira lazım", Milliyet, 15 Ocak 1958.

[26] Onur, s.100; "Çanakkale Abidesi Yardım Kampanyası", Milliyet, 18 Ocak 1958.

[27] "Türk basınının güzel bir hareketi: Hürriyet, Dünya , Cumhuriyet ve Yeni Sabah gazeteleri de teberruda bulundu", Milliyet. 31 Ocak 1958.

[28] " Opalid 10 Bin Tl Bağışta Bulundu", Milliyet, 1 Şubat 1958.

[29] "Hürkuş yardıma uçakla katıldı", Milliyet, 2 Şubat 1958.

[30] "Ahmet Andiçen 5060 lira verdi", Milliyet, 14 Şubat 1958.

[31] " Galatasaraylı talebeler 1606 lira topladılar", Milliyet,  27 Ocak 1958.

[32] "Dünkü yekun 110.493 lira", Milliyet, 5 Şubat 1958.

[33] "En büyük 5 teberru", Milliyet, 14 Şubat 1958.

[34] "Çanakkale Abidesi Yardım Kampanyası", Milliyet, 28 Ocak 1958.

[35] "Kampanya başarı ile sona erdi", Milliyet, 19 Mart 1958.

[36] "Çanakkale abidesi 24 metreye yükseldi", Milliyet, 16 Haziran 1958.

[37] "İlham Gençer bir gecede 25 bin lira topladı", Milliyet, 25 Mart 1958.

[38] "Dari Moreno 3991lira teberru topladı", Milliyet, 9 Şubat 1958.

[39] "Karaca-Müren müsameresinde 21.575 lira toplandı", Milliyet, 20 Şubat 1958.

[40] "Milyona doğru", Milliyet, 8 Mart 1958.

[41] "Çanakkale kupası", Milliyet, 7 Şubat 1958.

[42] "Pazar günkü maçlarda abideye kalan miktar", Milliyet, 18 Mart 1958.

[43] "900'e doğru", Milliyet, 1 Mart 1958.

[44] "En büyük beş şahsi teberru", Milliyet, 19 Mart 1958.

[45] "Dünkü yekun 935.000", Milliyet, 7 Mart 1958.

[46] "Abide için Amerika'dan bayrak direği gönderiliyor", Milliyet, 13 Nisan 1958.

[47] BCA.Sayı. 216, Dosya. 62104, Fon Kodu. 30.18.1.2, Yer No. 156.11.13.

[48] "Abide için yardım 1.5 milyonu aştı", Milliyet, 6 Nisan 1958.

[49] "Dünkü yekun 935.000", Milliyet, 7 Mart 1958.

[50] "Hong-Kong'tan bir İngiliz, Abide için teberru yolladı", Milliyet. 25 Nisan 1958.

[51] "Yeni Zelandalı eski muhariplerin Çanakkale abidesi için teberruu", Milliyet, 20 Eylül 19658.

[52] "Kampanya başarı ile sona erdi", Milliyet, 19 Mart 1958.

[53] "Mecliste bütçe görüşmesi 18 Şubat'ta başlıyor", Milliyet, 11 Şubat 1957.

[54] "CHP abide için bir takrir verdi", Milliyet, 19 Şubat 1958.

[55]  "Çanakkale abidesi için iki takrir", Milliyet, 27 Şubat 1958.

[56] "Meclis abide için 600 bin lira ayırdı", Milliyet, 1 Mart 1958.

[57] "Çanakkale abidesi için 500 bin liralık yardım yapıldı", Milliyet, 25 Şubat 1959.

[58] "Abide takkesi altına 'hiç bir şey' işlenmiyor", Milliyet, 10 Haziran 1959.

[59] "Çanakkale abidesi açıldı", Milliyet, 22 Ağustos 1960.

[60] "Abidenin bazı özellikleri", Milliyet, 22 Kasım 1958.

[61] "Çanakkale Abidesi", Milliyet, 18 Ağustos 1960.

[62] "Çanakkale abidesinin onarım işlerini Milli Eğitim Bakanlığı aldı", Milliyet, 18 Nisan 1962.

[63] "Çanakkale abidesi için 500 bin fidan ayrıldı", Milliyet, 18 Nisan 1963.

[64] "Kraliçe Çanakkale'de", Milliyet, 23 Ekim 1971.

[65] Milliyet, 12 Şubat 1958.

[66] Milliyet, 18 Ocak 1958.

[67] Milliyet, 9 Mart 1958.

[68] Milliyet, 23 Ağustos 1960.

[69] Milliyet, 18 Ağustos 1960.

[70] Milliyet, 21 Mart 1965.

MİLLİ MÜCADELE'DE BARTIN VE HAVALİSİ KOMUTANLIĞI (ZONGULDAK MÜFREZESİ)

MİLLİ MÜCADELE'DE BARTIN VE HAVALİSİ KOMUTANLIĞI

(ZONGULDAK MÜFREZESİ)

 

ÖZET

            Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in komutasında oluşturulan Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Milli Mücadele'de son derece stratejik bir öneme sahip Zonguldak ve mülhakatını savunmuştur. Zengin kömür yataklarına sahip olan bölge, aynı zamanda İstanbul-Ankara arasındaki deniz ve kara bağlantısını sağlaması açısından kritik bir öneme sahipti. Ayrıca, İstanbul hükümetlerinin kışkırtıcı faaliyetlerine açık olduğundan sürekli bir isyan ve eşkıya bölgesiydi. Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Zonguldak'ı işgal eden Fransız kuvvetlerinin Ankara'ya baskı yapmasını engellemiş ve TBMM'nin güvenliğini sağlamıştır. Cevat Rifat Bey'in Fransız kuvvetlerine yönelik olarak yaptığı dahiyane propaganda sayesinde çok sayıda Müslüman sömürge askeri Türk saflarına iltica etmiştir.

            Bartın ve Havalisi Komutanlığı, II. Düzce İsyanı'nın bastırılmasında etkin rol almış ve asilerin etkisiz hale getirilmesinde önemli katkılar sunmuştur. Ayrıca, milli kuvvetlerce İstanbul'dan kaçırılan Alemdar Vapuru'nun Ereğli Limanı'nda güvenliğinin sağlanmasında komutanlığın yaptığı tahkimat kayda değerdir.  Sonradan Zonguldak Müfrezesi'ne dönüştürülen komutanlık, sadece askeri değil bölgenin kalkınmasına imkan veren sivil faaliyetler de gerçekleştirmiştir. Savaş sırasında Çaycuma'da yapılan bir okul ile hastanenin finansı büyük oranda bahsi geçen komutanlık tarafından sağlanmıştır. Milli Mücadele'ye önemli katkılar yapan Zonguldak Müfrezesi, askeri otoriteler tarafından takdir edilmiş ve Yüzbaşı Cevat Rifat Bey de TBMM tarafından takdirname ve istiklal madalyasıyla taltif edilmiştir.

            Anahtar Kelimeler: Zonguldak Müfrezesi, Cevat Rifat Bey, Çaycuma, Alemdar Olayı, Müslüman Sömürge Askerleri.

BARTIN AND APPENDAGE COMMANDERSHIP AT THE TIME OF NATIONAL STRUGGLE

(ZONGULDAK BATTALION)

ABSTRACT

            Bartın and Appendage Commandership, created under the command of Captain Cevat Rifat Bey, defended Zonguldak and his allegiance, which had a highly strategic prescription, at the time of National Struggle. The region, which has rich coal deposits, also had a critical prescription for sea and land connection between İstanbul and Ankara. Moreover, it was a constant rebellion and bandit region as it was open to the provocative activities of the Istanbul governments. Bartın and Appendage Commandership prevented the French forces occupying Zonguldak from pressuring Ankara, and ensured the safety of the Turkish Grand National Assembly. Cevat Rifat Bey's genius propaganda for the French forces led many Muslim colonial soldiers to seek refuge in the Turkish ranks.

            Bartın and Appendage Commandership took an active role in the suppression of the Second Düzce Rebellion and made significant contributions in neutralizing the rebels. Moreover, the fortifications made by the commandership in the security of the Alemdar Steamer, which had been abducted from Istanbul by the national forces, at Ereğli Port are worthy. The commandership, which was subsequently converted into the Zonguldak Battalion, also carried out civilian activities that allow the development of the region, not just the military. During the war, the financial aid for building a school and a hospital in Çaycuma was provided mostly by the commandership. The Zonguldak Battalion, which made important contributions to the National Struggle, was appreciated by the military authorities and Captain Cevat Rifat Bey was appreciated and awarded by the Turkish Grand National Assembly with a war of independence medal.

            Key Words: Zonguldak Battalion, Cevat Rifat Bey, Çaycuma, Alemdar Case, Muslim Colonial Soldiers

         GİRİŞ

         30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri ile imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin tasfiyesi için bir dönem noktası oldu. 13 Kasım 1918'de 55 parçadan oluşan bir İtilaf donanması İstanbul Limanı'na demirledi. İngilizler, derhal karaya çıkarak şehrin kritik mevkilerini ve Boğaziçi'ni işgal etti. İki gün içinde tüm Karadeniz Boğazı, galip devletlerin eline geçti. Ardından, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetleri, daha önce gizli anlaşmalarla belirledikleri nüfuz sahalarını işgale başladı.[1]

         Başkent İstanbul'da esaret altında kalan padişah VI. Vahdettin ve ona bağlı Osmanlı hükümetleri, işgallere karşı önlem almaktan acizdi. Bunun sonucu olarak Anadolu halkı, Kuvay-i Milliye denilen milis kuvvetleri kurarak kendini koruma yoluna gitti. Fakat, biri birinden habersiz ve düzensiz olan Kuvay-i Milliye birlikleriyle ülkenin kurtarılamayacağı çok geçmeden anlaşıldı. Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Anadolu'ya görevlendirilmesi Milli Mücadele'nin resmen ve fiilen başlamasını sağladı. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'da dağınık vaziyette bulunan askeri ve milis güçleri örgütleyerek bir savunma hattı oluşturdu. Ayrıca, toplantı, miting ve kongre gibi etkinliklerle Anadolu insanının milli duygularını uyandırmaya çalıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'daki faaliyetleri, başkent İstanbul'da ve işgal kuvvetleri nezdinde bir "isyan" hareketi olarak algılandı. Bu da, Milli Mücadele'de nihai zafere kadar sürecek olan bir İstanbul-Anadolu ikiliği yarattı.[2]

         Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'dan Anadolu'ya gelecek olan askeri ve insani yardımları düşünerek başkentle olan diyalogunu sürdürdü. Bu süreçte, İstanbul'daki vatanseverler aracılığıyla Anadolu'ya ciddi miktarda savaş ve insan malzemesi taşındı. İstanbul'la Anadolu arasındaki ulaşımı sağlayan kara ve deniz yollarının güvenliği Milli Mücadele için yaşamsal bir öneme sahipti.   

         Milli Mücadele'nin başında İstanbul'dan Anadolu'ya geçişler farklı iki yoldan sağlanmaktaydı. Bunlardan biri, Üsküdar Sultantepesi'nde bulunan Şeyh Ata'nın Özbekler Dergahı'ndan başlayıp Geyve'ye kadar uzanan Menzil Hattı'dır. Diğeri, İstanbul'dan İnebolu'ya kadar uzanan deniz yoludur. Milli Mücadele'de Kuvay-i Milliyenin ihtiyaç duyduğu silah ve cephane İstanbul-Adapazarı-Geyve güzergahıyla Anadolu'ya geçiriliyordu. Bu yol, aynı zamanda Milli Mücadele'ye iltihak etmek isteyen nefer ve subayların kullandığı yoldu. Fakat, İngilizler İzmit'e konuşlandırdıkları 200 kişilik bir müfreze ile bu yolun güvenliğini tehdit etmeye başladılar. Ayrıca, Derince ve Gebze'ye sevk ettikleri ilave müfrezelerle sıkı önlemler aldılar. Böylelikle, İzmit üzerinden Anadolu'ya geçişler imkansız hale geldi. Bu yolun kapanmasıyla birlikte Milli Mücadele taraftarları, İstanbul'dan İnebolu'ya uzanan deniz yolunu kullanmaya başladılar. Ruslarla imzalanan Moskova Antlaşması'nın ardından bu yolun önemi daha arttı. Ruslardan sağlanan silah ve mühimmat önce Trabzon Limanı'na ardından İnebolu, Bartın, Zonguldak, Ereğli ve Akçakoca üzerinden Batı Cephesi'ne aktarılmaktaydı. İstanbul-Ankara arasında bölgenin en kısa yolu Zonguldak ve havalisinden geçmekteydi. Ayrıca, İstanbul-Ankara arasındaki telefon-telgraf haberleşmesi de yöre üzerinden sağlanmaktaydı.[3]

         Zonguldak ve havalisi, sahip olduğu zengin maden yataklarıyla İtilaf Devletleri'nin kontrol etmek istediği bir bölgeydi. Ayrıca, İtilaf Devletleri'nin gemileri için Zonguldak bir ikmal limanı vazifesi görmekteydi. Şayet Zonguldak kontrol edilirse, İstanbul-Ankara bağlantısını sağlayan deniz yolu kesilebilecek, İstanbul ve Doğu Karadeniz üzerinden Kuva-yı Milliye'ye gelen yardımlar da son bulacaktı. Diğer taraftan, yöre kontrol altına alınırsa Karadeniz sahillerinde etkili olan Pontusçu çetelere ve Ermenilere yardım edilebilecekti. Aynı zamanda Zonguldak üzerinden açılacak yeni bir cephe Kuva-yı Milliye'nin gücünü parçalaması anlamına gelecekti.[4]

         Bu makalede, Milli Mücadele'de Zonguldak'ı işgal eden Fransız kuvvetlerine karşı Çaycuma merkezli olarak oluşturulan Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın askeri ve sivil faaliyetleri analiz edilmektedir. Çalışmada Başbakanlık Osmanlı ve ATASE Arşivi belgelerinin yanı sıra telif ve hatırat türü kaynaklar kullanılmıştır. Konuya dair bazı belgeler, Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin (Atilhan) editörlüğünü yaptığımız Milli Mücadele hatıralarında kısmen kullanılmıştır.[5]

         1. Fransızların Zonguldak'ı İşgali

         Osmanlı Devleti, 1854'ten itibaren aldığı dış borçları ödeme kudretini kaybedince 1882'de İstanbul'da Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Böylelikle, Batılı devletler Osmanlı Devleti'nin gelir gider kalemlerini resmen kontrol etmeye başladı. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti, batılı emperyalistlerin siyasi ve mali vesayetine girmiş oldu. Osmanlı'nın borçlandığı devletlerden biri de Fransa idi. Fransa, dış borçlara paralel olarak yürüttüğü bir politikayla Osmanlı üzerinde ekonomik nüfuz sahaları oluşturma peşindeydi. Nitekim Fransa, Osmanlı Devleti'nin 1882'de Havza'daki kömür madenlerinin % 40'ının ülke dışına ihracatına izin vermesiyle birlikte 1892'de Ereğli Şirket-i Osmaniyesi Societe d'Heracle adında bir şirket kurdu.[6]

         Şirket, 1892'de bir ecnebi tüccarın imtiyazını devretmesiyle birlikte Kozlıu Liman inşası imtiyazını kazandı. İmtiyazın şartnamesi gereği, liman ve rıhtım hafriyatında veya inşaatta kullanılacak taşların çıkartılacağı yerlerde maden kömürüne rastlanırsa bunları işletme hakkı şirkete ait olacaktı. Şirket, 2 Temmuz 1897'de imzaladığı bir mukavele ile Zonguldak, Kozlu, Kilimli ve Çatalağzı demiryollarının işletme hakkını kazandı. Böylelikle, Zonguldak kömür Havzası ile birlikte bölgenin önemli liman ve demiryollarının kontrolü Fransızlara geçmiş oldu.[7] I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte Ereğli Şirketi'nin ve kömür havzasının kontrolü Osmanlı'nın müttefiki Almanların eline geçti. Ancak, Almanların savaşta yenilmesiyle birlikte Fransa yeniden eski imtiyaz sahasına yönelmeye başladı.

         Fransa, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ardından 11 Aralık 1918'de Dörtyolu; 17 Aralık 1918'de Mersin'i, 26 Aralık 1918'de Pozantı'ya kadar olan Adana vilayetini, 3 Şubat 1919'da Çiftehan'ı, 16 Nisan 1919'da Afyonkarahisar İstasyonu'nu işgal etti.[8]

         Fransızlar, 1919 Mart'ından itibaren Zonguldak ve Havzası'nı işgal etmeye başladılar. İşgallerde Tunus, Fas, Cezayir ve Senegal'li Fransız müstemleke askerleri de kullanıldı. Fransızlar, Zonguldak'ta Güney Cephesi'ndeki gibi çetin bir direnişle karşılaşmadı. Bunun temel nedeni, Kuvay-i Milliye'nin henüz bu bölgede kurulmamış olmasıdır. Ali Sarıkoyucu'nun ATASE Arşivlerine dayandırdığı bilgiye göre, Zonguldak'a gelen ilk işgal birliği, 8 Mart 1919'da bir subay komutasında bir miktar polis, jandarma ve piyade erinden oluşmaktaydı.[9] Akabinde, İstanbul'dan hareket eden ve Senegalli askerlerden oluşan bir Fransız birliği 3 Nisan 1919'da Zonguldak'a ulaştı. Birlik, 32. Kafkas Alayı'na bağlı III. Tabur'un boşalttığı askeri pavyonlara yerleştirildi.[10] Haziran başlarında, bir Fransız bölüğü daha Zonguldak'a ulaştı.[11] Bu zamana değin Zonguldak'ta herhangi bir asayiş sorunu yaratmayan Fransız işgal kuvvetleri hakkında zamanla şikayetler gelmeye başladı. Bolu Mutasarrıflığı'ndan Dahiliye Nezareti'ne gönderilen bir raporda, Zonguldak'ta Üzülmez mevkiindeki Fransız askerlerinin ameleden bazılarının hanesine taarruz ederek kendilerini darp ettiği, Binbaşı Kolor'un cebren hanelere girerek sahiplerini işret tertibi için darp ettiğinden bahisle, kazada bulunan Fransız Senegal taburunun oradan uzaklaştırılması gerektiği vurgulanmaktaydı.[12]

         Fransız birlikleri, 1920'nin başından itibaren Zonguldak ve havalisindeki işgal sahasını tahkim etmeye başladı. Bir Fransız miralayı, Şubat ayının ortalarında Zonguldak'a hareket ederken, Fransızlar, Zonguldak Kaymakamı'ndan 400 adet avcı neferine tahsis edilmek üzere bir kışla talebinde bulundu.[13] Kısa süre sonra Bolu Mutasarrıfından Fransızların Zonguldak'taki kuvvetlerini takviye ettiği ve yeni siperler inşa etmekte olduğu bilgisi alındı.[14] Yine, 5 Fransız zabiti ile 253 Cezayirli neferin Yunan bandıralı Venizelos vapuruyla İstanbul'dan Zonguldak'a ulaştığı Bolu Mutasarrıfından Dahiliye Nezareti'ne bildirildi. [15]

         Bu sırada, bazı Fransız birliklerinin Zonguldak'tan İstanbul'a kaydırıldığı görüldü. 25 Şubat 1920'de 3 Fransız zabiti ile 43 nefer Fransız bandıralı Varna Vapuru'yla Zonguldak'tan İstanbul'a hareket etti.[16] Yine 3 Mart 1920 tarihinde Rus bandıralı Tendra Vapuru'yla 15 ve Yunan bandıralı Kerkira Vapuru'yla 30 Fransız asker Zonguldak'tan İstanbul'a taşındı.[17]

         Fransızlar, Zonguldak'ta bulunan birliklerinde askeri teftiş ve tahkimatı güçlendirmeye başladı. Bu arada 250 kişilik bir birlikle Zonguldak'a gelen bir Fransız miralayı, önemli mevkileri teftiş ederken Kozlu istikametinden gelebilecek kuvvetlere karşı tahkimatı güçlendirdi. Ayrıca, yerel jandarma kumandanlığına talimat vererek ahalinin telaşını yatıştırmaya çalıştı.[18] Yapılan tahkimat, Devrek Caddesi'nin hakim tepelerine doğru genişletildi.[19] Fransızlar, zaman içinde Zonguldak merkezini tümüyle kontrol altına aldı. Ayrıca, denizden gelebilecek tehlikeye karşı 2 Fransız gemisini de limanda bulunduruyordu. Fransız uçakları, şehirde oluşabilecek bir direnişe karşı da zaman zaman ahaliyi uyaran bildiriler atıyordu.[20] 

         2. Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın Kuruluşu

         Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul'da toplandı ve 28 Ocak'ta bağımsızlık yemini anlamına gelen Misak-ı Milli" kararlarını kabul etti. Misak-ı Milli, Osmanlı parlamentosundan mutlak surette itaat bekleyen İngilizler için beklenmedik bir gelişmeydi.  Bunun üzerine İngilizler, 13 Kasım 1918'den beri fiilen kontrol ettikleri başkent İstanbul'u 16 Mart 1920'de resmen işgal ettiler. Mondros Ateşkes Antlaşması kararlarına direnen ve Milli Mücadele yanlısı olan çok sayıda subay, yazar ve milletvekili tutuklanarak Malta Adası'na sürüldü. Sürgün edilenler arasında bir süre önce Harbiye Nazırı bulunan Mersinli Cemal Paşa da vardı. İngiliz General Milne göre paşanın tutuklanma nedeni "Milliyetçi ve Harbiye Nazırlığı sırasında Mütareke hükümlerinin çiğnenmesine göz yummuş" olmasıydı.[21]

         Birinci Dünya Savaşı'ndan beri Mersinli Cemal Paşa'nın yaverliğini üstlenen Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, paşanın Malta'ya sürgün edilmesinin ardından Milli Mücadele saflarına katılmak üzere Anadolu'ya geçme kararı aldı. Cevat Rifat Bey, Sadıkzade Arslan Beyin İstanbul'dan kalkan Yeni Dünya isimli vapuruyla tehlikeli bir yolculuğun ardından 18 Nisan 1920 tarihinde İnebolu'ya ulaştı.[22] Ardından, Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşaların tensibiyle[23] merkezi Çaycuma'da bulunan Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın başına getirildi.[24] Söz konusu komutanlık, başında Muhittin Paşa'nın bulunduğu Kastamonu ve Bolu Havalisi Komutanlığı'na bağlandı.[25] Bartın ve Havalisi Komutanlığı, sonradan Zonguldak Müfrezesi'ne dönüştürüldü.[26]

         Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, Kastamonu'da ilk olarak piyade taburlarından ve hapishanelerdeki mahkumlardan seçilen ve yaklaşık 100 civarında askerden oluşan bir müfreze teşkil etti. Ardından vilayet PTT Başmüdürlüğü deposunda bulunan ve posta memurlarına elbiselik olarak gönderilen kumaşlara el koyarak bu müfrezenin elbise ihtiyacını giderdi. Bölgede bulunan zengin ailelerden bedeli sonradan ödenmek üzere alınan atlarla müfreze süvari birliklerine dönüştürüldü. Ayrıca, çevre illerden gelen gönüllü gençlerin katılımıyla birlikte ciddi bir süvari kuvveti ile piyade mevcudu elde edildi.[27] ATASE Arşivlerine göre Cevat Rifat Beyin kuvvetleri zaman içerisinde 5.500 civarına ulaşmıştı.[28]

         Dönemin Zonguldak Milli Eğitim Müdürü Ahmet Talat Onay, 1920'nin sonlarına doğru yaptığı Çaycuma ziyaretinde Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin komuta ettiği Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın askerlerini şöyle tasvir etmektedir:

            "...Arkadaşları hep terbiyeli ve gayur [hamiyetli] gençlerdir. Efradın elbise ve teçhizatı mükemmel, terbiye-i askeriyeleri şayan-ı takdir bir haldedir. Denilebilir ki, karargah-ı zabitan ve efrad arasında misli nameşhud [şahit olunmamış] bir mevedded-i mütekabile [karşılıklı sevgi ve dostluk] hükümrandır. Askerlerin çarşılarda, kahvelerde oturmamaları için salaştan bir gazino vücuda getirilmiş, inzibatın sıkılığı hiçbir uygunsuzluğa meydan vermiyor. Hatta kasabanın bir tabur askerden sanki haberi yok gibi"[29]

         Onay, Yüzbaşı Cevat Rifat Beyden de şöyle bahsetmektedir: "Kumandan Cevat Rifat Bey; terbiyeli, faal ve sevimli bir gençtir. Nahiyeden şekaveti izale, asayişi iadeye muvaffak olduğu ve namuskâr hareketi şiar ettiği için bütün halkın şükran ve hürmetini celbe muvaffak olmuştur."[30]

         Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in birliğindeki düzen ve disiplin, resmi yazışmalarda da göze çarpmaktadır. Bolu Ahz-ı Asker Kalem reisi ve Mevki Komutanı Binbaşı Nihal Bey, 6 Kasım 1920'de Kastamonu ve Havalisi Komutanı Muhittin Paşa'ya gönderdiği telgrafta "Bartın ve Havalisi Kuva-yı Milliye Müfrezesi'nin komutan, subay ve efradının mükemmel ve muntazam" olduğunu belirtmektedir.[31] Bolu'da Mürettep Fırka Komutanı Nazmi Bey de Muhittin Paşa'ya gönderdiği 7 Kasım 1920 tarihli telgrafında bu kuvvetlerin "iyi bir surette milis, mücehhez, müsellah ve diğer Kuva-yı Milliye'ye nispeten muntazam" olduklarını belirtirken, "bulundukları mahalde kendilerinden istifade mümkündür. Piyadelerin oldukça dolgun mevcutlu bir piyade taburu, atlılarından da bir süvari takımı teşkili mümkün ve münasibidir"[32] demektedir. 

