İranlı Müslüman sosyolog, aktivist, düşünür ve yazar (D. 23 Kasım 1933, Sabzevar / Horasan / İran – Ö. 18 Haziran 1977, Southampton / İngiltere). İran İslam Devrimi’nin ideologlarından, 20. Yüzyılın en önemli düşünürleri arasındadır..
Özellikle
din sosyolojisi ve çağdaş İslam düşüncesi üzerine eserler veren, eserleri pek
çok ülkede ilgi gören Ali Şeriati, 23
Kasım 1933 tarihinde İran'ın Sabzevar şehrinde doğdu. Milliyetçi öğretmen bir
babanın oğlu olan Şeriati, öğrencilik yıllarında ülkesinde bulunan fakir
insanların kötü halini görmüştür. Bu dönemde Müslüman insanların sorunlarına
çözümler bulmaya uğraştı. Bunun yanında Şeriati, Mevlana ve Muhammed İkbal'den
büyük ölçüde etkilenmiştir. Üniversite öğrenimini İran'da tamamladıktan Paris
Üniversitesi'nde doktorasını yaptı.
Eğitimini
tamamladıktan sonra ülkesine dönmüş, fakat şah yönetimi tarafından yakalanarak
Fransa'da bulunduğu dönemde devleti yıkmaya çalışmakla suçlanmıştır. Daha sonra
1965'te serbest bırakılmış ve Meşhed Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak
çalışmaya başlamıştır. Dersleri kısa bir zaman sonra öğrenciler tarafından
büyük bir ilgi görmüştür. Bunun üzerine hükümet üniversiteye baskı yaparak ders
vermesini engellemiştir. Daha sonra Tahran'a giden Ali Şeriati, Hüseyniye-i
İrşad Enstitüsü'nde ders vermeye başladı. Burada da anlattığı derslere büyük
ilgi olması sebebiyle şah rejimi bazı öğrencileri tutuklatmıştır.
Ali
Şeriati’nin Hüseyniye-i İrşad’da yaptığı ve geniş ilgi gören konuşmaları, İran
İslam Devriminin kültürel yapı taşları arasında kabul edilmektedir.
Hakkındaki
en önemli eserlerden biri de eşi Puran Şeriati’nin, Türkçe’ye de çevrilen “Eşim
Ali Şeriati” adlı eseridir. Kitap, “Ali
Şeriati ile Birlikte” – Eşinden Anılar” adıyla da yayımlanmıştır.
Vefatı:
Şahlık
rejiminin güvenlik örgütlerinden biri olan SAVAK kendisini yakın takibe almıştı.
Yapılan baskılar sonucu Şeriati, İngiltere'ye giderek buraya yerleşti ve 18
Haziran 1977 günü bu ülkenin Southampton kentinde hayatını kaybetti.
Otopsi
sonuçlarında kalp yetmezliğinden öldüğü belirtilse de Ali Şeriati'nin SAVAK
ajanları tarafından şehid edildiği kanaati oldukça yaygındır.
20
Yüzyılın en önemli düşünürlerinden olan Ali Şeriati’nin kabri, Suriye’de, Seyyide
Zeyneb Camiindedir.
Puran
Şeriati (e. 1958–1977) ile evliydi. İhsan Şeriati, Suzan Şeriati, Sara Şeriati,
Mona Şeriati adlarında dört çocuk babasıydı.
Dr.
Ali Şeriati'nin: “Allah seni bana vermekle bana vermediklerini telafi
etmiştir.” dediği eşi Püren Şeriati, 15 Şubat 2019’da vefat etmiştir.
