Eğitimci, şair ve yazar, eleştirmen. 25 Kasım 1953, Ceyhan /
Adana doğumlu. İlkokulu Kozan’a bağlı Ayşehoca Köyü’nde, ortaokul ve liseyi
Ceyhan Lisesi’nde okudu. Necati Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü 1978, Anadolu
Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde lisans tamamladı (1992).
Kars / Hanak Lisesi, Edremit Ticaret Lisesi, Balıkesir Pamukçu Hakkı Kabakçı
Ortaokulu, Balıkesir Cumhuriyet Lisesi, Balıkesir Fen Bilimleri Dershanesi, Hozat
Kültür Merkezi Müdürü, Balıkesir İl Kültür Müdür Yardımcısı, Balıkesir
Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi’nde öğretim görevlisi, bölüm ve
anabilim dalı başkanı olarak çalıştı. Buradan emekli olduktan sonra
öğretmenliğini; Beykent Üniversitesi, Aydın Üniversitesi, İzmir Rota Koleji ve
kimi özel dershanelerde sürdürdü.
İbrahim Oluklu; Balıkesir Belediyesi ile Balıkesir İl Kültür
Müdürlüğü’nün düzenlediği Sabri Altınel Şiir Ödülünün, Balıkesir
Üniversitesi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki üniversite
öğrencileri için düzenlediği Şiir ve Öykü Ödülünün, Balıkesir’de Yeni Haber
gazetesinin Türkiye ölçeğinde düzenlediği Ekrem Balıbek Yerel Gazetecilik Köşe
Yazısı Ödülünün sahibi oldu. İzmir Rota Koleji Düş Günlüğü-Şiir, Öykü, Masal
Yarışmasının düzenleyenleri arasında içinde yer aldı ve seçici kurul
üyeliklerini yaptı.
İlk şiiri Ceyhan Lisesi'nin dergisi
Işınsu'da basıldı (1972). Daha sonra Necati Eğitim Enstitüsü'nün dergisi M.
Necati'de bir şiiri yer aldı (1974).
Oluklu’nun düzyazı ve şiirleri sonraki yıllarda; Cumhuriyet, Cumhuriyet Dergi,
Varlık, Karşı/Edebiyat, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat, Sanat
Olayı, Broy, Kıyı, Hürriyet Gösteri, Yeni Düşün,
Adam Sanat, Biçem (sonradan Yeni Biçem), Yaklaşım, Düşlem,
Akatalpa, Sincan İstasyonu, İnsancıl, Yaşasın Edebiyat,
Afrodisyas Sanat, Yazıt, Dönem gibi dergi, gazete ve
eklerinde yayımlandı. Balıkesir’in yerel gazetelerinden Hizmet, Yeni Haber
ve Politika gazetelerinde köşe yazılığı yaptı.
Balıkesir Cumhuriyet Lisesi’nde Sarnıç, Gaziemir Rota
Koleji’nde
İbrahim Oluklu, Ocak 2018’den itibaren “Sarmal Çevrim” adlı bir edebiyat dergisi çıkarmaya başladı. İki
aylık periyodla yayımını sürdürecek olan dergi Balıkesir’de yayımlanıyor.
İbrahim Oluklu, Balıkesir'de çıkan dergi ve gazetelerde basılan
Orhan Veli'nin (şiir), Attilâ İlhan'ın (hikaye), Bülent Ecevit'in (şiir), Halil
Soyuer'in (şiir), Fahri Erdinç'in (şiir ve yazı), Mustafa Seyit Sutüven'in
(şiir), Mehmet Başaran'ın (şiir), Sabri Altınel'in (şiir ve yazı), Pınar Kür'ün
(şiir) ilk eserlerini edebiyatımıza kazandırmıştır.
Bunların dışında Yahya Kemal Beyatlı'nın, Reşat Nuri
Güntekin'in, Falih Rıfkı Atay'ın, Abdülbaki Gölpınarlı'nın, (Ömer) Edip
Cansever'in, Rüştü Onur'un kitaplarına girmemiş şiirlerini yayımladı.
Ödülleri:
1988 Akademi Kitabevi Eleştiri Ödülünü, 1996 Asım Bezirci Eleştiri Ödülünü alan İbrahim Oluklu; şiirleriyle Mavi Derinlik Dergisinin (1991), Kocaeli / Körfez Belediyesi’nin (1993), Ankara / Çankaya Belediyesi ile Damar Dergisinin (1996) ödüllerine, eleştirileriyle Akademi Kitabevi (1988) ve Asım Bezirci Eleştiri Ödülü’ne (1999) değer bulundu
ESERLERİ:
Şiir:
Kimi Zaman Bir Başına (1996).
Eleştiri-İnceleme-Değini:
Gerçekçilik Işığında (1990), Seni Yazarak (2003).
Araştırma-İnceleme-Seçki-Derleme:
Kaynak'tan Seçmeler – Şiirler (Balıkesir Kültür Müdürlüğü
Yayını, 1994)
Tarih
Öncesi Yazıları (Atttila İlhan’ın
Balıkesir Türk Dili ve Balıkesir Postası gazetelerinde yayımlanan gençlik
yazıları, Der. 1998)
Geçmiş de Konuşur (Yahya Kemal, Beyatlı, Reşan Nuri Güntekin, Fazıl
Ahmet Aykaç gibi yazarların Balıkesir Postası gazetesinde basılan yazıları,
1998).
Balıkesir İli ve İlçeleri Marmara Bölgesi (2003)
Taşın Altındaki El (Balıkesir Yeni Haber gazetesi sahibi Ekrem
Balıbek'in yazıları, 2013)
Öncü Geyiğin Ardında-Veysel Öngören
(Mayıs, 2020
Veysel Öngören / Çetele (Hazırlayan İbrahim Oluklu, 2020)
Yardımcı Ders Kitabı:
Oyunlarla Dil Bilgisi (5. sınıflar için, 2011).
KAYNAKÇA: Burhan
Günel / Çocukluğun Düşsel Uçurtmaları (Damar dergisi, Mayıs 1998), Behçet
Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul /
Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (c. 2,
2001), İhsan Işık / Resimli ve
Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006,
2007), Kendisinden alınan bilgiler (2018), Eyyüp Yıldırmış / Bir Yazın
Emekçisi İbrahim Oluklu (Son Gemi Dergisi, Aralık 2018, sayı: 49).
Sana sakat kardeşine baktığından
Hiç evlenmeyen o kadından da gelirim,
Hem ağlarım hem giderim hâllerimle bir gün.