         3. Komutanlığın Faaliyetleri

         A. Fransızlarla Çatışma

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Milli Mücadele açısından son derece stratejik bir bölgeyi kontrol etmekteydi. Ankara'da TBMM'nin açılması ve akabinde Kuva-yı Milliye'den düzenli orduya geçilmesi bölgenin önemini daha da artırmıştı. Zonguldak'ı işgal altında tutan Fransızların Çaycuma ve Bartın üzerinden Ankara'yı tazyik etmesi yüksek ihtimaldi. Nitekim Fransızlar, Sapça Geçidi'nde mevzilenmiş Türk kuvvetlerine karşı iki büyük yarma harekatı düzenlediler. İlk harekatta güçlü bir direnişle karşılaşan Fransızlar, Sapça Geçidi'nden Karadeniz'e doğru geri püskürtüldü. Çatışma sırasında Fransız birliklerinde bulunan çok sayıda kırmızı fesli Müslüman sömürge askeri Türk saflarına iltica etti. [33] Fransızlar, Sapça yenilgisi sonrasında Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'le görüşmek ve ilişkileri geliştirmek için kendisini Zonguldak'a davet etti. Fakat 4. Fırka Komutanlığı, bu isteği olumsuz karşıladı.[34]

         Bazı kaynaklara göre, Cevat Rifat Bey'in Sapça Geçidi'nde kazandığı başarıdan dolayı 10 Ağustos 1920 tarihinde 4. Fırka vasıtasıyla gelen bir emirle kendisine "milis generalliği" tevcih edildi.[35]

         Fransızlar, hem mağlubiyetin acısını unutturmak hem de Türk saflarına iltica eden Müslüman askerlerin intikamını almak maksadıyla ikinci bir harekat daha düzenledi. Yine Sapça Geçidi civarında vuku bulan çatışmada Fransızlar, Üzülmez sırtlarından geldikleri istikamete geri püskürtüldü. Milli kuvvetlerin Sapça Geçidi'nde gösterdiği başarı, Kumandan Muavini Etem Bey tarafından Ankara'ya bir telgrafla iletildi. Türk birliğinin Sapça'da kazandığı stratejik zafer, Ankara'da sevinçle karşılandı ve ertesi gün Erkan-ı Harbiye, zafer haberlerini ajanslarla paylaştı. [36]

         15 Mart 1921 tarihinde bir Fransız ester süvari müfrezesi Yaka'da bulunan Türk Karakolu'nu taciz etti. Nöbetçilerin tacize ateşle karşılık vermeleri üzerine müfreze Zonguldak istikametinde kayboldu. Cevat Rifat Bey, Kastamonu ve Havalisi Komutanlığı'nın 16 Mart 1921 tarihli telgrafına verdiği 21 Mart 1921 tarihli cevabında olayı şöyle açıklıyordu:

            "...müsademeden evvel Fransız ester [katırcı] süvari müfrezesinden bir zabitle bir nefer yaya olarak nöbetçilerimizin yanına kadar talüp [takarrüp] etmişler ve ileri geçmek istediklerini söylemişler ve nöbetçilerimiz tarafından muhalefet edilmesi üzerine geri çekilip diğer arkadaşlarıyla beraber mevzi alarak ateşe başlamışlardır. Evvela Fransızlar tarafından ateşe başlandığı nöbetçilerimiz ve karakol efradı tarafından müttefikan ve kuvvetle beyan edilmektedir. Deruhte edilecek bir komisyon muvacehesinde de meselenin tezahür edeceğini arz ederim"[37]

         Kastamonu ve Havalisi Komutanı Muhittin Paşa, 1921 yılının Nisan başlarında bir konuda bilgisi alınmak üzere Zonguldak Müfrezesi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'i Kastamonu'ya davet etti. Müfrezenin Kastamonu'ya gelişi ahali üzerinde "hüsn-ü tesir" bıraktı. Kıtaatın gerek talim ve terbiyesi gerekse zabt-ı rabt altındaki kontrollü hareketi Muhittin Paşa'nın takdirine mazhar oldu.[38] Cevat Rifat Bey, Zonguldak'ta Fransız birliğinde görülen kıpırdanma üzerine bir kaç gün sonra Çaycuma'ya geri döndü.[39]

         B. Türk Saflarına İltica Eden Müslüman Askerler

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın Çaycuma'da konuşlanmasıyla birlikte sonradan Erzurum mebusu da olan Nusret Efendi birliğin müftülüğüne getirildi. Nusret Efendi'nin iltihakı Türk askerinin manevi havasını daha da yükseltti. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey Nusret Efedi'yle birlikte Zonguldak'ta Fransız birliğinde bulunan Müslüman askerlere yönelik bir propaganda beyannamesi hazırladı. Beyannameler, Rıfat Kaptan vasıtasıyla el altından Müslüman askerlere ulaştırıldı.

            Beyannamenin metni şöyleydi:

            "Aziz din kardeşlerimiz, Afrika'nın cesur ve mümin evlatları!

            İslam'ın son kalesi ve alemdarı olan Harameyni Şerifeyn ile ehlibeyte asırlarca hüsn-ü hizmet eden ve livay-ı İslam'ı iklimden iklime, ülkeden ülkeye götürüp, onun şan ve şerefini daima yüksekte tutan Türk milletinin bu mıntıkadaki kumandanı sıfatıyla cümlenize hitap ediyor ve hepinizi bayrağımızın altına ve saflarımıza davet ediyorum.

            Dört yüz milyon Müslüman'ın merkez vahdeti olan bir vatanın düşman istilasından kurtulması ve İslam'ın istiklali için silaha sarılmış bulunuyoruz.

            Uzun senelerden beri sizlerin de güzel vatanlarınızı haksız yere işgal etmiş olan Fransızların obur mideleri doymayarak buralara kadar adi menfaatleri için ayak atmışlardır. Allah'ın izniyle bu ayakları kıracağız. Sizler silahlarımıza hedef olmayınız. Allah, bütün müminler kardeştir buyuruyor. Kardeş kardeşe silah atmaz. Gerçi, sizlerin bizim saflarımıza geçmeniz çok büyük fedakarlıktır. Bir daha vatanınıza, evlad-ü ayalinize [çoluk çocuğunuza] dönemezsiniz fakat hayat-ı ebediyeye inanıyorsanız, sermedi hayatın bütün nan-ü nimetleri ve cennetle taltif edilecek habib-i Hüdanın [Hz. Peygamberin] mazhar-ı şefaati olacaksınız. Bu İslam ülkesi size yeni bir vatan olacak ve burada aradığınız bütün şefkat, saadet ve kardeşliği bulacaksınız.

            Esselamü ala menittebealhüda

            İslam askerlerinin kumandanı Esseyid Ahmet Cevat Rifat[40]

         Cevat Rifat Bey'in Zonguldak'ta yaptığı dahiyane propaganda kısa sürede sonuç verdi. Beyannamenin dağıtılmasından üç gün sonra  Fransız birliğinden firar eden çok sayıda Müslüman asker Türk birliğinin Sapça Geçidi'nde bulunan ileri karakollarından birine iltica etti. Tekbirler eşliğinde karakola sığınan askerler, Yüzbaşı Cevat Rifat Bey ve müftü Nusret Efendi tarafından karşılandı. Müslüman Askerleri takip eden Fransız birlikleri, Sapça Geçidi'nde Türk birliği tarafından geri püskürtüldü. Durum, Cevat Rifat Bey tarafından Bolu'da bulunan ve sonradan İnönü Savaşları'nda şehit düşen Nazım Beye telgrafla iletildi. Nazım Bey, Hintli askerlerden oluşan bir kıt'ayı ödül mukabilinde Cevat Rifat Beye gönderdi. Böylece, Cevat Rifat Beyin komuta ettiği Bartın ve Havalisi Komutanlığı; Türk, Arap ve Hintli askerlerden oluşan kozmopolit bir Müslüman birliğine dönüştü.[41]

         Kastamonu ve Havalisi Komutanı Muhittin Paşa, Zonguldak Mutasarrıflığı'na gönderdiği 7 Aralık 1920 tarihli telgrafta propaganda faaliyetine devam edilmesini ve 6 Aralık 1920'de Türk saflarına iltica eden Tunus'lu bir çavuştan Fransız ordusu hakkında bilgi alınmasını istedi. Paşa'nın, bilgi alınmasını istediği hususlar şunlardı:

         1. Zonguldak ve Kozlu'da bulunan Fransız askerlerinin sayısı, tümen, alay kuvvetleri ve mevcutları, aynı zamanda gemileri,

         2. Makineli tüfek mevcutları ile nerelere yerleştirildikleri,

         3. Mevcut toplarının cinsi ve miktarı ile nerelere konuldukları

         4. Zonguldak ve Kozlu'da ne gibi tahkimat vücuda getirdikleri, bölük tabur komutanlarının isimleri ve rütbeleri, en büyük komutanının ismi ve rütbesi,

         5. Zonguldak'ta bulunan Fransız kuvvetlerinin karargahı,

         6. Yunanlıların o çevrede çıkarma harekatında bulunacaklarına dair askerler arasında dolaşan söylentinin gerçekliği ve Fransızlar tarafından alınacak önlemler, [42]

         Cevat Rifat Bey de, 16 Aralık 1920 tarihli olarak hazırladığı raporda Fransız birliklerine yönelik propagandanın gayet faydalı olduğunu ve bundan sonra da propagandaya devam edeceğini arz etti.[43]

         Fransız birliklerinden firar eden Müslüman askerler, ilerleyen süreçte Türk saflarına iltica etmeye devam etti. ATASE Arşivi'nde bulunan pek çok dosya, bu firari ilticaların belgelerini sunmaktadır. Örneğin, 12 Şubat 1337 (1921) tarihinde 6 Tunuslu nefer Çaycuma'daki Türk birliğine sığındı. Böylelikle, o tarihe kadar iltica eden askerlerin sayısı 50'yi aştı.[44] 24 Şubat 1337 (1921) tarihinde bir Müslüman nefer silahıyla birlikte Zonguldak'taki Türk birliğine sığındı.[45] 21 Nisan 1337 (1921) tarihinde bir Müslüman nefer Çaycuma Karakolu'na,[46] 26 Nisan 1337 (1921) tarihinde silahsız Cezayirli bir nefer Zonguldak Müfrezesi'ne iltica etti.[47] Nurettin Peker'in bildirdiğine göre, ikisi subay dördü çavuş olmak üzere 30 kadar Cezayirli nefer Türk saflarına iltica etti.[48] Bu askerlerden bazılarının isim ve doğum tarihleri şöyleydi:

         Muhammed (1891),

         Said Mevlüd (1891).

         Eltah Oğlu Muhammed (1893),

         Muhammet Ahmet (1894),

         Emir Muhammed (1896),

         Laad Likadar (1898),

         Bahleki Tayyip (1897),

         Muhammed Ceylani (1898),

         Nuri Said (1898),

         Muhammed Beşir (1898),

         Süleyman Muhammed (1899),

         Ali Abdülkadir (1900),

         Abdülkadir Abdürrahman (1902),

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın Fransız birliğindeki Müslüman askerlere yönelik faaliyetleri beyannamelerle sınırlı kalmadı. Komutanlığın özel talimatla görevlendirdiği casuslar, Müslüman askerleri Türk saflarında mücadele etmeye teşvik etti. Türk birliklerine iltica eden askerler, en ön saflarda Fransızlara karşı mücadele etme azmi gösterdiler. Fakat, bazı güvenlik endişeleri nedeniyle buna izin verilmedi. Ayrıca, bu askerlerin karşı casusluk, firar vs gibi muhtemel zararlı faaliyetleri için önlemler alındı.

         C. Dahili İsyanların Bastırılması

         TBMM'nin Ankara'da açılmasıyla birlikte Milli Mücadele, örgütlü ve meşru bir zeminde gelişme imkanı buldu. Fakat, gerek İtilaf Devletleri'nin gerekse İstanbul hükümetlerinin kışkırtması sonucunda Anadolu'nun farklı bölgelerinde TBMM'nin otoritesine karşı ayaklanmalar patlak verdi. Bu ayaklanmalarla TBMM ve idare ettiği Milli Mücadele doğmadan yok edilmek istenmekteydi. Bu ayaklanmaların bazıları da İstanbul'a ve TBMM'nin merkezi Ankara'ya yakınlığı açısından stratejik bir önem arz eden Batı Karadeniz civarındaydı. Bunların en önemlisi 4 Nisan 1920'de patlak veren ve Çerkez Ethem kuvvetlerince zorlukla bastırılan 1. Düzce ayaklanmasıdır.[49] Çerkez Ethem'in Yozgat İsyanı'nı bastırmak amacıyla bölgeden ayrılmasıyla birlikte 1000 civarında asi 19 Temmuz 1920'de yeniden ayaklanarak Düzce'yi işgal etti. Ayaklanma Ali Fuat Paşa'nın sıkı tertibat ve önlemler sayesinde 23 Eylül 1920'de tamamen bastırıldı. Ayaklanmanın bastırılmasında büyük pay sahibi olan Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Bartın ve Havalisi kuvvetleri, düşmanın Zonguldak ve Bolu üzerinden Ankara'ya baskı yapmasını önledi. Cevat Rifat Bey, Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa'nın bölgede tahkimat yapan Fransız birliğine dikkat çekmesinin ardından tekrar Çaycuma'ya döndü.[50]

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Milli Mücadele döneminde Zonguldak ve civarında faaliyette olan çetelerle de mücadele etti.[51] Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin savaş hatıralarından bu mücadelenin ilginç detaylarını takip edebiliriz. Buna göre, Bartın'ın zenginliklerini talan etmek maksadıyla harekete geçen Rıfat Reis liderliğindeki iki yüz kadar Sürmeneli, Bartın Boğazı'nda tahkimat yaptı. Büyük korku ve telaşa kapılan Bartın halkı, müftü Hacı Hafız Efendi vasıtasıyla Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'den yardım istedi. 100 kişilik bir müfrezeyle Bartın Boğazı'na hareket eden Cevat Rifat Bey, asileri ikna ederek kendilerini Kuvay-i Milli'ye saflarına kazandırdı. [52]

         Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, bir asker olarak sert bir mizaca ve otoriter bir kişiliğe sahipti. Bunu, değişik cephelerde sergilediği bir çok askeri ve sivil uygulamada görmekteyiz. Zonguldak gibi, çetelerin etkin olduğu, hırsızlık, isyan, gasp vs. sorunların yaygın olduğu bir bölgede devlet otoritesi ancak zecri ve kararlı önlemlerle kurulabilirdi. Cevat Rifat Bey de kendisine has önlemlerle bu otoriteyi kurma yoluna gidecektir. Cevat Rifat Bey'in uygulamalarına şahit olan Devrek doğumlu A. Fahreddin Aytaç ve Tahir Özkan'ın anlattığına göre Yüzbaşı; koyun, inek vs. hayvan çalan hırsızların boynuna çaldığı hayvanın derisini dolatır, yüzüne de pekmez sürer, sırtında bir asker dört ayaklı olarak Çaycuma ve Beycuma pazarlarında teşhir ederdi. Hırsıza "Ey ahali, ben falancanın koyununu çaldım, bana bakın da ibret alın" diye bağırtırdı. Yüzbaşı, öylesine sertti ki onu adını duyduklarında ağlayan çocuklar bile susuyorlardı.[53]

         D. Alemdar Hadisesi

         Milli Mücadele'de "Alemdar Hadisesi" olarak bilinen gelişme, İstanbul Hükümeti'nin kontrolünde bulunan Alemdar adlı kurtarma gemisinin 23 Ocak 1921'de İstanbul'dan kaçırılarak Ankara Hükümeti'nin hizmetine alınmasıdır. Alemdar, bir ara Fransızlar tarafından ele geçirilip İstanbul'a doğru götürülürken gemi personelinin müdahalesi sonucunda Fransız askerler etkisiz hale getirilerek gemi Ereğli Limanı'na demirledi. Fransızlar, Zonguldak Mutasarrıflığı  'na bir nota vererek Alemdar gemisini kaçıran korsanların cezalandırılmasını ve Fransız esirlerin salıverilmesini istedi. Ayrıca, talepleri geri çevrilirse karaya asker çıkaracakları tehdidinde bulunarak Ereğli Limanı açıklarına demirledi. Fransızların taleplerini olumsuz karşılayan Ankara Hükümeti, muhtemel bir Fransız çıkartmasına karşı Ereğli ve civarına geniş tahkimat yaptı. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, Rize'den gelen İpsiz Recep kuvvetleriyle birlikte oluşturduğu bir haftalık tahkimatla Fransızların müdahalesine meydan vermedi.[54]

         E. Komutanlığın Bölgenin İmarına Yönelik Çalışmaları

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı, askeri hizmetlerinin yanı sıra bölgenin sosyo-ekonomik kalkınmasına da büyük faydalar sağladı. Komutanlık, Çaycuma'da bir hastanenin yapımına ön ayak olurken, altı derslik bir ilk okulun inşaatı için 100 lira hibede bulundu.[55] Bir gazete haberinden söz konusu okulun 1960'lara kadar hizmet verdiği anlaşılmaktadır.[56]

         F. Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın Dağıtılması

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın kuvvetleri İnönü Savaşları'nın akabinde ihtiyaç duyulan cephelere kaydırıldı. Bunlardan 173 kişilik bir bölük 2 Nisan 1921 tarihinde Kastamonu'ya nakledildi.[57] Geri kalan kısmı da Fransızların 21 Haziran 1921'de Zonguldak'ı tahliye etmeleri üzerine Batı Cephesi emrine verildi. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey de Ankara'ya hareket etti.[58]

         Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in Zonguldak Cephesi'nde verdiği başarılı mücadele ve yöre halkına yaptığı hizmetler üstlerince takdir edildi. TBMM'nin 5 Nisan 1925 tarihli 1. Celsesi'nde alınan bir kararla kendisine 1510 numaralı takdirname[59] ile 11 Mart 1928 tarihinde S 17142 numaralı İstiklal Madalyası verildi.

         SONUÇ

         Milli Mücadele'de Zonguldak ve havalisi, son derece stratejik bir öneme sahipti. İstanbul ile Ankara arasındaki ulaşım ve telefon-telgraf haberleşmesi bu bölge üzerinden sağlanmaktaydı. Kuva-yı Milliye'ye insan ve savaş malzemesi taşıyan İstanbul-Adapazarı-Geyve kara güzergahının İngilizlerce kesilmesiyle birlikte İstanbul-İnebolu deniz yolu daha da önem kazandı. Rusya'dan ve İstanbul'dan Kuva-yı Milliye'ye gelen yardımlar Zonguldak ve civarındaki limanlardan Anadolu'ya aktarılmaktaydı. Dolayısıyla Zonguldak ve havalisinin güvenliği Anadolu hareketi için hayati öneme sahipti.

         Zonguldak ve havalisi, stratejik öneminin yanı sıra sahip olduğu zengin kömür yataklarıyla emperyalist devletlerin ilgi odağıydı. Aynı zamanda İtilaf devletleri için önemli bir lojistik limanıydı. Bölge, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra bölgede hakimiyet hesapları yapan Fransızlar tarafından işgal edildi. Bölge'nin işgali Milli Mücadele'yi yürüten TBMM Hükümeti için hayati riskler oluşturdu. TBBM, bölgenin önemine binaen Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nı ihdas ederek bölgeye konuşlandırdı. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in komuta ettiği Türk birliği, Fransızların güneye inmeyi amaçlayan bir kaç yarma harekatını başarıyla durdurdu. Böylelikle, Ankara'da TBMM'nin ve Batı Cephesi'nde mücadele veren Türk ordusunun güvenliği sağlanmış oldu. Cevat Rifat Bey'in yaptırdığı propaganda ile Fransız birliğinden Türk saflarına geçirdiği çok sayıda Müslüman sömürge askeri, Milli Mücadele'de güçlü vurgular yapılan din kardeşliğinin hoş bir tezahürüdür.