KİTAPLARI:
Aşk
ve Tevhid (1986)
Kapitalizm
Uyanıyor mu? (1989)
İdeallerin
Yenilgisi (1999)
Dünya
Görüşü ve İdeoloji (2000)
Kadın
(2000)
Kendisi
Olmayan İnsan (2000)
İslam
ve Sınıfsal Yapı (2000)
Anne
Baba Biz Suçluyuz - Dine Karşı Din (2000),
Dinler
Tarihi 2 (2000)
İslam'ı
Anlamak (2003)
Medeniyet
ve Modernizm (2003)
İktisat
Sosyolojisi I / Kapitalizm (2004)
Bir
Kez Daha Ebuzer (2005)
Hac
(2007)
Aşina
Yüzlerle (2007)
Biz
ve İkbal (2007)
İktisat
Sosyolojisi II / İslam Ekonomisi (2008)
İktisat
Sosyolojisi III / Marksizm (2008)
İnsan
(2008)
Sanat
(2008)
Ebuzer
(2008)
Öze
Dönüş (2009)
Sizi
Rahatsız Etmeye Geldim - Ali Şeriati Yıllığı (2009)
Çöle
İniş (2010)
Kadın
- Fatıma Fatımadır (2011)
Adem'in
Varisi Hüseyin (2011)
İslam
Bilim – 2 (2011)
İslam
Bilim – 3 (2011)
Şia
(2012)
Dua
(2012)
Mektuplar
(2012)
İran
ve İslam (2012)
İbrahim'le
Buluşma (2012)
Ali
(2012)
Muhtelif
Eserler – 1 (2012)
Muhtelif
Eserler – 2 (2012)
Yeni
Çağ’ın Özellikleri (2012)
Yalnızlık
Sözleri 1 (2012)
Yalnızlık
Sözleri 2 (2012)
Kendini
Devrimci Yetiştirmek (2013)
İslam
Nedir Muhammed Kimdir (2013)
Anne
Baba Biz Suçluyuz (2013)
Aydın
(2013)
Çocuklar
ve Gençler (2013)
Marksizm
(2013)
Şehadet
(2913)
Medeniyet
Tarihi 2 (2013)
Hangi
Şia? (2013)
Kur'an'a
Bakış (2013)
Dine
Karşı Din (2013)
İnsanın
Dört Zindanı (2013)
Bilinç
ve Eşekleştirme (2013)
Ali
Şeriati Külliyatı-38 Kitap Takım (2018)
KÜRTÇE KİTAPLARI:
Lı
Ser Reça İbrahim (Çev. Murad Polad, 2009)
GÜZEL SÖZLERİ
Ali
Şeriati şöyle cevaplıyor esrar ve eroin miyim ki sizi rahatlatayım?"
***
'Zenci
Bilal'in kalbinin fethi; Endülüs kıyılarının fethiyle yanyana düşünülemeyecek
kadar büyüktür,'
***
'Sadece
devletin konuşma hakkına sahip olduğu bir memlekette hiçbir söze inanmayın.'
***
'Bir
yerde yangın varken biri seni ibadet etmeye çağırıyorsa, bil ki bu bir hainin
davetidir.'
'Aşk
ferman ettiğinde, imkansız teslimiyet başını öne eğer.'
***
Kuran'ın
ilk emri Oku'dur, 'işit' değil.
***
'Müslüman
olamıyorsanız Marksist olunuz'
***
Her
yerde olan fakirlik açlık ya da açıklık değildir. Fakirlik para ve altına sahip
olamama da değildir. Fakirlik, sahafta satılmamış bir kitabın üzerindeki
tozdur. Fakirlik, kağıt imha makinasında, gazete parçalayan bir bıçaktır.
Fakirlik, arabanın camından dışarıya atılmış muz kabuğudur. Fakirlik yemeksiz
geçirilen bir gece değildir, fakirlik “düşünmeden” geçirilen bir gecedir.
'Düşünme,
itaat et diyenlere değil; düşün, sor, sorgula diyenlere kulak ver.'
***
'Camide
olup ayakkabılarımı düşünmektense, yolda yürüyüp Allah'ı düşünmeyi tercih
ederim.'
***
'Şimdiki
köleler taksitle yaşayıp borçlu ölüyor.'
***
'Allahım!
İnancımı kompleksimden koru.'
***
'Sonradan
ilahi adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz
edilmesin.'
***
'Müslümanın
tevhidi, filozof'un tevhidi, sufi'nin tevhidi ve kelamcının tevhidi yoktur.
İbrahim'in tevhidi vardır ve onu gerçekleştirmenin yolu.'
