Gazeteci yazar. 1952 yılında İstanbul’da doğdu. Hayatını 2011’de kaybeden gazeteci yazar Özer Yelçe’nin eşidir. Orta öğretimini Üsküdar Amerikan Kız Lisesinde yüksek öğrenimini Atatürk Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümünde tamamladı.
1972-1987
yılları arasında Türkiye Şişe Cam Fabrikaları A.Ş ve bağlı kurumlarında
çalıştı. 1987-1995 arası Doğan Holding’de görev aldı. Emekli olduktan sonra
çevirmenlik yaptı. 2010 yılında gazetemen adlı internet sitesinde köşe
yazılarına başladı.
Ayşegül
Domaniç Yelçe, 20 yaşından beri tedavisi olmayan bir kas hastalığıyla mücadele
ediyor. Her gün bir kası daha eriyor. Hastalığının adı FSHD. Artık yürüyemiyor.
Yardımsız yaşayamıyor. Kendi başına su içemiyor, yemek yiyemiyor, tuvalete gidemiyor,
onu bir yerden, bir yere kucakta taşımak gerekiyor. Ama bütün bu zorluklar
karşısında asla pes etmiyor, kendini yenilmiş hissetmiyor. Aksine bu hastalığın
ona kazandırdığı olumlu özelliklerini çok seviyor. “Sağlıklı ama bundan farklı
bir kişiliği olan Ayşegül olmak istemezdim!” diyor.
Ayşegül
Domaniç, Köşe yazılarına 2011 Nisan ayından itibaren hurriyet.com.tr’de devam
etmektedir.
41
yıllık eşi Özer Yelçe’yi 2011 yılında kaybeden yazarın Zeynep adlı bir kızı
vardır.
Kitapları:
Sesler,
Yüzler, İzler (2018)
Engel tanımayan
bir aşka acı veda
Hayatını
kaybeden gazeteci Özer Yelçe’nin cenaze törenine K
Kas
hastası eşi Ayşegül Domaniç Yelçe, eşinin cenaze törenine kızı Zeynep ile tekerlekli
sandalyeyle katılmıştı. Ayşegül Domaniç, veda yazısında, “Bir engellinin eşi
olmak çok daha zor” demişti
Cenaze
namazı sırasında da anne kız Yelçeler ön safta yer aldı. Törene, Yaşar Kemal,
Mehmet Ali Birand, Tarhan Erdem, Coşkun Aral, Orhan Ayan ve Teknosa Genel
Müdürü Mehmet Nane’nin de aralarında bulunduğu birçok kişi katıldı. Yelçe’nin
cenazesi öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet
Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Eşine son mektup
Ayşegül
Domaniç Yelçe, “hürriyet.com.tr”deki “Veda” başlıklı yazısında son yolculuğuna
uğurladığı eşiyle ilgili olarak şunları yazmıştı:
“Engelli
olmak çok zor, ama inanıyorum ki, bir engellinin eşi olmak çok daha zor. Bir
davete giderken eşini yanında götürememek, canı istediğinde onunla yürüyüşe
çıkamamak, dans etmeyi çok sevdiği halde, artık o dans edemediği için dansı
reddetmek ya da her gece ona suyunu ve ilacını verirken kendisi hasta olduğunda
bir bardak su bile isteyememek hiç de kolay değil. Ben çok şanslıydım. Kırk bir
yıl beni mutlu etmek için uğraşan çok güzel bir insanla aynı yastığa baş
koydum. Giderken içimdeki bir şeyleri de birlikte götürdü. Ne olduklarını tam
tarifleyemediğim bir şeyleri... Ama geride çok güzel şeyler de bıraktı, herkese
nasip olmayacak güzel şeyler...”
Her geçen gün
onu daha sevdi
Tarhan
Erdem de, Radikal’deki yazısında Özer Yelçe ile eşi arasındaki aşkı ve
bağlılığı şöyle anlattı:
“(...)