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı, bir yandan Fransızlarla mücadele ederken bir yandan da TBMM'ye karşı bölgede patlak veren isyanlarla boğuştu. II. Düzce İsyanı'nın bastırılmasında Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in ciddi katkıları oldu. Ayrıca, Alemdar gemisinin güvenliğini sağlayan Ereğli tahkimatında Bartın ve Havalisi Komutanlığı İpsiz Recep kuvvetleriyle birlikte ön plandaydı.

         Bartın ve Havalisi Komutanlığı, askeri faaliyetlerinin yanı sıra bölgenin imarına yönelik faaliyetlerde de bulundu. Çaycuma'da yapılan bir okul ve hastane binası, büyük oranda komutanlığın hibeleriyle finanse edildi. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey ve askerlerinin terbiye ve disiplini, cephede gösterdikleri cesaret ve kahramanlık devlet büyükleri tarafından takdirle karşılandı. Umarız bu makale, Zonguldak ve havalisi insanının Milli Mücadele yıllarında bölgelerinin can ve namus güvenliğini sağlayan Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın hikayesini okumalarına bir fırsat teşkil eder.

        

KAYNAKÇA

 

ARŞİV BELGELERİ

BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ (BOA)

DH.ŞFR. 624/100.

DH. ŞFR. 633-15.

DH.ŞFR. 648-103.

DH.ŞFR.658/147.

DH.ŞFR.659/93.

DH.ŞFR.659/94.

DH.ŞFR.659/126.

DH.ŞFR.660/73.

DH.ŞFR.660/84.

DH.ŞFR.660/91.

ATASE ARŞİVİ

Yeni Tasnif

Kol. İSH, K.578, G.49, B.49-1.

Kol. İSH, K.874, G.7, B.7-1.

Kol. İSH, K.1066, G.10, B.10-1.

Kol. İSH, K.623, G.87, B.87-1, 87-1a.

Kol. İSH, K.1063, G.44, B.44-1.

Kol. İSH, K.1066, G.10, B.10-2.

Kol. İSH, K.577, G.173, B.173-1.

Kol. İSH, K.591, G.202, B.202-1.

Kol. İSH, K.702, G.104, B.104-1.

Kol. İSH, K.1065, G.76, B.76-1, 76-1a.

Kol. İSH, K.702, G.87, B.87-1.

Kol. İSH, K.712, G.35, B.35-1.

Kol. İSH, K.712, G.12, B.12-1.

Kol. İSH, K.1195, G.26, B.26-1.

Kol. İSH, K.1065, G.169, B.169-8.

Kol.İSH, K.591, G.202, B.202-2.

Kol.İSH, K.1065, G.169, B.169-1.

Eski Tasnif

Kol.İSH, Kl. 955, D.02, Fh.9-1.

Kol.İSH, Kl. 567, D.4, Fh.37.

Kol.İSH, Kl. 22, D.45-87, Fh.28-30.

Kol.İSH, Kl.953, D.8 (5), Fh.90-1.

Kol.İSH, Kl.952, D.13, Fh.64.

Kol.İSH, Kl. 953, D.9, Fh.34-1.

KİTAPLAR

Bozkurt, Celil, Bartın ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in Milli Mücadele Hatıraları, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2015.

Dinamo, Hasan İzzettin,  Kutsal İsyan, Cilt 8, May Yayınları, İstanbul 1967.

Naim, Ahmet, Zonguldak Havzası, Hüsnütabiat Matbaası, 1934.

Onay, Ahmet Talat, Milli Mücadele Yazıları, (Hazırlayan: Cemal Kurnaz-Şefika Kurnaz), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1995.

Peker, Nurettin, 1918-1923 İstiklal Savaşı'nın Vesika ve Resimleri, İnebolu ve Kastamonu Havalisi, Gün Basımevi, İstanbul, 1955.

Peker, Nurettin, Öl, Esir olma, Okat Yayınevi, İstanbul 1996.

Sarıkoyuncu, Ali, Milli Mücadele'de Zonguldak ve Havalisi, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1992.

Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilali, Cilt 1, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987.

Şapolyo, Enver Behnan,  Kuvay-i Milliye Tarihi, Yıldız Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. Ankara, 1957.

Şimşir, Bilal, Malta Sürgünleri, 5. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2009.

Tansel, Selahattin, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, Cilt 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1991.

MAKALELER

Baycan, Nusret , "Türk İstiklal Harbinde Takdirname Alan Piyade Subayları", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.IX, S.25, Kasım 1992, s.80-235.

Tevetoğlu, Fethi, "Milli Mücadele'de Karadeniz'deki Başlıca Kahramanlık: Alemdar Destanı", (Nakleden: Erol Mütercimler), Milli Mücadele'nin Kahraman Gemisi Alemdar, Türkiye Denizciler Sendikası, İstanbul 1989, s.86-110.

"52 yıl önce inşa edilen Çaycuma ortaokulu binası çöktü", Cumhuriyet, 11 Aralık 1962.

GAZETELER

Cumhuriyet

DERGİLER

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi

 

 

 

        

 

 



[1] Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Anadolu ve Trakya'da yapılan işgaller için bkz: Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, Cilt 1, Kastaş Yayınları, İstanbul 1987, s.189-199.

[2] Selek, a.g.e., s.267-272.

[3] Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele'de Zonguldak ve Havalisi, Kültür Bakanlığı, Ankara 1992, s.36-42.

[4] Sarıkoyuncu, a.g.e., s.42-44.

[5] Celil Bozkurt, Bartın ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in Milli Mücadele Hatıraları, Gündoğan Yayınları, İstanbul 2015, s.10-18.

[6] Ahmet Naim, Zonguldak Havzası, Hüsnütabiat Matbaası, 1934, s.45.

[7] Sarıkoyuncu, a.g.e., s.24-25.

[8] Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, Cilt 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991, s.49-50.

[9] ATASE Arşivi. Kl.22, D.45-87, Fh.28-30'dan nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.45.

[10] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA). DH.ŞFR. 624/100.

[11] BOA. DH. ŞFR. 633-15.

[12] BOA. DH.ŞFR. 648-103.

[13] BOA. DH.ŞFR.658/147.

[14] BOA. DH.ŞFR.659/93.

[15] BOA. DH.ŞFR.659/94.

[16] BOA. DH.ŞFR.659/126.

[17] BOA. DH.ŞFR.660/73.

[18] BOA. DH.ŞFR.660/84.

[19] BOA. DH.ŞFR.660/91.

[20] Sarıkoyuncu, a.g.e., s.59-60.

[21] Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, 5. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul 2009, s.204.

[22] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.578, G.49, B.49-1; ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.874, G.7, B.7-1.

[23] Nurettin Peker, 1918-1923 İstiklal Savaşı'nın Vesika ve Resimleri, İnebolu ve Kastamonu Havalisi, Gün Basımevi, İstanbul 1955, s.194.

[24] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.623, G.87, B.87-1, 87-1a.

[25] ATASE Arşivi, Kol. İSH, K.1063, G.44, B.44-1.

[26] ATASE Arşivi, Kol. İSH, K.1065, G.169, B.169-8.     

[27] Bu oluşumunun hikayesi için bkz. Bozkurt, a.g.e., s.74-76.

[28] ATASE Arşivi. Kol.İSH, K.591, G.202, B.202-2.

[29] Ahmet Talat Onay, Milli Mücadele Yazıları, (Hazırlayan: Cemal Kurnaz-Şefika Kurnaz), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1995, s.122.

[30] Onay, a.g.e., s.122.

[31] ATASE Arşivi. Kol.İSH, K.1065, G.169, B.169-1.

[32] ATASE Arşivi. Kol.İSH. Kl.955, D.02, Fh.9-1'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.138.

[33] Bozkurt, a.g.e., s.88-89.

[34] ATASE Arşivi. Kl.567, D.4, Fh.37'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.65.

[35] Enver Behnan Şapolyo, Kuvay-i Milliye Tarihi, Yıldız Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. Ankara, s.136. Ayrıca bkz. Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, Cilt 8, May Yayınları, İstanbul 1967, s.16. Bu kaynaklara karşın Cevat Rifat Bey'in "Askerlik Safahat Belgesi"nde "milis general" rütbesi aldığına dair bir kayıt yoktur.

[36] Bozkurt,  a.g.e.,s.81-84.

[37] ATASE Arşivi. Kl.953, D.8 (5), Fh.90-1'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.78.

[38] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.1066, G.10, B.10-1.

[39] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.1066, G.10, B.10-2.

[40] Bozkurt, a.g.e., 83-84.

[41] Bozkurt, a.g.e., 85-86.

[42] ATASE Arşivi. Kol. İSH, Kl.952, D.13, Fh.64'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.71.

[43] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.1065, G.76, B.76-1, 76-1a.

[44] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.702, G.87, B.87-1.

[45] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.702, G.104, B.104-1.

[46] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.712, G.12, B.12-1.

[47] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.712, G.35, B.35-1.

[48] Nurettin Peker, Öl, Esir olma, Okat Yayınevi, İstanbul 1996, s.131-133.

[49] Düzce İsyanları hakkında bkz. Selek, a.g.e., s.362-367.

[50] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.591, G.202, B.202-1.

[51] ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.577, G.173, B.173-1.

[52] Bozkurt, a.g.e., s.81-82.

[53] Sarıkoyuncu, a.g.e., s.354-355, 362.

[54] Fethi Tevetoğlu, "Milli Mücadele'de Karadeniz'deki Başlıca Kahramanlık: Alemdar Destanı", (Nakleden: Erol Mütercimler), Milli Mücadele'nin Kahraman Gemisi Alemdar, Türkiye Denizciler Sendikası, İstanbul 1989, s.108.   

[55] Onay, a.g.e., s.122-123.

[56] "52 yıl önce inşa edilen Çaycuma ortaokulu binası çöktü", Cumhuriyet, 11 Aralık 1962.

[57] ATASE Arşivi. Kl. 953, D.9, Fh.34-1'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.139. 

[58] ATASE arş. Kol. İSH, K.1195, G.26, B.26-1.

[59] Nusret Baycan, "Türk İstiklal Harbinde Takdirname Alan Piyade Subayları", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.IX, S.25, Kasım 1992, s.173.

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE MUHİTTİN BAHA PARS

          MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE MUHİTTİN BAHA PARS

 

 

                                                                                         Celil BOZKURT*

 

ÖZET

            Muhittin Baha Pars, yakın dönemde Bursa'nın sosyal ve siyasal yaşamında etkili olmuş aydınlardan biridir. Milli Mücadele'de Bursa'da oluşturulan milli direnişin mimarlarından olan Muhittin Baha Bey, Bursa Redd-i İlhak ve Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kurucuları arasında yer almıştır. Muhittin Baha Bey'in yayımladığı Millet Yolu ve Bursa Mecmuası, Bursa halkının işgallere karşı bilinçlenmesinde ve Kuvay-i Milliye'ye desteğine önemli katkılar sunmuştur. Muhittin Baha Bey, Bursa milletvekili olarak Birinci TBMM'ye girmiş ve Milli Mücadele'yi yürüten meclisin en aktif vekillerinden olmuştur. Mecliste Mustafa Kemal Paşa yanlısı tutumuyla dikkat çeken Muhittin Baha Bey, 1. Grup'ta yer almış ve grubun aldığı kritik kararlarda söz sahibi olmuştur. Başkomutanlık ve İstiklal Mahkemeleri gibi önemli kanunların çıkarılmasında ciddi hizmetleri olmuştur. Milli Mücadele'de ortaya koyduğu vatansever tutumu ve fedakar çalışmalarıyla dikkat çeken Muhittin Baha Bey, büyük zaferin kazanılmasında pay sahibi olmuştur.

            Anahtar Kelimeler: Muhittin Baha Pars, Bursa, Milli Mücadele, İstiklal Mahkemeleri, Millet Yolu, Bursa Mecmuası.

 

ABSTRACT

            Muhittin Baha Pars is one of the intellectuals recently been influential in social and political life of Bursa. Muhittin Baha Bey who was one of the architects of the national resistance created in Bursa during National Struggle, also was among the founders of the “Bursa Refusal of Annex” and “Bursa Defense Law Society”. Muhittin Baha Bey were offered a significant contribution in the awareness of the people against the occupation and to support the Nationalists by publishing the Road of Nation and the Journal of Bursa. Muhittin Baha Bey, entered Parliament as the first deputy of Bursa and became one of the most active deputies of the Parliament which executing the national strugle. Muhittin Baha bey known as supporter of Mustafa Kamal, has taken place in 1st Group and was closely involved with critical decisions. He has been serious role in issuing ordinances such as “Act of Supreme Millitary Commander” and “Act of Independence Courts”. Noted for its patriotic attitude and altruistic work revealed in the National Struggle Baha Pars Bey, has a role in victory of great war.

            Key Words: Muhittin Baha Pars, Bursa, National Struggle, İndependence Courts, Nation Road, Bursa Journal.

 

 

 

 

            Giriş

            Muhittin Baha Bey, Bursa'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yakın dönem tarihine tanıklık etmiş önemli bir şahsiyettir. Özellikle de Milli Mücadele'nin sürdürüldüğü dönemde Birinci TBMM'nin önde gelen milletvekillerinden olmuş, Mecliste yapılan müzakere ve alınan kararlarda etkili olmuştur. Hakkında yazılanların bölük pörçük bilgilerden öteye gitmediği Muhittin Baha Bey'in, akademik bir araştırmaya konu edilmesi zaruridir. Muhittin Baha Bey'in Milli Mücadele dönemi faaliyetlerine geçmeden önce onun hayat hikayesini özetlemek, ileride yapılacak değerlendirmelerin daha sağlıklı yapılması açısından önem arz etmektedir.

            Muhittin Baha Pars, 1884 yılında Bursa'da doğdu. Babası, Baba Efendi Tekkesi Şeyhi Bahaattin Efendi, annesi Nakiye Hanım'dır. Baba soyu, II. Murat döneminde Pars Bey olarak yaşamış Şeyh Abdullah oğlu Bedrüddin Mahmut Beye dayanır. Muhittin Baha Bey'in büyük ağabeyi Mehmet Baha B ey, ünlü bir bestekar olup, Abdülhak Hamit Tarhan'ın manzum piyesi Nesteren'i ve onun eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine yazdığı Makber şirini besteledi. Ayrıca Türkiye'nin ilk müzik dergilerinden olan Alem-i Musiki'yi yayımladı. Geleneksel Türk musikisi alanında yarattığı pek çok parçaların yanında marşlar ve operetler de besteleyen Mehmet Baha Bey'in çok sayıda şarkı, müzikli temsiller ve güfteleri ile birlikte kendisine ait olan çocuk şarkıları da bulunmaktadır. Muhittin Baha Bey'in küçük ağabeyi Hakkı Baha Bey, Bursa'da İdadi-i Askerisinde, İstanbul'da Harbiye ve Erkan-ı Harp Mektebi'nde okudu. 1906'da yüzbaşı rütbesinde iken, Selanik'te, sonradan "İttihat ve Terakki Fırkası"na dönüşecek olan "Osmanlı Hürriyet Cemiyeti"nin on kurucusu arasında yedinci sırada yer aldı. 1907'de Cemiyet'in adı "İttihat ve Terakki Cemiyeti" olarak değiştirildi. Bu dönemde, Harbiye'den sınıf arkadaşı Mustafa Kemal'i, Suriye'deki sürgün yaşamından firar ederek Selanik'e geldiği sırada Cemiyet'e üye yaptı.[1]

            Muhittin Baha Bey, Bursa'da Erkek Lisesi'ni, ardından İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1909 yılında Bursa Bidayet Mahkemesi'ne atandı. 1920-1921 ve 1922-1923 arasında iki defa Hudavendigar Vilayeti Davavekilleri Cemiyeti'nin (Bursa Barosu) başkanlığını yaptı. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Bursa'da kurulan ve tehcir edilen Ermenilerin davasını gören Bursa İdare-i Örfiye Mahkemesi'nde ücret almaksızın Bursalı memurların dava vekilliğini üstlendi.[2] Eğitmenlik yönü de bulunan Muhittin Baha Bey, Bursa Sultanisi'nde uzun yıllar Edebiyat, mantık ve felsefe öğretmenliği yaptı.[3]

            Muhittin Baha Bey, yerel ve ulusal bir çok derneğin kuruculuğunu yaptı ve yöneticileri arasında bulundu. TBMM'de bulunduğu sıralarda 7 Mayıs 1921'de Ankara'da kurulan Milli Mücadele yanlısı Türkiye Muallime ve Muallimler Dernekleri Birlik'in kurucuları arasında yer aldı. Birlik'in 1922 yılında oluşturulan Geçici İdare Heyeti'nin başkanlığını üstlendi.[4] 22-26 Nisan 1924 tarihinde Ankara'da toplanan Türk Ocakları Umumi Kongresi'nde Merkez Heyeti üyeleri arasında yer aldı. Ayrıca, 23 Nisan-1 Mayıs 1925 tarihleri arasında Ankara'da toplanan Türk Ocakları II. Kurultayı'nda Merkez Heyeti üyeliğine seçildi.[5]

            23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılmasıyla birlikte aktif siyasete atılan Muhittin Baha Bey, birinci TBMM'ye Bursa milletvekili olarak girdi. Ardından on iki yıl siyasetten uzak kaldı. Bu süre zarfında Bursa'da avukatlık, eğitmenlik ve farklı derneklerde yöneticilik yaptı. 1935'te yeniden siyasete dönen Muhittin Baha Bey, TBMM'nin Beşinci Yasama Döneminde (1935-1939) Ordu milletvekili seçildi. Ardından, TBMM'nin Altıncı (1939-1943), Yedinci (1943-1946) ve Sekizinci (1946-1950) Yasama dönemlerinde kesintisiz olarak Bursa milletvekilliği yaptı.[6] 1950 ve 1954'te CHP'den yeniden Bursa milletvekili adayı olduysa da seçimi kazanamadı. Muhittin Baha Bey, 29 Ağustos 1954'te Bursa'da vefat etti. Mezarı, diğer ağabeyleri gibi Emir Sultan Mezarlığı'ndadır.

            1. Bursa'daki Faaliyetleri

            Muhittin Baha Pars, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra ülkeyi saran işgallere karşı Bursa halkına yön veren lider şahsiyetlerden biri oldu. O, Mondros'un hemen ardından Bursa Mecmuası'nda kaleme aldığı "Felaket Karşısında" başlıklı uzun yazıda Bursalılar seslenmiş, halka sağ duyulu bir kurtuluş reçetesi sunmuştu. "Düçar olduğumuz müthiş felaket-i mağlubiyet karşısında kayıp ettiğimiz şeylerin matem-i zıyaını tutarken, gözlerimizi kapamamalı, aynı felakete tekrar düçar olmaktan sıyanet-i nefs için istikbali düşünmeliyiz" diyen Muhittin Baha Bey, halkı uyanık olmaya ve gerekli dersi çıkarmaya çağırıyordu. Bunun yanında "kendimize bihakkın sahib, mevcudiyet-i milliyemizi bihakkın müdrik olmadıkça üstümüzden böyle kuvvetlerin eksilemeyeceği" gerçeğini hatırlatan Muhittin baha Bey, daha o günlerde milli iradenin gücüne işaret ediyordu:

"Mağlubiyet ne kadar büyük olursa olsun, milletimizin azim ve imanı yanında küçük kalmalıdır. Düşmanlar orduları mağlub ve hatta imha etse de, yaşamak isteyen bir milleti ortadan kaldırmaya muvaffak olamaz. Mevcut bir millet ise bütün yaşayanlar gibi tekamüle namzettir. Şu halde bize düşen vazife mazinin kara günlerini atiye aksettirerek ümitlerimizi zaaf ve izmihlale düşünmekten ictinab ve tecrübelerden istifade ederek çalışmak, çalışmaktır. Hüsn-ü niyet ve vukuf ile icra edilen müşterek sai, bir millet için mutlaka hayırlı ve nafi' eserler vücuda getirir.."[7]

            Muhittin Baha Bey, Milli Mücadele'de Bursa'da işgallere karşı ortaya çıkan ve halkın milli mücadele bilincini uyandırmayı hedefleyen tüm oluşumlarda görev aldı. Bursa'da sürdürdüğü milli faaliyetlerden dolayı dönemin Bursa Valisi Gümülcineli İsmail Hakkı Bey tarafından Konya'ya sürgün olarak gönderildi. Sonradan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey'in 27 Haziran 1919'da Bursa'ya gelmesi ve Vali İsmail Hakkı Beyin İstanbul'a kaçmasından sonra Bursa'ya dönebildi.[8]

            1.1. Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti

            Yunanlıların İtilaf Devletleri'nin desteğinde, 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal etmesi tüm ülkede nefretle karşılandı. Mondros Mütarekesi ahkamına aykırı olarak işgallerin günden güne artması ve işgal sahalarına hakim olan vahşet ve katliam ameliyesi Türk insanını harekete geçirdi. Ülkenin bir çok bölgesinde işgallere karşı "Redd-i ilhak" ve Müdafaa-i Hukuk" namıyla direniş örgütleri oluşturuldu. Başlangıçta, propaganda ve yayın yoluyla bulundukları bölgelerin haklarını koruyan bu örgütler, zamanla silahlı mücadeleyi benimsemeye başladı.[9]

            Bursa'da Milli Mücadele Döneminde kurulan ilk savunma örgütü olan Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti 1919 Temmuzu'nda kuruldu. Cemiyetin kurucuları arasında Muhittin Baha ve ağabeyi Hakkı Baha Bey de bulunmaktaydı.[10] Bu örgütün oluşumu, Yunan tehdidi karşısındaki diğer bölgelere daha geç ve oldukça yavaş biçimde gerçekleşti. Bu gecikmenin başlıca nedeni, Bursa'da Saray ve İtilafçıların kuvvetli etkinliğiydi. Cemiyet, türdeş bir fikir yapısından yoksun olup, farklı görüşte üyelerden oluşmaktaydı. Kimileri, olayların gelişimiyle Kuva-i Milliye'ye ve özellikle de -hilafetçi yapıları dolayısıyla- Anadolu Hükümeti'nin dönüşüm sürecine karşı çıkacak ve zaman içinde tasfiye edildi. Bazıları da Milli Mücadele'ye açıkça cephe alarak işgalcilerle işbirliğine girdi.  [11]

            Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti, faaliyetlerini İsmet İnönü Caddesi'nde bulunan Yağcı Cemal Bey'in dükkanının üstünde bulunan Avcılar Kulübü'nden yürütmekteydi. Cemiyet, daha sonra İzmir Oteli'nin karşısında bulunan Terzi Muhittin Bey'in dükkanının bulunduğu sokakta başka bir eve taşındı. Cemiyetin gönüllü veya profesyonel nitelikte silahlı elemanları bulunmaktaydı.[12] Cemiyet, bir kaç aylık bir faaliyet döneminden sonra Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne iltihak etti.

