Kazak Düşünür, Siyaset Adamı (D. 1892, Başkırdistan’ın Sterlitamak bölgesinde Şipayevo köyü– Ö. 1940 [?]), Kuybişev / Kazan). Tam adı Mîr Said Sultan Galiyev.
Asya’daki Müslüman
Türkler’i federal bir sosyalist devlet içinde birleştirme çalışmalarıyla
tanınan Kazanlı Türk düşünce ve siyaset adamı.
Günümüzde Özerk Başkırdistan’ın
Sterlitamak bölgesinde Şipayevo köyünde doğdu. Asıl adı Mîr Said Sultan
(G)Alioğlu olmakla birlikte Galiev olarak tanındı. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin
dört büyüğünden biridir (diğerleri Lenin, Stalin, Troçki). Öğretmen olan
babasının adı Mîr Said Haydar Ali, annesinin adı Aynilhayat Hanım’dır. Hayatına
dair bilgiler, daha çok 1923’te kendisinin kaleme aldığı “Ben Kimim” başlıklı
otobiyografisine dayanmaktadır (İzbrannıy Trudi, s. 473-482; ayrıca bk. Kakınç,
Destansı Kuramcı, s. 35-171). Ailesi Başkırdistan’ın değişik bölgelerinde
bulunduktan sonra 1903’te Kırmıskali köyüne yerleşti. Galiyev ilk öğrenimini
burada tamamladı. 1911’de Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’den mezun olunca
öğretmenliğe başladı ve iki yıl Başkırdistan’ın muhtelif köylerinde öğretmenlik
yaptı. Ardından istifa ederek Ufa’da bir kütüphanede çalışmaya başladı. Bir
taraftan da Rus edebiyatı klasiklerinin bazılarını Tatarca ve Başkırtça’ya
tercüme ediyordu. 1911-1914 yılları arasında Ufa’da yayımlanan Ufimskiy Vestnik
gazetesinde yazdığı yazılarla devrim ve yenilikler hakkındaki düşüncelerini
açıklamaya başladı. Gazetecilik mesleğine Tatarca Tormış (Ufa), Vakit
(Orenburg), Koyaş, İl (Petersburg), Süz (Kazan) gazeteleriyle Rusça Narodniy
Uçitel (Moskova), Kavkazskoe Slovo, Kavkazskaya Kopeyka (Bakü) gibi gazetelerde
Kırmıskali, Kulku-Baş, Kandemir, Timurleng, Sukhoy gibi takma adlarla
yayımlanan yazılarıyla devam etti. 1915’te yeniden öğretmenliğe döndü ve
Bakü’deki Tatar Kız Lisesi’nde çalıştı. Bu sırada milliyetçi-sosyalist
görüşleri belirginleşti. Bakü Şehir Meclisi’nde ticaret vekili oldu. Bu dönemde
Galiyev’in ilk siyasî faaliyeti, Ufa’da kurucuları arasında bulunduğu militan
Tatar örgütü ile bölgesindeki Ruslaştırma ve hıristiyanlaştırma faaliyetlerine
karşı direnişi örgütlemesi olmuştur. I. Dünya Savaşı sırasında Tatar ve Başkırt
askerlerini Çarlık ordusunda savaşmamaya çağıran faaliyetlerde bulundu.
1917 Şubat devriminde Bütün Rusya
Müslüman Hareketi’nin sol kanadında yer aldı ve Müslüman Kongresi Yürütme
Komitesi sekreterliği için Moskova’ya davet edildi. Mayıs 1917’de Bütün Rusya
Müslümanları Kurultayı’nda genel sekreterliğe seçildi. Ardından Kazan’a giderek
bu dönemde Tatar Türkleri’nin tek yetkili komitesi olan Molla Nur Vahidof’un
önderliğindeki Müslüman Sosyalist Komite’ye dahil oldu ve kısa zamanda etkili
bir konuma ulaşıp Müslüman Sosyalist Komite komiserliğine getirildi. Bu arada
Komünist Parti saflarında hızla yükselerek Sovyet Milliyetler Komitesi’nin
ikinci sekreteri oldu. Aynı zamanda bu örgütün resmî yayın organı
Jiznnatsionalnostey’in editörlüğünü yapmaya başladı.
Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural
Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı
gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi (Togan) ve bir grup önde
gelen müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan
İttihat ve Terakkî adlı örgütü kurdu. Ancak Sovyet devriminin geleceği ve
komünist politikalar hususunda Moskova’daki Bolşevik liderliğiyle Sultan
Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek
merkezîleşen Moskova yönetimi müslüman halkların beklentilerini kısıtlama
yoluna gitti. Bu dönemde Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde
hocalık yapmakta olan Galiyev, devrimin vaadleri konusunda hayal kırıklığına
uğrayınca muhalefetini açıkça ortaya koymaya başladı. Jiznnatsionalnostey
gazetesinde 1921’de neşrettiği “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propagandanın
Mahiyeti” başlıklı makalelerinde (makaleler ayrıca kitap halinde
yayımlanmıştır, Metodyantireligioznoi propagandy sredi musul’man, Moskova 1922)
Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile
ilişkilerini gerginleştirdi (Galiyev’in kendi hazırladığı, bütün görevleriyle
sorumluluklarını ihtiva eden liste için bk. Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli
Komünizm, s. 309-310).
1923’te burjuva milliyetçisi olmak,
Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler’in milletler
politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklanarak yargılanan
Galiyev aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest
bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken
bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist
Partisi’ni kurdu.
Galiyev 1928’de Turancı, karşı devrimci
ve Troçkist gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on
yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına
gönderildi. Bundan sonraki âkıbeti hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır.
1939’da serbest kaldığı bildirilen Galiyev’in müslüman cumhuriyetlerde ikameti
yasaklandığı için Kazan’ın güneyinde Kuybişev’e yerleştiğine, ancak 1940 veya 1941’de
idam edildiğine inanılmaktadır.
1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından
Rusya merkezli Komünizme karşı Turan sosyalist devleti ve sömürgeler
enternasyonali tezlerini geliştiren Sultan Galiyev’in düşüncelerinde, tarihi ve
olayları değerlendirmede Marksizm’i temel alan diyalektik materyalist bir bakış
açısı öne çıkmaktadır. Bununla birlikte onun fikrî yapısında döneminin kendi
bölgesindeki en belirgin anlayışı olan Cedîdcilik ve Türkçülük-Turancılık
hareketlerinin tesiri açıkça görülmektedir. Müslüman bir kültür çevresinde
yetişmesi ve kendi toplumunun sıkıntılarını fiilen yaşamış olmasının bu
sentezde etkili olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bu sentez dolayısıyla
Marksizm’e ve sosyalizme getirdiği yeni yorumlarla Rus komünistlerinden
ayrılmış ve ideolojik olarak evrensel bir geçerlilikten ziyade milletlerin
kendilerine has şartlarının uygulamada belirleyici olması gerektiğini
savunmuştur. Buradan hareketle millî sosyalizm veya üçüncü dünya sosyalizmi
denilen görüşlerini ortaya atan Galiyev, başlangıçta fiilen katıldığı Sovyet
devriminin ardından yaşanan gelişmeler üzerine Rus proletaryası adına hareket
eden devrim önderleri sınıfının bir müddet sonra diktatörleşeceğini, böylece
Rus tarzı komünizmin beklenildiğinin aksine başka halklar için baskı, yoksulluk
ve kaos doğuracağını, nihayet dağılacağını söylemiştir. Sultan Galiyev’in Rus
tipi komünizmin âkıbeti hakkındaki değerlendirmesinde en belirgin olan anlayış
özellikle Stalin’in katı merkeziyetçi politikalarından duyduğu rahatsızlıktır.