Özer, gazeteciydi; hep habercilik yaptı; Sami Kohen, Milliyet’te dış haberler
şefliğini ona bırakarak ayrıldı. Özer’i anlatmadan önce eşi sevgili Ayşegül’ü
tanıtmalıyım: 40 yaşıma yaklaşırken, Şişecam’a bağlı bir şirketin kuruluş
aşamasına katıldım. Yeni evlenmişti, eşiyle tanıştırdı; o dönemimde Özer bana
çocuk gibi genç göründü. Âşıktılar; kırılmasından korkar gibi dokunurlardı
birbirlerine. Gözlerini birbirlerinden ayırmazlardı, hayranlıklarını size
söylemezlerdi, hissederdiniz. Hemen bir kızları oldu.
Böyle
bir aşkı yaratan kıskanç olur; ikisi de sonsuz bir imtihana girmeliydi. Masalı
izlemeye bundan sonra başladım: Kahramanlarımıza bu aşkı veren, kıza öyle bir
dert vermeliydi ki, ona âşık oğlan ne yaparsa yapsın derdi yenip kıza
kavuşamasın!
Ayşegül’ün
içinde gizlenmiş bir hastalık ortaya çıkıyordu; kasların kemiğe bağlandığı
yerler zamanla yavaş yavaş eriyecekti. Bir basit soğuk algınlığı bile, hareket
kabiliyetlerinden birini alıp götürebilirdi. Hastalığın nedeni bilinmiyordu,
tabii tedavisi de...
Özer
ise, her geçen gün onu daha fazla sever hale geldi. Her ihtiyacını anlıyor,
çabalıyor, uğraşıyordu! İnanılmaz bir ilişki, görmediğim bir bağlılık vardı
aralarında. Sonra tekerlekli sandalye dönemi başladı. Özer’de umut devam etti;
olup olmayacağını düşünmeden, bir gün ‘iyileştiğinde’ neler yapacağını, mizah
katarak anlatırdı.”
KAYNAK:
Ayşegül Yelçe, vefat eden eşi Özer Yelçe'yle yaşadığı 41 yıllık aşkı anlattı
(t24.com.tr, 16 Mayıs 2011), Ayşegül Domaniç Yelçe (eksisozluk.com, 16 Mayıs
2011), Engel tanımayan bir aşka acı veda (milliyet.com.tr, 17 Mayıs 2011), 23.Hafta:
O yazıdan herkes gibi ben de etkilendim (armanayse.com, 10 Temmuz 2013),
Ayşegül Domaniç Yelçe'yle Keyifli Bir (blog.ford.com.tr, 7 Şubat 2014), KAYNAK:
Ayşegül Domaniç Yelçe / Kadıköy Belediyesi Alzheimer Merkezi ve Sosyal Yaşam
Evini Hizmete Açtı (Hürriyet, yasadikca.com,
22.09.2017), Ayşe Arman Röportajı - 'Her gün kaslarımı kaybediyorum ama
kaybettiğim her kasla hayata daha sıkı sarılıyorum' (hürriyet.com.tr, 11 Temmuz
2018), Hürriyet Yazarları (hürriyet.com.tr, 01.05.2020), Ayşegül Domaniç Yelçe
(dogankitap.com, 03.08.2020).
Merhabalar
sevgili okurlar.
21
Eylül, yani dün, Dünya Alzheimer Günü idi. Alzheimer hastalığı kişiyi adım adım
çevresinden sonra da kendisinden uzaklaştıran, ardından da mevcut yaşamla
ilgili anıların teker teker silikleştiği, nihayetinde insanın kendini dahi
tanımakta güçlük çektiği nörolojik bir hastalık türü. Bu hastalıkta beyindeki
sinir hücrelerinin ölmesi sonucu beyin sinyallerinin uygun biçimde iletilmesi
zorlaşıyor. Sinir hücrelerinin ölümü ise yıllar içinde yavaş yavaş
gerçekleşiyor.
Alzheimer
erken dönem, orta dönem ve ileri evre olmak üzere üç aşamada gelişiyor:
Erken
dönemde, basit unutkanlıklar ortaya çıkıyor. Unutkanlık yaşlılığın doğal bir
sonucu olarak görüldüğünden, ‘erken evre’ genellikle gözden kaçırılıyor. Bu
evrede önce beynin kayıt işlevi olumsuz etkileniyor. Alzheimer olan kişi yeni
bilgileri öğrenmede zorlanıyor ve yakın dönemde yaşadığı olayları unutuyor.