            1.2. Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

            İşgallere karşı ülke genelinde faaliyette bulunan Müdafaa-i Hukuk örgütleri, Sivas Kongresi'nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti altında bir araya getirildi. Ayrıca, her vilayette bu cemiyete bağlı olarak müdafaa-i hukuk şubeleri kurulmaya başlandı. Sivas Kongresi'nden yaklaşık bir ay sonra Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin merkezi, daha önce Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti'ne idari merkezlik yapan Setbaşı'ndaki Avcılar Kulübü'ydü. Cemiyetin merkezi, sonradan Yeniyol'daki İstanbul Oteli karşısında bulunan Edremit Oteli'ne taşındı.[13]

            Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 11 Ekim 1919'da Sivas'tan Bekir Sami Bey'e gönderdiği şifreli telgrafta, Bursa'da güvenilir kişilerden oluşan bir heyet-i merkeziye kurulmasını ve Bursa dahilinde nahiyelere varıncaya kadar bir Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesine gidilmesini istedi. Bu doğrultuda Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin merkez heyeti oluşturuldu[14] ve heyet, 10 Ekim 1919 tarihinden itibaren çalışmalara başladı. Cemiyetin ilk başkanlığına Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti'nin önde gelenlerinden Erzurumlu Salih Hoca (Mehmet Salih Yeşil) getirildi. Cemiyetin merkez heyetinde bulunan Muhittin Baha Bey, Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin aldığı kritik kararlarda doğrudan etkili oldu. Cemiyetin ilk bildirisi, onun görüşleri dahilinde hazırlandı. Cemiyetin 1920 Nisanında yapılan genel toplantısında başkanlığa Muhittin Baha Beyin ağabeyi Hakkı Baha Bey seçildi.[15]

            Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, propaganda organı olarak 22 Şubat 1336 (1920) tarihinde basın hayatına giren Millet Yolu gazetesini kullanmaktaydı. Gazetenin sahibi ve mesul müdürü Muhittin Baha Bey'di. Bursa'da Vilayet Matbaası'nda basılan gazetenin masrafları, Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyeti tarafından karşılanmaktaydı.[16] Gazete başlığının altında "Hukuk ve Hakimiyet-i Milliye'nin Müdafi-i Yevmi Gazetedir" ibaresi yer alırken, logonun altında da Tevfik Fikret'in:

            "Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol/

            Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol"

            mısraları bulunmaktaydı.[17] Millet Yolu, cumartesi günleri hariç her gün yayımlanmaktaydı. Gazete, 1927 yılına kadar faaliyette kaldı.

            Millet Yolu, Milli Mücadele ruhunu uyandırmakla birlikte, o günlerde Türk insanına örnek bir devrim olarak gösterilen Rusya'daki Bolşevik hareketin ateşli savunuculuğunu da yapmaktaydı. Gazete, İngiliz istihbarat raporlarına girecek kadar solcu bir kimlik taşımaktaydı. 15 ve 22 Temmuz 1920 tarihli İngiliz istihbarat raporlarına göre gazetede, Bolşevizm'in neleri savunduğu, neleri gerektirdiği ve temel ilkelerinin neler olduğuna dair diziler yayımlanıyordu.[18]       

            2. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki Faaliyetleri

            Bu bölümde Muhittin Baha Beyin Milli Mücadele döneminde TBMM çatısı altında yürüttüğü faaliyetler ele alınmıştır. Öncelikle, TBMM'deki konumu ve görev aldığı komisyonlar özetlenmiş, ardından Yeşil Ordu, Türkiye Komünist Partisi, İstiklal Mahkemeleri ve Türkiye Muallim ve Muallimeler Birliği'ndeki dikkat çekici faaliyetleri değerlendirilmiştir..

            Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'un 16 Mart 1920'de resmen işgal edilmesinin ardından Temsil Heyeti adına bütün illere, bağımsız sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir genelge gönderdi. Genelgede Osmanlı Mebusan Meclisi'ne katılan üyelerin yanı sıra sancaklarda seçimler yapılmasını ve yeni üyelerin 15 gün içinde Ankara'ya gönderilmesini istedi. Bursa Sancağı'nda yapılan seçimlerde Muhittin Baha (Pars), Operatör Emin (Erkul), Necati (Kurtuluş) Beyler ile Mustafa Fehmi (Gerçeker) ve Şeyh Servet (Akdağ) Efendiler milletvekili seçildi. Söz konusu isimler, daha önce Osmanlı Mebusan Meclisi'nde Bursa'yı temsil eden Osman Nuri (Özpay) ve Hasan Fehmi (Kokay) Beylerle birlikte TBMM'ye katıldı.[19]

            Bursa milletvekilleri, TBMM'ye katılmak üzere 6 Nisan 19120 tarihinde Ankara'ya hareket etti. Hareketten bir gün sonra Millet Yolu gazetesinde Muhittin Baha Beyin Bursalı hemşerilerine hitaben yazdığı bir veda yazısına yer verildi. Muhittin Baha Bey, Türk insanının "hukuk-u aliye-i hilafetin, haysiyet ve istiklal-i milletin muhafazası uğrunda" kararlı olduğunu belirtiyor ve TBMM'nin görevini "yıkılmak istenilen taht-ı saltanatı terhin ve sir edilmek istenilen milleti layık olduğu mertebe-i bülende isal" olarak niteliyordu.[20]

            Muhittin Baha Bey, TBMM'nin açıldığı andan itibaren değişik komisyonlarda sorumluluk aldı ve çalışmalarıyla Meclisin dikkat çeken vekillerinden biri oldu. İlk olarak TBMM'nin 23 Nisan 1920 tarihli Birinci Oturumunda Mustafa Kemal Paşa'nın tavsiyesiyle Meclis Başkanlık Kurulu katipliğine seçildi.[21] Sonradan olışturulan Maarif Encümeni başkanlığına getirildi.[22] Ayrıca, 27 Nisan 1920'de Bursa milletvekili Şeyh Servet Efendi'nin takririyle kurulan ve Milli davanın propagandasını yapan İrşad Encümeni'ne dahil oldu.[23]

            Muhittin Baha Bey, 10 Mayıs 1920'de TBMM'de kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun yönetim kurulunu oluşturan on iki üyeden biriydi.[24] Bundan dolayı, Grubun Mecliste aldığı kritik kararlarda daima ön planda yer aldı. 5 Ağustos 1921'de TBMM'de cereyan eden Başkumandanlık Kanunu müzakerelerinde kanunun ateşli savunuculardan oldu. Bu hususta 2. Grubun liderlerinden Hüseyin Avni Beyle girdiği tartışma dikkat çekicidir. Mustafa Kemal Paşa'ya üç ay süreyle Meclisin fiili yetkilerini veren beş maddelik kanun önergesini veren dokuz kişilik listede Muhittin Baha Beyin de imzası vardı.[25] Şairlik yönü de bulunan Muhittin Baha Bey, 1921'de Maarif Vekaleti tarafından açılan istiklal marşı yarışmasına katıldı. Yarışmaya 724 şiir iştirak etti ve en beğenilen altı şiir Meclis Matbaası'nda basılarak milletvekillerine dağıtıldı. Muhittin Baha Beyin, "M" rumuzuyla yazdığı üç kıtalık şiir bunlar arasındaydı. Fakat, yarışmanın galibine vaat edilen 500 liralık ödül Meclis'te tartışma konusu olunca Muhittin Baha Bey şiirini yarışmadan geri çekti.[26] Yarışmayı, Burdur Milletvekili Mehmet Akif Beyin yarışma dışından yazdığı "Kahraman Ordumuza" adlı 10 kıtalık şiiri kazandı.

            Muhittin Baha Bey, 28 Haziran 1923'te yapılan milletvekili genel seçimlerinde aday gösterilmedi. Bursa milletvekili 2. Kolordu Komutanı General Ali Hikmet Ayerdem'in milletvekilliğinden istifa etmesiyle boşalan yer için 1925'te yapılan ara seçimlerde Bursa'dan bağımsız aday oldu. Fakat, rakibi Nurettin Paşa'ya karşı seçimi kaybetti.[27] Muhittin Baha Bey, 1935'te Ordu milletvekili seçilinceye kadar uzun bir süre siyasetten uzak kaldı.

            2.1. Yeşil Ordu Cemiyeti

            Yeşil Ordu'nun kimliğinin tespitinde ve gerçekte ne amaçla kurulduğuna dair farklı fikirler öne sürülmüştür. Yeşil Ordu adı ilk kez Rusya'da bir efsane halinde duyuldu. Yeşil Ordu, Kafkas Türkleri ve Müslümanları tarafından kurulan ve Bolşevik Kızılordu ile birlikte İngiliz yanlısı hükümetlere karşı çarpışan bir ordunun adıydı. Anadolu gazetelerinde, sınırımızı aşarak Erzurum'a doğru gelmekte olan böyle hayali bir Yeşil Ordu'nun müjdesi verilmekteydi. TBMM Hükümeti, Rusya'dan Anadolu'ya gelecek yardım kuvvetlerine verilen Yeşilordu adının ülke içinde efsaneleşen tesirlerini ortadan kaldırmak istiyordu. Bundan dolayı Mustafa Kemal Paşa, TBMM içinde beliren Bolşeviklik tehlikesini önlemek, onu kontrol altına almak ve kendilerinden yardım umulan Bolşevikleri gücendirmeden oyalamak için bir yerli Yeşil Ordu teşkilatının resmen kurulmasını istedi. Ayrıca, bazı milletvekili olan yakın arkadaşlarını kendi istek ve teklifleri ile bu kuruluşun Genel Merkez Heyeti'nde görevlendirdi.[28]

            Yeşil Ordu Cemiyeti, 1920 Mayısı'nda ortaya çıktı. Cemiyet, resmi bir beyanname ile ortaya çıkmayan gizli bir örgüttü. Fakat, Mustafa Kemal'in bilgisi dahilinde kuruldu. Cemiyetin Genel Merkez Kurulu'nda TBMM'den aralarında Muhittin Baha Bey'in de bulunduğu on üç milletvekili yer aldı.[29] Daha sonra Çapanoğlu Ayaklanması'nı bastırdığı sırada Ankara'ya gelen Çerkes Ethem de cemiyete katıldı. Böylelikle, cemiyetin ciddi bir silahlı gücü de oluşmuş oldu. Çerkes Ethem, 1920 Ağustosunda Eskişehir'de Arif Oruç'la birlikte Seyyare Yeni Dünya adlı günlük bir "İslam Bolşevik" gazetesi çıkarmaya başladı. Gazetenin adı ve başındaki "Dünyanın Fukara-i Kasibesi Birleşiniz" sözü (Yeşil Ordu kavramı gibi) Sovyet Müslümanlarından esinlenmiş görünmektedir.[30]

            Yeşil Ordu, kimliğini "Avrupa emperyalizminin hulül ve istila siyasetini Asya'dan tard etmek üzere teşekkül etmiş bir mücadele kuruluşu" olarak açıklamaktaydı. Cemiyet, "Yeni Dünya" olarak nitelediği Rusya'daki Bolşevik devrimini Anadolu insanına hedef göstermekte; kurtuluşu, bir İslam-Bolşevizm ittihadında mümkün görmekteydi. [31]

            Yeşil Ordu'nun kuruluş ve gelişme devrelerinde Bursa'nın özel bir yeri bulunmaktadır. Cemiyetin on üç yöneticisinden beşi Bursa ile doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili kişilerdi. Bunlar, Şeyh Servet Efendi (Nakşibendi şeyhi, 1. Dönem Bursa mebusu), Muhittin Baha Bey (1. dönem Bursa mebusu), Çerkes Reşit Bey (Ethem Bey'in ağabeyi, o zamanlar Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içinde bulunan Bandırma'nın Karacabeye daha yakın Emreköy'den), Hakkı Behiç Bey (1. Dönem Ertuğrul (Bilecik) mebusu, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu'nda Bursa temsilcisi ve Gemlik doğumlu Mahmut Celal Bey (Bayar, 1. Dönem Saruhan mebusu) idi.[32] Bunların içinde Muhittin Baha Bey'in Yeşil Ordu'nun Bursa örgütlenmesinde ayrı bir yeri vardır. Akkılıç, Yeşil Ordu'nun Bursa'da bir önceki evresi olarak tanımladığı Teali İslam Cemiyeti ile Muhittin Baha Bey arasında doğrudan bir İlişki olduğu kanaatindedir. 19 Şubat 1919'da İstanbul'da kurulan Teali İslam Cemiyeti'nin 18 şubesi arasında Bursa ve Yenişehir de bulunmaktaydı. Muhittin baha Bey'in yönetiminde çıkan Bursa Mecmuası'nda Cemiyetin bildirileri yayımlanmaktaydı. Cemiyetin, 1920 başlarında yayımladığı bir bildiride Bolşevizm'le özdeşleştirdiği Kuvay-i Milliyeyi sert şekilde eleştirmesi üzerine Anadolu'da bulunan birçok şubesi cemiyetle bağlarını kesmişti. Akkılıç'a göre, Teali-i İslam Cemiyeti'nin tasfiye olmasından sonra milliyetçiliğe sempati duyan eski üyeler Yeşil Ordu'da bir araya gelmişti.[33] Bursa Ziraat Okulu Müdürü Refet Bey de anılarında Muhittin Baha Bey'in Yeşil Ordu'nun Bursa'daki örgütlenmesinde önemli bir rolünün olduğunu belirtmektedir. Yazdığına göre, İstanbul Hükümeti'nin teşvikiyle Bursa'da ayaklanmalar çıkarmak kastıyla bazı gizli kuruluşlar kurulmuştu. Bunun üzerine Ankara'da milletvekili bulunan Muhittin Baha Bey, Bursa'ya gelerek Yeşil Ordu adında Bolşevik bir örgütün derhal kurulması gerektiğini öğütlemişti. Ardından, Refet Bey ve Çerkes Ethem'n kardeşi Reşit Bey, Albay Bekir Sami Bey'in liderliğinde bir araya gelerek Yeşil Ordu'yu kurmuştu.[34]

            Yeşil Ordu, zamanla amacından sapması ve başına buyruk hareket etmesi üzerine 1920'nin sonlarında tasfiye edildi. Mustafa Kemal Paşa, Sovyetlerle ilişkilerin bozulmaması için yerine resmi Türkiye Komünist Partisi'ni kurdurdu. Bazı Yeşil Ordu üyeleri bu partiye ilhak ederken, kapatılma kararına tepki gösteren kimi üyeler de "Halk-ı İştirakıyyun Fırkası"nı kurarak Ankara Hükümeti'nin denetimi dışına çıktılar. 

           

            2.2. Türkiye Komünist Partisi

            Türkiye Komünist Partisi (TKP), 18 Ekim 1920'de resmen kuruldu. Partinin önde gelen diğer üyeleri arasında Tevfik Rüştü (Aras), Mahmut Esat (Bozkurt), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Kılıç Ali, İhsan (Eryavuz), Refik (Koraltan), Eyüp Sabri (Akgöl) ve Süreyya (Yiğit) bulunmaktaydı.[35] Yeşil Ordu'nun önde gelen üyelerinden Muhittin Baha ve Hakkı Behiç Beyler, Mustafa Kemal Paşa'nın isteğiyle bu partiye geçti. Muhittin Baha Bey, TKP'nin genel sekreterlik görevini üstlendi.

            TKP, üç aylık ömründe dikkat çeken bir faaliyette bulunmadı. Yayın organı olarak kullandığı Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazetelerinden anlaşıldığına göre, komünizmin bazı doktrinel uygulamalarına taraftar olsa da Rusya'daki gibi kanlı bir devrimden yana değildi. TKP, Batı emperyalizmine karşıydı fakat ulusların özgürlüğüne ve kendi şartlarına göre uyarlanmış bir komünizme taraftardı.[36]

            Muhittin Baha Beyin TBMM'deki TKP tartışmalarında ortaya koyduğu fikirler Komünizme bakışını göstermesi açısından net veriler sunmaktadır. TBMM'nin 22 Kasım 1920 tarihli oturumunda, Mustafa Kemal Paşa'nın Rusya'daki ihtilalı fenni ve ilmi tarzda incelemek üzere seçilen heyete İstiklal Mahkemesi üyesi Tevfik Rüştü Beyin de katılması yönünde tezkeresi Meclis'te bir komünizm tartışması doğmuştur. Bir Rus muhaciri olan Siverek milletvekili Mustafa Lütfi Bey, TKP adına Rusya'ya gidecek heyetin Meclis adına gitmesini eleştirmiş ve TBMM'nin komünist fikirde olmadığını, ayrıca TKP üyelerinin, başlarındaki kalpağı kırmızı bir şeritle çevirmekle komünist olamayacağını ileri sürmüştür. Buna karşı söz alan Muhittin Bey, oldukça sert bir tonlamayla Mustafa Lütfi Bey'i eleştirmiş, TKP üyelerinin vatansever ve başlarındaki kalpakların da samimi bir gayeye yönelik olduğunu vurgulamıştır. Komünizmi "...memleketi kurtaracak, milleti kurtaracak, insaniyeti kurtaracak esasat-ı ilmiye" diye tanımlayan Muhittin Baha Bey, heyete seçilen üyelerin TKP'ye mensup olmakla ilmi ve ahlakı seciyelerinden bir şey yitirmediklerini savunmuştur.[37]

            Muhittin Baha Beyin benzer bir refleksini, TBMM'nin Rusya ve Ermenistan'la kurulan ilişkileri tartıştığı bir oturumda da görmekteyiz. Söz konusu oturumda Mustafa Kemal Paşa, Vekiller Heyeti adına söz almış ve Türk ordusunun mağlup ettiği Ermenistan'ın elindeki silahların alınmasıyla ilgili uzun bir izahat vermiştir. Daha sonra söz alan muhaliflerden Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey, Ermenilerin güvenilmeyecek unsurlar olduğundan bahisle komünizm hakkında "...bir din, bir akide olarak memleketimize komünizm girmeyecektir. Bir çapulcu, bir yağmacı, bir cani sıfatıyla memleketimize girecektir" ifadelerini kullanmıştır. Tekrar söz alan Mustafa Kemal Paşa, TKP'de bulunan üyelerin gayet namuslu ve vatansever kişiler olduklarını vurgulayarak, komünizmden gelebilecek zararlara karşı gerekli tedbirlerin alınacağını ifade etmiştir. Buna cevap veren Hüseyin Avni Bey, Rusların yakınlaştıkları milletlere komünizmi enjekte etmek niyetinde olduklarını, TBMM'nin Ruslarla sadece emperyalizme karşı ortak olduğunu, milli amaç ve duygu yönünden ayrı olduğunu ileri sürmüştür. Yeniden söz alan Mustafa Kemal Paşa, Ruslarla olan ortaklığın sadece kapitalizm aleyhinde olduğunu, Ruslara verilmiş herhangi bir sözün olmadığını ve Komünizmin bizim için bir "sosyal sorun" olduğunu beyan etmiştir. Tartışmaların şiddetlenmesi üzerine söz alan Muhittin Baha Bey'in Hüseyin Avni Beye yönelik olarak sarf ettiği şu ifadeler dikkat çekicidir:

"Efendiler pek çok söyleyecek değilim. Yalnız Hüseyin Avni Beyin bir millete bihakkın vaki olan buğuz ve kin tesiriyle bir mesleki içtimaiye vaki olan taarruzu protesto etmek için çıktım. Burada bir Komünist Partisi vardır ve onun azası, bir Komünist Partisi teşkil etmekle, en büyük bir vazife-i içtimaiye ve bir vazife-i vataniye ifa ettiklerinden emindir. Arkadaşlarımız anlamak icap eder ki, Komünist Partisine iştirak edenler, hudud-u milliye hürmetkar ve onun için hayatlarını feda etmeye her an amadedirler. Komünist Partisine iştirak eden emindir ki, bu davalarında, bu partiyi teşkil etmekte ve bu davada ilerlemekte en büyük vatanperverliklerini ızhar etmişlerdir ve ediyorlar ve edeceklerdir. Komünist Partisi hudud-u milliyenin, Misak-ı Milli dahilinde mevcudiyetini kabul eder ve onun için hayatını fedaya ahdeder. Biz böyle kabul etmişizdir. Bolşevikler de milletlerin arzularına müracaat ederek hükümetlerinin teşekküllünü kabul ettirmiştir.[38]

            2.3  İstiklal Mahkemeleri

            TBMM'nin 23 Nisan 1920'de Ankara'da resmen açılarak faaliyete geçmesi, Milli Mücadele'nin seyrinde bir dönüm noktası oldu. Meclisle birlikte millete mal edilen Milli Mücadele, daha örgütlü ve topyekun bir zeminde gerçekleşmeye başladı. Fakat, TBMM'nin açılmasıyla birlikte yurdun farklı bölgelerinde Meclise karşı isyanlar patlak verdi. TBMM, otoritesini korumak için 29 Nisan 1920'de çıkarılan "Hıyanet-i Vataniye Kanunu" çıkardı. Fakat, bu kanun beklenen asayiş ve huzur ortamını yaratamadı. Bu hususta, cepheye yakın bölgelerde faaliyet gösterecek ve hızlı karar verip uygulayacak mahkemelere ihtiyaç duyuldu. Buna yönelik olarak TBMM'nin 11 Eylül 1920 tarihli oturumunda dokuz maddelik "Firariler Hakkında Kanun" kabul edilerek "İstiklal Mahkemeleri" kuruldu.[39] Genel Kurmay Başkanı İsmet Beyin teklifi ile Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu ve Pozantı'da olmak üzere yedi mahalde İstiklal Mahkemesi kuruldu. Sonradan Diyarbakır'da da bir mahkemenin kurulması  kararlaştırıldı.[40]

            TBMM'nin 21 Eylül 1920 tarihli oturumunda Muhittin Baha Bey, 73 oy alarak başkanlığını Antalya milletvekili Rasih Beyin yaptığı Eskişehir İstiklal Mahkemesi'ne üye seçildi. Mahkemenin diğer üyeleri, Kütahya milletvekili Haydar Bey ve Denizli Milletvekili Yusuf Bey'di.[41]