Terleyen yerlerin de vardır senin sıkıldığında,
Kahkahalarını iliştirip gizlediğin
Yenilgilerinden habersiz aşk öykülerin…
Sarardıkça güzelleşen bir fotoğrafsın,
Beklenmeyen yollarından hep çocukluğumun geldiği
Çelenklerden çiçek aşıran bir
çocukluk oluyorsun konuştukça
Durulmayı özleyen yerlerinle
bir denizin kıyısı…
Oturup gece bir yarılarında
masanın başına
Senin için saçlarını
tarıyorum Saman Sarısı’nın ve diğerlerinin
Yaşar
Kemal de gelmiş bizim köye
Oturmuşlar
Gök Hasan’ın kahvesine
Köylüler
için, işçiler için,
Daha
güzel bir dünya için
İşçi
Partisi’ni örgütlemeye
Bizim
köyden Kör Ali de delege
Tutturuyor
Kör Ali sözün bir yerinde
“İnce
Memed bizim köye de geldi, ben de gördüm” diye
“Her
eşkıyadan bazı şeyler aldım,
Ortak
bir kahraman yarattım” dese de
Yaşar
Kemal
İnandıramıyor
Kör Ali’yi
“Şöyle
biraz yürüyelim” diyor Yaşar Kemal Kör Ali’ye
Koluna
girerek
Yürüyorlar
Anavarza kayalıklarına doğru
Dönerlerken
iki saat sonra
Gök
Hasan’ın kahvesine
Yarpuz
kokuları basıyor bizim köyü
Sincan
İstasyonu, Haziran-Temmuz 2015
Bir sancının
Kendi açık denizlerinde dip daldığı
Yerler oluyor artık günleri
Cam kavanozlara basılmış
Asma yapraklarının dili
Karşısında
Kaset kapaklarına konmuş
'Bunu hiç unutma, hep dinle' anlamındaki işaretler
Yanaklarında
Her gün yeniden başlanan
Bir sayfanın ortasında
Haziran'la yıkanmış afacan gülücükler
Bütün çocukluğunu da bir aşk
Bitmeye yakın günlerinde
Milliyet Sanat, 15 Ağustos 2000
-
Can Yücel’i anarak -
Babam
ne zaman satmak
Ya
da üste para alarak değiştirmek istese
Bir
atımızı, ineğimizi
Anam
ağla derdi bana
Sen
ağlarsan baban…
Kendimi
tozuna toprağına bulardım Çukurova’nın
Kapıya
geldiğinde alıcı
Ne
de olsa tek erkek çocuğuydum evin
Anam
da almıştı kolayını böylece babamın
Koskoca
adam hem ağlardı benimle
Hem
de anama söverek vazgeçerdi bu işten
Böyle
böyle kökleşti içimdeki canlı sevgisi
Babandır bu sokak
Okudukça ona
Yaşar Kemal’in “Bebek” hikâyesini
Kirpiklerinden el kapısı akar
Hatta biraz da sen
Şeytanla oynaşan aklınla
Okurdun yeniden yeniden
Öğrenci harçlığı sızdırmak için
Onun bu hâlinden
Şimdi ülken
Baştanbaşa baban
Akatalpa, Şubat
2012
Ellerinden hiç
tutulmamış
Bir bakış gelse şimdi kaldırımda karşından
Yürüdüğü yollarda
Eylülü de ağlatan bir kadının sitemkar sözleri
Otobüslerde sürdürülen
Sabah uykularının tadı gelse
Meydan okumalara gizlediğimiz uzlaşma çağrıları
Kederimizi derinleştiren market alışverişleri
Yapı denetiminden kaçırılmış yerleri konutlarımızın
Kar tatillerinin
Aylar öncesinden hesaplanan boşvermişliği gelse
Dil yanlışları, anlatım bozuklukları,
Çekimli eylemlerin diklenmeleri,
Yönetmeliklerin 'disiplin suçları' bölümlerinden
Görev şaşkını 've'ler 'veya'lar gelse
Doya doya
bakarken
Koparıldığımız yerleri de
Sevdiğimiz insan yüzlerinin
Varlık, Kasım 2004
-A.Ç. için-
İnceden inceye ölçüp biçseniz de
Biliyorum/çoğunuz
“Hepi topu bir iki sözdü.” diyeceksiniz
konuştuklarımıza
Anlatmasaydı babasının annesini aldattığını
Ve bunu da kendisinin daha
On dört yaşındayken öğrendiğini
Gelmeseydi birkaç gün içinde
“Ayaküstü yaşadım.” dediği ilişkilerden
“İyi-kötü bir şey yaşıyorum. Bunu anlayın.” dediği
noktaya
Okutmasaydı ellerinin okşanmasından hoşlanan o adama
yeniden
Pablo Neruda’nın ’20 Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz
Şarkı’sını
Dinledikçe dolu dolu olmasaydı gözleri
Behçet Necatigil’in ‘Sevgilerde’sini
Evet, öyle
Ben de sizin dediklerinizi diyecektim doğrusu
Varlık, Nisan 1999
Günün yorgun
yerlerine yaslanarak
Yazıyor senin el programına
Yüksek lisans öğrencisi bir kızın gözleri
Ders vereceğin sınıfların kapı numaralarını
Yenilgilerini
bile göğsüne bastıran
Bir aşk öyküsünün
Koridordan defalarca geçmişliği
Karşılıyor sendeki düşlere dalmışlığı
Daha ilk sınıfın girişinde
Kaçamak
bakışmaların çay bahçesinde
Eylülle göz göze gelerek
Simit ve peynirle kahvaltı
Yapıyor tuzla ovulmuş sözlerimiz
Ders çıkışı
aynı yerde kendi kendime:
Yanıtsız kalmaktan sıkılsa da
Kimi zaman 'seni seviyorum' deyişimiz
Yine de demeliyiz...
Varlık, Aralık 2003
ELİF NACİ DE YAZDI (*)
İBRAHİM OLUKLU
Elif Naci’nin Balıkesir’de yayımlanan yazıları üzerine
birkaç söz etmeye, doğrusunu söylemek gerekirse, İlhan Selçuk’un (1) ve Selmi
Andak’ın (2) sözlerini okuduktan sonra karar verdim.
Balıkesir’in “basın tarihini , daha çok edebiyat
açısından, irdelemeye çalışırken de okumuştum Elif Naci’nin “Balıkesir
Postası”ndaki yazılarını. Adlarını andığım ustaların yazıları Elif Naci’nin
yazdıklarına yeniden dönmeme neden oldu.
Balıkesir’deki dergi ve gazete koleksiyonlarını şöyle bir taradığınızda, ulusal
düzeyde, hatta uluslararası düzeyde ürün veren birçok edebiyatçının
yazdıklarıyla da karşılaşıyorsunuz. Bunlarda bir bölümü; Sabahattin Ali, Orhan
Veli Kanık, Mustafa Seyit Sutüven , Sabri Altınel, Esat Âdil Müstecaplıoğlu, Attilâ
İlhan, Sabri Altınel, Fahri Erdinç, Mehmet Başaran, Bülent Ecevit, Mükerrem
Kâmil Su, Sıtkı Yırcalı, Hasan Basri Çantay gibileri, ilk ürünlerini
yayımlıyorlar Balıkesir’de. Bir bölümü ise; Falih Rıfkı Atay, Yahya Kemal
Beyatlı, Hüseyin Cahit Yalçın, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Orhan Şaik Gökyay,
Abdülbâki Gölpınarlı, Reşat Nuri Güntekin, Fazıl Ahmet Aykaç, Rasim Adasal,
İbrahim Zeki Burdurlu, Arif Nihat Asya, Sunullah Arısoy, Edip Cansever, Tarık
Dursun K.,Behçet Kemal Çağlar, İsmail Habib Sevük, Mümtaz Zeki Taşkın gibileri,
olgunluk dönemlerinin ürünleri diyebileceğimiz ürünlerini yayımlıyorlar.
Elif Naci, yazdıklarıyla ikinci bölüme giren
sanatçılarımızdan biri.
Yaşamı hakkında bilgi veren kaynaklar tarandığında, Elif
Naci’nin Balıkesir’de hangi amaçla bulunduğuna hiç değinilmiyor. Elif Naci, o
yıllarda, CHP’nin sanatçıları ülkenin çeşitli illerinde görevlendirmesi
nedeniyle bulunuyor. Aynı zamanda Balıkesir Lisesi’nde resim derslerine de
giriyor. Balıkesir resimleri de yapıyor. Bu resimler yıllar içinde kayboluyor.
Bunun yanında, andığım yazarlar gibi Balıkesir’in kültür ortamını yazı ve
konuşmalarıyla da besliyor.