Mantık yürütme ve entelektüel becerileri de bozulmaya başlayan hasta, sonuçta
kendini yavaş yavaş sosyal hayattan izole ediyor.
Orta
dönemde, yakın dönem hafıza yeteneği belirgin derecede yitirildiği için kişi
aynı soruyu defalarca sorabiliyor. Zaman ve mekânsal bellek ise bozulmaya
başlıyor; kişi bulunduğu ortamda kaybolabiliyor. Bu dönemde mantık yetisi de
kaybolmaya yüz tutuyor ve hasta neredeyse hiçbir konuda karar veremez hale
geliyor. Bu dönemde en çok dikkat çeken şey ise dil işlevinin bozulması. Kişi
önceleri kelimeleri bulmakta zorlanırken, zamanla kelime hazinesi azalıyor ve
daha az kelimeyle basit ve kısa cümleler kurmaya başlıyor.
İleri
evrede, Alzheimer olan kişinin beyni artık hiç kayıt yapamaz hale geliyor.
Sadece yakın geçmiş değil, yıllar öncesinde yaşananlar da hafızadan silinmeye
başlıyor. Alzheimerlı kişi ‘tek tük’ kelimelerin dışında konuşamaz ve
söylenenleri anlayamaz duruma geliyor. Yemek yemek, yürümek, alışveriş yapmak
ve yıkanmak gibi günlük işlevlerini tek başına yapamıyor; bakıma ihtiyaç
duyuyor. Hasta, zamanla, yatağa bağımlı hale gelebiliyor.
Günümüzde
tüm dünyada yaşlı nüfusun artması ile Alzheimer hastası sayısında da belirgin
bir artış gözleniyor. Hastalıkla ilgili en önemli risk faktörü yaşlanmak.
Ancak, beyin ve vücut ne kadar aktif tutulursa Alzheimer riskinden de o kadar
uzaklaşılıyor. Kadıköy Belediyesi, bu bulgulardan yola çıkarak yapımına
geçtiğimiz yıl başlanan, Alzheimer hastalarının sosyal yaşama katılmalarını
sağlayacak “Alzheimer Merkezi ve Sosyal Yaşam Evi”ni 21 Eylül 2017 Dünya
Alzheimer Günü’nde hizmete açtı.
Kadıköy
19 Mayıs Mahallesi’nde açılan Alzheimer Merkezi ve Sosyal Yaşam Evi üç katlı
bir binada hizmet veriyor. Binanın ilk katında Alzheimer hastalarına hizmet
verilirken, ikinci kat sosyal yaşam evi olarak kullanılıyor. Alzheimer
hastalarının tüm gün yararlanabilecekleri Merkez’de hastaları yaşama bağlamak,
günlük yaşam faaliyetlerini keyifli geçirmelerini sağlamak ve zihinsel
rehabilitasyon çalışmaları ile hastalığın evre atlamasını geciktirmek
amaçlanıyor.
Alzheimer
Merkezi’nde çorap eşleştirme, pirinç-nohut-fasulye ayıklama gibi zihinsel
aktiviteler, düğme dikme, suluboya, hamur yoğurma gibi psiko-motor aktiviteleri
ve ahşap boyama, çiçek yapımı gibi sanat aktiviteleri yapılacak. Bunun yanı
sıra germe-gevşeme egzersizleri, yürüyüş programları, top egzersizleri gibi
egzersizlerle hastaların bedensel sağlıkları korunacak. Ancak Merkez’de “tıbbi
bakım hizmeti” verilmeyecek.
Alzheimer
Merkezi’nde hasta yakınları için de rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunulacak;
bireysel-grup psiko-terapileri, eğitimler ve seminerlerle hasta yakınlarına
destek olunacak. Seminerlerde, pek çok hasta yakınının ihtiyaç duyduğu,
Alzheimer hastalarında beslenme, Alzheimer hastasının ev güvenliği, hastalığın
duygusal boyutu gibi konularda bilgiler ve eğitimler verilecek. Engelli
bireyler için de erişilebilir olan binanın bodrum katında bu amaca hizmet
edecek iki seminer odası yer alıyor.