            Eskişehir İstiklal Mahkemesi, 20 Ekim 1920 ile 17 Şubat 1921 tarihleri arasında görev yaptı. Mahkemenin faaliyet sahası, Eskişehir, Bilecik, Kütahya, İzmit ve Bursa idi. Eskişehir, İstanbul'dan gelen bozguncu ve casusların çalışma bölgesiydi. Mahkemenin dava konularını bölgeye has asker kaçakları, Kuvay-i İnzibatiye'ye katılmak, bozgunculuk, casusluk ve soygun suçları oluşturuyordu. Mahkeme, faaliyet sürecinde 470 beraat, 57 idam, 594 tecil edilmiş idam, 20 gıyaben idam, 272 kürek ve 11.270 muhtelif cezaya hükmetti.[42]

            İstiklal Mahkemelerinin aldığı tedbirler sayesinde, asker kaçakları önemli ölçüde önlendi, on binlerce kaçak ve bakaya cepheye sevk edildi. Fakat, mahkemelerin aldığı sert tedbirler, verilen idam cezaları ve mahkeme üyelerinin sorumsuzluğu Meclis'te tartışma konusu oldu. 1. İnönü Savaşı'nın kazanılması, İstiklal Mahkemelerinin varlığını zorunlu kılan nedenleri büyük ölçüde kaldırdı. Nihayet, Meclis Başkanlığı'nın verdiği 2 Şubat 1921 tarihli kararla, 1. Dönem İstiklal Mahkemeleri-Ankara İstiklal Mahkemesi hariç- kapatıldı.[43]

            İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmalarına son vermesinden bir ay sonra asker arasında kaçak olayları ve bozguncu propaganda belirgin şekilde arttı. Ayrıca, Orta Anadolu'da soygun, ayaklanma, kaçak ve adi suçlar hızla çoğalmaya başladı. Bu suçlara bakan normal mahkemeler, dosyaların çokluğu yüzünden davaları sonuçlandırmakta zorluk çekmeye başladı. TBMM'nin aldığı cezai tedbirler de sorunlara kalıcı çözüm getiremedi. Diğer taraftan, Türk ordusunun Kütahya-Eskişehir muharebelerinde Yunanlılara yenilmesi ve Ankara'nın tehlike altına girmesi Meclis'te büyük moral çöküntüsü yarattı. Bu durum İstiklal Mahkemeleri'nin yeniden kurulmasına zemin hazırladı.[44]

            İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi Paşa, 23 Temmuz 1921'de TBMM'de yaptığı askeri durum hakkındaki konuşmasında Türk ordusunun güvenliğinin sağlanması için Konya ve Kastamonu'da iki İstiklal Mahkemesi'nin kurulmasını istedi. Ardından Sinop milletvekili Hakkı Hami Bey, Samsun'da da bir mahkeme kurulmasını uygun olacağını belirtti. Meclis, Konya, Kastamonu ve Samsun'da İstiklal Mahkemesi kurulmasını kararlaştırdı.[45] Mahkemeler için yeniden üye seçimine karar verildi. Antalya milletvekili Tahsin Bey ile Mardin milletvekili İbrahim Bey, meclisin 24 Temmuz 1921 tarihli oturumunda verdikleri ortak takrirde 12 kişilik üyelik için 20 kişilik bir liste sundu. Fakat karar alınamadı.[46] 28 Temmuz'da yapılan ilk tur oylamasında Canik Milletvekili Emin Bey, 176 oyun 89'unu alan ilk üye oldu. Fakat, çoğunluğu sağlayan başka bir üye çıkmadı.[47] Nihayet, 30 Temmuz'da yapılan oturumda 180 kişilik adaydan, aralarında Muhittin Baha Bey'in de bulunduğu 12'si İstiklal Mahkemeleri üyeliğine seçildi.[48]

            Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine 8 Eylül 1921'de Yozgat İstiklal Mahkemesi kuruldu. Ankara'da bulunan mahkemeyle birlikte toplamda 5 İstiklal Mahkemesi oluşturuldu. Muhittin Baha Bey, başkanlığını Hacim Muhittin Beyin yaptığı Konya İstiklal Mahkemesi'ne üye seçildi.[49]

            Konya İstiklal Mahkemesi, 11 Ağustos 1921'de Konya'da çalışmalarına başladı. Mahkeme, 12 Ağustos'ta yayımladığı bir beyannameyle göreve başladığını, düşman istilası altında olan memleketin içinde bulunduğu zor şartları ve Milli Mücadele'nin önemini belirtti. Mahkeme ayrıca, iki maddelik bir açıklamayla düşmana yardım edenleri, Milli Mücadeleye muhalif olanları ve müşkülat çıkaranları en şiddetli şekilde ikaz etti.[50]

            Muhittin Baha Bey, annesinin rahatsızlığı nedeniyle sonradan mahkeme üyeliğinden ayrılmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Mahkeme başkanı Hacim Muhittin Bey, 14 Nisan 1922'de Muhittin Baha Beye yazdığı mektupta "kendi annesinin ölümüne bile gidemediğini" belirterek derhal göreve gelmesini istedi. Sonuç alamayınca, 27 Nisan ve 28 Haziran'da olmak üzere iki kez M. Kemal Paşa'ya ardından da bir kez TBMM'ne Muhittin Baha Beyin altmış beş gündür göreve gelmediğini bildirdi. Bu arada Muhittin Baha Bey, 9 Haziran 1922'de istifa etti. Kısa süre sonra İstiklal Mahkemeleri kaldırıldığı için yerine kimse gönderilmedi.[51]

            Konya İstiklal Mahkemesi, bir yıl boyunca Konya, Karaman, Ereğli, Anamur, Silifke, Pozantı, Niğde, Akşehir, Burdur, Isparta, Antalya ve Denizli'de faaliyet gösterdi. 1 Ağustos 1922 tarih ve 249 No'lu kanun gereğince mahkemenin görevine son verildi. Mahkeme, 16 Ağustos 1921 ile 22 Temmuz 1922 tarihleri arasında 1407 davayı sonuçlandırdı. Bu kararlardan 166'sı idam, 1479'u da tecil edilmiş idam kararıydı.[52]

            TBMM'nin 31 Temmuz 1922 tarihli oturumunda 15 maddelik 249 nolu "İstiklal Mehakimi Kanunu" çıkarılarak İstiklal Mahkemelerinin görev ve sorumlulukları yeniden düzenlendi. Kanun görüşmelerinde söz alan Muhittin Baha Bey, mevcut adli mahkemelerin adaleti tam olarak tesis edemediğini ve suçluların serbestçe dolaştıklarını vurguladı. Konya'daki deneyimlerinden örnek veren Muhittin Baha Bey, özellikle hırsızlık ve rüşvet gibi suçlarda hızlı karar alıp uygulayan İstiklal Mahkemelerinin devreye girmesi gerektiğini savundu. Bu doğrultuda, Kanunun İstiklal Mahkemelerinin vazifelerini düzenleyen 3. Maddesinin "K" ve "S" fıkraları Muhittin Baha Bey'in teklifiyle düzenledi. Buna göre, hırsızlık yapan, rüşvet alan mülki ve askeri memurlar, bunlara ortak olan ve aracılık yapanlar (K fıkrası); memuriyet nüfuzunu kullanarak halka zulüm ve işkence yapan mülki ve askeri memurların yargılanması (S fıkrası) İstiklal Mahkemeleri'nin görev kapsamına alındı.[53]

            "İstiklal Mehakimi Kanunu" ile İstiklal Mahkemeleri'nin yetkileri ciddi şekilde sınırlandırıldı. Buna mukabil, mahkemelerde görev alan savcıların yetkileri genişletildi ve savcılar, karar alma sürecinde belirleyici duruma geldi. İdam kararları, Meclisin onayına bırakıldı. Böylelikle, mahkemeler ilk dönemindeki "İhtilal mahkemeleri" niteliğini kaybetti. Nihayet, 1 Ağustos 1922'de kabul edilen yeni kanunla İstiklal Mahkemelerine son verildi.[54]

            Milli Mücadele esnasında "...isyan sahalarında hayatlarını tehlikeye koyan ve en ağır mesuliyetlerini üzerlerine alarak mühim kararlar veren İstiklal Mahkemeleri azaları" TBMM'nin 22 Nisan 1925 tarihli oturumunda takdirle anıldı. Dönemin Muş milletvekili İlyas Sami Bey ve 20 arkadaşının verdiği teklifle kendilerine kırmızı-yeşil kurdeleli istiklal madalyası verildi.[55]

            İstiklal Mahkemelerinin kararları daima sorgulanmış, zaman zaman TBMM'de sert tartışmalara neden olmuştur. Özellikle muhalif milletvekilleri, mahkemelerin anti demokratik yapısını eleştirmiş ve onları türlü şekillerde insan hakları ihlali yapmakla suçlamıştır. Nitekim, TBMM'nin Hıyanet-i Vataniye Cürümlü Eşhasın Affına Dair Kanun görüşmelerinde mahkemeler yeniden gündeme gelmiştir. Görüşmelerde Hüseyin Avni Bey, "İstiklal Mahkemesine giden arkadaşlarımız devletin kuvay-i maddiye ve manevivesini başka şekilde tefsir ettiler. O kanun o kadar elastiki idi ki, ne yapılsa haklıdır" diyerek mahkemelerin amacından saptırıldığını ileri sürmüş ve hükmettiği bazı cezaların affını istemiştir. Buna cevap veren Muhittin Baha Bey, İstiklal Mahkemelerini şöyle savunmuştur:

"...Dün verdiğim kararlardan bugün muazzep değilim. Dünkü verilen kararın memleketin menfaatine hadim olduğuna kaani olduğum gibi bugün dahi eminim ve iddia ediyorum...Biz bu memlekete hıyanet edenleri astık. Biz bu memlekete karşı gelenleri astık. Biz bu davanın aleyhinde bulunanları astık. Biz sizin aleyhinizde bulunanları astık...Diyorum ki efendiler, biz bu memleketi kurtarmak için adam astık..."[56]

2.4. Bursa'nın İşgal Sürecindeki Faaliyetleri

            15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgaliyle başlayan Yunan istilası, zamanla tüm Ege bölgesine yayıldı. İngiliz desteğinde ilerleyen düzenli Yunan birlikleri, 22 Haziran 1920 tarihinde altı tümenlik bir kuvvetle bir kaç cepheden Anadolu'yu işgale başladı. 30 Haziran'da Balıkesir, 2 Temmuz'da Mustafa Kemal Paşa ve Karacabey Yunan birlikleri tarafından işgal edildi. Ardından, 6 Temmuz'da Gemlik ve Mudanya, 7 Temmuz'da da Karacabey işgal edildi. Nihayet Yunanlılar, bir direnişle karşılaşmadan 8 Temmuz 1920'de Bursa'yı ele geçirdi. Bursa'yı müdafaa eden kuvvetlerden Yarbay Nazmi Bey komutasındaki 56. Tümen tamamen dağıldı. 20. Kolordu Komutanı Yarbay Bekir Sami Bey de İnegöl istikametinden Eskişehir'e çekildi.[57]

            Bursa, asırların getirdiği bir gelenekle Hilafet ve Saltanat'a güçlü hislerle bağlıydı. Bundan dolayı, İstanbul Hükümetinin Kuvay-i Milliye hakkında yaptığı olumsuz propagandalar Bursa'da derin tesirler bıraktı. Şehir, İstanbul'la milli kuvvetler arasında tam bir bölünmüşlük içindeydi. Bu durum şehrin kolayca işgal edilmesinin nedenlerinden birisi oldu.

            Bursa'nın işgali, tüm ülkede büyük bir üzüntü ve panik havası yarattı. Anadolu'nun değişik yerlerinde işgali protesto eden gösteriler düzenlendi. İşgale duyulan infial, TBMM'de bir duygu seline ve öfke patlamasına neden oldu. Meclisin 8 Temmuz 1921 tarihli oturumunda Genel Kurmay Başkanı İsmet Paşa, Yunanlıların ilerleyişi ve cephelerin durumu hakkında genel bir bilgilendirme yaptı. Ardından M. Kemal Paşa, "...efendiler, bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli daha işgal olunabilir. Fakat bu işgal hiç bir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır" diyerek milletvekillerine moral aşıladı.[58] 10 Temmuz 1920'de yapılan oturumda Trabzon milletvekili Hamdi Bey ve 30 arkadaşı, Bursa'nın işgaline karşı duyulan üzüntünün bir simgesi olarak meclis kürsüsüne siyah bir örtü asılmasını teklif etti. Teklif kabul edildi ve meclis kürsüsüne işgalin sona ermesine kadar siyah bir örtü asıldı. Oturumda, gayet sert tartışmalar yaşandı. Bazı milletvekilleri, Bursa'yı işgal eden Yunan ordusunda Halife ordusundan da katılımların olduğunu ifade ederek, İstanbul'u ihanetle suçladı. Burdur milletvekili İsmail Subhi Bey, verdiği takrirde Halife ordusunun desteğinde Bursa'yı işgal eden Yunanlıların şehirde yaptıkları "tahrip, tahrik ve Müslüman Türk kızlarının ırzlarını hetk ve telvis"i, işledikleri mezalim ve fecayiin tüm yurt genelinde duyurulmasını ve Türk insanında "milli heyecan ve intikam hislerinin uyandırılmasını" istedi. Bursa milletvekillerinin bu oturumda söz almaması dikkat çekti.[59]

            TBMM'nin 12 Temmuz 1920 tarihi oturumunda Bursa'nın işgali tartışmaları aynı sertlikle devam etti. Mecliste ortaya çıkan hava, işgalde sorumlu görülen yetkililerden hesap sorulması idi. Oturumda söz alan Bursa kökenli Saruhan milletvekili Mahmut Celal (Bayar) Bey, Bursalıları savunan ve sağduyu mesajları veren uzun bir konuşma yaptı.[60] Daha sonra Vekiller Heyeti kararıyla 20. Kolordu Komutanı Bekir Sami Bey'in görevine son verildi. Bekir Sami Bey, önce Antalya ve Havalisi Komutanlığı'na ardından da Kuzey Kafkasya Askeri Murahhaslığı görevine getirildi.[61]

            Mustafa Kemal Paşa, Bursa'nın işgalinin ardından Batı Cephesi'nde askeri tetkiklerde bulunmak üzere bir grup milletvekiliyle birlikte Bilecik, Kütahya ve İnegöl hattına gitti. Meclis tarafından seçilen bu milletvekillerinin arasında Bursa milletvekili Muhittin Baha Bey de yer aldı. Milletvekilleri 10 günlük tetkik ziyaretinden sonra TBMM'''de ayrıntılı olarak cephe izlenimlerini anlattı. Muhittin Baha Bey, Batı cephesindeki son durum ve Bilecik'te sürgün bulunan Bursalı hemşerilerine dair Meclise bilgi verdi. Bursalıların hazin öyküsüne dikkat çeken Muhittin Baha Bey, Bursa'nın işgali sırasında sorumsuzlukla hatta düşmanla işbirliği yapmakla suçlanan Bursa halkını savunmayı bir "vazife-i milliye "addettiğini belirtti. Ardından, Bursalıların "vazife-i vataniyesini ifa etmekten" çekinmediklerini, gerçek suçluların bu memleketin münevverleri ve zenginleri olduğunu vurgulayarak konuşmasını bitirdi.[62]

            Bursa, işgalin birinci yıl dönümünde TBMM'de cereyan müzakerelerde yeniden ele alındı. Bursa'da işlenen Yunan mezalimi hakkında açılan müzakerede ilk sözü Bursa milletvekili Muhittin Baha Bey aldı. Oldukça duygusal ve ağlamaklı bir ses tonuyla konuşan Muhittin Baha Bey, Yunan işgalini betimlerken şunları söylüyordu.

"Efendiler, bütün ömründe mağlubiyet ne olduğunu bilmeyen bir dakika için zillet-i mağlubiyetin ne olduğunu tanımamış olan, bir dakika için mukaddesat ve hukukundan en küçüğünü çiğnetmemiş olan Sultan Osman'ın türbesini biz efendiler bir sene evvel düşman ayakları altında bıraktık. Efendiler, 365 gün evvel Osmanlı tarihinin en yüksek servetlerini, en yüksek hatıratını, en büyük adamlarını, Müslümanlığın bir çok evliyasının türbelerini Yunanlıların ayakları altında görmek bedbahtlığına duçar olduk."[63]

            Ardından, Bursa'dan gelen son haberleri değerlendiren Muhittin Baha Bey, Yunanlıların her an Bursa'yı yakılabileceği konusunda milletvekillerinin dikkatini çekti. Bu haber Meclis'te gergin ve ümitsiz bir hava oluşturdu. Muhittin Baha Bey, gelen haberlerinin doğruluğuna o kadar çok inanmıştı ki, Bursa'nın yakılmasını peşinen kabul ediyor; fakat şehrin tarihine, padişah ve evliya türbelerine dokunulmaması için adeta yalvarıyordu. Konuşmasında, Eskişehir'de sürgün bulunan Bursalı hemşerilerine de değinen Muhittin Baha Bey, Nevres Ali Nuri imzasıyla kendisine gönderilen ve TBMM'ye olan güveni konu edinen telgrafı okudu. Ardından, Edirne milletvekili Şeref Bey, bir takrir vererek Yunanlıların Bursa'yı yakacakları hususunda Hariciye Vekili'nin Meclise bilgi vermesini istedi. Hariciye Vekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey'in Bursa'nın işgaline değinmeden genel duruma dair verdiği bilgiler milletvekillerini tatmin etmedi. Bunun üzerine Muhittin Baha Bey'in verdiği bir takrir üzerine Meclis'te genel bir görüşme yapıldı.[64]

            Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de başlattığı Büyük Taarruz ve akabinde yaptığı 30 Ağustos 1922 tarihli Başkomutanlık Muharebesi sonunda Yunan kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etti. M. Kemal Paşa'nın 1 Eylül'de verdiği "Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir ileri!" emriyle birlikte Türk ordusu İzmir'e girdi. 11 Eylül'de de Bursa düşman işgalinden kurtuldu.[65] Bursa'nın kurtuluşu yurt genelinde coşkulu bir sevinç yarattı. Milli Müdafaa Vekili Kazım Bey, TBMM'de milletvekillerine Bursa'nın kurtulduğu müjdesini verdi. Ardından, İzmir ve Bursa'nın kurtuluşundan dolayı M. Kemal Paşa'ya bir takrirle Türk milletinin şükran ve teşekkürleri sunuldu.[66]

            Bursa'nın kurtuluşunun ilanıyla birlikte Bursa milletvekilleri Muhittin Baha, Dr. Emin ve Şeyh Servet Beyler Bursa'ya geldiler. Milletvekilleri, TBMM'ye gönderdikleri bir telgrafta Yunanlıların şehre zarar vermeye fırsat bulamadan kaçtıklarını arz ederek, halkın TBMM'ye şükranlarını ve milli hükümete saygılarını sundular.[67] 15 Eylül 1922 günü Bursa'da kurtuluş vesilesiyle büyük bir miting düzenlendi. Bursa halkı, M. Kemal Paşa'ya bir şükran borcu olarak TBMM'nin Bursa'ya teşrifini arzuladı. Bunun üzerine bahsi geçen Bursa milletvekilleri ile Belediye Başkanı Muhtar Bey, TBMM'ye kendilerini Bursa'ya davet eden bir telgraf gönderdi.[68] TBMM, bu konuyu Meclisin 23 Eylül 1922'de yaptığı gizli oturumda geniş bir şekilde ele aldı. Oturumda, 45 milletvekilin Meclisin Bursa'ya gitmesi yönünde verdiği takriri değerlendirildi. Milletvekillerinin ikiye bölündüğü bu görüşmelerde, Meclisin mesai yoğunluğu göz önüne alınarak takririn ertelenmesine karar verildi.[69] İlerleyen süreçte Meclisin Bursa'ya gitmesi mümkün olmadı.

            2.5. Muallim ve Muallimeler Cemiyeti'ndeki Faaliyetleri

            Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla birlikte Anadolu'da bir demokratikleşme dönemi de başladı. Bundan yararlanan değişik dernek ve sendikalar, hem mesleki çıkarlarını savunmak hem de Milli Mücadele'ye katkı vermek için bir örgütlenmeye girdi. Bunlardan biri de 1920 Temmuz'unda Ankara'da kurulan Muallim ve Muallimeler Cemiyet'iydi.

            Genel katipliğini Kazim Nami'nin (Duru) yaptığı cemiyet, kuruluşu dolayısıyla TBMM'ye gönderdiği bir davetiyede meclis üyelerini Hacı Bayram Veli'de okutacağı bir mevlid-i Şerife davet ediyordu. [70] Davetiye, Mecliste gayet olumlu tesirler bıraktı ve derneğin desteklenmesi yönünde bir hava oluşturdu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur, Anadolu'da Milli Eğitim müdürlüklerine gönderdiği bir genelgede cemiyetin diğer il ve bölgelerde de kurulmasını istedi. Bunun üzerine Anadolu'nun bir çok yerinde cemiyetin şubeleri açıldı.[71]

            Cemiyet, Kazım Nami'nin liderliğinde 7 Mayıs 1921'de Türkiye Muallim ve Muallimeler Cemiyeti Birlik adını aldı. Birlik'in kurucularından biri de öğretmen kökenli milletvekili Muhittin Baha Bey'di. Birlik'in bir yıl sonra yapılan seçiminde Muhittin Baha Bey, Birlik'in muvakkat idare heyeti başkanlığına seçildi. Heyette, İzmir milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt) ve Kütahya milletvekili Cevdet Beyler de bulunmaktaydı.[72] Muvakkat İdare Heyeti, 26 Haziran 1922 tarihinde Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Birlik'in dünya görüşü, hedefleri ve faaliyet usullerine dair bir bildiri yayımladı. "Kardaşlar" hitabıyla başlayan bildiride Anadolu'nun Mondros Mütarekesi sonrasında maruz kaldığı yıkıcı işgallere dikkat çekiliyor; Türk milletinin, bağımsızlık ve özgürlüğü için her türlü mücadeleyi göze alacağı vurgulanıyordu. Bu mücadelede, öğretmenlere başat görev biçen Birlik; tarihte Almanya, Rusya ve Bulgaristan gibi ülkelerdeki başarılı devrimci hareketlerin arkasında fikir ordusunu oluşturan öğretmenlerin olduğunu vurguluyordu. Birlik, öğretmenleri bir "devrim savaşı" olarak gördüğü Milli Mücadeleye katılmaya çağırıyordu. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın 1922 yılında TBMM'nin yıldönümünde söylediği "Türkiye'nin efendisi ve sahibi köylüdür" sözünü "memleketin devrim saatini çaldı" yargısıyla tevil eden bildiri, Türkiye Devrimi'nin öğretmenlerle kazanılacağını vurguluyordu.[73]

            Birlik'in devrim vurgulu bildirisinin üstelik Anadolu Hareketi'nin propaganda gazetesi olan Hakimiyet-i Milliye'de yayımlanması, TBMM'de sert tartışmalara neden oldu. Karahisarı Sahip (Afyon Karahisar) mebusu İsmail Şükrü Efendi, TBMM'ye sunduğu önergede, bildiri içeriğinin bilimsel olmaktan ziyade "siyasi" olduğunu vurgulayarak İslamiyet'ten hiç bahsetmeyen bildirinin Almanya ve Rusya örneklerinde verilen Bolşevik vurguların yanlış anlaşılmalara neden olduğunu ileri sürdü. İsmail Şükrü Efendi; Dahiliye, Maarif ve Şer'iye (Adalet) vekaletlerine cevaplamaları istemiyle üç de soru yöneltti. Bunlar; Birlik'in Dernekler Kanunu'na göre kurulup kurulmadığı; hükümetin, Bolşevik bir devrime taraftar olup olmadığı ve hükümetin, gerek TBMM'ye karşı oluşabilecek güvensizlik, gerek eğitimin gidişatını etkilemesi bakımından ve gerekse de İslam esasları noktasında bildiriye karşı takip ettiği politikanın ne olduğu idi.[74]

            Önergeye cevap veren Dahiliye Vekili Mehmet Ata Bey, Birlik'in Dernekler Kanunu'na uygun olarak kurulduğunu, siyasi bir içerik taşımadığını ve yayımladığı bildirinin halk arasında bir yanlış anlama meydana getirmediğini belirtti. Fakat, Mehmet Ata Bey, derneğin yönetim kurulunda bulunan tek kadın üye olan Leman Hanım'ı kast ederek erkek ve kadın öğretmenlerin bir arada çalışmasının gerek Maarif ve gerekse Ankara Valiliği tarafından uygun görülmediğini ilave etti.[75]

            SONUÇ

            Muhittin Baha Pars, Milli Mücadele döneminde Bursa'nın siyasal ve sosyal yaşamında doğrudan etkili olmuş bir aydındır. Bursa'da kurulan Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşunda görev almış, bu örgütlerin bağımsızlık yanlısı faaliyetlerinde önemli roller üstlenmiştir Muhittin Baha Beyin yayımladığı Millet Yolu ve Bursa Mecmuası, halkın işgallere karşı bilinçlenmesinde ve Anadolu hareketine katılmasında büyük katkı sağlamıştır. Muhittin Baha Bey, milletvekilliği döneminde Bursa halkının Ankara'daki gözü kulağı olmuştur. Bursa'nın işgali sırasında ihmalkarlıkla suçlanan Bursa halkına en büyük destek Muhittin Baha Pars'tan gelmiştir.