***
'Bir
Müslüman görürüz; sesini çıkarmaz, olup biteni dinlemez, hiçbir şey umurunda
değildir; ama kendi düzeni ve tezgahı en küçük bir darbeye uğrasa feryadı arşa
yükselir. Her gün yaşanmakta olan facialar onda, bir gazete haberi kadar bile
merak uyandırmaz. ‘Allahım kereminle bizi…’ diye dua etmesinin ne etkisi olur?
Bizi ne demektir?'
***
'Tribünden gelen sesler süren savaşlardaki
mazlumun sesini kısıyorsa futbol afyondur!'
***
'Dindar bir toplumu ancak din adına, din
alimleri kandırabilirdi ve öyle de oldu.'
***
'Okuyun.
zira mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor!'
AŞK VE SEVGİ
DR. ALİ ŞERİATİ
Aşk;
görme engelli bir coşku, görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. Oysa Sevgi;
bilinçlice bir bağ, apaçık, duru bir
görmenin sonucudur.
Aşk;
genellikle içgüdüden su içer, içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir
onun için. Oysa Sevgi; ruhun içinden doğar, bir ruhun yükselebileceği bütün
yerlere ve doruklara onunla beraber tırmanır.
Aşk;
gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup, ortak
nitelik, durum ve görünümler taşır. Oysa Sevgi; her ruhta kendine özgü bir
albeni taşır, ruhun kendisinden rengini alır, ruhlar da içgüdülerin tersine
kendilerine özgü ayrı ayrı renk, tırmanış, boyut, tat ve kokular taşıdığından;
ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.
Aşk;
kimlikle ilişkisiz değildir, dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir.
Oysa Sevgi; yaş, zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar, onun yüksek yuvasına günün,
çağın eli yetişmez.
Aşk;
her renkte, her düzeyde, somut güzellikle bağlantılıdır. Schopenhauer'ın
deyişiyle: "Sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun
duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin." Oysa Sevgi; ruhun içine öyle bir dalgınlıkla
dalar, ruhun güzelliklerine öyle bir
tutunup kendinden geçer ki; somut
güzellikleri bambaşka bir biçimde görür.
Aşk;
tufan, dalga, coşku niteliklidir. Oysa Sevgi; durgun, dayanıklı, ağırbaşlı,
arılıkla dolup taşar bir durumdadır.
Aşk;
uzaklık ve yakınlığa göre değişir, uzaklık uzun sürecek olursa azalır, ilişki
sürecek olursa değerini yitirir, sadece, korku, umut, sarsıntı ve acı çekmenin
yanı sıra ‘görüşme-uzaklaşma’ ile diri, güçlü olarak kalabilir. Oysa Sevgi; bu
durumları bilmez, onun dünyası başka bir dünyadır.
Aşk;
tek yönlü bir coşkudur, sevgilinin kim olduğunu düşünmez. ‘öznel bir coşku’dur,
işte bu yüzden hep hata yapar, seçimle hızla sürçer ya da hep tek yönlü kalır,
yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanabilir,
bu nadir olay ise, karanlıklar içinden geçip birbirlerini görmedikleri için
ancak bir yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilmeleri
gibidir. Oysa Sevgi; aydınlıkta kök
salar, ışığın gölgesinde yeşerir, büyür,
işte bu yüzden hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. Başlangıçta, iki ruh
birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. ‘Biz’ olmaları ise ‘tanışma’dan
sonra olur, iki ruh, iki kişi daha
sonraları birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçimlerinden yakınlığın
tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. İşte bu
noktadan sonra, iki yoldaş, birden bire sevginin uçsuz bucaksız çölüne
ulaştıklarını, sevginin karartısız, açık
göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, ‘inanış’ın aydın, arı
ve içten ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep
başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka
bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu,
tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına
vurduğunu... Kendi gözleriyle görür.
Aşk; çılgınlıktır, çılgınlık ise, ‘anlayış’ ile
‘düşünüş’ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey değildir. Oysa
Sevgi; tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar, anlamayı ve düşünmeyi de
yerden çekip doğuşun yüksek doruğuna götürür.
Aşk;
sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. Oysa Sevgi; içinin çektiği güzellikleri sevgilide görür,
bulur.
Aşk;
büyük güçlü bir kandırmacadır. Oysa Sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir
doğruluktur.
Aşk;
denizin içinde boğulmaktır. Oysa Sevgi; denizin içinde yüzmektir.
Aşk;
görme duyusunu alır. Oysa Sevgi; kapalı olan gözleri açıverir.
Aşk;
kabadır, şiddetlidir, bununla birlikte dayanıksız ve güvensizdir. Oysa Sevgi;
tatlıdır, yumuşaktır, bunun yanı sıra, dayanıklı ve güvenlidir.
Aşk;
hep kuşkuyla bulunur. Oysa Sevgi; baştan başa kesin inançlıdır, kuşkuya yer
vermez.
Aşktan
içtikçe kanarız. Sevgiden içtikçe susarız.
Aşk;
korundukça eskir. Oysa Sevgi; korundukça yenilenir.
Aşk;
sevenin içinde var olan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa Sevgi; sevilende var olan bir albenidir ve seveni,
sevilene götürür.
Aşk;
sevgiliye egemenliktir. Oysa Sevgi; sevilende yok olma susuzluğudur.
Aşk;
onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz olarak
ister. Aşk, kişinin bencilliği ile ‘alım-satım’ ilişkisine dayalı hayvansal
ruhun bir çekiciliğidir. Kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de
onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. Oysa Sevgi;
sevileni sevgili, değerli olarak ister, bütün gönüllerin de kendisinin sevdiği
için beslediğini, beslemelerini diler. Sevgi, kişinin Tanrısal ruhu ve Ahurasal
doğasının bir çekiciliğidir. Kendisi, doğaötesi kutsallığını görebildiği için
onu bir başkasında görünce onu da sever, kendisine tanış ve yakın bulur.
Aşkta;
rakip sevilmez. Oysa Sevgide; taraflar,
"Köyünün tutkunlarını, kendi özleri gibi severler."
Kıskançlık,
aşkın özelliğidir. Sevgi ise paylaşımcıdır.
Aşk;
sevgiliyi kendi lokması olarak görür, bir başkası onun elinden kapmasın diye
hep acılar içinde kıvranır durur, birinin lokmayı kapması durumunda ise ikisine
de düşmanlık beslemeye başlar, sevgiliden nefret edilir. Oysa Sevgi; inançtır, inanç ise salt bir ruhtur, sınırsız
bir sonsuzluktur, bu gezegenin türlerinden değildir.
Aşk;
doğanın kementidir, doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri verip;
ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye
başkaldıranları yakalar. Oysa Sevgi; kişinin doğanın gözlerinden uzak, kendi
yarattığı, kendi ulaştığı, kendi seçtiği bir aştır.
Aşk;
içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. Oysa Sevgi; isteklerin baskısından
kurtulmaktır.
Aşk;
bedenin görevlisidir. Oysa Sevgi; ruhun elçisidir.
Aşk;
kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı bir
‘bilinçsizlik’tir. Oysa Sevgi; yabancılıktan dolayı yabansıllıktan doğma,
kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar içerisindeki korkunç özbilincidir.
Aşk;
tat aramaktır. Oysa Sevgi; sığınak
aramaktır.
Aşk;
aç bir düşkünün yemek yiyişidir. Oysa Sevgi;
‘yabancı bir ülkede gönüldaş bulmak’tır.
Aşkın
yer değiştirdiği olur, soğuduğu olur, yaktığı olur. Oysa Sevgi; yerinden,
sevdiğinin yanından kalkmaz, soğumaz,
kızgın değildir, yakmaz.
Aşk;
kendinden yanadır, bencildir, kendisi için ister, kıskançtır, sevgiliye tapar,
onu kendi için över. Oysa Sevgi; sevilenden yanadır, sevgili için ister, kendisini
dahi, sevdiği kişi için ister, O’nu O’nun için sever, kendisi ortada değildir.
ALİ
ŞERİATİ - KEVİR
ALİ ŞERİATİ İLE
SÖYLEŞMEK - ÖMER NOYAN
NİHAT İLHAN
Ali
Şeriati İle Söyleşmek - Ömer Noyan Ali Şeriati, Müslüman bir bilincin içinde
kopan fırtınaları keşfetmiş, ne tam olarak doğulu, ne de tam olarak doğu da
yaşayan batılı bir aydın. Zira onu aydın kavramının modernlik/ geleneksellik
oluşumu bahsinde dile getirdiği "Aydın, bu iki zıt kalıptan hiçbirine sığmaz.
Modernlik ve geleneksellik, bize empoze edilen iki kalıptır. O zamanı, zarureti
ve mevcut durumu bildiği için, geleneğin taşlaşmış, donuk çerçevesinde
bulunmaz." sözü inayetinde dünya sistemi çevresi üzerinde; kendine, kendi
dünyasını empoze etmiş, hazır fikirleri kabul etmeyen ve bunların yerine kendi
ideolojik örgüsünü kuran kimse/aydın olarak kabul edebiliriz. Gerçekten de Ali
Şeriati, İslami bir altyapı üzerinden ne tam olarak doğuyu, ne de tam olarak
maddesel konumu itibariyle üstsel sınıfı kendisine elbise olarak giydiren
batıyı tasdik eder. Onun düşünce kavramında medeniyet olarak kabul ettiği
gerçek 'düşünce gücünde olgunlaşma derecesidir.' Bu bağlamda Şeriati, Necip
Fazıl Kısakürek'in de tabiriyle; Batıyı ruhta çökmüş, maddiyatta ilerleyen; Doğuyu
ise maddiyatta (Akla dayanan düşünce) çökmüş, ruhta ise ilerici yapısının
tahribe uğradığı kemalinde görür.
Şeriati
asıl bağlamda, Müslüman insanlara ya da genel tabiriyle 21. yy insanına şunu
anlatmak ister; Batı dünyevi üstünlüğü münasebetiyle, kendisini dünya
üzerindeki tek hamil ve medeniyet görmektedir. Bu bağlamda diğer Doğu ve Afrika
insanları ancak kendi yöntem ve kanunlarını uygulamaları münasebetinde
medeniyete ulaşmış olacaktır. Buna göre Batı, Doğu'ya 'medeniyetinin eskiden
varolduğunu', Afrika'ya ise 'medeniyetinin hiçbir zaman olmadığını' söyler.
Ancak medeniyetinin hiçbir zaman olmadığının söylenmesi, medeniyetinin artık
eski de kaldığının söylemesinden daha hafifletici ve sıskadır.
Doğu
ya da Müslüman olarak tasnif edebileceğimiz inanç insanı sürekli bir 'gerçek
medeniyet' tabiriyle kendisine empoze edilen Batı karşısında, ikincil plandan
birincil plana da geçmek münasebetiyle, artık kendi öz değerleri ve
miraslarından vazgeçerek Batı'yı benimseyecek, artık bir taklit aşamasından
ileri geçemeyerek 'yarı insan' mertebesine gelecektir. Şeriatı burada insanlara
her ne kadar zamanının aydınları karşı gelse de- İslam'a dayanarak onun şimdiki
zamanındaki haliyle değil, Peygamberin (a.s), Ashabın zamanındaki İslam gibi
'kurtuluşa davet eden' bir felsefe, maneviyat ve din olarak İslam'ın gelecek
nesillere aktarılmasını bir görev bilmektedir.
Ali
Şeriati İle Söyleşmek, Ömer Noyan'ın hazırlayıp yayına sunduğu, belli başlı
konular halinde, Ali Şeriati'nin kitaplarından alıntılarla soru-cevap şeklinde
oluşturulan bir eserdir. İçerisinde yalnızlık, aşk/sevgi, batı, din, İslam'da
kadın gibi öncelikli konulardan oluşmak üzere on bölüm bulunmaktadır. Gerçekten
de eser düşünce tadındadır ve içerisinde bulunan konular veyahut da kısımlar
tam anlamıyla nokta atışlarını bulundurmaktadır içerisinde.
'İnsan
devamlı olarak bulunduğu zindandan kaçmaya çalışmakta; bir kaçış yolu bulmak
için sürekli dünyanın duvarlarını tırmalamaktadır.