Alzheimer
Merkezi’nden hizmet alabilmek için bireyin Alzheimer hastalığı olduğunu
gösteren tıbbi belgesinin olması, hastalığın birinci veya ikinci evresinde
bulunması ve Kadıköy’de ikamet etmesi gerekiyor. Talep halinde, hastalar
refakatçi eşliğinde evlerinden araçla alınıp Merkez’e getirilecekler. Öğle
yemeklerini Merkez’de yiyecekler. Tümü ile ücretsiz olan bu hizmetten
olabildiğince fazla Alzheimer hastasının yararlanabilmesi için bir kişi haftada
en fazla iki gün Merkez’den gün boyu yararlanabilecek. Kadıköy Belediyesi
Alzheimer Merkezi bir ay sonra fiilen hizmet vermeye başlamış olacak.
Bu
yararlı hizmetin diğer belediyeler için örnek teşkil edeceğini umuyorum. Ve 54
yıldır Kadıköy’de yaşayan bir Kadıköy gönüllüsü olarak hayata geçirilen bu
önemli proje için Kadıköy Belediyesi’ne
teşekkür ediyorum.
Engellerimizi
hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
KAYNAK:
Ayşegül Domaniç Yelçe / Kadıköy Belediyesi Alzheimer Merkezi ve Sosyal Yaşam
Evini Hizmete Açtı (Hürriyet, yasadikca.com, 22.09.2017).
ADI
Ayşegül Domaniç Yelçe. Şu hayattaki rol modellerimden biri. Saygı duymamaya,
hayran olmamaya imkân yok.
7
yıl önce kaybettiğimiz gazeteci Özer Yelçe’nin eşi. Hurriyet.com.tr’nin de
yazarı. Yıllarca, engellilerle ilgili yazılar yazdı. Onların hayatındaki
engelleri kaldırmak için uğraştı. Asla yılmayan, vazgeçmeyen, pes etmeyen biri.
Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu. Bilgili. İlgili. Meraklı. Dünyayı takip
ediyor. Sürekli üretiyor. Müthiş bir kadın yani. Bu röportajı yapma sebebim de
son yazdığı kitap: “Sesler, Yüzler, İzler...”
Ayşegül
Domaniç Yelçe, 20 yaşından beri tedavisi olmayan bir kas hastalığıyla mücadele
ediyor. Her gün bir kası daha eriyor. Hastalığının adı FSHD. Artık yürüyemiyor.
Yardımsız yaşayamıyor. Kendi başına su içemiyor, yemek yiyemiyor, tuvalete
gidemiyor, onu bir yerden, bir yere kucakta taşımak gerekiyor. Ama bütün bu
zorluklar karşısında asla pes etmiyor, kendini yenilmiş hissetmiyor. Aksine bu
hastalığın ona kazandırdığı olumlu özelliklerini çok seviyor. “Sağlıklı ama
bundan farklı bir kişiliği olan Ayşegül olmak istemezdim!” diyor.
Kitapta da bu
mesajları veriyor...
Aynı
genetik hastalık kızında da var; o da artık yürüyemiyor. Ama kızı Zeynep de
müthiş bir savaşçı, haftada üç gün Sabancı Üniversitesi’nde tarih dersleri
veriyor...
Sizi muhteşem
Ayşegül Yelçe’yle baş başa bırakıyorum...
Her gün kaslarımı kaybediyorum ama kaybettiğim
her kasla hayata daha sıkı sarılıyorum
Bu
hastalığın adı ne?
-
Fasiyo Skapulo Humeral Musküler Distrofi. Kısaca FSHD.
Ne
oluyor kaslarınıza...
-
Eriyor. Her gün bir kasımı daha kaybediyorum. Yürüyemiyorum. Kendimi başıma bir
şey yapamıyorum. Yardımsız yaşayamıyorum. Tekerlekli sandalyeye mahkûmum. Şu
anda sadece oturabiliyorum. Konuşabiliyorum. Bilgisayarda gazete
okuyabiliyorum. Tokalaşamıyorum. Ama tuşlara basabiliyorum. Kısacası sağlıklı
insanların yapabildiği hiçbir şey yapamıyorum. Üstelik bu, iyi halim! İki sene
önce ameliyat oldum, o ameliyat öncesinde bedenim ikiye katlanıyordu, yani
omuzlarım kalçama değiyordu. Omurgalarımı, platinlerle tutturdular ve
düzleştirdiler. Yani omurgam, vücuduma eklenen çubuklar ve vidalarla
sabitlendi. Ben yeniden dik oturmaya başladım. Amaaaaaa tüm bu olumsuzluklara
rağmen ben hep ürettim. Ve çok şanslıyım ki, birlikte çalıştığım insanlar,
benim engellerimi değil, kafamın içindekileri ve yapabileceklerimi görüp bana
destek oldular...