            Muhittin Baha Pars, Milli Mücadele döneminde Bursa milletvekili olarak Birinci TBMM'ye girmiş ve Meclis'in önemli komisyonlarında görev almıştır. Meclis'te kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa Hukuk Grubu'nun önde gelen üyelerinden olan Muhittin Baha Bey, grubun aldığı kritik kararlarda söz sahibi olmuştur. Muhittin Baha Bey, savaş yıllarında M. Kemal Paşa'nın yanında yer almış ve kararlarına şartsız destek vermiştir. M. Kemal Paşa'ya üç ay boyunca Meclisin yetkilerini veren kanun önergesinde onun da imzası vardır. Aynı zamanda hukukçu bir kimliği olan Muhittin Baha Bey, Mecliste tartışılan pek çok kanunun şekillenmesinde uzman görüşleriyle katkılar sağlamıştır. Bunun en tipik örneklerinden biri de İstiklal Mahkemeleri Kanunu'dur. Mecliste şiddetli tartışmalara neden olan İstiklal Mahkemeleri Kanunu'nun formatında ve İstiklal Mahkemeleri'nin kuruluşunda Muhittin Baha Beyin önemli hizmetleri olmuştur. Eskişehir ve Konya İstiklal Mahkemelerinde fiilen görev yapan Muhittin Baha Bey, muhaliflere karşı daima İstiklal Mahkemeleri'nin arkasında durmuştur.

            Muhittin Baha Pars, İslamcı/Bolşevik nosyonu bariz olan Yeşil Ordu ile Bolşevizmi bayraklaştıran resmi TKP'nin kurucu kadrosundandı. Ayrıca, Rus Devrimi'ni örnek alan Türkiye Muallim ve Muallimeler Cemiyeti Birlik'in başkanlığını üstlenmişti. M. Kemal Paşa'nın Sovyetlerden beklediği yardımları almak için özel olarak kurdurduğu bu örgütler, Mecliste şiddetli komünizm tartışmalarına neden olmuştur. Muhittin Baha Bey, Mecliste cereyan eden tartışmalarda Komünizmin ateşli savunucularından olmuş ve sıkça muhalif milletvekilleriyle karşı karşıya gelmiştir. Muhittin Baha Beyin Komünizm hakkında ortaya koyduğu samimi ve sitayişkar görüşler, onun dönemin koşullarına özgü bir tür solcu kimliğinde olduğunu göstermektedir. 

 

           

 

 

 

 

KAYNAKÇA

ARŞİV BELGELERİ

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA),  Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Evrak Odası (DH.EUM.VRK), 25/49.

RESMİ YAYINLAR

TBMM Albümü 1920-2010, (Editör: Sema Yıldırım, Behçet Kemal Zeynel), 1.Cilt, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Yayınları, Ankara 2010.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Zabıt Ceridesi (ZC).

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Gizli Celse Zabıtları (GCZ).

KİTAPLAR

Akkılıç, Yılmaz; Kurtuluş Savaşı'nda Bursa, Birinci Kitap, Mondros'tan İşgale, Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi Yayınları, Bursa 2008.

Aybars, Ergün; İstiklal Mahkemeleri (1920-1927), Cilt I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1988.

Demirel, Ahmet; Birinci Mecliste Muhalefet, İletişim Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1995.

Eğilmez, Mümtaz Şükrü; Milli Mücadele'de Bursa, İstanbul Tarih Yayınları, İstanbul 1980, s.189.

Göldaş, İsmail; Milli Kurtuluş Savaşında Öğretmenler, Öğretmen Dünyası Yayınları, İstanbul 1981.

Karaer, İbrahim; Türk Ocakları, Türk Yurdu Neşriyatı, Ankara 1992.

Öztürk, Yücel; Bursa Basın Tarihi, Ekin Yayınevi, Bursa 2012.

Sakallı, Bayram; Milli Mücadele'nin Sosyal Tarihi, İz Yayıncılık, İstanbul 1997.

Tansel, Selahattin; Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, Cilt 3, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991.

Tevetoğlu, Fethi; Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998.

Tunçay, Mete; Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925), 3. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 1978.

Yüceer, Saime; Bursa'nın İşgal ve Kurtuluş Süreci, Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa 2001.

MAKALELER

Akkılıç, Yılmaz;  Yakın Geçmişten Üç Kardeşin Portresi Mehmet Baha, Hakkı Baha, Muhittin Baha, Bursa Defteri, Sayı 2, Haziran 1999.

"Nurettin Paşa Muhittin Baha'ya karşı kazalarda ekseriyet aldı", Cumhuriyet, 3 Şubat 1925.

GAZETELER

Bursa Mecmuası

Cumhuriyet

Hakimiyet-i Milliye.

Millet Yolu

İNTERNET KAYNAKLARI

http://www.bursabarosu.org.tr/sayfalar.php?sayfa=12

    

 



* Yrd. Doç Dr. Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü.

[1] Yılmaz Akkılıç, Yakın Geçmişten Üç Kardeşin Portresi Mehmet Baha, Hakkı Baha, Muhittin Baha, Bursa Defteri, Sayı 2, Haziran 1999, s.26-33.

[3] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA),  Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Evrak Odası (DH.EUM.VRK), 25/49.

[4] İsmail Göldaş, Milli Kurtuluş Savaşında Öğretmenler, Öğretmen Dünyası Yayınları, İstanbul 1981, s.44-45.

[5] İbrahim Karaer, Türk Ocakları, Türk Yurdu Neşriyatı, Ankara 1992, s.184-185.

[6] TBMM Albümü 1920-2010, (Editör: Sema Yıldırım, Behçet Kemal Zeynel), 1.Cilt, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Yayınları, Ankara 2010, s.458.

[7] Bursa Mecmuası, 26 Muharrem 1337/ 1 Kasım 1918, Sayı 21.

[8] Akkılıç, a.g.m., s.31.

[9] Bayram Sakallı, Milli Mücadele'nin Sosyal Tarihi, İz Yayıncılık, İstanbul 1997, s.140-147.

[10] Cemiyetin diğer kurucuları şunlardır: Erzurumlu Salih Hoca, İdare Meclisi Başkatibi Hami, Hasan Sami, Yenişehirli Hafız Abdullah, Paşa Çiftliği Sahibi Ali, Ali Ruhi, Memduh, İstinaf Mahkemesi Başkanı Hasan (Süleyman Vehbi), Müftü Hafız Ahmet, Gürcü Murtaza, Murat, Müderris Kara Yusuf, Nasuh Zade Saim, Urgancı Abdullah, Fesçi Hafız Halit, Su Müdürü Salih, Öğretmen Okulu Müdürü Hamid, Şer'iye Mahkemesi Başkatibi Nurettin, Dr. Mehmet Ali, Eczacı Şükrü, Defterdarlıktan emekli Raif, oğlu Celal, Dr. Şefik Hidayet, Emekli Kurmay Binbaşı Nevres, Öğretmen Hüsnü Uluğ, Değirmenci Ömer Ağa, Cemil, Jandarma Alay Komutanı Albay İsmail Hakkı, Dişçi Anber, Operatör Emin, lise öğretmenlerinden Ali Rıza, Tabak Tevfik Ağa, Soğanlı Çiftliği Sahibi Ethem, Hacı İvas Çiftliği Sahibi Mustafa, Tabak Eşref, Tüccar Hüseyin Avni ve Binbaşı Mehmet Ali Beyler. Bkz. Mümtaz Şükrü Eğilmez, Milli Mücadele'de Bursa, İstanbul Tarih Yayınları, İstanbul 1980, s.189.

[11] Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşı'nda Bursa, Birinci Kitap, Mondros'tan İşgale, Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi Yayınları, Bursa 2008, s.70-72.

[12] Akkılıç, a.g.e., s.56.

[13] Eğilmez, a.g.e., s.189-190.

[14] Cemiyet, şu kişilerden oluşmaktaydı: Başkan Erzurumlu Salih Hoca, Muhittin Baha, Nasuh Zade Sadık, Urgancı Abdullah, Bursa Kadısı Tahir, Avukat Osman Nuri, Emekli Yüzbaşı Hacı Ahmet, Binbaşı Abdullah, Müderris Kara Yusuf, Ahmet Muhtar, Mümtaz Şükrü ve Gemlikli Necati beyler. Bkz. Eğilmez, a.g.e., s.189.

[15] Saime Yüceer, Bursa'nın İşgal ve Kurtuluş Süreci, Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa 2001, s.48-51.

[16] Yücel Öztürk, Bursa Basın Tarihi, Ekin Yayınevi, Bursa 2012, s.164.

[17] Millet Yolu, 7 Şaban 1338/26 Nisan 1920.

[18] Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925), 3. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 1978, s.192.

[19] TBMM Albümü, s.18-19.

[20] "Sevgili Hemşehrilerime", Millet Yolu, 18 Recep 1338/7 Nisan 1920.

[21] Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Zabıt Ceridesi (ZC), Devre 1, Cilt 1, Oturum 1, 23 Nisan 1336 (1920), s.2.

[22] TBMM Albümü, s.19.

[23] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 1, Oturum 15, 13 Mayıs 1336 (1920), s.280.

[24] Ahmet Demirel, Birinci Mecliste Muhalefet, İletişim Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1995, s.220

[25] TBMM Gizli Celse Zabıtları (GCZ), Cilt 2, 5 Ağustos 1337 (1921), s.164-185.

[26] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 9, Oturum 6, 12 Mart 1337 (1921), s.85.

[27] "Nurettin Paşa Muhittin Baha'ya karşı kazalarda ekseriyet aldı", Cumhuriyet, 3 Şubat 1925.

[28] Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998, s.198.

[29] Yeşil Ordu Cemiyeti'nin Genel Merkez Kurulu'nda yer alan milletvekilleri şunlardı: Şeyh Servet (Akdağ),  Dr. Adnan (Adıvar), Hakkı Behiç (Bayiç), Eyüp Sabri (Akgöl), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Hüsrev Sami (Kızıldoğan), İbrahim Süreyya (Yiğit), Reşit, Sırrı (Bellioğlu), Mustafa (Cantekin), Hamdi Namık (Gör), Muhittin Baha (Pars), Nazım (Öztelli). Bkz: Tunçay, a.g.e., s.136-137; Tevetoğlu, a.g.e., s.220.

[30] Tunçay, a.g.e., s.144-145.

[31] Yeşil Ordu'nun yayımladığı beyanname, talimatname ve nizamname için bkz. Tevetoğlu, a.g.e., s.225-230.

[32] Akkılıç, a.g.e., s.182-183.

[33] Akkılıç, a.g.e., s.181.

[34] Eğilmez, a.g.e., s.202.

[35] Tunçay, a.g.e., s.163.

[36] Tunçay, a.g.e., s.167-168.

[37] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 6, Oturum 101, 22 Kasım 1336 (1920), s.16.

[38] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 7, Oturum 28, 3 Ocak 1337 (1921), s.161.

[39] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 4, Oturum 63, 11 Eylül 1336 (1920), s.84-89.

[40] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 4, Oturum 67, 18 Eylül 1336 (1920), s.198.

[41] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 4, Oturum 69, 21 Eylül 1336 (1920), s.238.

[42] Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri (1920-1927), Cilt I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1988, s.78.

[43] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 8, Oturum 152, 12 Şubat 1337 (1921), s.269-271.

[44] Aybars, a.g.e., s.97-98.

[45] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum 54, 23 Temmuz 1337 (1921), s.348-353.

[46] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum 55, 24 Temmuz 1337 (1921), s.357-358.

[47] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum 56, 28 Temmuz 1337 (1921), s.363-364.

[48] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum 57, 24 Temmuz 1337 (1921), s.366-367.

[49] Aybars, a.g.e., s.102.

[50] Aybars, a.g.e., s.108.

[51] Aybars, a.g.e., s.113.

[52] 3 No'lu Konya İstiklal Mahkemesi'nin  özetlenmiş faaliyet listesi için bkz: Aybars, a.g.e., s.118.

[53] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 22, Oturum 82, 29 Temmuz 1336 (1922), s.58.

[54] Aybars, a.g.e., s.130.

[55] TBMM ZC, Devre 2, Cilt 18, Oturum 109, 22 Nisan 1341 (1925), s.393-394.

[56] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 26, Oturum 170, 8 Ocak 1339 (1923), s.220-235.

[57] Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, Cilt 3, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991, s.157-166.

[58] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 30, 8 Temmuz 1336 (1920), s.226.

[59] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 31, 10 Temmuz 1336 (1920), s.236-249.

[60] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 32, 12 Temmuz 1336 (1920), s.279-286.

[61] Yüceer, a.g.e., s.88-90.

[62] TBMM ZC. Devre 1, Cilt 3, Oturum 45, 9 Ağustos 1336 (1920), s.158-159.

[63] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum 48, 9 Temmuz 1337 (1921), s.187-189.

[64] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum 48, 9 Temmuz 1337 (1921), s.187-217.

[65] Yüceer, a.g.e., s.123.

[66] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 23, Oturum 100, 11 Eylül 1338 (1922), s.619-620.

[67] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 32, 12 Temmuz 1336 (1920), s.279-286.

[68] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 105, 20 Eylül 1338 (1922), s.107.

[69] TBMM GCZ, Devre 1, Cilt 3, 23 Eylül 1333 (1922), s.806-811

[70] TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 38, 21 Temmuz 1336 (1920), s.372-373.

[71] Tunçay, a.g.e., s.241.

[72] Göldaş, a.g.e., s.44-45.

[73] Hakimiyet-i Milliye, 26 Haziran 1922.

[74] TBMM. ZC, Devre 1, Cilt 22, Oturum 84, 14 Ağustos 1338 (1922), s.162-163.

[75] TBBM. ZC, Devre 1, Cilt 22, Oturum 84, 14 Ağustos 1338 (1922), s.163.

 

Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği ve Faaliyetleri

Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği ve Faaliyetleri

Celil BOZKURT[1]

Geliş Tarihi

10.01.2016

Kabul Tarihi

07.04.2016

 

Öz

Filistin'de bağımsız bir Yahudi devleti kurmak hedefiyle dünya siyasetine giren Siyonizm, Osmanlı Devleti'nden bu yana daima Türk kamuoyunun gündeminde olmuştur. 1948 yılında kurulan İsrail'in "Büyük İsrail" ve "Arz-ı mevud"a yönelik olarak takip ettiği emperyalist politika Siyonizm'in bir tehdit unsuru olarak varlığını koruduğunu göstermiştir. Türk kamuoyu, 1948'de başlayan Arap-İsrail Savaşları'yla birlikte Arap yanlısı fakat İsrail ve Siyonizm karşıtı bir tavır içinde olmuştur. İsrail'in 1967 Savaşı’ndan büyük toprak işgaliyle çıkması kamuoyunun özellikle milliyetçi muhafazakâr kesiminde infial yaratmıştır. 1968'de İzmir'de kurulan Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği, Siyonizm'le mücadeleyi resmi bir boyuta getirmiş ve kamuoyunu Siyonizm'e karşı her yönüyle uyarma görevi edinmiştir. Siyonizm karşıtlığı kolaylıkla Yahudi aleyhtarlığına kayan dernek, Yahudiler arasında tepkiyle karşılanmıştır. Derneğin iki şubeyle sınırlı kalması ve maddi bir destekten yoksun olması marjinal düzeyde kalmasına neden olmuştur. Fakat dernek, sonradan Arap aleminde kurulacak Siyonizm'le Mücadele derneklerine öncülük etmesi bakımından önemli bir konuma sahip olmuştur.

Anahtar Kelimeler: Siyonizm, Yahudi aleyhtarlığı, İsrail, Fedai, Kemal Fedai Coşkuner.

 

 

 

 

 

 

 

Turkey Association of Struggle Against Zionism and It’s Activities

Celil BOZKURT

Received Date

10.01.2016

Accepted Date

07.04.2016

 

Abstract

Zionism which entered world politics with the aim to establish an independent Jewish state in Palestine, has always been on the agenda of the Turkish public opinion since the Ottoman Empire. The imperialist policy of Israeli which founded in 1948, towards "Greater Israel" and "arz-i mev’ud" showed that Zionism is still a threat. By the beginning of Arab-Israel wars in 1948 Turkish public opinion become pro- Arab and against Israel and Zionism. The largest land invasion of Israel from the 1967 war, has aroused indignation especially in conservative nationalist part of public. The Turkey Association against Zionism, which was established in 1968 in Izmir, has brought a formal dimension to the struggle to Zionism and has adopted the task of warning the public against every aspect of Zionism. The attitude of Association slide easly from opposition to Zionism to anti-Semitism and Jews reacted the Association. Staying within the two branches of the Association and the lack of financial support caused to remain marginal. But the Association has an important position because of leading role on the establishment of associations against Zionism in the Arab World.

Keywords: Zionism, Antisemitism, Israel, Fedai, Kemal Fedai Coşkuner.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Giriş

Tarihi eski çağlara kadar uzanan Yahudi aleyhtarlığı, 19. yüzyılın son çeyreğinde kurumsallaşmış ve siyasi çevrelerde savunulmaya başlamıştır. Özellikle, Doğu Avrupa'da Yahudilere karşı yürütülen baskı ve yıldırmalar, binlerce Yahudi'nin yaşadıkları ülkelerden göç etmesine neden olmuştur. Yahudi liderlere göre Yahudi Sorunu, Yahudi aleyhtarlığının bir sonucuydu ve Yahudiler, kendilerine ait bir ülkeye göçmeden bu soruna çözüm bulunamazdı. Macaristanlı bir Yahudi olan Thedor Herzl, 1895'te yayımladığı Yahudi Devleti (Der Judenstaat) adlı yapıtında Yahudi Sorunu'nu "uluslararası bir sorun" olarak tanımlamış ve sorunu büyük devletlerin gündemine taşımaya karar vermiştir. Herzl'in liderliğinde 27 Ağustos 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde toplanan Birinci Siyonist Kongre'de, "Filistin'de egemen bir Yahudi Devleti" kurulmasına ve bu bağlamda ilgili hükümetlerle diyaloga geçilmesine karar verilmiştir (Öke, 2002:19-38).

Birinci Siyonist Kongre toplandığı sırada Filistin, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir toprak parçasıydı. Herzl, bu nedenle 1896 ile 1902 yılları arasında 5 defa İstanbul'a gelmiş, ziyaretleri sırasında hem Yıldız Sarayı'nda hem de Babıali'de Osmanlı devlet adamları tarafından kabul edilmiştir. Herzl, Sultan II. Abdülhamit'e oldukça parlak teklifler sunmasına karşın kendisinden Filistin'le ilgili bir taviz koparamamıştır (Öke, 2002:41).

Bir ideoloji ve eylem planı olarak 19. Yüzyılın sonlarında dünya siyasetine giren Siyonizm, Osmanlı Devleti'nden bu yana daima Türk kamuoyunun gündeminde olmuştur. Osmanlı Devleti'ne bağlı Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı hedefleyen Siyonizm, Osmanlı devlet adamları tarafından imparatorluğun bütünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak algılanmış ve buna karşı kararlı önlemler alınmıştır (Öke, 2002:67-80). Fakat, I. Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin tasfiye edilmesiyle birlikte Filistin, Milletler Cemiyeti'nin gözetiminde İngiltere Mandasına bırakılmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti, I. Dünya Savaşı'nda Türklerin maruz kaldığı Arap ayaklanması ve dış politikanın getirdiği bazı etkenlerle manda yıllarında Filistin Sorunu'na karşı mesafeli bir politika takip etmiştir. Bu dönemde hükümetin etkisinde kalan Türk kamuoyu da Filistin'le ilgilenmekle birlikte genelde tarafsız bir bakışa sahip olmuştur (Bozkurt, 2008:155-183).

Filistin'de süre gelen Arap-Yahudi sorununu tek başına çözemeyen mandater devlet İngiltere, sorunu 1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na taşımıştır. Ayrıca, Filistin'de gelecekte kurulacak yönetimin esaslarını belirlemek üzere bir Filistin Özel Komitesi'nin kurulmasını istemiştir. Türkiye, komitenin kuruluş oylamasında Arapların talepleri doğrultusunda Filistin'in bağımsızlığını savunmuş ve komiteye karşı çıkmıştır. Türkiye, böylelikle Filistin sorunu hakkında uluslararası bir platformda ilk kez görüş belirtmiştir. Aynı şekilde, 1947'de BM Genel Kurulunda oylanan Filistin'in Arap ve Yahudiler arasında taksim edilmesi kararına da aleyhte oy kullanmıştır (Yarar, 2006: 199-203).