Sovyetler Birliği’nde Rusya dışındaki cumhuriyetlerin eşit şartlarda kabul
edilmeyip iradelerinin kısıtlanması demek olan bu yaklaşımın müslüman Türk
halkları arasında başarılı olamayacağını savunan Galiyev, müslüman
topluluklarda da devrimi tamamlayabilmek için hem eşitliğe hem de halkın din,
gelenek ve yaşayışına saygılı olunması gerektiğini belirtiyordu. Bunun yanında
Galiyev’in en çok bilinen farklılığı, Lenin ve Stalin’in dünya proleter devrimi
için Avrupa proletaryasına yüklediği rol ve beklenti üzerine olan eleştirel
görüşleridir. Bu yaklaşımın Asya halklarının özel durumunu göz ardı etmesi
Galiyev ile diğer liderler arasındaki temel ayrılık noktasını oluşturmuş,
Galiyev, Marksizm’in temel dinamiği olan ezen-ezilen diyalektiğinde evrensel
anlamda ezilenlerin Batı proletaryasından ziyade sömürülen uluslar olduğu
tezini (sömürge enternasyonali) ortaya atmıştır. Ona göre Avrupa burjuvazisi bu
ulusları ezerek elde ettiği güçle kendi proletaryasının bütün isteklerini
karşılayabildiği için Batı’da devrim olması imkânsızdı. Önemli olan nokta
Batı’yı besleyen sömürgeleri sömürüden kurtarmaktı ve Batı kapitalizmi ancak
böyle çökertilebilirdi.
Galiyevizm olarak da değerlendirilen
“sömürgeler enternasyonali” tezi genel anlamda iki aşamalı bir programdı. İlk
aşamada sırasıyla Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal
Halklar Sosyalist Cumhuriyeti tesis edilecek, daha sonra Azerbaycan ile Altay
ve Çuvaş bölgesindeki Türk toplulukları dahil edilerek Sovyetler Birliği’ndeki
bütün müslüman ve Türk halklarının siyasî birliği tamamlanacak, ikinci aşamada
ise benzer birliklerini oluşturmuş bütün dünyanın mazlum halklarının sömürgeler
enternasyonali gerçekleştirilecekti.
Kendi ifadesine göre on altı yaşında ateist olan Galiyev’in müslüman halklar arasında devrimin tamamlanması sürecinde sosyal bir gerçeklilik olarak benimsediği İslâmiyet hakkındaki değerlendirmelerini Jiznnatsionalnostey dergisinde yayımladığı iki makalesinden takip etmek mümkündür. Galiyev burada bir taraftan müslüman toplumlarda din karşıtı bir tavırla değişimin mümkün olamayacağını ileri sürerken diğer taraftan sosyalizm söz konusu olunca bir din olarak İslâm’ın insanlar arasında adalet ve eşitliğe verdiği önemin, demokratik mesajının ve Batı’da sanıldığının aksine yeniliklere açık karakterinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından
dünyanın her tarafından -Galiyev’in de ders verdiği- Komünist Üniversitesi’nde
eğitim için Rusya’ya gelen gençler vasıtasıyla üçüncü dünyada gelişen kömünist
hareketlerinde belirli bir etkisi bulunan Galiyev’in Türkiye Komünist
Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi ile de yakın irtibatı bulunuyordu. Bu bağ
Türkiye’deki sol çizgi içerisinde Kemal Tahir, Şevket Süreyya Aydemir gibi
isimlerle devam etmiş, ancak daha sonra Türkiye’de farklı bir komünist çizgi
geliştiği için Sultan Galiyev ve düşünceleri yakın zamanlara kadar ihmal
edilmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Sultan Galiyev’le
ilgili çalışmalarda dünyada ve Türkiye’de bir yoğunluk gözlenmektedir.
Galiyev’in konuşmalarını ve yazılarını ihtiva eden çalışmalar 1992 ve 1998’de
yayımlanmıştır (Sultan-Galiev, Stati, Vıstupleniya, Dokumentı, Kazan 1992;
İzbrannıy Trudi, Kazan 1998). Ayrıca Rusya devlet arşivlerinde bulunan Galiyev
hakkındaki bütün belgeler de neşredilmiştir (Neizvestnyi Sultan-Galiev:
Rassekrechennye dokumenti i materialy [ed. B. F. Sultanbekov – D. R.
Sharafutdinov], Kazan 2002). Türkiye’de Halit Kakınç, Rusça ve kısmen Tatarca
olan Galiyev külliyatının seçilmiş bölümlerini tercüme ettirerek yayımlamıştır
(bk. bibl.).
Bibliyografya
Sultan-Galiev, İzbrannıy Trudi, Kazan
1998; Aclan Sayılgan, SSCB ve Sultan Galiyev, Ankara 1965; A. A. Bennigsen – S.
E. Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union; A Revolutionary
Strategy for the Colonial World, Chicago 1979; A. A. Rorlich, The Volga Tatars:
A Profile in National Resilience, Stanford 1986; a.mlf., “Mirsaid Sultan
Galiyev ve Millî Komünizm” (trc. Bülent Keneş), Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel
v.dğr.), Ankara 2002, XVIII, 837-842; Renad Muhammedi, Sırat Köprüsü: Sultan
Galiyev (trc. Mustafa Öner), İstanbul 1993; Erol Kaymak, Sultan Galiyev ve
Sömürgeler Enternasyonali, İstanbul 1993; A. Bennigsen – C. L. Quelquejay,
Sultan Galiyev ve Üçüncü Dünya Devriminin Babası (trc. T. Ahmet Şensılay –
Erden Akbulut), İstanbul 1995; M. Yamauchi, Sultan Galiyev: İslam Dünyası ve
Rusya (trc. H. Matsutani), İstanbul 1998; Mehmet Bedri Gültekin, Sultan Galiyev
Eleştirisi, İstanbul 1999; Oğuz Şaban Duman, Doğu-Batı Meselesi ve Sultan
Galiyev, İstanbul 1999; a.mlf., “Sultan Galiyev’de Medeniyet Tartışmaları,
Milliyetçilik, Sosyalizm ve Din”, İslâmiyât, V/2, Ankara 2002, s. 101-116;
Rafael Muhammetdinov, “Bolşevizm, Milli Komünizm ve M. Sultan Galiyev
Fenomeni”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XVIII, 843-847;
Halit Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, İstanbul 2003; a.mlf., Destansı
Kuramcı Sultangaliyev, İstanbul 2004; Necdet Ekinci, “Türkçü-Turancı Bir
Komünist; Sultan Galiyev”, Yeni Türkiye, sy. 46, İstanbul 2002, s. 423-435.
(AZMİ ÖZCAN)
Kitapları:
Sultan
Galiyev -Bütün Eserleri (Yay. Haz. Özgür Erdem (2006)
Hakkında Kitap:
Attila İlhan
/ Sultan Galiyef (?)
Halit Kakınç
/ Sultan Galiyev ve Milli Komünizm (2003)
Alexandre
Benningsen / Sultan Galiyev (2009)
Erol Cihangir
/ Sultan Galiyev Davası (2010)
Hasan Basri
Gürses / Sosyalist Turan ve Doğu Birliği - Sultan Galiyev (2011)
Dr. Halit
Kakınç / Kızıl Turan-Sultangaliyev (2017)
KAYNAKÇA-HAKKINDA:
Azmi Özcan / Mîr Said Sultan Galiyev (TDV İslâm Ansiklopedisi, 3. Cilt, s.
130-132, 2005, İstanbul), Sultan Galiyev kitapları (dr.com.tr, idefix.com,
nadirkitap.com, 24.07.2020).
Giriş
Ön Asya Türklerinin kurtuluş savaşçısı Mustafa Kemal Atatürk ile Orta Asya Türklerinin bağımsızlık
önderi Sultan Galiyev
aynı yıllarda yaşayan ve etkili olan
önderlerdir. Atatürk’ten bir yıl önce doğan
ve Atatürk’ün ölümünden bir yıl
önce idam edilen Sultan Galiyev, Doğu
Türklüğünün temsilcisi olarak bağımsız
bir Turan İmparatorluğu peşinde
koşmuştur. Atatürk, dünyanın jeopolitik merkezi olan topraklarda, Ön Asya Türklüğünün
egemenliğinin simgesi olarak Türkiye Cumhuriyetini kurarken, Sultan
Galiyev’de Orta Asya ve Doğu
Türklüğünün yaşadığı topraklarda
egemenliğinin göstergesi olacak olan bir bağımsız devlet kurabilmenin çabası
içerisindeydi.