Ne
güzel! Sizi çok tebrik ediyorum. Ne zaman sizinle bir araya gelsem, sizden
enerji alıyorum. Siz, sadece engellilere değil herkese umut aşılıyorsunuz.
Hayatınızı anlattığınız bir kitap yazdınız... Amacınız neydi?
-
Tam da aslında demin söylediğin şeyler. Bu kitapla, öncelikle, her türlü
zorluğa ve imkânsızlığa rağmen mutlu olunabilineceğini anlatmak istedim. Evet,
hayat bize çeşitli seçenekler sunuyor. Ama başımıza ne gelirse gelsin, sonucu
belirlemek bizim kendi elimizde. Benim yaşadığım acı gerçek karşısında iki
seçeneğin vardı: Ya hayata küsecektim ya da karşıma çıkan zorluklarla mücadele
edecektim. Ben ikinci şıkkı tercih seçtim. Ve belki şaşıracaksın ama hayatım
boyunca mutlu bir kadın olarak yaşadım. Mücadelemin ve mücadelemin bana
kazandırdıklarının, benzer durumda olanlara ilham vermesini dilerim...
Harikasınız!
Kitabınızda ayrıca 1950’lerden 2000’li yıllara uzanan zaman diliminin önemli
olayları var...
-
Evet. Öyle bir hatırlatma da yapmak istedim. Tarihe not düşmek istedim.
İstanbul’un
en güzel yıllarına eşlik ettiğinizi anlatıyorsunuz. Sizin hatırladığınız
İstanbul ne kadar farklıydı?
-
Valla, bugünküne benzer hiçbir yanı yoktu! Şimdi olduğu gibi kalabalık ve beton
yığınına dönüşmüş bir şehir değildi. Oturduğumuz mahalleler yemyeşildi.
Feneryolu’ndaki evimizin dördüncü katındaki terasından tüm İstanbul’u
görebiliyorduk. Dalyan’dan kayık tutup denize açılıp, doya doya yüzebiliyorduk.
Yani denize girebilmek için, ille de bir tatil bölgesine gitmeye ihtiyaç yoktu.
Yaşadığımız mahallede hemen hemen herkes birbirini tanırdı. Komşuluk ilişkileri
mükemmeldi. Eğitime erişmek bugünkünden çok daha kolaydı. Herkesin çocuğu
ilkokulda devlet okuluna giderdi, zaten özel ilkokul yoktu. İlkokuldan sonra
gidilen yabancı okullara çocuk göndermek bugünküne oranla çok daha kolaydı.
Ücretler memur bir ailenin bile karşılayabileceği boyuttaydı. Ve galiba daha
“saf”tı her şey...
Lisedeyken
Özer Yelçe’ye âşık oluyorsunuz... İlk görüşte aşk mıydı?
-
Özer’den çok etkilenmiştim. Beni çok mutlu eden bir eşim oldu. Her geçen yıl,
sevgimiz biraz daha büyüdü. Harika bir 43 yıl geçirdik. Hep şükrediyorum. Ama
keşke bu kadar erken aramızdan ayrılmasaydı. Özer’i çok özlüyorum. Onsuz
kendimi çok eksik ve yalnız hissediyorum. Ama iyi haber: Öteki dünyada yeniden
beraber olacağıma inanıyorum!
BU
HASTALIK BENİ BEN YAPTI
Bu
hastalık ailede kimde vardı?
-
Anneannemde. O, biz çocukken yürümekte zorlanıyordu. Daha sonraki yıllarda ise
artık tamamen yürüyemez hale geldi. Ama sebebi bilinmiyordu. Sonradan “Bir kas
hastalığı” denmiş. Ancak genetik olduğu da söylenmemiş. Aynı hastalık annemde
de varBizler de de çıkabileceği kimsenin aklına gelmemiş. Annem böyle bir
ihtimal olduğunu bilse, sanırım üç çocuk yapmazdı. Ben de kızımı doğurmazdım...
Öğrenince
ne hissettiniz?
-
Öğrendiğimde çoktan anne olmuştum! Hissettiğim tam anlamıyla çaresizlikti.
Tabii ki kızım hayatımdaki en değerli varlığım ama onu da bu kadere ortak etmek
istemezdim.
Peki
aileniz, nasıl olur da bu hastalığı sizden gizler?
-
İşte onu ben de bilmiyorum. Sanırım kendilerince beni “korumak” istediler.
Çünkü annem, yapı itibariyle, onu korkutan gerçekleri görmezden gelmeye yönelik
bir kişiliğe sahipti. Benim hasta olabileceğim gerçeğini reddederek hem kendini
hem de beni korumak istemiş olabilir. Ama gözden kaçırdığı bir nokta vardı: Ben
gerçekleri tüm açıklığıyla bilmek isteyen biriyim.
Ona
kızgın mısınız?
-
Yok hayır ama bu davranışının doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü dediğim gibi,
ben kafasını kuma gömen biri değilim.
Peki,
eşinize söylenmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
-
İşte bunu affedemiyorum! Gerçeği bilmek ve gerçeğin ışığında karar vermek onun
hakkıydı. Ben, Özer’in, kas hastası olduğumu bile bile benimle evlenmesini
isterdim. Ama her şeye rağmen, çok güzel bir 43 yıl geçirdik. O dans etmesini
çok severdi, sonunda benim yüzümden dans etmeyi bıraktı, hastalığım yüzünden
pek çok şeyden fedakârlık yapmak zorunda kaldı.
Siz,
yaşadığınız bu ağır hastalığa rağmen hiç umutsuzluğa kapılmıyorsunuz. Nasıl
oluyor bu?
-
Zaten kitapta da bunu anlatıyorum. Başımıza gelenler karşısında nasıl
duracağımıza karar vermek bize ait. Ben hastalığımın zorluklarına rağmen,
umutsuzluğa kapılmadım. Çünkü bu hastalık, bana her gün yeni bir şey öğretti.
Ve ben elimdekilerin değerini bilip onları korumaya çalıştım. Bunu yaptıkça da
sahip olduklarımın ne kadar değerli olduklarını fark ettim.
Nasıl
bu kadar güçlü olabiliyorsunuz?
-
Allah bana bu hastalığı verirken yanında da müthiş bir mücadele gücü vermiş.
Bunun için her gün şükrediyorum ona...
Peki
bütün o özellikleri kaybedip sağlıklı bir Ayşegül olmak ister miydiniz?
-
Aman asla! Bu hastalık, beni ben yaptı. Beni mutlu eden pek çok şeyi bu
hastalık sayesinde kazandım. Mesela, bir konser dinlerken kaç kişi, bu
güzelliği duyabildiği için Allah’a şükreder? Ya da bir resim sergisinde,
“Allah’ım, iyi mi bunları görebiliyorum! Şükürler olsun sana” der. Ben diyorum.
Çünkü insan bir şeyleri kaybedince, elindekilerin kıymetini daha iyi anlıyor ve
şükredecek çok şey buluyor...
ENGEL
BEDENDE DEĞİL BEYİNDE!
İnsanlara,
sahip oldukları engele karşın, engelsiz bir yaşam sürdürebileceklerini anlatmak
istiyorum. Onlara umut vermeye ve mutlu olmalarını sağlamaya çalışıyorum...
GENETİK
BİR ÇALIŞMAYA KATILARAK AMELİYAT OLDUM
Kitapta,
genetik çalışmaya katıldığınızdan ve bu kapsamda ameliyat olduğunuzdan
bahsediyorsunuz.
-
Evet, sözünü ettiğim genetik çalışma hâlâ devam ediyor. Henüz bir sonuca
ulaşmadı ama ameliyat çok başarılı oldu. İki büklüm olan ben, dimdik oturabilen
bir kadına dönüştüm. Boyum sanki 15-20 cm birden uzadı. Bu ameliyat, benim
yaşımda kas hastalarına uygulanması açısından dünyada bir ilk. Bu gibi
çalışmaların önemli olduğunu düşünüyorum ve artmasını diliyorum...