İngiltere'nin Filistin Mandası'nı bıraktığı 14 Mayıs 1948 tarihinde Yahudi Milli Konseyi, Telaviv'de bağımsız İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. İsrail'in kurulmasından hemen sonra Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetlerinin Filistin'e girmesiyle birlikte Arap-İsrail savaşları da başlamış oldu. Türkiye, savaş esnasında tarafsızlığını korudu, ABD ve Fransa ile birlikte Filistin Uzlaştırma Komisyonu'nda yer aldı. İsrail'in kuruluş sürecinde güvenlik ve toprak bütünlüğü kaygısıyla politika üreten Türkiye, 1949'da İsrail'i bir realite olarak tanıdı ve onunla diplomatik ilişki kurdu (Yarar, 2006:242).

Siyonizm, 1948'de İsrail'in kurulmasıyla birlikte görünürde hedefine ulaşmıştı. Ancak, Siyonist liderlerin "vaat edilmiş topraklar" ve "Nil'den Fırat'a büyük İsrail" gibi Tevrati referanslara dayandırdıkları ruhani söylemler, Siyonizm'in bir tehdit unsuru olarak hala varlığını sürdürdüğünü ortaya koydu. Bu tehdit çemberinde kalan, Filistin'le tarihi ve kültürel bağları bulunan Türkiye, Siyonizm tehdidinin en çok işlendiği ülkelerden biri oldu. 1948 Arap-İsrail Savaşı'ndan itibaren, devletin reel politikasının aksine, duygusal ve Arap yanlısı bir tavır sergileyen Türk kamuoyu, Siyonizm ve İsrail tehdidini yoğun olarak işlemeye başladı. 1967 Savaşı'nda Arap ülkelerini hezimete uğratan İsrail'in,  savaştan büyük toprak işgaliyle çıkması Türk kamuoyundaki anti Siyonist bakışı zirveye çıkardı. Doğuşundan beri Türk kamuoyunda zaten ağırlıklı olarak yer tutan Siyonizm tartışmaları, artık daha ateşli ve daha yoğun boyutlarda gündemi işgal etmeye başladı. Bu dönemde İzmir'de kurulan Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği (TSMD), gayri resmi düzlemde işlenen Siyonizm'le mücadeleyi dernek statüsüne taşıyarak konuyu farklı bir mecraya soktu. Daha önce araştırmacı yazar Rıfat N. Bali tarafından çalışılan TSMD (Bali, 1996:32-36). arşivinde ulaştığımız yeni dokümanlar nedeniyle bu makalede tekrar değerlendirilmeye alınmıştır.

Derneğin Kuruluşu

TSMD, başlangıçta "Türkiye Siyonizm ve Masonlukla Mücadele Derneği" adıyla İzmir'de yedi iş adamı tarafından kurulmuştur (Masonluğa Karşı Dernek Kuruldu, 1968). Emniyet Genel Müdürlüğü, dernek isminde yer alan "Masonluk" veya "Siyonizm" ibarelerinden yalnızca birinin kullanılmasına dair derneğe uyarıda bulunmuştur. Bunun üzerine dernek, Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği adıyla son şeklini almıştır. Derneğin tüzüğünde geçen 26 Haziran 1968 tarihli düzeltme notundan derneğin en geç 1968 Haziranında kurulduğu anlaşılmaktadır. Dernek, Nazilerin gamalı hacını andıran birleşik dört hilalli bir ambleme sahiptir. Tüzüğüne göre derneğin kurucu üyeleri aşağıdaki isimlerden oluşmaktadır:

1. Ahmet Aksöyek (Bayi)

2. Ali Okyar (Cilacı)

3. Hüsnü İçigen (Kutucu)

4. Hasan Kademli (Marangoz)

5. Tevfik Güner (Fırıncı)

6. Ali Vurmaz (Baş Puantör)

7. Mustafa Sencer (Esnaf) (Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, t.y, Madde 65).

TSMD, 8 bölüm ve 65 maddeden oluşan bir tüzüğe sahipti. Tüzük, 1963 yılında İzmir'de kurulan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği'nin (TKMD) tüzüğüyle aynı içeriğe sahiptir (Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, t.y). Bu durum, dernek yöneticilerinin aynı zamanda anti komünist bir bakışa sahip olduklarını ve anti komünist çevrelerle işbirliği halinde olduklarını göstermektedir. TKMD'nin milliyetçi söyleminde belirgin yer işgal eden anti Siyonist ve anti İsrail olgusu göz önüne alındığında bu işbirliğinin kolaylıkla kurulabileceği anlaşılabilir.

TSMD, kuruluş amacını "...başta Siyonizm olmak üzere yıkıcı, yıpratıcı fikir ve cereyanlarla mücadele etmek, Milli Kültürümüzü, milli ve manevi değerlerimizi korumak" olarak belirlemiştir. Bu amaca ulaşabilmek için aşağıdaki gibi bir yol haritası oluşturmuştur:

“1. Tarih, vatan, din, kültür ve kader birliği şuurunu kökleştirmek.

2. Demokratik nizam ve insan hakları fikrini kıymetlendirmek.

3. İçtimai tesanüt fikrini yaymakla beraber içtimai yardım ve hizmetleri maddeten ve manen icra etmek.

4. Türk vatanı ve milliyeti için her türlü fedakârlıktan çekinmeyen ve bencillikten uzak mefkûrecilerin çoğalmasına çalışmak.

5. Ahlak, adet ve an'anelere uygun yaşamayı ve milli mukaddesata hürmeti telkin etmek.

6. Türk hars ve mukaddesatına aykırı cereyanlara ve Siyonizm ve onun kolu Masonluk afeti ile mücadele etmek” (TSMD Tüzüğü, Madde 1 ve 2).

TSMD'nin 16 Şubat 1969'da yapılan kurultayında Kemal Fedai Coşkuner derneğin genel başkanlığına getirilmiştir. Niyazi Bakkal genel başkan yardımcılığına, Hüseyin Avni Güngörmez genel sekreterliğe, Kadir Zeytin muhasipliğe ve Hüsnü Bozdağan da üyeliğe seçilmiştir (Dergimiz Başmuharriri Kemal Fedai Coşkuner, 1969) Coşkuner, başkanlık münasebetiyle yaptığı konuşmada Siyonizm'le mücadelenin önemini şu ifadelerle vurgulamıştır:

"Siyonizm'le mücadele Türkiye'nin en büyük davasıdır. Tehlikeleriyle düşünülürse, böyle bir cemiyette vazife alabilecek kimselerin ancak idealist kimseler olabileceği tabiidir. Bir dev cesametinde olan düşmanımızın madde üstünlüğü yanında bizim varlığımız bir karınca mesabesindedir. Ancak şu var ki; küfre karşı yegâne dayanağımız olan iman kuvvetiyle hayatımız bahasına da olsa mücadeleye devam edeceğiz" (Türkiye Siyonizmle Mücadele Cemiyeti, 1969).

Coşkuner, TSMD başkanlığını Fedai dergisinin yayım çalışmalarını gerekçe göstererek 1969 Eylülünde bırakmıştır (Başkanlıktan çekildim, 1969). Daha sonra yeniden başkanlığa gelen Coşkuner, bu görevini derneğin feshedildiği 1974 yılına kadar sürdürmüştür.

Kemal Fedai Coşkuner, İzmir'de görev yapan bir ilkokul öğretmeniydi ve milliyetçi fikirleriyle temayüz etmiş bir aksiyonerdi. 1963'ten itibaren yayımladığı Fedai dergisi, milliyetçi camianın önemli yayın organlarından biriydi. Dergi, milliyetçi çizgisine paralel olarak Yahudi ve Mason aleyhtarı fikirleriyle temayüz etmişti. Fedai, TSMD'nin kurulmasıyla birlikte derneğin sözcülüğünü yapmaya başladı (Bozkurt, 2013:151-190).

Coşkuner'in başkanlığı döneminde TSMD'nin tüzüğü bir kez daha tartışma konusu olmuştur. Dâhiliye Vekâleti, bir camiayı hedef aldığı gerekçesiyle tüzükte geçen "Mason" kavramlarının çıkarılmasını istemiştir. Ardından, tüzüğün değiştirilmediğini gerekçe göstererek derneğin feshedilmesi için savcılığa başvurmuş ve Coşkuner'den de savunma istemiştir. Fedai dergisinin buna tepkisi sert olmuştur. Dergi, "Dâhiliye Vekâleti ilgililerine bildirelim ki, arzuları yerine getirilip tüzükten Mason kelimeleri de kalksa yine de sevinemeyeceklerdir. Zira Masonluk, Siyonizm'in içindedir. Siyonizm'le mücadele aynı zamanda Masonlarla mücadele demektir" diyerek, Vekâleti, Mason nüfuzunda kalmakla suçlamıştır (Dâhiliye Vekâleti Siyonizmle Mücadele Derneğinden Ne İstiyor, 1969).

TSMD, merkez şubenin dışında tek şubesini 1970 yılında Edirne'de açmıştır. Edirne şubesinin başkanlığını bir asker emeklisi olan Mehmet Fırıncılar yapmaktaydı. Fırıncılar, TSMD'nin feshine kadar başkanlığını kesintisiz olarak yürütmüştür. 1971 tarihli bir mahkeme belgesinden şube yönetiminde şu isimlerin olduğu anlaşılmaktadır: (Edirne Sulh Ceza Mahkemesi'nin 971/120 esas ve 7 Aralık 1971 tarihli kararı)

1. Mehmet Fırıncılar (Başkan)

2. Recep Güzelbayram

3. Halil Arabulan

4. Fethi Bubektaş

5. Mustafa Ergeç

6. Recep Özkayalar

7. Cevat Menekşe        

Derneğin Faaliyetleri

Merkez Şube'nin Faaliyetleri

TSMD, Yahudilik âlemini dünyada yaşanan bir çok huzursuzluğun kaynağı olarak görmekte ve "insanlık düşmanı" dediği bu kavmî bütün "fesat" unsurlarıyla birlikte kamuoyuna ifşa etme gayretindeydi. Dernek, buna yönelik olarak hazırladığı bildiri, beyanat ve konferans gibi etkinliklerle kamuoyunun dikkatini çekmekteydi. Derneğe göre dünya Yahudiliği; Siyonizm, Komünizm ve Kapitalizm gibi Yahudi menşeli ve onun casusluk faaliyetini üstlenmiş fikir akımlarıyla dünyayı istila etmek niyetindeydi. Derneğin Genel Sekreteri Hüseyin Avni Güngörmez'in kaleme aldığı uzun bir hiciv, TSMD'nin Yahudi algısının adeta bir özeti gibidir. Burada Yahudilik, bir "şeytan"a benzetilirken, Komünizm, Siyonizm ve Masonluğun babası olarak tanıtılmakta ve dünyayı fesada boğan bir "insaniyet düşmanı" olarak nitelenmektedir. Ayrıca, Yahudilik aleminin sahip olduğu ekonomik güçle "Nilden Fırat'a" idealini gerçekleştirmek ve "Hak dini" yıkmak amacında olduğu vurgulanmaktadır (Güngörmez, 1969:15).

TSMD'nin Yahudiliğe yönelttiği suçlamalar derneğin "Büyük Türk Milletime" başlığıyla yayımladığı ilk beyannamede de tekrarlanmakta ve kamuoyunun dikkati Siyonizm tehdidine çekilmekteydi. Dernek, beyannamede şu ifadelere yer veriyordu:

"Büyük Türk Milleti

İsrail'in sahte Tevrat'ından Talmut'a ve kutsal kitaplarına aktarılmış canlı örneklerle bu asi kavmin karakterini insanlığa karşı korkunç kin ve intikam planlarını ortaya koymuş bulunuyoruz. Kendilerini Yehova'nın imtiyazlı seçkin ırkı olarak kabul eden İsrail ve onun siyasi kolu olan Siyonizm bugün bütün insanlığı hile ve desiselerle karıştırarak felaketler hazırlamakta, iktisaden sömürmeye çalışmaktadır. Hatta bu yolda büyük mesafeler kaydetmiş olduğu da ortadadır. Beşeriyet asırlardan beri bu fesat programının ıstırabını çekmektedir. Bütün ihtilâller, karışıklıklar, huzursuzluklar beynelmilel Yahudiliğin başı altından çıkmış olup, dünya bu yüzden manevi bir buhrana sürüklenmektedir. Dünyayı bir ahtapot gibi saran her türlü ahlaksızlığın, küfrün menşei olan Siyonizm, bütün milletlerin iç bünyelerine nüfuz etmiş durumdadır" (Türkiye Siyonizmle Mücadele Cemiyeti'nin Millete Beyannamesi, 1969).

TSMD'e göre, Ortadoğu'da bağımsız bir İsrail devleti kurmak amacıyla dünya siyasetine giren Siyonizm'in misyonu İsrail'in kuruluşuyla bitmemiştir. Misyonunu güncelleyen Siyonist hareket, Nil'den Fırat'a uzanan "arz-ı mev’ud" üzerinde büyük İsrail'i devletini yaratmaya yönelik yeni bir istila hareketine hazırlanmaktaydı. Dernek, bahsi geçen plan dâhilinde Türkiye'nin tehdit altında olduğunu ve bu "sinsi" tehlikeye karşı mutlak surette önlem alması gerektiğine dair kamuoyu yaratma gayretindeydi. Nitekim, Müslüman âleminin kutsal mülkü Mescid-i Aksa Camii'nin 21 Ağustos 1969 tarihinde fanatik bir Yahudi tarafından kundaklanması derneğin İsrail aleyhtarlığını zirveye çıkarmıştır. Dernek, aşağıdaki bildiriyi yayımlayarak Türkiye Cumhuriyeti'nin İsrail'e siyasî ilişkilerini resmen kesmesi gerektiğini savunmuştur:

"Artık yeter!

İnsanlığın küstah ve mel'un kavminin sabrımızı taşıran azgınlıklarına daha ne vakte kadar tahammül edeceğiz?

Alem-i İslam’a dolayısıyla Müslüman milletimizin kalpgahına yöneltilen, bütün Müslümanları canevinden vuran bu şen'i alçakça suikast karşılıksız kalmamalıdır. İslamın mukaddes Mescid-ül Aksa'sını yakan ve yerine Salamon'un tapınağını inşa etmek isteyen Yahudilerin bu asırlık hülyalarına artık sert bir ihtarla dur denilmelidir. Bu alçakça taarruz altında sırıtan mana açıkça İslama kasıttır.

İsrail'le siyasi münasebetlerimiz kesilmelidir." (S. Mücadele Derneği İsrail'le S. İlişkilerin kesilmesini istedi,1969; Siyonizm'le Mücadele Derneği'nin Bildirisi,  1969)

TSMD, komünizmi Yahudiliğin bir ileri karakolu addettiği için doğal olarak anti-komünist faaliyetler içinde de olmuştur. Dernek, dış Türkler sorunuyla yakından ilgilenmiş, Sovyetler Birliği ve Çin esareti altında yaşayan Türk topluluklarına yönelik bildiriler yayımlamıştır. Türkiye'de milliyetçi çevrelerin değişik etkinliklerle andığı "Esir Milletler Haftası", derneğin etkin olduğu faaliyetlerdendi. Dernek, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde 1959'da hayata geçirilen "Esir Milletler Haftası"nın 10. yıl dönümünde yayımladığı bildiride, 70 milyon Türk insanının Rus ve Çin emperyalizmi altında yaşamasına rağmen Türkiye'nin bu haftayı resmen tanımamasını eleştirmiş, bu durumu "misli görülmemiş bir üzüntü" ve "şayanı teessür" bir hadise olarak değerlendirmiştir. Dernek:

"Dışarıdaki soydaşlarımızla ilgilenmek, onlarla kültürel ilişkiler kurmak en tabi vazifemiz iken bu korkunç kayıtsızlığımız ancak milli şuurdan yoksun oluşumuzla ifadelendirilebilir. Afrika'da ismini duymadığımız bilmem ne kabilesinin istiklalinden dem vuran solcu basının yanı başımızdaki nüfusunun yüzde yüzü Türk olan Azerbaycan'dan tek kelime ile bahsetmemeleri alçaklığın, satılmışlığın, soysuzluğun bir delili değil de nedir?"

diyerek sol basını sert bir dille eleştirmiştir. TSMD olarak daima esir Türkleri anacaklarını belirten dernek, "tek esir Türk kalmayıncaya kadar" mücadeleye devam vurgusu yapmıştır (Esir Milletler Haftasında, 1969).

Türk basınında, TSMD'nin "Selçuk Kartalları Derneği" adında bir yan örgüte sahip olduğu, başkanlığını Gündüz Kapancıoğlu adlı eski bir MHP'linin yaptığı, örgütün Nazi usullerine göre gençleri eğittiği ve örgütte lider, şef ve başkan gibi sözcüklerin yerine "Führer" ifadesinin kullanıldığı iddia edilmiştir (MHP'li komandolar ikiye bölündü, 1969). Bu iddia, yaklaşık 10 yıl sonra yeniden basında haber olmuştur. Milliyet'in "güvenlik makamlarının kayıtlarına" dayandırdığı haberde, TSMD ve Selçuk Kartalı Derneği'nde eğitilen gençlerin "Dernek bünyesi içinde Nazi prensiplerine uygun vazife gösterdikleri, Nazi gençlerinin giyiniş ve davranışlarının özentisi içinde, kendi giyiniş ve davranışlarını örnek alma çabası içinde oldukları" belirtilmiştir. Ayrıca, güvenlik güçlerinin bundan haberdar oldukları halde sessiz kalmayı tercih ettikleri ileri sürülmüştür. Diğer taraftan, Kapancıoğlu'nun yönetim anlaşmazlığı yüzünden TSMD Genel Başkanı Kemal Fedai Coşkuner tarafından dernekten ihraç edildiği, fakat Kapancıoğlu'nun 1975 yılında İzmir MHP il teşkilatı ile Ülkü Ocakları ve MHP Gençlik Kolları tarafından Menemen ve ilçelerinde görevlendirildiği iddia edilmiştir. Ayrıca, Nazi eğitimi aldıkları iddia edilen gençlerin bazılarının son dönemde Türk İslâm Kurtuluş Birliği (TİKB), İslâmi Dirilişin Acilci Mücahitleri (İDAM) ve Türk İslam Kurtuluş Ordusu (TİKO) gibi gizli yer altı örgütlerinin kuruluş ve faaliyetlerinde eylemlerini sürdürdükleri öne sürülmüştür. Fakat dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan, MHP ile ilişkilendirilen bu iddiaların gerçek dışı olduğunu ve Kapancıoğlu'nun söz konusu eylemlerden dolayı daha önce MHP'den ihraç edildiğini açıklamıştır (İzmir'de 10 yıl önce bir örgütün Nazi eğitimi yaptığı saptandı, 1979).

Gündüz Kapancıoğlu, Milliyet'e verdiği röportajda TSMD'yle kesinlikle bir ilgisinin olmadığını belirtmiş ve Nazi tarzı eğitim yaptıkları iddiasını tümüyle reddetmiştir. Selçuk Kartalı Derneği'nin başkanlığını yaptığını kabul eden Kapancıoğlu,  derneğin Siyonist emperyalizme karşı kurulan milliyetçi bir dernek olduğunu fakat kuruluş safihasında kapandığını vurgulamıştır. Ayrıca, Nazi taraftarı olduğu gerekçesiyle MHP'li "komando" gençler tarafından 1969'da bir kaç arkadaşı ile birlikte dövüldüğünü belirtmiştir (Erkoşan, 1979).

Edirne Şubesinin Faaliyetleri

TSMD'nin Edirne teşkilatı, mülkü şehir merkezinde başkan Mehmet Fırıncılar'a ait üç katlı bir binadan idare edilmekteydi. Teşkilat, Yahudiliğin, Türkiye'de ve Dünyada yaptığı "bozguncu" faaliyetler hakkında bilgilendirme çalışmalarına yoğunlaşmıştı. Bu hususta Cevat Rifat Atilhan, Ziya Uygur ve M. Şahap Tan gibi tanınmış Yahudi aleyhtarı yazarların eserleri referans alınmaktaydı. Bu yazarların eserleri, şehirde bulunan resmi ve sivil makamlara ücretsiz olarak dağıtılmaktaydı. Teşkilatın 15 günlük olarak hazırladığı dosyalar, idare merkezinde ve şehrin bir kaç caddesinde bulunan panolar vasıtasıyla vatandaşlara ulaştırılmaktaydı.

Teşkilatın arşiv kayıtlarına göre panolarda sergilenen dosyaların bazıları ve içerikleri şöylece özetlenebilir:

Zeytin Yağı Skandalı (Gomel Davası)

1967'de İzmir'de ortakları Yahudi olan bir şirketin İtalya'ya ihraç ettiği zeytinyağına karıştırdığı makine yağı yüzünden patlak veren ticarî skandal anlatılmıştır. İtalyan Hükümeti, tespit ettiği skandaldan sonra ihraç edilen yağı Türkiye'ye iade etmiş ve Türk ticareti dünya nazarında büyük bir itibar kaybına uğramıştır. Dosyada, skandalın amacının Türk ticaretinin itibarını baltalamak, Avrupa piyasalarını Türklerden alıp İsrail'e açmak ve Türk milletini hastalıklı ve sakat bir nesil haline getirmek olduğu ileri sürülmüştür (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

İnsanlığın Başına Bela Kesilen 4 Yahudi (Karl Marks, Lenin, Stalin ve Engels)

Karl Marks, Lenin, Stalin ve Engels gibi Komünizmin kuramcı ve liderlerinin  "ihtilâlci" hayat hikâyeleri anlatılmış, bunların dünya nizamını yıkarak yerine Komünizmi ikame etme hedefinde oldukları belirtilmiştir. Ayrıca; Marks, Lenin ve Stalin'in Yahudi menşeli oluşlarına atfen Komünizmin bir Yahudi icadı olduğu ileri sürülmüştür (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y). 

İspanya İç Savaşı (1936-1939)

1936-1939 yıllarında cereyan eden İspanya iç savaşını Dünya Yahudiliği'nin teşvik ettiği,  Rusya'nın para ve silah yardımlarıyla patlak verdiği ve İspanya'da bir Komünist idare kurmayı hedeflediği belirtilmiştir. Ayrıca savaş sırasında İspanya'da meydana gelen can ve mal kayıplarına dikkat çekilmiş ve savaşta rol aldığı iddia edilen Yahudilerin isimleri açıklanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Hahamlar Merkez Komitesi'nin Dünya Yahudilerine Gizli Emri

Newyork Hahamlar Merkez Komitesi'ne atfedilen meşhur Siyon Liderleri Protokolleri'nin 12 maddesi açıklanmış ve bu programı rehber edinen Yahudilerin bulundukları ülkeleri ifsat ederek Komünist ihtilâle zemin hazırladıkları ileri sürülmüştür (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y). 