Bazen İdil-Ural, bazen Tatar-Başkırt
bazen da Turan adını taşıyan devlet modelleri ardında koşmak, Doğu Türklüğünün
ve Müslümanlığının önde gelen temsilcisi olarak Sultan Galiyev’in başlıca işi ve tarihsel misyonu olmuştur.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa merkezli dünyanın doğusunda yer
alan üç büyük imparatorluk çökerken, bu siyasal yapıların içerisinde yer
alan halklar kendi başlarının çaresine
bakmak üzere yeni devlet modelleri üzerinde durmuşlar ve her topluluk kendi devlet modelini kurmak için
uğraşırken , diğer toplumlar ve halklarla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle ,
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Doğu Avrupa’daki
Osmanlı topraklarında küçük halklar kendi ulus devletlerini kurma
mücadelesine girince, Balkanizasyon denilen dağılma ve parçalanma süreci
Osmanlı ve Avusturya İmparatorluklarını yıkmıştır.
Aynı dönemde ise Rus Çarlığında milliyetçi ayaklanmalar gündeme gelince Rus devleti
şiddete yönelen bir halkçılık akımını destekleyerek, Balkanizasyonun Rus
Devletini parçalamasını önlemiştir. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı sürecinde
Rus İmparatorluğu çökme noktasına gelince, bu büyük yapı dağılmış ve sonrası için halklar arasında çekişme başlayınca, yirminci
yüzyılın başlarından itibaren Rusya sınırları içerisinde yaşamakta olan Türk
asıllı halk kitleleri kendi geleceğini aramağa başlamıştır. İşte bu mücadelenin
ortaya çıkardığı Asya Türklüğünün
bağımsızlık önderi Sultan Galiyev olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan
Türkler, kendi devletlerinin kurucusu olan Mustafa Kemal’i çok iyi bilmelerine
rağmen, Orta Asya ve Doğu Türklüğünün önderi olan Sultan Galiyev’i yeterince bilmezler çünkü, emperyalizm Orta
Asya Türklüğü ile Ön Asya Türkleri arasındaki
bağı kesmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen Sovyet Devrimi,
bütün Kafkasya ve Orta Asya bölgelerini sınırları içerisine alırken, Asya Türklerini bir açık hava hapishanesine
demirperde uygulaması sayesinde hapsetmiştir. Dünyanın merkezi coğrafyasında
yer alan büyük Türk devleti olarak Osmanlı imparatorluğu da çökünce, geri çekilen topraklardan göçüp
gelen Türk boyları Ön Asya Türk egemenliğinin merkezi olan Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde yaşamlarını sürdürmeğe çalışmışlardır.
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar
uzanan büyük Türk dünyası yirminci yüzyılın koşullarında
ikiye bölünmüş, Ön Asya Türkleri Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye
Cumhuriyeti çatısı altında özgür bir biçimde bağımsızlığa kavuşurken, küresel
dünya dengelerinin gündeme getirmiş olduğu Sovyet devrimi sayesinde Rus
hegemonyasının egemen olduğu Sovyetler Birliği gibi bir büyük imparatorluk
coğrafyasına Asya kıtasının çeşitli
bölgelerinde yaşamakta olan bütün Doğu Türkleri
katılmak zorunda kalmışlardır. Ön Asya Türkleri Atatürk sayesinde
özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına sahip olurken, Orta Asya’nın Doğu
Türkleri ise Rus hegemonyası altındaki bir baskı rejimine demirperde gerisinde
kalarak yetmiş beş yıl süre ile mahkum olmuşlardır.
Bunun da nedeni, Doğu Türklüğünün
simgesi olan Sultan Galiyev’in Atatürk
gibi başarılı olamamasıdır. Ayrı
coğrafyalarda Türk ve Müslüman asıllı halk topluluklarının bağımsız geleceği
için mücadele eden iki büyük önderden
Atatürk’ün batı emperyalizmine karşı başarılı olarak zafer elde etmesi
Sultan Galiyev’in ise, Rus emperyalizmine karşı yürüttüğü bağımsızlık ve
özgürlük mücadelesini kaybetmesi nedeniyle böylesine bir ayırım ortaya
çıkmıştır. Atatürk’ün kurmuş olduğu bağımsız Türk devleti bu sene doksanıncı
yılına girerken, Sovyet İmparatorluğunun dağılmasından bu yana yirmi yıl
geçmesine rağmen, bütün Doğu Türkleri ve Müslümanları hala kendi bağımsız ve
özgür geleceklerini aramaktadırlar. Yüzyılların Rus hegemonyasını sürdürmek
isteyen Rus devleti bugün bile sınırları
içinde veya yakınında yaşamakta olan
Türk topluluklarına ya da devletlerine bağımsız olma hakkını tanımak istememektedir.Tarihi
iyi bilen Ruslar, bugün egemen oldukları geniş topraklarda uzun yüzyıllar Türk
asıllı devletlerin ve imparatorlukların hüküm sürdüğünü çok iyi bilmektedirler.
Tarihsel Süreç
Milattan önce iki binli yıllarda başlayan göçler sayesinde
Orta Asya Türkleri anakaralar boyunca
yayılırken, bugünkü Rus topraklarında önce Hun İmparatorlukları daha sonra da
Avar ve Hazar İmparatorlukları yüzyıllarca birer Türk devleti olarak hüküm
sürmüşlerdir. Ruslar, Milat yıllarında bugünkü Ukrayna’nın başkenti olan Kiev
dolaylarında bir küçük prenslik iken, Türkler Hazar imparatorluğu olarak
bugünkü Rus coğrafyasının mutlak egemeni konumundaydı. Üçüncü yüzyıldan onuncu
yüzyıla kadar devam eden büyük Hazar İmparatorluğu yedinci yüzyılda Avrupa’ya zorlanan Türk göçleri nedeniyle zayıflamağa başlayınca, Kiev’den Moskova’ya
taşınan Rus Prensliği zamanla büyümüş ve bir Çarlık rejimi altında
sonraki yıllarda bölgesel bir büyük imparatorluğa dönüşmüştür. Yedinci yüzyıl
sonrasında göçler devam ettikçe Hazar
ülkesi zamanla Rus ülkesine dönüşmüştür.
Onuncu yüzyılda Hazar imparatorluğunun
yıkılmasıyla da, bütün Hazar
topraklarının Rus hegemonyasına seçtiği görülmüştür. Bugünkü Çek Cumhuriyetini, Finlandiya’yı, Estonya’yı, Macaristan’ı
ve Bulgaristan’ı Avrupa kıtasında bağımsız
devlet olarak oluşturan Türk kökenli halklar, Hazar topraklarını terkettikçe
Rusların önü açılmış ve zaman içerisinde
eski Türk topraklarında büyük bir Rus egemenliği gündeme gelmiştir. Bu nedenle,
Asya’nın kuzey bölgesinde tarih boyunca bir Rus ve Türk hegemonya çekişmesi yaşanmıştır. Yüzyıllarca
süren büyük göçlere rağmen Türk asıllı halklar Asya’nın kuzeyinde, ortasında ve
doğusunda varlıklarını sürdürmüşler, yirminci yüzyılın büyük devleti olan
Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra da
varlıklarını ayrı devletler
halinde koruyabilmişlerdir.
Bugün Rusya Federasyonu çatısı
altında seki, Orta Asya ve Kafkasya’da beş ve Avrupa Birliği çatısı altında da
beş olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti ve
KKTC ile beraber günümüzde tam yirmi adet Türk devleti bulunmaktadır. Ayrıca
çeşitli devletlerin sınırları içerisinde yaşayan farklı Türk toplulukları da günümüzde
çeşitli bölgelerde görülebilmektedir. Türkler bugün Asya ve Avrupa
kıtalarının çeşitli bölgelerinde yaşamağa devam ederken, Türkiye Cumhuriyeti de
bu iki kıtanın tam ortasında bir doğu ve batı köprüsü olarak varlığını
sürdürmektedir. Atatürk’ün eseri olan Türk devleti bağımsızlığını korurken,
Sultan Galiyev’in aynı doğrultuda bir
büyük Turan İmparatorluğu çatısı altında bir araya getirmek istediği Orta ve
Kuzey Asya Türkleri ile Müslümanları
hala günümüzde de bağımsız geleceklerini aramağa devam etmektedirler.