KAYNAK:
Ayşe Arman Röportajı - 'Her gün kaslarımı kaybediyorum ama kaybettiğim her
kasla hayata daha sıkı sarılıyorum' (hürriyet.com.tr, 11 Temmuz 2018).
Sayfa
Sayısı: 256
Ebat:
13.6 x 21 cm
Yayın
Tarihi: Haziran 2018
Kategori:
Anı Biyografi
Kitap
Hakkında:
"
Beni ben yapan özelliklerin pek çoğunu kas hastalığımla birlikte kazanmış
olduğumu uzun yıllar önce fark ettim. Bu farkındalığa eriştikten sonra kendi
kendime şu soruyu sordum: Eğer seçme şansım olsaydı, beni ben yapan özellikleri
koruyup kas hastası Ayşegül olarak kalmayı mı tercih ederdim, yoksa
özelliklerimden vazgeçip sağlıklı bir Ayşegül mü olmak isterdim? Hiç tereddüt
etmeden cevapladım bu soruyu: Beni ben yapan özelliklerimden ayrılabilmem söz
konusu olamazdı. Kaybettiğim her kas sahip olduklarımın değerini daha iyi
anlamamı ve o değerleri titizlikle korumamı sağlamıştı. Bence bu hayatımın en
büyük kazanımıydı. Zira sahip olduğu güzellikleri göremeyen, onların değerini
bilemeyen kişilerin mutlu olabilmelerinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Eğer
ben yaşamım boyunca bu kadar ağır bir hastalıkla mücadele ediyor olmama rağmen
mutlu olabildiysem, hiç kuşkusuz bunu yine o ağır hastalığın bana
kazandırdıklarına borçluyum…"
Ayşegül
Domaniç Yelçe'nin hayatını anlattığı Sesler, Yüzler, İzler; azmin, cesaretin,
sevginin, aşkın, dayanışmanın, yaşama sevincinin ve engellerin hissedilmediği
engelsiz bir yaşamın hikâyesi…
1945’te
İstanbul’da doğan Yelçe, Kadıköy Maarif Koleji’ni ve Gazetecilik Enstitüsü’nü
bitirdi. Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde çalışan Yelçe, BBC, WDR ve
Amerika’nın Sesi gibi birçok uluslararası basın yayın kuruluşunda Türkiye ve Ortadoğu
muhabirliği yaptı.
Yelçe,
uzun yıllar NTV Radyo’da klasik müzik ve sinema programları yaptı. Yaşar
Holding Başkanlık Basın Temsilciliği ve Sabancı Holding Kurumsal İletişim
Direktörlüğü gibi görevlerde de bulunan Yelçe, 1992’de Elit İletişim’i kurdu.
Yelçe’nin, “Yaşanmamış Pazarlar”, “Güven Yılları”, “Hayal Mektupları”, “Sabancı
Ailesi Soyağacı Kitabı” adlı kitapları ve çok sayıda çevirisi yayımlandı.
Sürekli basın kartı sahibi olan Yelçe, 2008-2010 arasında Basın Konseyi Genel
Sekreteri’ydi.
Engel
tanımayan bir aşka acı veda
Hayatını
kaybeden gazeteci Özer Yelçe’nin cenaze törenine kas hastası eşi ile kızı
tekerlekli sandalyeyle katıldı. Eşi Ayşegül veda yazısında, “Bir engellinin eşi
olmak çok daha zor” dedi
Akciğer
kanseri nedeniyle hayatını kaybeden Milliyet eski dış haberler müdürlerinden
Özer Yelçe dün son yolculuğuna uğurlandı. Özer Yelçe’nin uzun yıllar tedavileri
ve bakımlarıyla yakından ilgilendiği kas hastası eşi Ayşegül Domaniç ile yine
aynı rahatsızlığa yakalanan kızı Zeynep, cenaze törenine tekerlekli sandalyeyle
katıldı.