Aynı yıllarda Rasim Adasal, Sıtkı Yırcalı, Hasan Basri
Çantay, Mükerrem Kâmil Su gibi adlar da Balıkesir’de. 1925’ten beri yayınlanan
Türk Dili, daha sonra kurulan Balıkesir Postası, Halkevi’nin dergisi Kaynak (Üç
farklı yönetimde) yaşamaktadır. Elif Naci de Balıkesir Postası’nda bastırıyor
“Dağ Yürümez ise…” ve “Sanat ve Hürriyet” adlı yazılarını. Hatta yine aynı
gazetede “Karaboncuk” takma adıyla Ahmet Selami Karaboncuk, Elif Naci için şu
dizeleri yazıyor;
“Bay Elif Nacimizin sesi yumuşaksa da
Yazısı lâkatylere birer tüfek gibidir.”
1.
“Sen Çok Yaşa Elif
Naci!..”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 1998.
2.
“Elif Naci ile Yaşamın Anlamı”, Cumhuriyet, 15
Ağustos 1998.
(*) Adam Sanat, sayı:159.
RÜŞTÜ ONUR’UN
BALIKESİR’DE BASILAN BİR ŞİİRİ
İBRAHİM OLUKLU
Balıkesir’de
1994’ten bu yana yaptığım araştırmalarda birçok yazarın/şairin ilk ürünlerine
ulaştım. Orhan Veli (Kanık), Attilâ İlhan (İlk öyküsü “Geceleyin Rüya
Görürüz”), Bülent Ecevit, Sabri Altınel, (hem düzyazı hem şiir), Mehmet
Başaran, Fahri Erdinç, Mustafa Seyit Sutüven (hem düzyazı hem şiir), İsmet Kür
(şiir), Pınar Kür (şiir) bunlardan bazılarıydı.
Bunların
dışında Yahya Kemal Beyatlı’nın, Reşat Nuri Güntekin’in, Elif Naci’nin, Rasim
Adasal’ın yazıları (Balıkesir Postası gazetesi) basılıyordu.
Üç
kez çıkarılan Kaynak dergisinin,
ikincisi olan Yeni Seri/Kaynak (Arif
Hikmet Par yönetiyor.) dergisinde Edip Cansever, Sunullah Arısoy, Arif Hikmet
Par, Ercüment Uçarı, Sabih Şendil, Avni Dökmeci, Halil Soyuer, Muzaffer Tayyip
Uslu, Salâh Birsel, Orhan Murat Arıburnu, Muhteşem Sünter, Necati Cumalı, Ümit
Yaşar Oğuzcan, Nahit Ulvi Akgün, Hasan Basri Çantay, Bekir Sıtkı Erdoğan, Falih
Rıfkı Atay’ın da yazı ve şiirleri basılıyordu.
Bu
yıl yaptığım bir taramada gördüm ki Rüştü Onur’un “Aralık Kalsın Kapım” adlı şiiri de yer alıyor aynı dergide.
Rüştü
Onur’un bütün şiir, yazı, mektup ve ardından yazılanların derlendiği kitapta (*) bu şiir altında “Salâh
Birsel’e tarihsiz mektubundan” açıklamasıyla basılıyor.
O
dergide basılan yazımıyla aktarıyorum. Çünkü kitaptakinden farklı yerler var:
ARALIK KALSIN
KAPIM
Biri
var kapımda,
Kimdir
nereden gelir bilinmez.
Sigarası
kibriti var mı?
Sorsam
beni hatırlar mı?
Kimbilir?
Kapıyı
arala yavrum,
Aralık
kalsın kapım.
(Yeni Seri Kaynak, Mayıs 1949, sayı: 13)
(*) Rüştü Onur,
Şiirleri, Yazıları, Mektupları ve Ardından Yazılanlar, İbrahim Tığ, Kaynak Yayınları, 2. Baskı, sayfa: 114.
Şehir
Dergisi, Temmuz 2017, sayı: 106
İÇİNDEN VECİHİ
TİMUROĞLU GEÇEN BALIKESİRLİ BİR ANI
İbrahim OLUKLU
Bir gece, Mehmet Yaşar Bilen’le
telefonda görüşüyoruz. Mehmet Yaşar Bilen, Dikili’de “Melekler Çıkmazı” diye
bir yerde demleniyormuş. “Melekler Çıkmazı” diye bir yer, içkili bir yer; hem
de Dikili’de… “Melek”, “çıkmaz”, “Dikili” sözcükleri…
Anadolu coğrafyasının bazılarının
anlamadıkları, anlayamayacakları hâlini anlatan sözcükler. Telefon
konuşmalarımıza, içinde “melek” olunca, yatsı ezanı ve başka sesler de
karışıyor.
“Melekler Çıkmazı” adından hareketle
konuşurken, aklıma Balıkesir’deki “Meyhane Boğazı” geliyor. Orayı anlatıyorum
Mehmet Yaşar Bilen’e. Onun aklına da, benim kendisine, yaşadıktan yıllar sonra
anlattığım, Vecihi Timuroğlu’yla ilgili anı geliyor.
1993’te Balıkesir Kültür Müdürlüğü -
Balıkesir Belediyesi işbirliği yaparak Sabri Altınel Şiir Ödülü’nü koydu.
Ödülün itici gücü Balıkesir’den; ama başka yazar arkadaşlarımız da yardımcı
oluyor. İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Bursa’dan… En çok da Ankara ve
İzmir’den… Mehmet Yaşar Bilen, Hüseyin Yurttaş, Ramis Dara, Nahit Kayabaşı…
Balıkesir’den Yakup Şahan, Ahmet Uysal, Mustafa Durak - Mustafa o yıllarda
Bursa’da çalışıyor; ama hep bizimle - ve ben. Ben, aynı zamanda kültür müdür
yardımcısıyım. Bir anlamda ödülün bürokratik boyutunu ve sekreterliğini de
yürütüyorum.
DYP-SHP koalisyonu var o yıllarda.
Mesela belediye başkanı Doğru Yol Partisi’nden seçilmiş; ona anlatmamız
gerekiyor ödülün içeriğini; anlatıyoruz çeşitli kanallardan; kabul ediyor
başkan. O dönemin valisi de Demirel’in çok yakın arkadaşı ve DYP’nin kurucu
kadrosundan; ona da… O da kabul ediyor.
Koalisyon nedeniyle SHP’li kadrolarla
DYP’li kadrolar bir uzlaşma/uyum içindeler; yer yer yapaylık olsa da bu
durumda.
Yukarıdan emir öyle geliyor çünkü el
altından.
Ahmet Uysal; ah be Ahmet abi, nasıl
özledim sizi, o sakinliğiyle katılıyor ödülün oluşumuna. Her yerinden hem de…
Daha sonra şiirini de yazdı Ahmet abi o sürecin. İşte o şiir:
ŞİİRİN GÜZ YOLCULARI
Şiirin güz yolcularıdır onlar
Ansızın gelirler gece gelirler
İzmir’den Ankara’dan gelirler
Onlardan kalmıştır belki de
Bu erkenci güz zamansız yağmur
Ankaralı şairler incelikli bıçkın
İzmirli şairler hırçındırlar biraz
Bir yıldız serpintisi gibi geceye
Kitaplarını ve adlarını bırakırlar
Gülten Akın, hepimizin güzel ablası
Da geçmiş olmalı ki buralardan
Eski ahşap evlerin buğulu camlarına
Rüzgârla yazılmıştır adı
Şiirin güz yolcularıdır onlar
Bursa’dan Eskişehir’den gelirler
Ansızın dergi düşleriyle gelirler
Akla ziyan rakı içerler
Kim toplar bilinmez ceplerinden
Kayan yarım kalmış dizeleri
Onlar ki adlarıyla güzeldirler (*)
(*) Gülsüm Akyüz, Hüseyin Atabaş, Tuğrul
Asi Balkar, Başaran, Ali Cengizkan, Veysel Çolak, Rahmi Emeç, Şükrü Erbaş,
Bülent Güldal, Nahit Kayabaşı, Yunus Koray, Şükran Kurdakul, Turgay Nar, Ahmet
Necdet, Hakan Savlı, Çiğdem Sezer, Ahmet Telli, Vecihi Timuroğlu, Mehmet Mümtaz
Tuzcu, İsmail Uyaroğlu, Sabahattin Yalkın, Hüseyin Yurttaş.(1)
Ödülün verileceği gün çeşitli
etkinlikler de yapmaya çabalıyoruz. Bunlardan biri de Sabri Altınel’in şiiri
üzerine yapılan konuşma oluyor.