Bununda başlıca nedeni, Atatürk’ün
batı emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesini kazandığı zaman diliminde, Sultan Galiyev’in Rus emperyalizmine karşı yürütmüş olduğu
bağımsızlık mücadelesini kaybetmesidir. Eğer Sultan Galiyev’de Ruslara karşı
yürüttüğü mücadeleyi kazanarak bağımsız bir Turan devleti kurabilseydi,
bütün Avrasya kıtasında Türk egemenliği
kurulmuş olacaktı. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bugünkü
avrasya kavgası o zaman çıkmayacaktı. Türklerin dağınık olmaları ve bir türlü
Ruslar gibi merkezi yönetime sahip olamamaları yüzünden, Rusya ve Asya Türk
toplulukları bir büyük devlet çatısı altında
bir araya gelememişlerdir.
Hedef, Büyük Türk Coğrafyası
Atatürk ile Sultan Galiyev beraberce ele alındığında ilk yapılması
gereken; tarihsel süreç içerisinde bu iki önderin bir ortak değerlendirmeye
konu edilmesidir. Yirminci yüzyılın başlarında Ön Asya Türklerinin merkezi coğrafya da bağımsız bir devlet kurma
şansına sahip olabilmeleri ile Kuzey ve Orta Asya Türklerinin böylesine bir
şansı yakalayamamaları üzerinde durmak
ve iki ayrı bölge Türklerinin neden bir
ortak dayanışma içerisinde bir büyük Avrasya yapılanmasını kendi egemenlikleri
altında yakalayamadıkları konusunu irdelemek gerekmektedir. Burada
tarihsel koşullar ile beraber uluslararası konjonktürün önde gelen etkilere sahip olduğunu görmek
gereklidir. Ayrıca, Atatürk’ün bir asker olarak sahip olduğu bilgi birikimini ve devlet aklını ustalıklı bir biçimde bağımsız yeni bir devlet için kullanması ile
Sultan Galiyev’in ise bir öğretmen olarak sahip olduğu entelektüel bilgi
birikimini büyük Türk coğrafyasında devlet kurucusu olarak kullanamamasının
üzerinde durmak gerekmektedir. İki ayrı coğrafyanın kendine özgü jeopolitik
konumlarını Atatürk yerinde değerlendirebilirken, Sultan
Galiyev bu konuda yetersiz
kalmıştır, Sultan Galiyev’in çalıştığı alanın Türkiye topraklarının on misli
büyüklüğünde olması faktörü dikkate alınırsa o zaman Atatürk’ün daha küçük bir ülkede yürütmüş
olduğu bağımsızlık savaşında, Galiyev’den daha şanslı olduğu görülmektedir.
Tarihin köşe başında doğu imparatorlukları çökerken, merkezdeki Türk devleti
dağılmış ve İstanbul başkent olmaktan çıkmıştır. Türkler büyük devletlerini
ellerinden kaçırırken, Ruslar Çarlık rejimi çökmesine rağmen gene de ayakta
kalmışlar ve Moskova merkezli imparatorluk coğrafyasını yeni dönemde gene
Moskova merkezli bir büyük ideolojik siyasal yapılanma çerçevesinde sürdürebilmişlerdir.
Bu dönemde bütün Kuzey ve Orta
Asya Türk toplulukları Sovyet imparatorluğu çatısı altında Rus hegemonyasına
mahkum edilmişlerdir. Üç çeyrek asır devam eden ideolojik imparatorluk, Rusya
Türkleri için tam bir demirperde hapishanesine dönüşmüş, sosyalist sistemin
çöküşü üzerine, bir kısım Türk devletleri bağımsızlıklarını yakalayabilmiş, diğerleri
ise gene Rus hegemonyası altında federasyonun sınırları içerisinde Çeçenistan gibi baskı altına alınmışlardır. Sultan
Galiyev’in denemiş olduğu üç tür devlet yapılanmasının devam edememesi
nedeniyle, Rusya Türkleri hala Rus baskısı altında yaşam mücadelesi
vermektedirler. Hazar’ın kuzey bölgesinde bir İdil-Ural ya da Tatar-Başkurt devletlerinin kurulması veya Orta Asya ile kuzey Asya Türklerini bir araya
getirecek olan bir büyük Turan İmparatorluğunun kurulmuş olması, Türk
dünyasının daha özgür ve bağımsız bir geleceğe
yönelmesini sağlayabilecekti.
Ne var ki, Sultan Galiyev
dönemindeki mücadeleyi Rusların kazanması ve Türklerin yitirmesi yüzünden
ortaya çıkmış olan dağınık tablo bugün değişmediği için mazlum Türk topluluklarının esareti günümüzde de devam etmektedir. Orta
Asya ve Kafkasya Türkleri bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen, Rusya ve
kuzey Asya Türk toplulukları gene Rusya Federasyonunun çatısı altında yaşamağa
zorlanmaktadırlar. Türk devletlerinin yarısı bağımsız yaşarken, geri kalan
yarısı da Rusya hegemonyası altında gene eskisi gibi esarete zorlanmaktadırlar.
Sultan Galiyev ve arkadaşlarının Birinci Dünya Savaşı sırasındaki mücadeleyi
kaybetmeleri nedeniyle ortaya çıkan olumsuz tablo yirmibirinci yüzyılın
başlarında da devam etmektedir. Rusya Türklerinin Atatürk’ün elde etmiş olduğu
zaferi sağlayamamaları yüzünden, büyük
Türk dünyası Rus hegemonyasının baskılarına terkedilmiştir. İdeolojik
imparatorluğunu elinden kaçıran Rus devleti, yeni dönemde gene eskisi gibi
imparatorluk macerasını sürdürmek istediği için, sınırları içerisinde yer alan
Türk ve müslüman asıllı toplulukların bağımsızlıklarını bir türlü kabul etmemektedir.
Özellikle, Çeçenistan’a karşı
uygulanan ağır baskı ve katliam girişimleri
böylesine bir olumsuz tutumun en açık göstergeleri olarak dünya tarihi içindeki
yerini almıştır. Benzeri bir biçimde bağımsızlığa yönelen Tataristan’a karşı da
Rus emperyalizmi elinden gelen tüm yolları deneyerek, Tatar Türklerini gene
kendi çatısı ve baskısı altında tutmağa çalışmaktadır. Tüm halklar ve ülkeler
bağımsız bir geleceğe doğru yönelirken, eskiden kalma baskı düzenleri içerisine
Asya ve Rusya Türklerini hapsetmenin ne derece ters bir durum olduğu her geçen
gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Sultan Galiyev yerine Stalin’in galip
gelmesi ve tüm karşıtlarını temizlemesi sonucunda ortaya çıkan Türkler için
esaret tablosunun günümüzde eskisi gibi sürdürülmek istenmesi geleceğin Rusya’sı bir çekişme ve çatışma
alanına dönüştürecek gibi görünmektedir.
Lenin ve Stalin karşısında mücadeleyi
yitiren Sultan Galiyev bir öğretmen olarak son derece bilgili ve kültürlü bir siyasetçiydi. Hapishanede kendisini
anlatan bir kitap yazan Galiyev yoksul
geçen bir çocukluk döneminden sonra kendisini okumaya ve yetiştirmeye vermişti.
Tatar öğretmen okulunu bitirdikten sonra tatar Sosyalist Örgütünü kurarak siyasal
önderliğe başlayan Galiyev, Tatar milliyetçiliği ile beraber sosyalist
girişimlerini de sürdürüyordu. Daha sonra Kazan’a geçerek Mollanur Vahidov’un
kurucusu olduğu Müslüman Sosyalistler Komitesine katıldı. Rusya’da yaşayan bütün
Müslümanları sosyalist bir devlet çatısı altında biraraya getirmeyi hedefleyen
bu komitede Mollanur Vahidov sonrasında
Galiyev başkanlığa geldi ve bu görevini uzun süre yürüttü. Devrim
sonrasında Moskova’da toplanan Komünist Partisinin kongresinde bütün milli
komitelerin kapatılması karar altına alınınca, bu komitenin çalışmaları durduruldu.
Sultan Galiyev komite başkanı
olarak girişimlerini sürdürmeğe devam etti ve böylece Moskova ile ters düştü.
Tatar-Başkurt Meclisinin almış olduğu İdil-Ural devleti kurma projesi, yeni
dönemde Moskova merkezli sosyalist sistemin tüm ülkeye egemen olmasıyla beraber duraklamıştır. Orta ve kuzey Asya Türkleri
ile Müslümanları için öncü bir örnek
hareketi örgütlemek için uğraşan Tatarlara karşı Rusların tepkisi giderek
artmış ve belirli bir aşamadan sonra
Tatar-Rus karşıtlığı tırmanmağa başlamıştır SSCB yönetimi ülke içindeki iç savaşı gerekçe göstererek
merkezi yönetim dışındaki bütün yerel ve bölgesel siyasal yapılanmaları
yasaklamıştır. Moskova’nın direktifiyle Tataristan, Başkurdistan ve Çuvaşistan
ayrı devletler olarak kurularak Rusya
Federasyonu içerisinde eyalet statüsüne sahip oluyorlardı. Böylece Rusya’da
Sultan Galiyev’in başlattığı girişimlerin ters tepmesiyle ulusal sorun daha da
büyüyerek ülkenin gündemine oturuyordu. Merkeze bağımlı eyalete yapılanmasına
karşı çıkan Tatarların ulusal özerklik talepleri Galiyev tarafından dile
getirilince; Stalin, Tatar hareketine karşı yeni önlemler almak zorunda
kalıyordu.
Rus hegemonyasına karşı bütün doğu
halklarının desteğini arkasına almak isteyen Sultan Galiyev bu doğrultuda I920
yılının Eylül ayı içinde Azerbaycan’ın
başkenti olan Bakü kentinde bir Doğu Halkları kurultayını Moskova desteği ile
gerçekleştiriyordu. Batı emperyalizmine karşı bütün doğu halklarını bir büyük
Turan İmparatorluğu çatısı altında biraraya getirmeyi hedefleyen Birinci Bakü kurultayı hem Rusya’da hem
de savaş sonrasında bütün dünyada önemli
etkiler yaratmıştır. Bu kurultaya
Osmanlı devletinin son hükümetini temsilen Enver Paşa ile Anadolu hareketinin oluşturduğu Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İbrahim Tali Öngören ‘de katılıyordu. Sultan
Galiyev’in öncüsü olduğu bu kurultaya
Türkiye Büyük millet Meclisi
hükümeti ilgisiz kalmıyor ve yeni kurulan Türk devletinin başkanı olarak
Atatürk kendi adına bir temsilciyi Bakü Kurultayına göndererek Doğu
Halkları içerisinde yer alıyordu.
Rus komünistleri Enver paşayı
emperyalistlerin adamı olarak görürken, Kemalist Türkiye’nin temsilcisi olan
İbrahim Tali Bey’i bir anti emperyalist ve Doğu Halklarının temsilcisi olarak
selamlıyorlardı. Galiyev Bakü Kurultayında ortaya çıkan ortamdan yararlanarak
bütün Doğu Halklarını bir Mazlumlar ya da Sömürgeler Enternasyonali adı altında
bir araya getirmeyi planlıyordu. Moskova rejiminin sosyalist enternasyonali bir
Rus hegemonyasına sokması üzerine
Galiyev buna tepki olarak Doğu Türkleri ve Müslümanlarının egemenliğinde
yeni bir Mazlumlar Enternasyonali arayışını gündeme getiriyordu.
Sultan Galiyev’in sürekli olarak Moskova ile ve Rus hegemonyası
ile ters düşen girişimleri sonucunda
Bolşevik partiden atılması gündeme geliyordu. Sürekli olarak Stalin ile
karşı karşıya gelen Galiyev partiden
atıldıktan sonra gene anti Rus çizgide
çalışmalarını sürdürüyor ve Tatarların öncülüğünde bir büyük Türk
birliğini Turan devleti çatısı altında gerçekleştirmeyi hedefliyordu. Sovyetler
Birliğini Büyük Rusya’ya dönüştürmek isteyen Bolşeviklere karşı mücadele
başlatan Sultan Galiyev bu doğrultuda
bütün doğu halklarının desteğini arkasına almak istiyordu. Stalin ile ters
düşen Galiyev denge kurmak için
Troçki’ye yanaşıyordu. Bu durumu önlemek isteyen Stalin milliyetçilik suçlusu
olarak Sultan Galiyev’i hapse attırıyordu. İşçi sınıfı diktatörlüğü için
proleterya felsefesine inanarak çalışan Bolşevikler, Sultan Galiyev’i hem milliyetçi hem de burjuva görerek mahkum ediyorlar ve bu doğrultuda hapse
attırarak Doğu türklerinin Moskova’dan kopmasını önlüyorlardı.
Rus hegemonyasına karşı Pantürkizm
ve Panislamizm akımlarını bir büyük Turan yapılanması doğrultusunda savunan
Sultan Galiyev bir anlamda hem parti suçlusu hem de ideolojik hain olarak görülüyordu. Sonraki
yıllarda partiye dönme isteği reddedilen Sultan Galiyev önce idama mahkum edildi ve daha sonra da on
yıl zorunlu çalışma cezası ile Kuzey
denizindeki Solovki adasına gönderildi. Bir ara serbest bırakılan Sultan Galiyev daha sonra yeniden yakalanarak
hapse atıldı. Türkiye Komünist Partisi başkanı Mustafa Suphi ve arkadaşlarının
öldürüldüğü gün Kazan’da kurşuna
dizilerek öldürüldü. Ülkesinden kaçmayı hiç bir zaman düşünmeyen Sultan
Galiyev bir anlamda siyasal
mücadelesinin kurbanı oluyordu. Rus hegemonyasında oluşturulan bir ideolojik
diktatörlük her türlü ulusalcı
hareketi tehlike olarak görürken, büyük
Türk ve İslam milliyetçisi Sultan Galiyev’i
ölüme mahkum etmekten hiç
çekinmiyordu. Sovyetler Birliği gibi bir sosyalist sistemin zaman içerisinde Rus
diktatörlüğüne dönüşmesine karşı çıkan Sultan Galiyev, Rus düşmanlığı yapmıyor
ama bir tatar olarak temsilcisi olduğu Türk ve İslam dünyasının eşit haklarını
dile getirerek bunlar için yaşamını feda
ediyordu.
Lenin döneminin kısa sürmesi,
Troçki’nin bir lider olmaktan çok aydın kimliği ile yetinmesi Stalin gibi
katı faşist bir diktatörün önünü açıyor
ve bu doğrultuda Sultan Galiyev de ortadan kaldırılması gereken bir engel
olarak hedef alınıyordu. Eski yardımcısı olan Mustafa Suphi’nin başına
Karadeniz’de bir motor faciası düzenlenirken
aynı gün ve saatlerde toplumdan soyutlanmış olarak hapislerde çürüyen Sultan
Galiyev’de kurşuna dizilerek bir anlamda
kim vurduya götürülüyordu. Böylece, Bakü Kurultayı ile başlatılmak istenen Doğu
halklarının kurtuluşu ya da Asya Türklerinin
özgürlüğü bir başka bahara erteleniyordu.
Sultan Galiyev çok okumuş bir
Tatar aydını olarak, Türkçülük, İslamcılık ve Sosyalizm gibi üç akımı kendi
şahsında birleştiren yeni bir akımın temsilcisi olarak tarih sahnesine
çıkıyordu. Rus milliyetçiliğine karşı tepki olarak Rusya topraklarında Tatarların öncülüğünde doğan
Türkçülük akımının Rus nüfus çoğunluğuna
karşı başarıya ulaşabilmesi için Müslümanların da bu harekete katılması
gerekiyordu. Bu doğrultuda Rusya Müslümanlarına da seslenen Galiyev, Rusya’da Bolşevik hareketi ile
gündeme gelen sosyalizme karşı da ilgisiz kalamazdı. Rus asıllı bir sosyalizme
karşı Türklerin ve Müslümanların da sosyalizmi savunmaları söz konusu idi.
Bu durumda Sultan Galiyev, Rusya
Türkleri ve Müslümanlarının kurtuluşu hareketini her üç ideolojiyi birlikte
bütünleştirerek savunuyordu. Büyük bir Turan İmparatorluğu hedeflendiği
için bu doğrultuda bütün Türk ve Müslüman toplulukların sosyalist
bir rejim ile yönetilen Turan
Federasyonu çatısı altında biraraya gelmeleri söz konusuydu. Turan Birliği bir
anlamda Koloniler Devrimi ya da
Sömürgeler Enternasyonali’nin başlangıcı olacaktı. Rus hegemonyasına karşı
inatçı bir biçimde direnen Galiyev’e göre
doğu halklarının eşit katılyımı olmadan sosyalist bir dünyanın
kurulabilmesi mümkün değildi. Doğu halkları ile beraber bütün mazlum ulusların
birleşmesi gündeme getiriliyordu. Galiyevcilik bir anlamda bütün mazlum
ulusların bir araya gelme ve birleşme teorisi olarak öne çıkıyor ve anti
emperyalizm doğrultusunda savunuluyordu. Rus hegemonyacılığının daha sonraları
bir Rus sosyal emperyalizmine dönüşmesi nedeniyle Galiyev’in başlatmış olduğu
mazlum doğuculuk felsefesine Mao Zedung sonrasında komünist Çin yönetimi sahip
çıkmağa çalışmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Rusya’ya
karşı ABD ve diğer batılı emperyalist ülkeler tarafından desteklenen Maoculuk akımı, Sultan Galiyev’in
geliştirmiş olduğu anti Rusçuluk çizgisinde doğunun mazlum uluslarının
özgürlüğünü ve bağımsızlığını savunmuştur. Doğulu Türklerdin ve Müslümanların
bir büyük çatı altında batı emperyalizmine ve Rus hegemonyasına karşı bir araya
getirilmesi hem Galiyevciliğin hem de Maoculuğun temel düşüncesi olmuştur.
Atatürk Türkiyesi ise batıya karşı ortaya çıkan Sovyetler Birliği güdümündeki
sosyalist blok arasında hem tarafsızlığını hem de bağımsızlığını koruyabilmek için, Maoculuk gibi Rus
düşmanlığı yapmamıştır. Galiyev’in Rus hegemonyacılığına karşı çıkan tutumunu
Atatürk izlememiş, aksine Rus gücünü
batı emperyalizmine karşı bir denge unsuru
biçiminde kullanarak merkezi coğrafyada yaşayan Ön Asya Türklerine bir
bağımsız devlet kazandırmıştır. Rusya ve Türkiye’nin birbirinden çok ayrı olan
jeopolitik konumları nedeniyle, Atatürk ve Sultan Galiyev’in Rusya’ya karşı
tutumları arasında ciddi bir ayrılık görülmüştür.
Atatürk’ün Akılcılığı
Sultan Galiyev’in düşüncesinde top
yekun bir batı karşıtlığı bulunmaktadır.
Her türlü emperyalizme karşı çıkan ve Türkler ile Müslümanların bağımsızlığını
savunan bir yaklaşım içerisinde hem batı hem de Rus emperyalizmine açıkça karşı
koyan Galiyev’in bu tutumunu Atatürk izlememiştir. Mustafa Kemal , Türkleri
ezmek ve yok etmek isteyen batı emperyalizmine karşı Galiyev gibi karşı
çıkarken, Sovyetler Birliğini bir batı
karşıtı merkez ve blok olarak görmüştür. Kendisi de sol ve sosyalist
düşüncelere açık bir önder olan Mustafa
Kemal kurmuş olduğu devleti iki
kutuplu dünyada bir merkezi model olarak oluştururken, iki kutba karşı eşit
mesafede kalmış ve her iki kutbun ilkelerinden yararlanarak bir karma yapı ile
siyasal bir sentezi ulus devlet çatısı altında gerçekleştirmeğe çalışmıştır . Atatürk
yeni devleti kurarken ilk anayasa için temel olarak hazırladığı halkçılık
programında sosyalist bir anlayışı benimsemiş ve daha sonra Türkiyle
anayasasına konulan altı ilkeden üçünü ,devletçilik,halkçılık, ve
devrimcilik devletin temel yapısına almıştır.
Antiemperyalizm de ve
antisömürgecilikte birleşen Kemalizm ve
Galiyevizm, ortaya çıktıkları ülke farkı nedeniyle Rus Devrimine farklı
yaklaşmışlardır. Galiyev’in Rus hegemonylacılığına karşı tavrı açıkça gündeme
gelirken, Atatürk Sovyet sistemini açıkca batı emperyalizmine karşı bir denge
unsuru olarak kullanmıştır. Böylece, bitmiş olan bir imparatorluğun
kalıntılarından bağımsız bir cumhuriyet devleti ortaya çıkarabilmiştir. Batılı emperyalistlerin
ülkeyi içerden ele geçirmelerine karşı, Sovyet dengesiyle yeni Türk devleti yeniden
bağımsız olma şansını yakalayabilmiştir. Galiyev’in yardımcısı olan Mustafa
Suphi’nin Türkiye Komünist Partisi, Doğu Türkleri ve Müslümanlarının haklarını
her türlü emperyalizme karşı savunurken, Galiyev’den farklı olarak Moskovacı
bir çizgi izlemiştir. Atatürk’ün önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti hiç bir
zaman Moskovacı bir çizgiye yönelmemiş ama Rus dostluğunu sürekli canlı tutarak
batılı emperyal devletlerin Osmanlı imparatorluğuna yaptıklarını tekrarlamasını önlemek istemiştir. Kemalist
Türkiye için Rus dostluğu emperyal devletlere karşı kullanılan en önemli bir
siyasal koz olmuştur.
Atatürk bu amaçla Rus dostu bir dışişleri bakanını sürekli
olarak görevde tutarak, batılı emperyal devletlerin baskılarını dengelemeğe
çalışmıştır. Bir ulusal kurtuluş savaşı
sonucunda anti emperyalist bir çizgide kurulmuş olan Türk devletine
yardım edilmesi de, Sovyetler Birliğinin öncülüğünde Sosyalist Enternasyonel
tarafından karara bağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin bir sosyalist ülke
olmamasına rağmen, yine de bir anti emperyalist devlet olması nedeniyle, batı
emperyalizmine karşı dünya halklarının kurtuluşu için kurulmuş olan Sovyetler
Birliği, ulusal kurtuluşçu Kemalist Cumhuriyeti yardım kararı almıştır. Bunun
da nedeni, Atatürk ve Türkiye cumhuriyetinin sürekli olarak Sovyetler Birliğine
dostça bir yaklaşım içerisinde olmasıdır.
Bu dostluk hiç bir zaman Türkiye’yi doğu bloğuna kaydırmamıştır ama,
batılı ülkeler bu durumdan çok rahatsız
olmaları nedeniyle Atatürk sonrasında İnönü rejimini hemen Atlantik inisiyatifinin
kontrolü altına alarak Türkiye ile büyük
komşusu Sovyetler Birliğinin arasının açılmasına yol açmışlardır. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı sonrasında
Stalin, Türkiye’den toprak talep etmiş, Türk devleti de bunun üzerine NATO’ya üye
olarak Atatürk’ün aktif tarafsızlık politikasından uzaklaşmıştır.
Sultan Galiyev bütün doğu Türkleri ve Müslümanlarının özgürlüğü ve
bağımsızlığı doğrultusunda çalışırken, bu doğrultuda Ruslar ile çatışmayı ve
Rus hegemonyası ile savaşmayı göze
alıyordu. Mustafa Kemal ise elden giden bir büyük imparatorluktan geride
kalan milli sınırlar içerisinde hareket ediyor ve kesinlikle sınır ötesi maceralara uzak duruyordu. Bu
nedenle, Türk askerinin girdiği Azerbaycan’dan birlikleri geri çekerek Doğu sınırı olan Kafkasya’da Ermeni ve
Gürcüleri hizaya getirdikten sonra Sovyetler Birliği ile anlaşmaya varıyordu.
Atatürk, gerçekçi bir siyasal
önder olarak Enver paşa ve diğer İttihatçılar gibi geniş alanda macera aramıyor ve milli
sınırlar ötesindeki Türk topluluklarının kurtarılması doğrultusunda
girişimlerde bulunarak Rusya’nın husumetini çekmiyordu. Bu nedenle, Samsun’a
çıktıktan sonra kendisiyle Havza’da
görüşmeğe gelen Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti temsilcisinin Rusya’ya karşı yardım isteğine uzak duruyordu.
Her türlü Turancı yaklaşıma uzak duran
Atatürk, Bakü Kurultayına göndermiş olduğu temsilci aracılığı ile
de batı emperyalizmine karşıt bir görüş
sergilerken doğu halklarına umut vererek
onları Ruslara karşı kışkırtmıyordu. Bunun üzerine Rusya, doğu Anadolu’da
kendine bağlı bir Ermeni eyaletinden vazgeçerek, batılı emperyalistlere karşı
bir tampon devlet olarak Türkiye cumhuriyetini dolaylı Kolarak desteklemeğe
başlıyordu. Türkiye’nin bu dikkatli
tavrın, Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşmasında dile
getirerek, bütün Panturanizm ve Panislamizm akımlarına yeni devletin uzak duracağını
dünyaya açıklıyordu. Dünyada ve yurtta barışı ana ilke olarak benimseyeceğini açıklayan Atatürk, Misakı-
milli sınırları dışındaki her türlü
askeri maceraya açıkca karşı
çıkarak Türk dünyasının beşte dördünün
içinde bulunduğu Sovyetler Birliğini
ürkütmekten çekiniyordu.
Sultan Galiyev bu Sovyetler
Birliği içindeki Türk dünyasını özgürlüğe kavuşturmak isterken, bu coğrafyanın
dışında başka bir siyasal yapılanma olan Türkiye Cumhuriyeti Sovyet
topraklarında yaşamakta olan büyük Türk dünyasını kendi geleceği için görmezden
geliyordu . Kızılordunun kurulmasından hemen sonra bütün Kafkasya’nın Rus
işgali altına girmesine sesini çıkarmayan Ankara hükümeti, batılı
emperyalistlere karşı Sovyetler Birliği desteğini güvence altına alabilmek
için Azerbaycan gibi yüzde yüz bir Türk
devleti ile bütünleşmekten bile uzak duruyordu. Enver paşa Azerbaycan’da yüz
bin kişilik Türk ordusu kurmağa çaba
gösterirken, Türkiye cumhuriyeti doğu
sınırları üzerinde Sovyet yönetimi ile anlaşarak filler arasındaki tepişmede kendisini kurtarmağa
çalışıyordu.
Atatürk’ün bu dikkatli politikası
sayesinde Ruslar Ankara hükümetini muhatap kabul ederek İstanbul’u devre dışı
bırakıyorlardı. Ankara hükümeti kendisini Ruslara kabul ettirdikten sonra
dünyaya tam anlamıyla bağımsız bir devlet olarak açılma ve askeri zaferlerini uluslararası antlaşmalarla
batılı büyük devletlere kabul ettirme şansını yakalayabiliyordu.Bu nedenle,
Türk devleti Azerbaycan ile birleşemiyor
ve Kuzey Kafkasya’da kurulu bulunan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetini Ruslara
karşı destekleyemiyordu. Gene bu doğrultuda, Bakü Kurultayı sonrasında gündeme
gelen doğu halklarının ulusal kurtuluş mücadelelerine katkıda bulunamıyordu.
Koşullar, İşbirliğini Engellemiştir
Ön Asya’nın jeopolitik konumu
ile Kuzey Asya’nın koşullarının birbirinden
çok farklı bulunması nedeniyle, Ön Asya Türklerinin önderi olan Atatürk ile Orta Asya Türklerinin lideri olan Sultan
Galiyev birbirlerinden çok ayrı
politikalar izlemek zorunda kalıyorlardı. Yeryüzünde varolan güçler mücadelesi ile büyük devletler arasında emperyal yarış her
bölgede farklı yansımalar yaratıyor ve
küçük ülkeler ve halklar kendilerini kurtarabilmek üzere bu devler ve
kurtlar sofrasında birbirlerinden çok ayrı politikalar izleyebiliyorlardı. Türk
dünyasının iki önderi Ön Asya ve Orta
Asya’da emperyalizme karşı savaşırlarken, Atatürk batı emperyalizmi ile, Sultan
Galiyev ise Rus emperyalizmi ile mücadele
etmek zorunda kalmışlardır. Her iki emperyalizm Türk dünyasına yönelik olmasına
rağmen, Ön Asya ve Orta Asya Türklerinin birbirlerinden ayrı ve kopuk olmaları yüzünden Atatürk ve
Sultan Galiyev arasında bir işbirliği olamamıştır.
Her iki önder de aynı tarihlerde
yaşamalarına rağmen , mücadele ettikleri toprakların birbirinden ayrılan jepolitik
konumları nedeniyle farklı politikalara kaymak zorunda olmuşlardır. Kuzey
Türkleri Rus emperyalizmline karşı bağımsızlık savaşı verirken, ÖnAsya Türkleri
bu durumdan tamamen farklı olarak batı emperyalizmine karşı vermiş olduğu varolma savaşı sırasında Rus devletinin
oluşturduğu karşı bloğun gücünden
denge unsuru olarak yararlanmasını bilmiştir. Kemalizm her türlü emperyalizme
karşı çıkmasına rağmen, Türkiye özelinde ülkenin jeopolitik konumu
doğrultusunda büyük komşuyu uzak devlere
karşı denge unsuru olarak devreye
sokabilmiştir. Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından anlaşılabilir bu durumun,
Türk dünyasının bütünüyle kurtulması açısından
anlaşılamayacağı açıktır. Nitekim, Lozan Antlaşması sonrasında Türk
dünyası, Atatürk’ü Azerbaycan’dan vazgeçtiği, Kuzey Kafkasya’daki Birleşik
Kafkasya cumhuriyetine yardımcı olmadığı ve Sultan Galiyev’in gündeme getirdiği Kuzey
ve Orta Asya Türklerinin
özgürlüğüne uzak durduğu için
ağır biçimlerde eleştirmiştir.
İslam dünyası ise, halifeliğin
kaldırılması doğrultusunda bütün İslam dünyasının sahipsiz bırakılması gibi bir
durumun ortaya çıktığını öne sürerek Atatürk’ün politikalarına karşı çıkmıştır.
Bin yıl önce göçler yolu ile Anadolu yarımadasına gelen Ön Asya Türklerinin Osmanlı sonrasında yeni bir bağımsız devlet çatısı altında
ayakta kalarak varlıklarını sürdürebilmeleri açısından zorunlu olan her türlü
politik yaklaşım Atatürk tarafından geliştirilmiş ve denenmiştir. Ne var ki,
bütünüyle Türk ve İslam dünyasını kurtaracak bir büyük devlet gücü olmadığı
için, Anadolu ve Asya Türkleri bir bütünsellik içerisinde özgürlüklerine sahip çıkamamışlardır. Sultan Galiyev ve
Atatürk’ün farklı ülkelerde yaşamaları yüzünden
ortak politikalara ve işbirliğine gidemedikleri görülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğunun dağılma aşamasında
devleti ve ülkeyi kurtarabilmek üzere kurulmuş olan İttihat ve Terakki Cemiyeti
Balkanlar’da kurulduktan sonra hem İmparatorluğun hem de bütün Türk ve İslam
dünyasının geleceği ile yakından
ilg2ilenmiştir. Daha sonra partileşerek iktidara gelen bu cemiyetin
işbaşında olduğu sırada ordu ve devlet
teşkilatı yenilenmiş ve oluşturulan geniş istihbarat örgütü Fas dan
Endonezya’ya kadar tüm Müslüman
topluluklar ile olduğu kadar Kuzey ve Orta Asya’da yaşamlarını sürdüren Türk
toplulukları ile de yakından ilgilenmiştir.
İttihat ve Terakki Partisi ,iktidarı sırasında hem Pantürkizm hem de Panislamizm siyasetleri izleyerek bir büyük Turan
yapılanması ardında tıpkı Sultan Galiyev ve arkadaşları gibi koşturmuştur.
İttihatçıların bu siyaseti nedeniyle, Sultan Galiyev ve arkadaşları İttihat
Terakki Cemiyeti ile yakın ilişkiler kurmuşlar ve bu örgütün Rusya’da da
yaygınlık kazanması için girişimlerde bulunmuşlardır. Stalin bu durumu da
dikkate alarak Galiyev’in izlediği
milliyetçi ve ittihatçı politikaları kendisinin yargılanması için gerekçe
olarak kullanmıştır. İttihatçılığın bir
Panturanist politikalar ile Rus düşmanlığı yapmasından ders alan
Kemalist yönetim Misakı Milli
sınırlarını esas alarak hiç bir biçimde sınır ötesi maceraya kalkışmayacağını açıkça
ilân etmiştir. İttihatçılığın nasıl bir hayal olduğu zaman içerisinde ortaya
çıktıkça hem İttihatçılar siyasal mücadeleyi kaybetmişler , hem de Sultan Galiyev ve arkadaşları bibüyük dünya
dengesi olarak gerçeklik kazanan Sovyetler Birliği içerisinde silinme aşamasına sürüklenmişlerdir. İttihatçılık
da tıpkı Galiyevcilik gibi bütün Türk dünyasını batı emperyalizmine karşı
birleştirmek isterken, tarih sahnesinden silinip gitmek zorunda kalmıştır.
Çöken bir imparatorluğu yeniden
toparlamak için hem birleşme hem de gelişme esas olmalıdır düşüncesiyle yola
çıkan İttihatçılar, sonraki aşamada dünya dengelerini iyi hesap edemedikleri
için tıpkı Galiyev ve arkadaşları gibi kaybetmek noktasına sürüklenmişlerdir.
Kendi ülkesini kurtaramayan İttihatçıların Orta ve Kuzey Asya’da macera
aramaları Galiyevci hareketi de olumsuz
yönde etkileyerek Rus karşıtlığının artmasına ve Sultan Galiyev’in tasfiyesine
giden yolun açılmasına neden olmuştur . Çöken
Rus imparatorluğu üzerine kurulan yeni ideolojik imparatorlukta Ruslar gene merkezi rol üstlenince , Moskova
rejimi Rusya Türkleri ne olduğu kadar
Odsmanlı ittihatçılarına da karşı olmuşlardır. Hatta Ruslar daha da ileri giderek İttihatçılara karşı açıkça Azerbaycan’dan
vazgeçen Mustafa Kemali desteklemişlerdir. Sultan Galiyev ve arkadaşları bu
durumu da yerinde değerlendiremeyerek hem Moskova’yı karşılarına almışlar, hem
de Bakü Kurultayı sonrasında Atatürk
rejimi ile yakın ilişkiler kuramamışlardır.
Sonuç
Atatürk ve Sultan Galiyev
beraberce ele alındığında birisinin kazanan, diğerinin ise kaybeden lider olduğu görülmektedir. Atatürk bir asker
olarak devlet adamı aklı ve dehası ile zaferi
kazanmış ama Sultan Galiyev bir öğretmen aydın olarak sahip olduğu geniş
kültüre rağmen yürüttüğü mücadeleyi kaybederek
kurşuna dizilmiştir. Dünyanın yeni bir yüzyıla girdiği aşamada tarih
sahnesine aynı anda çıkmış olan bu iki önderin jeopolitik konum nedeniyle
politikalarının farklı olmasına rağmen gene de, insanlık ve Türk dünyasının
geleceği açısından sahip oldukları bazı
ortak düşünceler olduğu görülmektedir.
Atatürk gerçekçi bir lider olarak
Avrasya’nın ortasında bağımsız bir Türk devletini kurarken bunu bütün Türk
dünyasının özgürlüğü için bir ilk basamak olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
Mazlum ulusların uyanışını ve güneşin doğudan doğuşunu açıkça gördüğünü söyleyen Atatürk, bir
anlamda Doğu halkları kurultayından gelen bir çizgide, Sultan Galiyev’in Büyük
Doğu yapılanmasına yöneldiği söylenebilir. Cumhuriyetin onuncu yılında,
Sovyetler Birliğinin bir gün dağılabileceğini dile getiren Atatürk, Sovyet
coğrafyasında yaşamakta olan büyük Türk
dünyasının özgürlük ve bağımsızlığı için hazır olunması gerektiğini açıkca
ifade etmiştir. O günün koşullarında Sovyet dengesini ve sosyalist bloku batı
emperyalizmine karşı denge unsuru olarak kullanan Atatürk’ün Sovyetler
Birliğinin bir gün yıkılabileceğini daha o günden gördüğü anlaşılmaktandır.
Doğudan doğan güneş gibi mazlum doğu uluslarının da bir gün bağımsız olarak dünya
dengelerinde etkili olacağını o dönemin
koşullarında gören Türkiye cumhuriyetinin kurucusunun, Sultan Galiyev’in
hedeflediği büyük doğu yapılanması ve Türk dünyasının kurtuluşunun bir gün
gerçekleşeceğini gördüğü söylenebilir.
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla
ortaya çıkan Türk dünyasındaki gelişmeler ve Avrasya coğrafyasında yaşanmakta
olan olaylar da, hem Atatürk’ü hem de Sultan Galiyev’i doğrulamaktadır. Bugünün
genç kuşaklarına düşen ulusal görev, yüz yıl önce Türk ve İslam dünyasının
kurtuluşu için mücadele eden bu iki
büyük önderin düşüncelerine sahip
çıkmaları ve bir Atatürk- Sultan Galiyev
sentezi aramalarıdır. Türkiye cumhuriyetinin emanet edildiği Türk gençliği ile
Türk dünyasının çeşitli ülkelerinden gelecek olan yeni genç kuşakların, Atatürk
ve Sultan Galiyev’in izinde giderek bir büyük yapılanmayı Avrasya kıtasında gerçekleştirmeleri
gerekmektedir. Böylesine bir büyük proje Türkiye’nin önderliğinde bütün Türk
devletleri ve topluluklarının katılımlarıyla sağlanabilirse, o zaman Avrasya
süreci barış içerisinde tamamlanır ve bölge
dışı emperyal güçlerin bir Avrasya hegemonyasına kalkışarak üçüncü dünya savaşı tehlikesi
yaratmaları önlenebilir.
Bu doğrultuda bir ilk adımın
atılabilmesi için ikinci Bakü Kurultayı,
Türkiye ve İran’ın öncülüğünde Azerbaycan’ın başkentinde bir an önce
toplanmalıdır. Artık doğu halklarının yerini
doğu devletleri ve Avrasya ülkeleri almalıdır. Türkiye’de bir büyük
Avrasya devleti olarak İkinci Bakü Kurultayı ile doğunun Türk ve müslüman halkları ve
ülkelerinin her türlü emperyalizme karşı
dayanışma içerisine girebilmeleri için
öncü bir dış politika yürütmelidir. Atatürk ve Sultan Galiyev’in
bıraktıkları siyasal miras bugün için böylesine bir tarihsel misyonu zorunlu kılmaktadır. Çok kutuplu
dünyada evrensel barışın kurulabilmesi
böylesine bir oluşuma bağlı bulunmaktadır.