66
yaşında hayata gözlerini yuman Özer Yelçe’nin cenazesi dün öğle saatlerinde
Üsküdar Karacaahmet’teki Şakirin Camii’ne getirildi. Cenazede Yelçe’nin kas
hastası eşi Ayşegül ve kızı Zeynep taziyeleri tekerlekli sandalyede kabul etti.
Anne kız tabutun başından ayrılmazken, acılı eş Ayşegül Yelçe zaman zaman
başını tabuta dayayarak gözyaşı döktü.
Cenaze
namazı sırasında da anne kız Yelçeler ön safta yer aldı. Törene, Yaşar Kemal,
Mehmet Ali Birand, Tarhan Erdem, Coşkun Aral, Orhan Ayan ve Teknosa Genel
Müdürü Mehmet Nane’nin de aralarında bulunduğu birçok kişi katıldı. Yelçe’nin
cenazesi öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Karacaahmet
Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Çok
yönlü gazeteci
Eşinden
son mektup
Ayşegül
Domaniç Yelçe, “hürriyet.com.tr”deki “Veda” başlıklı yazısında son yolculuğuna
uğurladığı eşiyle ilgili olarak şunları yazdı: “Engelli olmak çok zor, ama
inanıyorum ki, bir engellinin eşi olmak çok daha zor. Bir davete giderken eşini
yanında götürememek, canı istediğinde onunla yürüyüşe çıkamamak, dans etmeyi
çok sevdiği halde, artık o dans edemediği için dansı reddetmek ya da her gece
ona suyunu ve ilacını verirken kendisi hasta olduğunda bir bardak su bile
isteyememek hiç de kolay değil. Ben çok şanslıydım. Kırk bir yıl beni mutlu
etmek için uğraşan çok güzel bir insanla aynı yastığa baş koydum. Giderken
içimdeki bir şeyleri de birlikte götürdü. Ne olduklarını tam tarifleyemediğim
bir şeyleri... Ama geride çok güzel şeyler de bıraktı, herkese nasip olmayacak
güzel şeyler...”
Her
geçen gün onu daha sevdi
Tarhan
Erdem de, Radikal’deki yazısında Özer Yelçe ile eşi arasındaki aşkı ve
bağlılığı şöyle anlattı:
“(...)
Özer, gazeteciydi; hep habercilik yaptı; Sami Kohen, Milliyet’te dış haberler
şefliğini ona bırakarak ayrıldı. Özer’i anlatmadan önce eşi sevgili Ayşegül’ü
tanıtmalıyım: 40 yaşıma yaklaşırken, Şişecam’a bağlı bir şirketin kuruluş
aşamasına katıldım. Yeni evlenmişti, eşiyle tanıştırdı; o dönemimde Özer bana
çocuk gibi genç göründü. Âşıktılar; kırılmasından korkar gibi dokunurlardı
birbirlerine. Gözlerini birbirlerinden ayırmazlardı, hayranlıklarını size
söylemezlerdi, hissederdiniz. Hemen bir kızları oldu.
Böyle
bir aşkı yaratan kıskanç olur; ikisi de sonsuz bir imtihana girmeliydi. Masalı
izlemeye bundan sonra başladım: Kahramanlarımıza bu aşkı veren, kıza öyle bir
dert vermeliydi ki, ona âşık oğlan ne yaparsa yapsın derdi yenip kıza
kavuşamasın!
Ayşegül’ün
içinde gizlenmiş bir hastalık ortaya çıkıyordu; kasların kemiğe bağlandığı
yerler zamanla yavaş yavaş eriyecekti. Bir basit soğuk algınlığı bile, hareket
kabiliyetlerinden birini alıp götürebilirdi. Hastalığın nedeni bilinmiyordu,
tabii tedavisi de...
Özer
ise, her geçen gün onu daha fazla sever hale geldi. Her ihtiyacını anlıyor,
çabalıyor, uğraşıyordu! İnanılmaz bir ilişki, görmediğim bir bağlılık vardı
aralarında. Sonra tekerlekli sandalye dönemi başladı. Özer’de umut devam etti;
olup olmayacağını düşünmeden, bir gün ‘iyileştiğinde’ neler yapacağını, mizah
katarak anlatırdı.”
KAYNAK:
Engel tanımayan bir aşka acı veda (milliyet.com.tr, 17 Mayıs 2011),