Sabri Altınel şiiri üzerine en kapsamlı
çalışma bilindiği gibi Vecihi Timuroğlu tarafından yapılmıştır.(2) Bu nedenle
ilk ödülümüzün konuşmacısı Vecihi Timuroğlu olacak.
Vecihi abiye telefonla ulaşıyoruz. Konuyu anlatıyorum. Tereddütsüz kabul
ediyor.
Ödül törenlerimizi Sabri Altınel’in
öldüğü ayda, ekimde yapıyoruz. Vecihi abiyi de buna göre davet ediyoruz.
1994’ün Ekim ayı. 19 Ekim öncesinde bir gün. Vecihi abi konuğumuz. Balıkesir
Orman Bölge Müdürlüğü’nün misafirhanesinde ağırlayacağız kendisini. Misafirhane
Balıkesir koşullarına göre şehir merkezine oldukça uzak. Bigadiç yolu üzerinde
bir yerde.
Vecihi abiyi o gün Ahmet abiyle
karşıladık. Otogardan kültür müdürlüğüne geçtik. Kültür müdürü ve diğer
arkadaşlarla tanıştırdım kendisini.
Vecihi abiyi bizim “uçan teneke”yle
götürdüm misafirhaneye. Yerleşti Vecihi abi. Biraz zaman geçirdik birlikte. Bir
şeyler içtik. Akşam yemeğini orada yiyecek Vecihi abi. Ertesi gün öğleye doğru
yine ben alacağım kendisini. Ödül törenimiz 14.30’da yapılacak. Böyle
sözleştik. Ben şehre döndüm.
Vecihi abi konusunda alabildiğine
titizleniyoruz.
Büyüğümüzdür kendileri. Hem bundan hem
de onun sözünü sakınmayan biri olduğunu bilmemizden; bir aksilik, bir eksiklik
olmasın istiyoruz.
Ödül töreninin olacağı gün mesaideyiz.
Tören 14.30’da yapılacak. Vecihi abi saat 10.00’u biraz geçe aradı beni kurum
telefonumuzdan:
“Oğlum İbrahim! Beni buradan hemen al!
Rakı içmeden konuşamam ben! Bir iki tek atacak bir yer bul!”
“Pekiyi hemen geliyorum Vecihi abi!
Sabah sabah içecek yer nasıl buluruz, bilemiyorum…”
Böyle deyince Vecihi abi sesini biraz
daha yükselterek:
“Oğlum, sen ne biçim Balıkesirlisin?
Burada Meyhane Boğazı diye bir yer var. Sen orayı bilmiyor musun? Orada mutlaka
sabahçı meyhanesi vardır.”
Doğruydu. Meyhane Boğazı’nda, şimdi
yerinde yeller esiyor olsa da, sabahçı meyhaneleri vardı. Birlikte gittik
oraya. Vecihi abi bir iki kadeh içti. İyi olmuştu…
Tören saatine yakın, salona kadar
birlikte yürüdük.
Törene o dönemin valisi, Demirel’in
tanıdığı vali emekli olmuştu, gelmemişti İzmir’de bir işi olduğundan.
Vecihi abi, rakının tadını hem törene
katılmayan valiye gıyabında hem de valinin görevlendirdiği vali yardımcısına
yüzüne karşı fırça atarak çıkardı.
Vecihi Timuroğlu bu. Sağı solu belli
olmazdı. Olmadı da…
(1)
Yaklaşım, yıl: 1, sayı: 11, Ocak 1996.
(2)
Yazınımızdan Portreler, Vecihi Timuroğlu, Başak Yay., Ankara, 1991.
“Gazetesinde
çıkan ilk yazısını görünce dünya başına yıkıldı. Derin bir ümitsizlik duydu.
Büyük bir hayal kırıklığı…
Oysa
ne güzel başlamıştı… Şefi onu çağırmış; demişti ki: “ Kışa girerken şehrin
yakacak sorununu bir araştır. Stoklara bak. Fiyatları tartış. Halka sor.”
Hepsini
yapmış, ondan sonra oturmuş, edebi inceliklerle dolu bir röportaj yazmıştı.
Halbuki gazetede çıkana bak! Kısa, kalın, küt bir haber. Hepsi bu kadar! Ümitsizliğe
düşmemesi mümkün mü?
Türkiye’de
gazeteciliğe hevesli edebiyatçıların hemen hepsi, ben dâhil, bu hayal
kırıklığına uğramıştır. Onun için merak ettim, araştırdım. Neden böyle oluyor?
Sebebi
yaygın bir yanılgı: Her ikisi de yazı yazmaya dayandığı için, edebiyatçılıkla
gazeteciliği aynı şey sayıyoruz. Öyle sanıyoruz. Aynı şey değildirler. Hatta
karşıttırlar. Buna rağmen o zannın gelip tarihe ve somut bir tabana dayandığı
da doğrudur. Neden mi? Bakın neden:
Türkiye’de,
Osmanlı’dan itibaren, gazetecilik haber gazeteciliği değil fikir gazeteciliği
olarak başlamıştır. O yüzden gazetecilik tarihimizin büyük isimlerini saymak
isterseniz edebiyat tarihimizin büyük isimlerini sayarsınız. Örnek çok: İşte
Şinasi, işte Namık Kemal, işte Ahmet Mithat Efendi, işte Ahmet Rasim Bey… Daha
yakınlara gelelim: Hüseyin Cahit Bey, Peyami Safa, Falih Rıfkı, Yakup Kadri…
Bunlar aynı zamanda büyük edebiyatçılardır. Ömer’i yanıltan da bu olmuş. Belki
beni de…
Peki,
Ömer kim? Ömer aslında bir romanda yaşıyor. Gong Vurdu. 1933 senesinde
yayınlanmış. Ben kırk senesinde okudum. Karşıyaka’daki Kitapçı İhsan’dan
kiralık olarak aldım. Beni o kadar allak bullak etti ki yazarın öteki
kitaplarını okumaya heves ettim ve birçok geceler, birçok yüz paralar vererek
öbür kitaplarını da okudum. Acımasız, sert, çarpıcı bir gerçekçiliği vardı.
Biraz natüralizme yaklaşan. Üslup yapmıyordu. Süs meraklısı değildi. Yazarı
Reşat Enis.
İşin
tuhafı, o da Ömer gibi gazeteciliğe hevesli bir edebiyatçı. İstanbul
gazetelerinde bir süre çalıştıktan sonra taşra gazeteciliğine karar vermiş ve
Adana’da Bugün gazetesini yönetiyormuş. Bir de rivayet var: Oraya topraksız
köylünün halini incelemek için gittiği söyleniyor. Ondan bir roman
çıkaracakmış. O romanı çıkardı. Adı da Toprak Kokusu’ydu ve dönemin totaliter yönetimi
tarafından hemen toplatıldı.
Tesadüfe
bakın ki 1942 sonbaharında biz de Gavurdağları’ndaydık. Hani o sözünü ettiğim
bulanık ve dumanlı Bahçe ilçesinde. Etrafı dağlık olduğu için güneş geç doğar,
erken batar. Ben orada ne kadar yazarlık hevesiyle dolu olmalıyım ki “hususi
idare”den ve belediyeden birtakım bilgiler ve rakamlar aldım. İlk izlenimlerimi
de işin içine katarak Gavurdağları’ndan bir röportaj yazdım. Ve bu röportajı
zarfa koyup kime gönderdin dersiniz? Bugün gazetesine ve Reşat Enis’e değil,
ona cesaret edemiyordum, bu yazıyı o sıralarda yeniden çıkmakta olan Yeni Adana
gazetesine gönderdim.
Haftasına
çıktı ve ben de Ömer’in uğradığı o büyük hayal kırıklığına uğradım. Çünkü iki
sayfalık o koca röportaj otuz kırk satırlık bir haber haline dönüştürülmüş.
Bahçe,
Güzel Bir Kasaba başlığıyla, çok enayi bir başlık, altında imzamla yayınlandı.
O kadar üzüldüm ve kırıldım ki bir daha o gazeteye hiçbir şey göndermedim.
Yalnız bir gerçek var: Ne kadar kırılmış, üzülmüş olursam olayım yayımlanmış
ilk nesir yazım budur. Ve burada bugünkü yaygın bir yanlışı düzeltmiş olacağız.
Sözlüklerde ve ansiklopedilerde “yayınlanmış ilk nesir yazısının 1 Ocak 1945
tarihli İstanbul dergisinde” olduğu söylenir. Yanlıştır. Kanıtı da işte
buradadır. Bu kesik 1942’de Yeni Adana’da çıkmış haberin kesiğidir. Çok yıllar
sonra İzmir’deki kardeşim Cengiz İlhan kitapları karıştırırken bunu bulmuş ve
çıkardı. Bana verdi.
Şimdi
açıkça görülüyor ki benim gazeteciliğe başlayış tarihim 1942 sonbaharıdır. 1942
sonbaharında bu yazı yayınlanmış oldu ve yayınlanan bu yazıyla da ben ilk nesir
yazımı yayınlamış oldum.
Fakat
taşra gazeteciliğim burada kalmıyor. İki sene sonra Sındırgı’dayız. Sındırgı
Balıkesir’de biliyorsunuz. Balıkesir’i de daha önceki ikametimden tanıyorum.
Orada Türk Dili diye bir gazete çıkıyor. Hem de 1926’dan beri. Varır varmaz
Sındırgı’ya, bu defa iki yılın da getirdiği tecrübeyle daha az edebi, daha çok
makale, bir yazı yazıp gazeteye gönderiyorum. 29 Ekim 1944’te çıkıyor. Yazı bir
yıl kadar sürecek bir Balıkesir gazeteciliği dönemini açıyor. Siyasi
yazmıyorum, çünkü tahsilimi Danıştay kararıyla elde etiğim için tekrar
kaybetmek istemiyorum. Daha çok sanat konularını ve özellikle şiir konusunu
işliyorum, ama diyalektik olarak. Yani şöyle: Eski şiire karşı yeni şiiri savunuyorum;
yeni şiirin içinde de yönetimin kolladığı Garipçiler’e karşı yönetimin ezdiği
toplumcu gerçekçileri savunuyorum. Ama bu kadarı yetti. Yörede ne kadar
eleştirmen veya buna heveslenen insan varsa hepsi ayağa kalktılar ve benim
üzerime geldiler. Ben de onlardan aşağı kalmadım ve kızılca kıyamet koptu.
Uzunca bir süre tartışma yaşadık. İşin en güzel yanı da şurasıydı: Muarızlarım
aşağı yukarı hayata atılmış, iş güç sahibi adamlardı. Bense 19 yaşındaydım ve
lise ikinci sınıfta okuyordum.
Devam
ediyor bu yazı. Arkadan benim yazdıklarım da çıkmaya başladı ve 3 Eylül 1945’e
kadar oradaki taşra gazeteciliğim sürdü. Fakat bitmedi. Oradan sonra 1950 ve
60’ta da İzmir’de, 70’te Ankara’da bu gazeteciliğimi sürdürdüm.
O
halde, 20 yıldan 25 yıldan beri İstanbul gazetelerinde yazmama rağmen ben bir
taşra gazetecisiyim ve bununla iftihar ediyorum. Nedenini anlatmak da çok
kolay:
Biliyorsunuz,
İstanbul gazetelerinin sicili Milli Kurtuluş Savaşı’nda çok iyi değildir. İkdam
ve Akşam hariç hemen hepsi ya Amerikan mandası istiyordu ya İngiliz himayesi.
Buna karşın taşra gazeteleri başından itibaren Balıkesir ve Alaşehir
kongrelerini, Erzurum ve Sivas kongrelerini desteklemişler, Müdafaa-i Hukuk’un
yanında olmuşlar, Gazi’nin arkasında bulunmuşlardır. Hatta emperyalizmin kuklası
Yunanlılar İzmir’e çıkmaya kalktıkları zaman bayraktarın alnına kurşunu
yerleştiren Hukuk-u Beşer gazetesinin sermuharririydi. Taşrada bir gazeteci.
Böylece silahlı direnişi başlatmış oldu emperyalizme karşı.
O
halde, taşralı gazeteciler pek ekin değildir. Onlarla oynamaya gelmez. Çünkü
hamurları Müdafaa-i Hukuk’un teknesinde yoğrulmuştur. Göbekleri Hasan Tahsin
diye kesilmiştir.” (1)
Attilâ
İlhan bunları söylemiş olsa da, kendisiyle ilgili kaynaklarda, ilk düzyazısının
nerede yayınlandığı konusu her nasılsa düzeltilmiş değil. Hâlâ “ilk düzyazı
denemeleri İstanbul dergisinde” gibi bir yanlış sürüp gitmektedir. Ne yazık ki
bu yanlışı Attilâ İlhan’ın yeni yayıncısı İş Bankası Yayınları da düzeltmiş
değil. Dahası Attilâ İlhan’ın kitaplığına girmiş ve bu yazının yazılmasını da
bir anlamda neden olmuş Tarih Öncesi Yazıları (2) adlı kitap var ortada.
Nedendir bilinmez böyle bir kitabın varlığına da değinilmemektedir.
Oysa
Attilâ İlhan’ın ilk düzyazısı İstanbul (Ocak 1945) dergisinde değil,
Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili (3) gazetesinin 29 Ekim 1944 tarihli
sayısında basılıyor. Attilâ İlhan, Yeni Adana yer alan ürününe “haber” diyor.
Kendisi “röportaj” yazıyor, ama gazete bu ürünü bir “haber”e dönüştürerek
basıyor. Buna karşılık Balıkesir’de basılan ilk yazı, “Kültürümüz Üzerine
Düşünceler” üst başlığıyla ve “Kültür Bütünlüğü” adıyla çıkıyor. Yani burada
bir “haber” değil, bir “düzyazı” söz konusu. Üstelik bu “yazı”nın devamını 26
yazı daha yazarak getiriyor Attilâ İlhan Balıkesir’de.
Bunları
belirttikten sonra, Balıkesir’de Türk Dili ve Balıkesir Postası (4)
gazetelerinde çıkan yazılarına geçebiliriz Attilâ İlhan’ın.
1940’lı
yıllar… İkinci Dünya Savaşı insanlığı kasıp kavuruyor. Ama Balıkesir, bütün
zorlukların ortasında, Attilâ İlhan’ın deyişiyle söylemek gerekirse:
“Türkiye’nin kültür merkezlerinden biridir.” Halkevi, Halkevi’nin dergisi
Kaynak, (5) Türk Dili ve Balıkesir Postası gazeteleri; adı geçen yayın
organlarında ürünleri yayımlanan Esat Adil Müstecaplıoğlu, Abdülbâki
Gölpınarlı, Mustafa Seyit Sutüven, Hasan Basri Çantay, Orhan Murat Arıburnu,
Osman Attilâ, Ömer Edip Cansever, Sıtkı Yırcalı, Bülent Ecevit, Mehmet Başaran,
Ercüment Uçarı, Nahit Ulvi Akgün, Cengiz Tuncer, Tarık Dursun K., Rasim Adasal,
Elif Naci, İsmet Kür gibi adlar Balıkesir’in “kültür merkezi” olma konumuna güç
katmaktadırlar o yıllarda.
Tartışmacı
Attilâ İlhan
Adları
anılan yazarlar arasında, Attilâ İlhan’ın yazdıkları bazı açılardan öne
çıkmaktadır. Sözgelimi genelde sanat kuramı, özelde şiir üzerine yapılan
tartışmaların en derinliklisini ve ateşlisini İlhan yürütmektedir. Hem öyle
yürütmektedir ki üç koldan birden… Aynı yıllar içinde bir yandan Türk Dili
gazetesinde, diğer yandan Balıkesir Postası (4) gazetesinde tartışmalar yapan
İlhan, daha sonra Avni Dökmeci’nin Ankara’da çıkardığı Kaynak dergisinde de
benzer tartışmaları yürütmüştür.
Tartışmalardaki
çözümleyici yaklaşımını, daha o yaşında yerine oturtmuş durumda Attilâ İlhan:
“Şiir
üzerine, bilhassa genç Türk şiiri üzerine çok laf edildi. Alışılmış yaveleri
dinlemekten zevk ölçüleri ayarının kaybetmiş kimseler, ait oldukları ve büyük
bir dehşetle çökmekte olduğunu gördükleri eski devrin ömrünü biraz daha olsun
uzatabilmek için kıyameti kopardılar: ‘Vezinsiz, kafiyesiz şiir olur mu?’
teranesini tekrarlıya tekrarlıya ağızları yalama oldu. Buna rağmen vezinli;
kafiyeli; üstelik kavuklu, sarıklı Arapça konuşan, Acemce rüya gören kodaman
şairlerin geçmişin tozu dumanı arasında gözden nihan olduğunu, bundan on beş
sene önce parmak hesabiyle milli şiir talim edenlerin okul kitaplarında
unutulduğunu korkuyla gördüler. Bu normal bir başlangıcın sonucudur.
Türk
şiiri ayağını yere bastığı, avuçlarının mübarek kirini kara toprağa sildiği gün;
bütün heybetiyle kendini gösterecektir. Verdiği bunca şiirde hâlâ teşrin
yapraklarından bahseden şair, İkinci Cihan Harbi’nin ortasında kara ekmek yiyen
Türk cemiyetinin ne kadar dışındadır. O, hazım rehaveti içinde sonbahara,
serviliklere dair mısralar gevelerken; dört yanı yangınlarla kuşatılmış
memlekette; güneşin yaşatıcı kuvvetiyle büyüymüş nice delikanlılar tifüsten,
nice analar babalar depremden ölüyordu. Yirminci asrın şairi; cemiyetinin
kalitesini görüp, değer vermez; cemiyetinin nabzının nerede ve nasıl vurduğunu
bilmezse onun verdikleri şiir değil; avcı önünde kafasını kuma gömen deve kuşu
misali uyumak isteyenlere ninnidir. Bu yurt uyumak yüzünden çok meşakket çekti.
Eğer İstibdat, Fikret’i susturmasaydı, o hâlde vaziyet daha başka türlü olacaktı.
Şiir, cemiyetin olduğu zaman şiirdir. Bulutlardan, mehtaptan, kadın
bacaklarından bahsetmeğe gelince onu maddeten ve manen muazzam olan şairlere
bırakıyoruz.
Şimdi
şiirimiz birkaç yol üzerinde yürümektedir. Bir kısım genç şairimiz; vezin ve
kafiye sanatını, bu sanatın sultanlarının başına yıkmış; konuşma dilinin
imkânlarından faydalanarak şiirler veriyorlar. Bu şairlere zaman zaman bir
sosyal endişe arız oluyorsa da umumi karakteri yıkıcılıktır. Lakin bu yıkıcılık
geriye, eskiye tercih edilmiştir. Onlar insanı tanıyor, onun şaşkınlığını,
aşkını, merakını olduğu gibi, külfetsizce veriyor. Yüksek laf etmek merakıyla
hiç birisi saçmalamıyor.
Diğer
bir kısım şairler gerçekçidir. Cemiyetin realitesini, eskiyi yıkmak; isteyen
yeni ile statükoyu muhafaza etmek isteyen eskinin mücadelesini kuvvetle
müşahede eder. Hepsi sosyal tezler üzerinde çalışır, içtimai yaraları deşen,
eksiklerimizi, artıklarımızı gösteren şiirler verirler. Onlar da insanı
kavramış, onun en çok sevilecek, en çok dinlenecek, öğrenilecek varlık olduğunu
kabul etmiştir. İçlerinde şimdiden kuvvetli, diri, hayatiyet dolu eserler
verenleri vardır.
Üçüncü
kısma gelince: artık burada her şeyden önce şairin kendi alemi, kendi şehri
vardır. Cemiyet ve gerçekler bu şahsın objektifinden geçerek eserlere akseder.
Şair bazen hayalperest bazen mistiktir. Lakin dünya, insanlar, hayat onun
üzerinde de müessirdir.
Şöyle
toplayabiliriz: Genç Türk şiiri, şu kadar asırlık eski şiirin yapamadığı şeyi
yapmış, insanı baş konusu olarak almış, onun cemiyet içinde, sosyal ve ekonomik
faktörlerin etkisi altında duçar olduğu felaketleri, düştüğü vaziyetleri
inceleyip vermeye çalışmıştır. Genç şair ileri düşünüşlü, dünya görüşü müspet,
hakikatleri kavramış insandır. Salyalı bir ihtiyar gibi ölümü özlemez. Ne kadar
acı, ne kadar korkunç, ne kadar tehlikeli olursa olsun hakikatleri sıcak bir
somun gibi bağrına basar. Şiirin şiir olması için muhakkak kalıplara
dökülmesine, ezilip büzülmesine lüzum görmez. O insanların ve cemiyetlerin
mukedderatlarını tayin eden sosyal olaylar içinde kendi kendini inşa eder ve
Bielinski’nin dediği gibi cemiyetin hakikatini eserlerinde yeniden yaratır.”
(6)
Attilâ
İlhan, “tarih öncem” dediği bu yazıları yayımlatmaya başladığında 19
yaşındadır. Yazarlık serüveni boyunca dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu
hiçbir soruna yabancı kalmayan İlhan, Balıkesir Postası gazetesinin 29 Ağustos
1945 günlü nüshasında yer alan Sevgilime Mektuplar adlı yazısında, İkinci Dünya
Savaşı’nı düşünerek şöyle der:
“
Bu harp sevgilim, düzenin çatlağını ayan etti. Bu çatlak bir zamanlar “yeni
nizam” ambalajile, birkaç şaşı gazeteci tarafından bu yurda sokulmak
istenmişti. “Yeni nizam” masalının ne kadar eski olduğu cümlemize malum oldu.
Bundan ötesi, daima daha iyiye, daima daha güzele, daima daha doğruya ve bütün
bunların anası olan halka doğru bir yükseliş olmalıdır. Zaferi halklar kazandı.
Barışı onlar sağlamalıdır.” (7)
Attilâ
İlhan, kültürel evrenimizin “küreselleşme” ve “yükselen değerler” sözleriyle
çalkalandığı dönemde de ortalığın tozu dumanı içinde şunları yazar:
“Yükselen
değerler, filan, hikâye bunlar. ‘Sistem’ (Batı), askeri gücünü ve uluslararası
kuruluşları kullanarak Türkiye’de de kendi işine gelen politikaları
‘küreselleşme’, ‘değişim’, ‘yükselen değerler’ gibi kamuflajlar altında
yutturmaya çalışıyor.
Kimileri
ufuklarının darlığından, saflığından ya da düpedüz cahilliğinden; kimileri ise
‘malı götürmek’, kısa yoldan ‘köşe dönmek’ için en uygun yolun bu olduğuna
inandıklarından ondan yana çıkıyor; ortalığı tozu dumana boğarak, bunların
bayraktarlığını yapıyor.
Çok
şaşırıyorum: Türk halkı, toz duman arkasında, ‘yükselen değerler’in değil;
bunları kullanmaya çalışan, bazı ‘yükselen hıyarlar’ın bulunduğunu görmez mi
sanıyorlar.” (8)
İlhan’ın
“Eski şiire karşı yeni şiiri savunuyorum; yeni şiirin içinde de yönetimin
kolladığı Garipçiler’e karşı yönetimin ezdiği toplumcu gerçekçileri
savunuyorum.” diyerek yürüttüğü tartışmadaki bakış açısı şöyledir:
“Genç
şiirde mana yoktur diyenler; mutlaka onunla az meşgul olanlardır. Tesadüfen
ellerine geçirdikleri bir dergide gördükleri birkaç şiire bakarak hüküm
verirler. Orhan Veli’nin bir şiiri onlar için bütün bir yeni şiir hakkında
hüküm vermeğe kâfi gelir. Fakat acaba hakikatte bütün genç şiir Orhan Veli’den
mi ibaretti, bunu hiç düşünmezler. 1944’te yayınlanan bir antolojide 48 genç
şair tespit edilmiştir. 3-4 şiirle bu kadar şairin eserleri hakkında nasıl
hüküm verilebilir? Farz edelim ki elimizde bir milletin edebiyatından, 10-15
kötü örnek var. Sorarım size şimdi, bizim o milletin edebiyatı kötüdür demeğe
hakkımız var mıdır?” (9)
Düşünce
Adamı Attilâ İlhan
Attilâ
İlhan’ın özellikle 70’li yaşlarında üzerinde durulan “düşünce adamı” (10)
kimliği, daha çok gençken, Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili ve Balıkesir
Postası gazetelerinde yazdığı “gençlik yazıları”nda da çıkmaktadır karşımıza.
Edebiyatımızda
özellikle şair ve romancı kimlikleriyle bilinen İlhan, son yıllardaki
yazılarıyla düşünce adamı niteliğini daha bir öne geçirmiş görünmektedir. İşte
bu oluşumun başlangıç noktası:
“Bir
gün önüme allı yeşilli bir halı serip “Dünya” dediler sevgilim. Baktım da: “Bu
dünya ne dünyadır?” diye düşündüm. Sahiden ne dünyadır bu dünya: New-York’ta
tekniğin tabiata meydan okuyan devleri şahlanıyor. Hindistan’da Raçputana ve
Sakurtala olabilir. Raca’nın sarayında bin bir gece masalları yaşanıyordu.
İtalya’da uzun favorili artistler aç geziyor.
Britanya
adasının herhangi bir şatosunda herhangi bir İngiliz lordu arpacı kumrusu gibi
düşünüyordu. Toprağın üzeri çeşit çeşit abidelerle süslenmiş, yaşarken burnuna
gülünen, istihfaf edilen insanların öldükten sonra “Büyük adam” diye anıtları
dikilmiş; müzeler, sergiler tanzim olunmuş; limanlar inşa edilmişti. Büyük
şehirler, asfalt yollar, elektrikli trenler vardı. Zaman zaman sivri akılının
biri çıkıyor hakikati buldum diye kendisi gibi bir sürü yardakçıyı seçkin bir
zümre menfaatine maceralara sürüklüyordu. O zaman ajanlar dolup taşıyor,
gazetelerin keyfi eriyor, insanların yaşaması gayri tabii bir hale geliyordu.
Buna rağmen dünya güzeldi sevgilim. Kocaman transatlantikler bir kıyıdan
diğerine renk, müzik ve ışık taşır, olimpiyatlar olur, bir gümüş madalyanın
uğruna düzinelerce genç uykuları başlarına sıçramış gibi koşar ha koşardı.
Böyle
olduğu, çiçekler açtığı, kuşlar uçtuğu hâlde şu alemde düzensizlik var
deniyordu sevgilim. Asırlardan beri âlim, çok akıllı, dâhi denilen adamlar
dünyanın temellerini geçirmiş; çatlağı, noksanı yahut fazlayı arayıp durmuşlar;
insanoğluna – kiloyla satsan biz gibi fakirleri iki dünyada rahat ettirecek
kadar çok, kâğıtlar dolusu yazılar yazmışlardı. Bunların her birisi akıl
sakatlığını kendisinin bulduğunu, eğer insanlar kendi sözlerine inanırlarsa
ortalığın gül gülistan olacağını iddia etmişlerdi. Bu çelebiler böyle bağıra
çağıra dursun, zaman zaman yukarıda söylediğim cinsten sivri akıllılar eksik
olmamış, dünyayı yutmağa kalkmış, hazmı bati gelmiş, öğüre öğüre bir hâl olmuş,
keyfiyet böyleymiş sevgilim. Çünkü insanların hayatına hükmeden o gözle
görülür, elle tutulur gerçekleri bunlar görmezlikten gelmiş. Halkı bir sürü,
hürriyeti masal, adaleti efsane sanmışlar. İşlerine böyle geliyormuş. O sakallı
âlimlerin bir kısmı da “gün bugündür, yarına Allah kerim” sözüne uyarak bu gibi
cellâtların zulümlerini doğru gösterme yolunu tutmuş, ilmi efendilerine
uydurmağa, tarihi onlara yaptırmağa kalkmışlar. Hâlbuki tarihin yolu muayyenmiş
ve bu yolu gören âlimler her zaman tebcil edilmeğe hak kazanmışlar; bu yol,
kitlenin her ferdine ayni hak ve hürriyeti tanıyan; milletlerin yekdiğerine
olduğu kadar insanların da yekdiğerine hâkim olmasını kabul etmeyen demokrasi
yoluymuş. (11)
Attilâ
İlhan’daki düşünce adamı kimliğinin temelinde bu yazıların olmasının şöyle bir
nedeni var: İlhan, dikey olarak kendi içinde düşünsel tutarlılığını
sürdürürken, kendisi buna “diyalektik olarak” diyordu yukarıdaki söyleşisinde,
yatay olarak da aktığı yatağı durmaksızın genişletmiştir. Bu nedenle daha 19
yaşındayken şu düşünme noktasına gelmiştir:
“Yazmayı
bir hastalık gibi düşünürsek, bu hastalığın ilk arazı okumaktır. Önce okunur.
Uzun uzun okunur ve hayran kalınır. Arzuların, ihtirasların, kederlerin,
sevinçlerin muazzam dairesi içinde, yaşamak için didinen insanoğlunun
maceralarından, her kitapta yeni resimler, yeni bölümler, yeni istikametler
keşfedilir. Hasta, bu devrin sonunda hepsini tanır gibi olduğu, fakat hiç
birini tanımadığı gülen, ağlayan, mütekallis, korkunç çehrelerle çevrilmiştir.
(12)
Araştırmacı
Attilâ İlhan
Attilâ
İlhan, daha ilk yazılarından başlayarak, salt bir düşünceyi değil, bu düşünceye
can ve kan ve veren yapıtları okuyor, o yapıtları ortaya koyan edebiyatçıları
savunuyor. Hem de şöyle bir dönemde: “1940’lı ve 50’li yıllar… Çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşmak ve hatta bu düzeyi aşmak iddiası güden asker-sivil bürokrat
iktidarın; özgürce bilgilenmeyi, düşünmeyi, hayal kurmayı, bir başka yaşam
özlemeyi kesinlikle engellendiği yıllar… Belli birtakım olayların ve
sözcüklerin ağza alınmasının olanaksız ya da hapse atılmanız için yeterli
olduğu yıllar… Başka bir deyişle, insan varlığının, bir şablona göre kesilip
biçilerek çok küçük bir ölçekte yeniden üretmeye çalışıldığı yıllar… Kısacası
özgürlüğün kim bilir kaçıncı kez katledildiği yıllar…” (13)
Attilâ
İlhan, işte böyle bir dönemde araştırmacı kimliğiyle ulaşabildiği bütün
yapıtları okur ve okuduklarını da yazdıklarına yansıtır. 1942 yılında Adana’nın
Bahçe ilçesinde bulunan Attilâ İlhan’ın Adana’da basılan Yeni Adana ve Bugün
gazetelerinden haberdar olması, Balıkesir’e gelince Türk Dili ve Balıkesir
Postası gazetelerine ulaşması bu kimliğinin birer kanıtıdır. Yazacağı
“röportaj” için Bahçe’de “özel idare” ve “belediye”den bilgi derlemesi bu
kimliğin bir başka örneğidir.
Şiir
konusunda tartışırken hem Garipçiler’den hem de 1940 Kuşağı şairlerinden
örnekler vermesi bu araştırmacı kimliğin diğer yanını oluşturur.
Edebiyatçı
Attilâ İlhan
Attilâ
İlhan’ın “gençlik yazıları”nda ortaya çıkan en önemli yönü edebiyatçılığıdır.
Geceleyin Rüya Görürüz adlı öykü, bu nedenle çok önemli bir üründür. 1945
yılında yayımlanan bu öykü, onun şiir dışında yazdığı ilk kurgusal eseridir.
İlhan’ın bu öyküden önce öyküsü ve romanı yoktur. Yani şiir dışındaki ilk
kurgusal eserini de böylece Balıkesir’de yayınlamış olur İlhan. Bilindiği gibi
bu öyküye Yengecin Kıskacı (14) adlı eserinde yer vermiştir.
Bu
öykü, o yıllarda Sungur Tekin (S.T.) takma adıyla Balıkesir Postası’nda yazan
Sıtkı Yırcalı’ya ithaf edilmiştir. Attilâ İlhan, öykünün girişinde “S. T.’ye”
diyerek Sungur Tekin’in kısaltmasını aynı nedenle kullanmıştır.
Attilâ
İlhan, “gençlik yazıları”nda öncelikle şiir üzerinde durur. Garipçiler’i,
dolaylı biçimde, “genç şiir”in bir parçası olarak gördüğünden destekler. Orhan
Veli’nin şiiri üzerine inceleme yazar, Oktay Rifat’tan birçok alıntı yapar.
Fedailer Mangası dediği 40 Kuşağı’nın toplumcu şairlerine değinir; Rıfat
Ilgaz’dan, Niyazi Akıncıoğlu’ndan, Ömer Faruk Toprak’tan, A. Kadir’den, Sabri
Soran’dan alıntılar yapar. Böylece toplumcu bir edebiyattan yana olduğunu
gösterir. Kerime Nadir’den, Esat Mahmut Karakurt’tan uzak durur; Kemal
Bilbaşar, Sait Faik Abasıyanık, Reşat Enis gibi yazarları okunması gereken
örnekler olarak anlatır sevgilisine.
SONUÇ
YERİNE
Bütün
bunlardan şunu çıkarmak mümkün: Attilâ İlhan, bir yazar olarak daha ilk
yazısından başlayarak bir iç tutarlılık sergilemiş, bu tutarlılığın peşini hiç
bırakmamıştır. O nedenle Attilâ İlhan’ı Balıkesir’de yazdıklarıyla da anmak
gerekir.
Toprağın
bol olsun Usta!
(1)
Attilâ İlhan’ın 19.09.1995 günü TRT/TV2’de “Gündemde Sanat Var” bölümü içinde
yaptığı söyleşi.
(2)
Tarih Öncesi Yazıları, Hazırlayan: İbrahim Oluklu, Jaycees Balıkesir Genç
Müteşebbisler Derneği yayını, 1998.
(3)
16 Mayıs 1926’dan başlayıp 11 Nisan 1967’ye kadar Balıkesir’de yayınlanan yerel
günlük bir gazete.
(4)
1 Ocak 1943’ten başlayıp 12 Ekim 1968’e kadar Balıkesir’de yayınlanan yerel
günlük bir gazete.
(5)
Balıkesir Halkevi dergisi, 19 Şubat 1933’te yaşamına başlıyor. 1946’ya kadar
düzenli olarak çıkıyor. Yayınına bir süre ara verdikten sonra 1948’den
başlayarak “Yeni Seri” ibaresiyle yayınını yine aylık olarak sürdürüyor. 1 Ekim
1956’dan ve 1 Temmuz 1967’den başlayarak “YENİ KAYNAK” ve “YENİ KAYNAK (2)”
adlarıyla iki kez daha giriyor yayın yaşamına.
(6)
Şiir Üzerine Deneme, Tarih Öncesi Yazıları, Hazırlayan: İbrahim Oluklu, Jaycees
Balıkesir Genç Müteşebbisler Derneği Yayını, 1998.
(7)
Agy.
Varlık,
Haziran 2015, sayı: 1293
Balıkesir’de 1994’ten bu yana yaptığım araştırmalarda
birçok yazarın/şairin ilk ürünlerine ulaştım. Orhan Veli (Kanık), Attilâ İlhan
(İlk öyküsü “Geceleyin Rüya Görürüz”), Bülent Ecevit, Sabri Altınel, (hem
düzyazı hem şiir), Mehmet Başaran, Fahri Erdinç, Mustafa Seyit Sutüven (hem
düzyazı hem şiir), İsmet Kür (şiir), Pınar Kür (şiir) bunlardan bazılarıydı.
Bunların dışında Yahya Kemal Beyatlı’nın, Reşat Nuri
Güntekin’in, Elif Naci’nin, Rasim Adasal’ın yazıları (Balıkesir Postası
gazetesi) basılıyordu.
Üç kez çıkarılan Kaynak dergisinin, ikincisi olan Yeni
Seri/Kaynak (Arif Hikmet Par yönetiyor.) dergisinde Edip Cansever, Sunullah
Arısoy, Arif Hikmet Par, Ercüment Uçarı, Sabih Şendil, Avni Dökmeci, Halil
Soyuer, Muzaffer Tayyip Uslu, Salâh Birsel, Orhan Murat Arıburnu, Muhteşem
Sünter, Necati Cumalı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Nahit Ulvi Akgün, Hasan Basri
Çantay, Bekir Sıtkı Erdoğan, Falih Rıfkı Atay’ın da yazı ve şiirleri
basılıyordu.
Bu yıl yaptığım bir taramada gördüm ki Rüştü Onur’un
“Aralık Kalsın Kapım” adlı şiiri de yer alıyor aynı dergide.
Rüştü Onur’un bütün şiir, yazı, mektup ve ardından
yazılanların derlendiği kitapta (*) bu şiir altında “Salâh Birsel’e tarihsiz
mektubundan” açıklamasıyla basılıyor.
O dergide basılan yazımıyla aktarıyorum. Çünkü
kitaptakinden farklı yerler var:
ARALIK KALSIN KAPIM
Biri var kapımda,
Kimdir nereden gelir bilinmez.
Sigarası kibriti var mı?
Sorsam beni hatırlar mı?
Kimbilir?
Kapıyı arala yavrum,
Aralık kalsın kapım.
(Yeni Seri Kaynak, Mayıs 1949, sayı: 13)
(*) Rüştü Onur, Şiirleri, Yazıları, Mektupları ve
Ardından Yazılanlar, İbrahim Tığ, Kaynak Yayınları, 2. Baskı, sayfa: 114.
Şehir, Temmuz 2017, sayı: 106