Bir
kimsenin sanatsal faaliyette bulunma nedeni, gerçeklikler dünyasındaki eksikliklerden
ve yoksunluklardan sıkıntı duymuş olmasıdır.'
Her
ne kadar Ali Şeriati Müslüman şuura sahip bir aydın olarak ön plana çıksa da;
o, kelimenin tam anlamıyla bir ruh tabircisidir. Kelimeleri kullanmaktaki
titizliği, ruhsal hüznün odak noktalarından çıkarılan konu ve devinimlerle de
birleşince ortaya bir yazardan daha çok bir ruh tabibi meydana gelmektedir.
Gerçekten de kitapta da ele alınan konulardan onun her konu da düşündüğünü
görürsünüz; Aşk, sevmek, yalnızlık, huzursuzluk, maneviyat...
'Peygamber
diyordu ki: "Ben sizin dünyanızdan güzel kokuyu, kadını ve namazı
sevdim." Oysa ben sadece yalnızlığı seçtim. Bu temiz tapınak, bu tanıdık
sığınak olmasaydı, kapıları, duvarları, bütün sakinleri bana yabancı, bana
düşman olan bu dünya beni öldürürdü.'
Bir
bahsinde de şöyle diyor yalnızlığın;
'Artık
cümle kuracak gücüm yok. Ah, inlemeye ne kadar da muhtacım! (...) Hayır, ben
asla inlemem. Yüzyıllardır inlemek yeter. Ben haykırmak istiyorum. Bunu
yapamazsam susarım. Suskun ölmek, inlemekten iyidir.'
Ali
Şeriati gerçekten de bu dünyadan, öte tarafların güzelliğine bir pencere açmak
isteyenlere, bu dünya sistemi üzerinde yepyeni bir ufka sahip olmak isteyenlere
ya da ufkunu daha da genişletmek isteyenlere, aşkın/yalnızlığın/hüznün/acının
ne olduğunu asıl manasıyla kavramak isteyenlere gösterilecek en doğru yollardan
biridir. O, artık doğu insanının, inanç insanının kendi kültürel mirasını
tanımamasından, onu unutmaya başlamasından ve bu sayede kendi özsel kimliğini
kaybetmesinden yakınmaktadır. O, doğu insanının kendi içerisinde kendi
bünyesini tanımasını ister. O, doğu insanının yolunu bulması için kendi varlık
oluşunu bu dava üzerine kaybetmiştir/ vazgeçmiştir.
Ali
Şeriati İle Söyleşmek
Hazırlayan:
Ömer Noyan
Düşün
yayıncılık/ 99 Sayfa
KAYNAK:
Nihat İlhan / Ali Şeriati İle Söyleşmek - Ömer Noyan (kitaphaber.com, 09.03.2012).
İBRAHİM'LE
BULUŞMA
Yazar: Ali
Şeriati
Yayınevi : Fecr
Yayınları
Kitap Açıklaması
Putperestlik,
heykele tapmak değildir; yakuttan, hurmadan, tahtadan, hamurdan yapılan bir
heykele ibadet etmek değildir. Putperestlik, sosyal durumu tanrılar ve din
aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir. İbrahim, putları kırmak ve
putperestliğe karşı ayaklanmakla sadece Mezopotamya'nın güneyindeki Ur şehri
halkını, Babillileri kurtarmadı. Putperestlik, heykele tapmak değildir;
yakuttan, hurmadan, tahtadan, hamurdan yapılan bir heykele ibadet etmek
değildir.
Putperestlik,
sosyal durumu tanrılar ve din aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir.
İbrahim, putları kırmak ve putperestliğe karşı ayaklanmakla sadece
Mezopotamya'nın güneyindeki Ur şehri halkını, Babillileri kurtarmadı.
Bu
yüce ve görkemli hikâyeyi, böyle bir düşünceyi ne kadar da küçültüyorlar! İbrahim,
insanlık tarihinde meydana getirilen o büyük yalanın, bir grup tarafından
kurulan o zulüm sisteminin karşısına dikildi. İbrahim, işkencelere, eziyetlere,
mahrumiyetlere, onların tesis ettiği kan dökme, zorbalık ve haydutluk tarihine
karşı mücadeleyi başlattı.
İbrahim,
bu statükoya, bu durumu tanrılar ve din adına sürdürmek ve insanlığı onun
doğallığına ve kutsallığına inandırmak isteyen sisteme karşı ayaklandı.
İbrahim, bu başkaldırısıyla insanlığın bu büyük yalana kanmasına fırsat
vermedi. Aristo'dan daha çabuk davrandı. Bugün 19. ve 20. yüzyılda bile hâlâ
Fransa'da ve İngiltere'de Aristo'nun: "Bir grup aşağı ırk, bir grup da
üstün ırktır; insanlar böyle yaratılırlar." sözüne inanan filozoflar
vardır.
İbrahim,
bu felsefî yalana karşı çıkan dâhilerden binlerce yıl önce sahte dindarların bu
kurnazca ve tehlikeli yalanına karşı çıktı. İbrahim, toplumda zulüm ve
ayrımcılık vasıtası yapılan ve bireylerin değişik haklara sahip olabileceğini
gösteren dini yıktı ve tevhidi ayağa kaldırdı. Tevhit, herkesin bir tane
Tanrı'sının olması, yani herkesin sadece insan olması demektir. İbrahim,
insanlık tarihinde meydana getirilen o büyük yalanın, bir grup tarafından
kurulan o zulüm sisteminin karşısına dikildi. İbrahim, işkencelere, eziyetlere,
mahrumiyetlere, onların tesis ettiği kan dökme, zorbalık ve haydutluk tarihine
karşı mücadeleyi başlattı.
İbrahim,
bu statükoya, bu durumu tanrılar ve din adına sürdürmek ve insanlığı onun
doğallığına ve kutsallığına inandırmak isteyen sisteme karşı ayaklandı.
İbrahim, bu başkaldırısıyla insanlığın bu büyük yalana kanmasına fırsat
vermedi. Aristo'dan daha çabuk davrandı. Bugün 19. ve 20. yüzyılda bile hâlâ
Fransa'da ve İngiltere'de Aristo'nun:
"Bir
grup aşağı ırk, bir grup da üstün ırktır; insanlar böyle yaratılırlar."
sözüne inanan filozoflar vardır.
İbrahim,
bu felsefî yalana karşı çıkan dâhilerden binlerce yıl önce sahte dindarların bu
kurnazca ve tehlikeli yalanına karşı çıktı. İbrahim, toplumda zulüm ve
ayrımcılık vasıtası yapılan ve bireylerin değişik haklara sahip olabileceğini
gösteren dini yıktı ve tevhidi ayağa kaldırdı. Tevhit, herkesin bir tane
Tanrı'sının olması, yani herkesin sadece insan olması demektir.
(Tanıtım
Bülteninden)
LI SER REÇA
İBRAHİM
Ali Şeriati
Hivda Yayınevi
Di
civaknasiye de mijarek heye male Durkheim, Levi Burhl u civaknasen sedsala
bistan u Spengler e ku ew peştatir u isabetkire wan gişkan e weha bawer dikin:
Civaka mirovahiye ji diroke mej ve ji destpeke heya iro guherine, ku ji civaka
ibtidai heta bi civaka cotkar, civaken dni yen diroki senetkar u heya civaka
moderna iro guherine. Ev guherina civaki li gel guherineke ruhi u deruniyeke
din, bi hevdu re buye. Ev guherina ruhi u deruniya din a ku mirov ji destpeke
heye iro hatiye u ketiye şekleki din; ji ve pekhatiye ku bi her roja buhiriye
ve ihyabuye u bi rengguhezina her dewre ve ez li hember eme bi zexm/heztir
buye.
Stok
Kodu : 3990000087856
Boyut : 13.50x21.00
Sayfa
Sayısı : 120
Basım
Yeri : İstanbul
Baskı : 1
Basım
Tarihi : 2009
Çeviren : Murad
Pola
Kapak
Türü : Ciltsiz
Kağıt
Türü : 2. Hamur
Dili : Kürtçe