Komünizmin Temel Taşı Siyonizm'dir

1917'de Çarlık Rusya'sında patlak veren Bolşevik İhtilali'nin Siyonizm'in bir gereği olduğu iddia edilmiş ve bu ihtilâlde görev alan Yahudi menşeli asker ve sivil liderlerin isimleri sıralanmıştır. Ayrıca, 1917-1947 döneminde Rusya'da Komünist idare altında öldüğü öne sürülen 48 milyon insana dikkat çekilmiştir (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Türkiye'yi Verem Otu Gibi Saran ve Haraca Bağlayan On binlerden Birkaçı

Türk ticaretinde vurgun ve vergi kaçakçılıyla gündeme gelmiş Yahudi iş adamlarıyla ilgili gazete küpürlerine yer verilmiş ve Yahudilerin Türk ticaretini sömürdükleri teması işlenmiştir (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Dünya Gençliğinin Elini Kana Bulayan Adam: Marcuse

1934 yılında Almanya'dan Amerika'ya kaçtığı belirtilen Marcuse (Marküs) adında bir Yahudi profesör, 1968'de tüm dünyaya yayılan gençlik olaylarının yaratıcısı olarak gösterilmiştir. Bundan hareketle, Siyonist Yahudilerin demokratik ülkelerde ihtilâller yaratarak Komünizm'i hâkim kılmaya çalıştıkları öne sürülmüştür (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Vietnam Faciası

Komünist olan Kuzey Vietnam ordusunun ABD'nin Yahudi menşeli başkanı Henry Truman tarafından kurulduğu fakat ABD'nin savaşta Güney Vietnam ordusunu destekleyerek Vietnam Savaşı'na ortam yarattığı ileri sürülerek, bundan ABD'de 246 silah fabrikasının 243'üne sahip olan Yahudi tüccarların istifade ettiği belirtilmiştir (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Siyonist Yahudilerin Milli Dinleri: Talmud

Yahudilerin dinî kitabı Talmud'un, iyilik ve güzelliği emreden diğer din kitaplarından farklı olarak Yahudilerin üstünlüğünü vurguladığı öne sürülmüş, onun diğer din mensuplarına karşı fenalığı ve cinayeti emrettiğine inanılan emirleri sıralanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Sabotaj

Türkiye'de çıkarılan krom, petrol ve boraks gibi değerli madenlerin senelerdir yabancılar tarafından sömürüldüğü, milli ekonomiye yapılan sabotajlarla Türk ticaretinin dışarıya bağımlı hale sokulduğu vurgulanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

1956 Macar Hürriyeti İhtilali

1956'da Macaristan'da patlak veren hürriyet ihtilâlinde ölen, sürgün edilen ve sakat kalan Macar milliyetçilere dikkat çekilerek, Macaristan'da hâkim Komünist partide gizlenen Yahudilerin isimleri ve görevleri "ifşa" edilmiştir (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Büyük Asker General Patton ve Beyanatı

ABD'nin II. Dünya Savaşı'nda Almanlara karşı mücadele eden efsanevî generali Patton'un İsviçre'li bir gazeteye verdiği Yahudilerin Rusya'yı komünizme soktuğu gibi tüm dünyayı da komünizme sokacağı yönündeki beyanatına dikkat çekilmiş ve ABD'nin savaşı kazandığı halde neden Yahudi menşeli Başkan Roosvelt'in Rusya'nın Doğu Avrupa ülkelerini komünist rejime sokmasına izin verdiği sorgulanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).

Dosya içerikleri değerlendirildiğinde Yahudiler aleyhinde kullanılan argümanların çoğunlukla Hıristiyan Yahudi aleyhtarlarından devşirilen yabancı temalar olduğu dikkati çekmektedir. Örneğin, Marx ve Engels gibi kuramcılar ile Lenin ve Stalin gibi Komünist liderlerin Yahudi kökenlerinden hareketle Komünizmin bir Yahudi icadı olduğu, İspanya İçsavaşı, Vietnam Savaşı ve Macar İhtilalı'ndaki Yahudi etkisi, Yahudilerin basın üzerindeki hâkimiyeti ve onlara dünya hâkimiyetini emreden Talmud emirleri batı karakterli temalardır. Bunlara, Yahudilerin Türk ekonomisine olan hâkimiyeti ve sömürülen Türk ekonomisi gibi yerli temalar da ilave edilmiştir.

Rifat N. Bali, derneğin Yahudi aleyhtarı politikasına hâkim olan yabancı temaların Adolf Hitler'in Mein Kamp (Kavgam) kitabından esinlendiği kanaatindedir. 1960-1980 yılları arasında on iki defa basılan kitabın milliyetçi ve ülkücü kesimleri derinden etkilediğini belirten Bali, TSMD'nin sergilediği "ırkçı" tutumun buradan kaynaklandığını öne sürmektedir (Bali, 1996:32). Kitabın Türk sağını etkilediğini kabul etmekle birlikte, Siyonizm tartışmalarının Osmanlıdan beri süre geldiğini ve Nazi menşeli temaların 1930'larda Cevat Rifat Atilhan'la Türk kamuoyuna girmeye başladığını unutmamak gerekir (Bozkurt, 2012: 175-210).

TSMD'nin Edirne Şubesi, Yahudi aleyhtarı kimliğine rağmen vilayet nezdinde saygı duyulan derneklerden biriydi. Arşivinde bulduğumuz bir belgeden derneğin 1973 yılında Edirne'de yapılan Cumhuriyet'in 50. yıl dönümü kutlamalarına davet edildiği ve derneğin bir çelenk eşliğinde kutlamalara katıldığı görülmektedir (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, 1973). Buradan vilayet yetkililerinin dernek yöneticileriyle sıcak ilişkiler içinde olduğu anlaşılmaktadır.

Dernek Hakkında Açılan Davalar

TSMD'nin Siyonizm etrafında ortaya koyduğu ateşli Yahudi aleyhtarlığı Türkiye Yahudileri tarafından mahkemeye taşınmıştır. Öncelikle derneğin genel başkanı Kemal Fedai Coşkuner'in 1967 Arap-İsrail Savaşı boyunca Fedai'de kaleme aldığı Yahudi karşıtı yazılar için İstanbul Toplu Basın Mahkemesi'nde dava açılmıştır (Kemal Fedai'nin Yahudi Davası, 1968). Davada beraat eden Coşkuner, Temyiz Mahkemesi'nin beraatı bozmasından dolayı 25 Mayıs 1969'da İstanbul Toplu Basın Mahkemesi'nde yeniden yargılanmaya başlamıştır (Temyizin bozduğu Yahudi Davası Yeniden Tazelendi, 1969). Sonradan davanın görülmesine İzmir Toplu Basın Mahkemesi'nde devam edilmiştir (Yahudilere hakaretten yargılandı, 1969) Fakat davanın sonucuna dair bir kayda ulaşılamamıştır.

Edirne Yahudilerinin şikâyeti üzerine TSMD'nin Edirne teşkilatı hakkında halkı "kin ve adavete tahrik" suçundan Edirne Sulh Ceza Mahkemesi'nde bir dava açılmıştır. Davada teşkilatın başkanı Mehmet Fırıncılar ve idare heyetinin ilgili kanunlara göre cezalandırılması ve derneğin de feshedilmesi istenmiştir. 7 Aralık 1971 tarihinde sonuçlanan davada, TSMD'nin anti Siyonist bir politika takip ettiği, Musevilerin Siyonizmle bir ilgisinin olmadığı ve Türk toplumu içinde ayrı bir sınıf teşkil etmediği ve dernek yayınlarının Musevileri hedef almadığı anlaşıldığından sanıkların beraatına karar verilmiştir. Ayrıca, derneğin feshedilmesini gerektirecek bir halin de olmadığına hükmedilmiştir (TSMD, 1971).   

Derneğin Kendini Feshetmesi

TSMD, yaklaşık 6 yıllık bir faaliyet döneminden sonra misyonunu tamamladığına inanarak diğer anti Siyonist teşkilatlarla güç birliği yapma kararı almıştır. Dernek bu doğrultuda 27 Ekim 1974 tarihinde genel kurul çağrısında bulunmuşsa da çoğunluk sağlanamadığından kurul toplanamamıştır. 3 Kasım 1974'de toplanan genel kurulda, genel merkezin gayri menkul, ayni ve nakit mallarının Ülkü Ocakları Derneği İzmir Şubesi'ne; derneğin Edirne Şubesinin menkul ve diğer emvalinin de Ülkü Ocakları İstanbul Şubesi'ne teberru edilmesine ve TSMD'nin de feshine karar verilmiştir (TSMD Arşivi, 1974). [2]

TSMD'nin genel başkanı Kemal Fedai Coşkuner, Türkiye'de ideolojik çatışmaların alevlendiği bir dönemde 3 Aralık 1979 tarihinde İzmir'in Tilkilik semtinde uğradığı silahlı bir saldırıda öldürülmüştür (K. Fedai Coşkuner Öldürüldü, 1979). Coşkuner'in katli, mensubu bulunduğu milliyetçi camiada büyük bir infial uyandırmıştır. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, verdiği beyanatta cinayeti sert bir dille lanetlemiş ve Coşkuner'i katledenlerin aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve otoritesini hedef aldığını vurgulamıştır (Türkeş: Katliamlar son bulmalı, saldırıları kınamak çözüm değil, 1979).  Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Yaşar Okuyan da “Gazetecilere karşı yoğunlaştırılan bu alçakça saldırılar aslında öldürülen gazeteci arkadaşlarımızın şahsında Türk demokrasisine ve Türk fikir hayatına yöneltilmiştir. Kemal Fedai Coşkuner’e alçakça kurşun sıkanlar, aslında Türk demokrasisini kurşunlamışlardır” ifadelerini havi açıklama yapmıştır (Okuyan: Coşkuner’e sıkılan kurşun devlete sıkılmıştır, 1979).

Sonuç

Siyonizm ve bundan kaynaklanan Filistin Sorunu, Osmanlıdan bu yana daima Türk kamuoyunun gündemini meşgul etmiştir. Her ne kadar İsrail'in kurulmasıyla birlikte Siyonizm teorik hedefine ulaşmış olsa da, İsrail'li devlet adamlarının "Büyük İsrail" ve "Arz-ı Mev’ud" gibi kararlı söylemleri Siyonizm'in bir tehdit unsuru olarak varlığını hala devam ettirdiğini göstermiştir. İsrail'in 1967 Savaşı'ndan büyük bir üstünlükle çıkması ve sınırlarını genişletmesi, Türk kamuoyunda infiale neden olmuştur. Böylesine bir atmosferde kurulan TSMD, yıllardır süregelen Siyonizm'le mücadeleyi dernek bazında yürütmüş ve kamuoyunu bu tehdide karşı her yönüyle tanıtma görevi edinmiştir.

TSMD'ye göre Siyonizm, Yahudilik âleminin dünyayı istila etmek amacıyla kullandığı bir eylem planıydı. Komünizm ve kapitalizm gibi uluslararası "şer" güçler, Siyonist emperyalizme zemin hazırlamaktaydı. Dernek bu bağlamda, anti-komünist bir bakışa sahip olmuş ve komünist aleyhtarı çevrelerle işbirliği halinde olmuştur. Dernek tüzüğünün Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği'nin tüzüğüyle aynı içerikte olması bunun çarpıcı bir kanıtıdır. Dernek yayınları dikkate alındığında, Hıristiyan karakterli birçok temanın yerli temalarla harmanlanıp Yahudiler aleyhinde kullanıldığı görülmektedir. Bu durum, derneğin yabancı çevrelerle veya bunlarla iletişimde olan kişilerle temasta olduğunu göstermektedir. Dernek kurucularının milliyetçi görüşlere sahip olması, o zamanlarda gelişmekte olan Türk milliyetçiliğinin anti-komünizme paralel olarak Siyonist/Yahudi aleyhtarı bir kimliğe de sahip olduğunu göstermektedir.

TSMD, yaklaşık altı yıllık bir faaliyet döneminden sonra Ülkü Ocakları Derneği'ne iltihak ederek varlığını sonlandırmıştır. Dernek faaliyetlerinin iki şubeyle sınırlı kalması ve derneğin maddî bir destekten yoksun olması marjinal bir düzeyde kalmasına neden olmuştur. Fakat Türkiye'de kurulan TSMD'nin sonradan değişik Arap ülkelerinde kurulacak olan Siyonizm'le mücadele derneklerine öncülük etmesi dikkat çekicidir.

Ekler

Açıklama: C:\\Users\\toshiba\\Desktop\\Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği\\ekler\\tüzük.JPG

Ek 1. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği'nin Tüzüğü

Açıklama: C:\\Users\\toshiba\\Desktop\\Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği\\ekler\\amblem.JPG

 

 

             

 

     

 

 

Ek 2. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği'nin Amblemi

 

Açıklama: C:\\Users\\toshiba\\Desktop\\Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği\\ekler\\DSC_0397.JPG

Ek 3. Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi.

Açıklama: C:\\Users\\toshiba\\Desktop\\Adsız.png

Ek 4.Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi'nin Kullandığı Bir sokak panosu.

Açıklama: C:\\Users\\toshiba\\Desktop\\Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği\\Fedaİ kapaklar\\IMG_0011.jpg

Ek 5. Fedai dergisine ait bir kapak fotoğrafı

KAYNAKÇA

Arşivler

Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi Arşivi.

1. Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi'nin Başkan Vekili M.Sabri Çetin imzasıyla Vilayet Yüce Katına gönderdiği 11 Ekim 1973 tarihli dilekçe (Tasnifsiz).          

2. Edirne Sulh Ceza Mahkemesi'nin 971/120 esas ve 7 Aralık 1971 tarihli kararı (Tasnifsiz).

Kitaplar

Bozkurt, C. (2008), Türk Kamuoyunda Filistin Problemi İlk Arap-Yahudi Çatışmaları (1929-1939), İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.

Öke, M.K. (2002), Siyonizm'den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Kitapları.

Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, Radyo Gazetesi Matbaası, İzmir (tarih yok)

Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, İzmir: Karınca Matbaacılık Kollektif Şirketi, (tarih yok)

Yarar, E. (2006), Tarihsel Dönüşüm Filistin Sorunu Temelinde Türk Dış Politikası ve İsrail Devletini Tanıma Süreci, Ankara: Siyasal Kitabevi.

Makaleler

Bali, R. N. ( 1996). "Irkçı Bir Dernek: Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği", Toplumsal Tarih, 29, s.32-36.

"Başkanlıktan çekildim", (Ekim 1969). Fedai, Sayı 50.

Bozkurt, C. (2013). "Milliyetçi Bir Mücadele Adamı Kemal Fedai Coşkuner ve Fedai Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 102 (203), s.151-190.

Bozkurt, C. (2012). "Yahudi Aleyhtarı Bir Derginin Değerlendirilmesi", Milli İnkılap ve Kamuoyundaki Yankıları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 53, s. 175-210.

"Dahiliye Vekaleti Siyonizmle Mücadele Derneğinden Ne İstiyor?", (Aralık 1969). Fedai, Sayı 52.

"Dergimiz Başmuharriri Kemal Fedai Coşkuner, "Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği" Genel Başkanlığına Getirildi",     (Şubat 1969). Fedai, Sayı 45.

"Esir Milletler Haftasında", (21 Temmuz 1969). Bizim Anadolu.

Erkoşan, A. (23 Aralık 1979). "Führer", Selçuk Kartalı Derneği'ni anlattı", Milliyet.

Güngörmez, H.A. (Nisan 1969). "Beynelmilel Yahudi", Fedai,        Sayı 47.

"Kemal Fedai'nin Yahudi Davası", (Nisan 1968).Fedai, Sayı 41, s.5."K. Fedai Coşkuner Öldürüldü", (4 Aralık 1979). Yeni Asır.

"İzmir'de 10 yıl önce bir örgütün Nazi eğitimi yaptığı saptandı", (22 Aralık 1979). Milliyet.

"Masonluğa Karşı Dernek Kuruldu", (5 Temmuz 1968). Bugün.

"MHP'li komandolar ikiye bölündü", (10 Ağustos 1969). Cumhuriyet.

“Okuyan: Coşkuner’e sıkılan kurşun devlete sıkılmıştır”, (5 Aralık 1979). Hergün.

 "S. Mücadele Derneği İsrail'le S. İlişkilerin kesilmesini istedi", (25 Ağustos 1969). Bizim Anadolu.

"Temyizin bozduğu Yahudi Davası Yeniden Tazelendi", (Mart 1969). Fedai, Sayı 46.

"Türkeş: Katliamlar son bulmalı, saldırıları kınamak çözüm değil”, (5 Aralık 1979). Hergün.

"Türkiye Siyonizmle Mücadele Cemiyeti", (Mart 1969). Fedai,        Sayı 46.

"Türkiye Siyonizmle Mücadele Cemiyeti'nin Millete Beyannamesi", (Mayıs 1969). Fedai, Sayı 48.

"Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği'nin Bildirisi", (Ekim 1969). Fedai, Sayı 50.

"Yahudilere hakaretten yargılandı", (21 Temmuz 1969). Bizim Anadolu.

Gazeteler

Bizim Anadolu

Bugün

Cumhuriyet

Hergün

Milliyet

Yeni Asır

Dergiler

Fedai

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi

Toplumsal Tarih

Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi

 



[1] Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Düzce-TÜRKİYE

E-posta: [email protected]

[2] TSMD'nin 3 Aralık 1974 tarihli fesih mazbatası. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Merkez Arşivi (Tasnifsiz)

DAĞ’DAKİ NEKROPOL

DAĞ’DAKİ NEKROPOL

 

İhsan AYDIN

 

Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Tarihçi Doç. Dr. Celil Bozkurt hemşehrimiz ve dostumuzdur.

İzinlerini genelde doğum yeri Harmancık’ta geçirir.

Fakat meslek aşkı gereği her gelişinde boş durmaz, saha çalışması yapar.

Bu defa izninde de boş durmamış, ilçeye bağlı Bayramlar Mahallesi’ne 400 metre uzaktaki nekropol alanı ve tümülüsü ülke gündemine sokmayı başarmış.

Türkiye’de benzeri olmayan Bayramlar Mahallesi’nde saklı şehir ve ev içlerine gömülü mezarları ortaya çıkaran Doç. Dr. Bozkurt, arkeologların buradaki tümülüsleri bronz çağa kadar uzadığını işaret ettiklerini söylüyor.

İlçeyi turizm merkezi haline getirecek şehir ve mezar buluntuları için Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, Turizm Bakanlığı ve üniversitelerin harekete geçmesi gerekiyor.

Yapılacak bilimsel bir kazı ile belki de bölgede dev bir şehir ortaya çıkarılacak.

Büyükşehir ve Harmancık Belediyesi’nin de bunu fırsat bilerek harekete geçmesi gerekiyor.

Harmancık’taki nekropol ile tümülüsler Bursa’ya ve ilçeye on binlerce turist çekebilir.

Bu fırsat iyi değerlendirilmeli.

Bacasız sanayi olarak görülen turizmden faydalanabilmek için ilçenin önüne böylesi bir fırsat çıkmış görünüyor.

Saha çalışmalarıyla Bursa’da dahi kimilerinin ismini duymadığı bu şirin  ilçeyi ülke gündemine sokmayı başaran Celil Hoca’yı da kutluyoruz.

 

KAYNAK: İhsan AYDIN / Dağdaki Nekropol (Olay Gazetesi, 13.9.2019).

Yazar: İhsan AYDIN

DEMOKRATİK HAYATTA SİYASAL İSLÂM’IN DOĞUŞU İSLÂM DEMOKRAT PARTİSİ

Cevat Rifat Atilhan tarafından kurulan İslam Demokrat Partisi, Türkiye’de demokratik hayatta kurulan ilk İslamcı partidir. Parti; İslamcı söylemine paralel olarak sergilediği antisemit tutum ile Siyonizm ve Masonluk aleyhtarlığıyla dikkati çekmiştir. İslam adına agresif ve polemikçi bir söylemle siyaset yapan parti, laik ve liberal kesimde olduğu gibi muhafazakar kesimde de tepkiyle karşılanmıştır. İslam Demokrat Partisi, kuruluşundan yaklaşık 14 ay sonra “irticai” faaliyetleri nedeniyle mahkeme tarafından kapatılmıştır. Parti, kısa süren yaşamına karşın Türk siyasetini derinden etkilemiş, özellikle siyasal İslamcı Milli Görüş Hareketi’ne kaynaklık etmiştir. Milli Görüş’te egemen olan antisemit temalar, Siyonizm ve Masonluk aleyhtarlığı İslam Demokrat Partisi’nden tevarüs etmiştir. Ayrıca Necmettin Erbakan’ın kurguladığı “Müslüman Ülkeler Birleşmiş Milletler” projesi, Cevat Rifat Atilhan’ın “Birleşmiş İslam Milletleri” adıyla idealize ettiği programdan mülhemdir.

 

İÇİNDEKİLER

 

KISALTMALAR

 

ÖNSÖZ

 

İSLÂM DEMOKRAT PARTİSİ KURUCUSU CEVAT RİFAT ATİLHAN KİMDİR?

 

GİRİŞ

 

BİRİNCİ BÖLÜM İSLÂM DEMOKRAT PARTİSİ'NİN KURULUŞU VE TEPKİLER

 

Partinin Kuruluşu ve Faaliyetleri

Partinin Programı ve Savunduğu Görüşler

Partinin Kamuoyunda Yarattığı Tepkiler

Liberal Basının Tepkisi

Muhafazakâr Kesimin Tepkisi

Yahudi Basının Tepkisi

 

İKİNCİ BÖLÜM DEMOKRAT PARTİSİ'NİN MA HKEME SÜRECİ

 

Parti Hakkında Soruşturma Açılması ve Partinin Kapatılması

Kapatma Kararına İtiraz ve Kararın Kaldırılması

Savcılığın İtirazı

Yargı Süreci

Ehli Vukufa Havale

Ehli Vukuf Raporu

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İSLÂM DEMOKRAT PARTİSİ'NİN KAPATILMASI VE BUNA TEPKİLER

 

Partinin Kapatılması

Kapatma Kararına Tepkiler

Malatya Olayı

Demokrat Parti Hükümeti'nin İslâm Demokrat Partisi'ne Bakışı

İslâm Demokrat Partisi'nin Türk Siyasetine Etkisi

SONUÇ

 

EKLER

 

FOTOĞRAFLAR

 

KAYNAKÇA

 

DİZİN

Yazar: Arka Kapak

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör