Şair ve yazar. 1973 yılında İskenderun'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan İskenderun'da yaptı. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümünde tamamladı. Şimdilerde Ankara'da özel bir kurumda görev yapmaktadır.
Yazın
yaşamına gazetecilikle başladı. Birçok edebiyat dergilerinde şiir, makale ve
röportajları yayımlanmaktadır.
Arzu
Kök; şiirlerinde kentlerin dayanılmaz üzgülü çekileriyle kendi yaşamının
dalgalı ve sıkıntılı dönemlerinden söz eder. İnsanlığın bağrında onulmaz
yaralar açan, bir türlü kökü kurumayan emperyalist savaşlara karşı olanca
benliğiyle savaşıma girişir. İçinde yaşattığı köklü ve derin bir aşkın umudunu
ve özlemini çeker. Her yönüyle köhnemiş ve kirlenmiş dünyamız yerine, kendi
beklentilerine uygun bir dünya yaratır. Tek beklentileri barış, doğruluk ve
gerçeklik olan öğretmenlerin önlerinde, herkesin saygıyla eğilmeleri
gerektiğini belirtir.
Arzu
Kök; bir toplumun çağdaş çizgiye ancak müzikle ulaşabileceğini ve sağlıklı
barışın da sevgiyle kurulabileceğini vurgular. Bir insan için, yaşama
sevinciyle gülmenin, en temel özellikler olduğuna değinir. Ülkemizdeki çocuk
çığlıklarıyla, Gazze'deki çocuk ölümlerine yüreğini siper etmeye çalışır, Dünyadaki
umutlar, sevinçler ve arzuların sürekli yıkılışına İÇİ durmadan yanar. Özleşmiş
Türkçeye bağlılığını ise her fırsatta öne çıkarır.
2018
yılında “Yırtık Uçurtma” adlı şiir kitabı yayımlanmıştır.
KAYNAKÇA:
Arzu Kök / Yırtık Uçurtma (2018), Hakkımda (arzu-kok1.blogspot.com,
21.07.2019), Arzu Kök kitapları (pegem.net, kitapyurdu.com, kidega.com,
idefix.com, sozcukitabevi.com, 21.07.2019).
O BİR KAHRAMAN
Arzu KÖK
“Tutuşan
güçlerin inci çiçekleri”
Koparılıyordu
bir bir
Sağır
günlerin sonunda
Dilsiz
gecelerin başındayız
Saçlarımızda
şimşek parçaları
Dilimizde
kırağı var
Korkunun
önüne koyduk sevgiyi
Sevgiyle
birlikte
Yitirdik
özgürlüğümüzü
Görmedik
Aklımız
kanla yıkanan sokaklardaydı
Unutmak
kendimizi yadsımaktı
Bilmedik
Şimdi
sokak ortasında
‘Acaba
kim geldi?’
Gülüşüyle
açılan kapılar ardında
Direksiyon
başında
Bir
veda selamı bile vermeden
Üstelik
‘Daha yaşanılacak çok şey vardı’
Diyerek
Öldürülmüşlerden
utanıyoruz
Kahramanlık
türküleri besliyor utancımızı
Açılan
her ağız
Daha
da maktûl kılıyor bizi
Devletin
bekası
Eroinin,
silahın, kumar masalarının
Selameti
üzerinden yükseliyor
Faili
meçhuller
Kayıplar
İşkenceler
Ve
savaş
Bu
selamet üzerinden boy veriyor
Unuttuğumuz
ölümlerin
Fotoğrafları
üzerinde
Katillerin
sesleri yaşıyor
Sadece
bir alt yazı
‘O
bir kahraman’
SUSMAK DOĞRU
OLAN MI?
Arzu KÖK
Çevremizdeki
insanların gözlerindeki neşe giderek azalırken neler olduğunun farkında mıyız
acaba?
Bir
an olsun durup düşünüyor muyuz konuşmayı terk etmenin sebebini? Zira
kendilerini ifade etmeye sıkı sıkı sarılmıyorlar. Sorunlarının ne kadar derin,
ne kadar anlaşılmaz olduğunu düşünüyorlar ki o kuytu köşenin sisine
sığınıyorlar. Ve nasıl oluyorsa her samimi yaklaşımı kıyamet alameti gibi
görüyor, her sevinçli habere şüpheyle bakıyorlar? Bu dünya üzerinde
beklentilerini karşılayabilecek kadar ince insanların var olmayacağı inancıyla
biraz daha vazgeçmişliğe, biraz daha yabancılaşmaya kapılıyorlar. Ve nasıl
oluyor da kimse bunları önemsemiyor? Hele ki biz yakınları çoğu zaman.
Evet,
susmayı tercih eder bazıları. Ama neden susarlar? İrdelediniz mi hiç? Susmanın,
olaylar karşısında sessiz kalmanın bir sürü nedeni vardır. Mesela anlatmayı
beceremeyenler susarlar. Anlatmaktan vazgeçenler susarlar. Diğerlerinden ümidi
kesmiş olanlar susarlar. Hata yapmaktan ölesiye korkanlar susarlar. Kendilerini
açığa çıkarmaktan korkanlar susarlar. Zannettikleri kişi olmadıkları, zannettikleri dünyada
yaşamadıkları gerçeğini hazmedemeyecek kadar güçsüz olanlar susarlar. Olaylar
ve olgular dünyasıyla baş edemeyenler susarlar. Her şeyi gördüğünü, tüm
olasılıkları yaşadıklarını düşünenler susarlar. Güçlü olarak görülmeye ölesiye
ihtiyaç duyacak kadar güçsüz olanlar susarlar. Ama bir şey vardır ki sonsuza
kadar hiç durmadan konuşacak dediklerimizin en çabuk susanlar olduğu
gerçeğidir.
Niçin
susar bir insan, neden konuşmaz?
Belki
başlangıçta konuşmadan da anlaşabileceği birilerinin var olduğunu sandığı
içindir, ya da öyle umuyordur. Sonra belki de bir gün konuşmayı denemiştir ve
büyük bir ihtimalle; “kendini ifade et” kültürünün dayatmasında safça, onu
anlamalarına kendisinin izin vermediğini düşünerek ve üzülerek… Aslında herkes
bir gün konuşur. Ancak konuştuğunda sustuğundan daha beter bir anlayışsızlıkla
karşılaşma ihtimali korkutur daha çok insanı. Ve belki de düşününce en doğrusu
susmaktır diyerek susuyor insanlar.
Bir
dostuma sordum geçenlerde, “Neden susuyorsun ve tercih ediyorsun yalnızlığı?”
diye. Aslında düşündürücüydü cevabı: “Susmak en doğrusudur belki ve siz
susarken anlamış olanlar varsa sizi, konuşacağınız kişiler de yalnız onlar
olmalıdır. Bir de şu var; yalnızlığınız zevk veriyorsa, içinizin zenginliği
size yetiyorsa, küçücük bir dünyada kocaman bir âlem kurabiliyorsanız bırak kim
ne söylerse söylesin mutluyum ben yalnızlığımda.” Bir an durdum düşündüm. Evet,
haklı belki de. Ama susmak da aslında bir kaçış değil midir? Yaşamdan,
mücadeleden kaçış.
Sonra
eklediği bir cümle ile aslında haklılığını ispatlamak istiyordu: “Zekâsı
benimle aynı şakayı paylaşmaya yetmeyenlerle benim ne işim olabilir ki?” Ama
haklılığına inandıramadı bu söz. Zira asıl sorun da aslında o kişileri de o
düzeye getirmek değil midir? Asıl başarı ve mutluluk bu olacaktır. Pes edip
köşeye çekilmek değil.
Eğitim
sistemimizin geldiği durumu düşününce aklıma 1921 Maarif kongresi geldi ve
paylaşmak istedim.
1921
yılında Ankara'da toplanan Maarif Kongresi'nin eğitim tarihimiz içinde önemli
bir yeri vardır. Bu kongre; okul ve öğrenci mevcudunu tespit etmek, bu konuda
yapılması gereken çalışmaları belirlemek ve eğitime millî bir yön vermek
amacıyla toplanmıştır. Eğitim tarihimizde bir dönemin başlangıcı olarak
görülmesi gereken kongrede Atatürk; eğitim, bilim ve kültür alanındaki
düşüncelerini, yapılacak inkılâpların esaslarını, öğretmenler için neler
düşündüğünü ve onlardan neler beklediğini anlatan tarihî bir konuşma yapmıştır.
Yeni kurulan devletin çağdaşlaşma yolunda da ilerlemiştir.
I. Dünya Savaşında Çanakkale ve başka
cephelerde büyük zaferler kazandığı halde, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile
Osmanlı Devleti yenik sayılmış ve başkent İstanbul ile topraklarından birçok
yeri işgal edilmeye başlanılmıştı. Kurtuluş Savaşı Dönemi'nde (1919-1922)
yürütülen bağımsızlık mücadelesi, eğitimi de derinden etkilemiştir. Bununla
beraber eğitim, bu mücadeleye önemli
katkılarda bulunmuştur.
TBMM'nin
açılışından hemen sonra, 6 Mayıs 1920'de Maarif Vekilliği adıyla yeni bir
teşkilât kurularak eğitimin millî bir sisteme göre ele alınması kabul
edilmiştir. 25 Kasım 1920'de mecliste alınan bir kararla öğretmen ve
öğrencilerin askerlik yükümlülükleri ertelenmiş, 15 Temmuz 1921'de savaşın en
yoğun olduğu bir dönemde Ankara'da Maarif Kongresi toplanmıştır.
Atatürk,
toplumun yeniden biçimlendirilmesinde en önemli itici kuvvet olarak görülen
eğitim alanında da aynı ilkeye uyulmasını, ilim ve fennin gösterdiği yoldan
şaşılmamasını özellikle istemiş, hatta emretmiştir. Bu tutumuyla Atatürk,
Türkiye'nin çağdaş bir devlet hâline gelmesini önleyen engelleri, tam bir
cesaretle yıkıp atabilen, akıl ve bilim çağına geçmenin tek kurtuluş yolu
olduğunu tam bir berraklıkla görüp bu gerçeği tam bir açıklıkla gözler önüne
seren bir liderdir.
Atatürk
için tükenmez inanç kaynağı, yüreğini kaplayan derin millet sevgisi ile Türk
gençliğine duyduğu sonsuz güvendir. O, Türk Milleti'nin ve Türk gençliğinin
başaracağına dair inancını kaybetmemiştir. Atatürk'ün Türk gençliği ile ilgili
görüşlerini açıklayan en eski belge, 1918 yılı Mayıs ayında, bir fotoğrafın
üzerine kendi el yazısıyla yazdıklarıdır. Burada Atatürk, gençliğe olan
inancını ve duygularını şu sözlerle ifade etmiştir: "Her şeye rağmen
muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız
aziz memleket ve milletim hakkındaki payansız muhabbetim değil; bu günün
karanlıkları, ahlâksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat
aşkıyla ziya serpmeye ve aramağa çalışan bir gençlik gördüğümdendir"
İlk
TBMM döneminde Maarif Vekâleti görevine sırasıyla Rıza Nur, Hamdullah Suphi,
Mehmet Vehbi ve İsmail Sefa Bey'ler getirilmiştir. Her biri eğitim ve öğretimin
yeniden teşkilatlandırılması, müfredatların yeniden oluşturulması ve özellikle
de öğretmen yetiştirilmesi meselelerinde önemli gayretler göstermiş ve o günün
şartlarında tüm imkânları seferber etmişlerdir.
Milli
eğitim politikasının temel amaçları belirlendiğinde ilk planlı faaliyet olarak
mevcut okulların açık tutulması ve iyi idare edilmesi hedeflenmiştir. Mustafa
Kemal'in yeni oluşumda öğretmenlerin rolü ve önemini en baştan beri önemseyerek
savaş esnasında bir "Maarif Kongresi" tertiplenmesini istemesi de
öğretmenlerin o günkü toplumsal konumu ve değerini göstermesi açısından dikkat
çekicidir. Öğretmenlerin en az cephe gerisindeki milli ruhu ve manevi enerjiyi
yüksek tutması kadar, eğitim öğretimin kendini yenileyebilmesi ve yeni bir
hukuki çerçeve içerisinde devamlılığının sağlanması için atılması gerekli
adımları belirlemesi bakımından da "I. Maarif Kongresi" oldukça
anlamlıdır.
TBMM'nin
açılışını müteakip eğitimle ilgili ilk sistemli hareket olarak tanımlanabilecek
Maarif Kongresi, Kütahya- Eskişehir Savaşları'ndaki mağlubiyetin ardından
Sakarya Savaşı'na hazırlık döneminde yapılmıştır.
Hâkimiyet-i
Milliye, 31 Mayıs 1921 ve 13 Temmuz 1921 tarihli haberlerinde Maarif kongresi
ifadesini kullanmaktadır. Ertesi günkü haberde de Maarif Kongresi'nin 15
Temmuz'da açılacağı bildirilmektedir. Genellikle ilk ve ortaöğretim
kademelerinin hedefi ve programı hakkında tartışmaların yapıldığı bu kongrede
Atatürk, eğitim için harcanan çabaların gelecekteki eğitimin temellerini atmaya
yetmeyeceğini; gerekli vasıtalara sahip olununcaya kadar geçecek olan devrede
itina ile çizilmiş bir eğitim programı uygulanıp eğitim örgütünün en verimli
şekilde çalıştırılacağını belirtmiş; kongrenin ilerleyen günlerinde ise
öğretimin sadeleştirilmesi, uygulamalı hale getirilmesi ve yörelere göre
çeşitlendirilmesi istenmiştir.
Maarif
Kongresi, yurdun her tarafından gelen 250'den fazla erkek ve kadın öğretmeni
bir araya getirmiştir. Kongreyi Mustafa Kemal cepheden gelerek açmış ve çok
önemli bir açılış konuşması yapmıştır. Kongrenin açılışına uzun bir başyazı
ayıran Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, daha önceki iki İnönü savaşı ve başlamak
üzere olan Sakarya savaşını kastederek, "Mustafa Kemal Paşa, Üçüncü Yunan
taarruzunun en ateşli zamanında muallim ordusunun gelecek vazifesiyle meşgul
bulunuyor. Bu asil ve yüce örnek Türk tarihinin benzeri ender bulunan kıymetli
hatıralarından biri olacaktır" demiştir.
Atatürk
kongreyi son derece önemli tespitler yaptığı açılış konuşmasıyla, bizzat
kendisi başlatarak kongreye verdiği önemi bir kez daha ortaya koymuş ve
konuşmasında:
"Muhterem
Hanımlar; Efendiler!
Asırların
mahmul olduğu derin bir ihmali idarinin bünye-i devlette vücuda getirdiği
yaraları tedaviye masruf olacak himmetlerin en büyüğünü hiç şüphesiz irfan
yolunda ibzal etmemiz lazımdır.
İrfanı
memleket için tahsis edilebilen şey müstakbel maarifimize mabi- hilistinad
olacak bir temel kurmağa kâfi değildir. Ancak vasi ve kafi şerait ve vesaite
malik oluncaya kadar geçecek eyyam-ı cidalde dahi kemal-i dikkat ve itina ile
işlenip çizilmiş bir milli terbiye programı vücuda getirmeğe ve mevcut maarif
teşkilatımızı bugünden müsmir bir faaliyetle çalıştıracak esasları ihzar etmeğe
hasr-ı mesai eylemeliyiz.
Şimdiye
kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarihi
tedenniyatında en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli
terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsafı
fıtriyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan
gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle
mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü dehayı milliyemizin inkişaf-ı tamı
ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lalettayin bir ecnebi kültürü
şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin muhrip neticelerini tekrar
ettirebilir. Kültür zeminle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir.
İşte
biz, bu kongrenizden yalnız, çizilmiş eski yollarda alelade yürümenin tarzı
hakkında müdavele-i efkâr etmeğe değil, belki serdettiğim şeraiti haiz yeni bir
sanat ve marifet yolu bulup millete göstermek ve o yolda yeni nesli yürütmek
için rehber olmak gibi mukaddes bir hizmet bekliyoruz...
İstikbal
için hazırlanan evlad-ı vatana, hiçbir müşkül karşısında serfuru etmeyerek
kemal-i sabır ve metanetle çalışmalarını ve tahsildeki çocuklarımızın
ebeveynine de yavrularının ikmal-i tahsil için her fedakârlığı ihtiyardan
çekinmelerini tavsiye ederim... Milletimizin saf seciyesi istidat ile malidir.
Ancak bu tabi istidati inkişaf ettirebilecek usullerle mücehhez vatandaşlar
lazımdır. Bu vazifede sizlere teveccüh ediyor.
Hükümet-i
Milliyemizin kemal-i ciddiyet ve samimiyetle arzu ettiği derecede, Türkiye
muallime ve muallimlerinin hayat ve refahını henüz temin edememekte olduğunu
bilirim. Fakat milletimizi yetiştirmek gibi mukaddes bir vazifeyi deruhte eden
heyeti mübeccelenizin bugünün vaziyetini nazarı itibara alacağından ve her
müşkülü iktiham ile bu yolda gayet metinane yürüyeceğinden şüphem yoktur.
Vazifeniz pek mühim ve hayatidir. Bunda muvaffak olmanızı cenabı haktan temenni
ederim".
Atatürk'ün
de sözlerinden anlaşılacağı üzere yeni Türk Devleti'nin eğitim anlayışı, özgün
bir kültür yaratma, pozitivist ve millî olma çizgisindedir. Yine aynı kongrede,
bakanlık tarafından halk mektepleri hakkında düzenlenen bir projeyle, çocukları
hayat içinde başarılı olacak bir kabiliyette yetiştirmek için yeni bir
programın hazırlanmasının zorunluluğu tartışılır; dört sene olan ilköğrenimin
beş seneye çıkarılması uygun görülerek, o zamana kadar uygulanan ilköğretim
programlarının uygulanabilir olmadığı, altı senelik iptidai okullarında
okutulan birçok derse ihtiyaç olmadığı, halk eğitimi için yüksek programların
değil, halkın daha çok ihtiyaç duyduğu ve istediği lisan, din ve hesap gibi
derslerin okutulmasıyla yetinilmesini, halk eğitiminin ancak bu şekilde
sağlanabileceğini, köylü ve kentlilerin ihtiyaçlarının farklı olması sebebiyle
ilkokul programlarının buna göre ayrı ayrı düzenlenmesi gerektiği; projede yer
alan meslek derslerinin ilkokullarda bütünüyle öğretilmesinin mümkün olmadığı,
ancak sanat ve bir iş için kabiliyetlerin esas olduğu ve kız okullarına,
kızların ev kadını olabilmeleri için gerekli pratik bilgilerin konulması
gerektiği belirtilir.
Genellikle
ilk ve ortaöğretim kademelerinin hedefi ve programı hakkında tartışmaların
yapıldığı bu kongrede M. Kemal, bugün eğitim için harcanan çabaların,
gelecekteki eğitimin temellerini atmaya yetmeyeceğini; gerekli vasıtalara sahip
olununcaya kadar geçecek olan devrede itina ile çizilmiş bir eğitim programı
uygulanıp, eğitim örgütünün en verimli şekilde çalıştırılacağını belirtiyordu.
Kongrenin
daha sonraki günlerinde öğretimin sadeleştirilmesi uygulamalı hale getirilmesi
ve yörelere göre çeşitlendirilmesi isteniyordu. Kongrede bir konuşma yapan
Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey ise, bu doğrultuda şöyle konuşuyordu:
"Maarif siyasetimiz, milletin kitle-i esasiyesini teşkil eden çiftçi ve
işçi sınıfının her şeyden evvel nazar-ı dikkat önünde tutulmasına ve yeni
istikametin bu umdeye dayanmasına bağlıdır. Anadolu gene bir sanat merkezi
olacaktır. Halkın geçimini yükseltecek ve ıslah edecek nazarî ve amelî bilgiyi
vermek hedeftir".
Özellikle
kongreye kadın ve erkek öğretmenlerin karma olarak katılmaları, Mecliste
Hamdullah Suphi Bey'e karşı sert eleştirilere neden olmuş, Bakan görevden
çekilmiştir. Hamdullah Suphi Bey hakkında verilen soru önergesinde Maarif
Kongresi iki bakımdan eleştiri konusu olmuştur: Kongre için harcanan para ve
kongreye kadın öğretmenlerin de katılmış olması. Bakan harcanan para konusunda
açıklamalar yapmış, kongrenin karma olması konusunda da açıklama yapmaya
hazırlanırken bundan vazgeçmiştir. Bay ve Bayan öğretmenlerin kongrede bir
arada bulunmalarına tepki gösteren muhafazakâr mebuslara karşı Mustafa Kemal
Paşa tepki göstermiştir.
Maarif
Kongresi'nin ikinci toplantısı Dârülmuallimîn binasındaki konferans salonunda
Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in başkanlığında yapılmıştır. Bakanlık
tarafından halk mektepleri hakkında düzenlenen bir proje tartışılmıştır. Bu
projede, çocukları hayat içinde başarılı olacak bir kabiliyette yetiştirmek
için bir programın hazırlanmasına ihtiyaç olduğu belirtilmiş ve dört sene olan
ilköğrenimin beş seneye çıkarılması uygun görülmüştür. Projede yer alan meslek
derslerinin ilkokullarda bütünüyle öğretilmesinin mümkün olmadığı, ancak sanat
ve bir iş için kabiliyetlerin esas olduğu ve kız okullarının, kızların ev
kadını olabilmeleri için gerekli pratik bilgilerin konulması gerektiği
belirtilmiştir.
Maarif
Kongresi 3. toplantısında "Ortaöğretim" konusu ele alınmış ve orta
dereceli okul programlarını ve özellikle idadî teşkilatı tartışılmıştır.
Kongrenin son toplantısında ilk ve ortaöğretimin hedefi ve programı hakkında
yapılan tartışmalar sonucunda tam bir görüş birliği sağlanmış, kongreye
katılanların tümü eğitimi sadeleştirmek, uygulanabilir hâle getirmek ve
mahallîleştirmek gerektiği üzerinde fikir birliğine varmıştır.
Maarif
Kongresi, önceden kararlaştırıldığı kadar bir süre çalışamadığı gibi,
gündemindeki konuların hepsini inceleyememiş, incelenen konular da yeterli bir
derinlikte ele alınamamıştır. Bunun nedeni, savaşın bütün şiddetiyle devam
etmekte olmasıdır. Ancak bu şartlara rağmen, ilk ve ortaöğretime ilişkin bazı
önemli konular tartışılmıştır.
Maarif
Kongresinde her ne kadar önemli bir karar alınamamışsa da dönemin ağır savaş
koşulları altında Türkiye'nin önemli eğitim sorunlarına bu kadar geniş bir
katılımcı kitlesiyle tartışılması çok önemli bir olaydır. Kongrede Sivas Maarif
Müdürü Osman Nuri Bey'in Mustafa Kemal'e delegeler adına verdiği cevap ve
İstanbul'daki Muallimler Cemiyeti genel kurulunun kongreye gönderdiği mesaj, o
dönemin öğretmen anlayışını göstermesi açısından önemlidir. Gerek Anadolu'daki,
gerek İstanbul'daki öğretmenler, bağımsızlığın ve çağdaşlaşmanın öncüsü
olmaları gerektiğinin bilincindedirler. Bu konuda, hükümetle ve eğitim
bakanlığı ile aynı görüştedirler.
Yurtsever bir gençlik yetiştirmeye ve savaşın getirdiği yokluklara karşı
dayanmaya hazırlıklıdırlar. Öğretmenlerin birliği için çalışmaktadırlar.
1921
Maarif Kongresi, yeni bir kültürel eğitim hamlesi olarak Türk eğitim tarihine
kaydedilmiştir. Türk eğitim tarihinde çok önemli yere sahip olan 1921 Maarif
Kongresi, 20 yüzyıl başlarında ortaya çıkan milliyetçilik akımının yarattığı
birikimle kültür ve eğitimde Batı'ya ve ortaçağ değerlerine direnişi sembolize
etmektedir.
15
Temmuz 1921'de toplanan Maarif Kongresi, TBMM Hükümeti'nin ikinci eğitim bakanı
olan Hamdullah Suphi'nin eseridir. Hamdullah Suphi kongrede, kendisinin daha
önce çeşitli vesilelerle dile getirdiği görüşleri ve bakanlığının tasarılarını
kabul ettirmiştir. Kongreye Anadolu'nun değişik yerlerinden ancak çoğunluğu
Ankara'dan olmak üzere 180 - 250 arasında kişi katılmış ve kongreyi Atatürk,
ulusal eğitimin temellerini açıklayan konuşması ile açmış, bu konuşma ve mevcut
koşullarda bir eğitim kongresi toplanması, o günün basınında övgüyle ve
takdirle karşılanmıştır. İki hafta sürmesi planlanan kongre, Yunanlıların
Anadolu içlerine doğru ilerlemesi üzerine çalışmalarını yarıda keserek
dağılmıştır.
1921
Maarif Kongresi, diğer eğitim kurultayları gibi danışma mahiyetindedir. İlk ve
orta öğretimin hem içeriğini, hem öğretim sürelerini tartışmış, ancak varılan
sonuçları uygulayamamıştır.
Atatürk'e
göre millî eğitim, bağımsızlık savaşı kadar önemlidir. O, bunu Yunanlıların
Kütahya-Eskişehir üzerinden Ankara'ya doğru saldırıya geçtikleri günlerde ispat
etmiştir. Düşman bütün gücüyle saldırıya geçtiği sırada, 16-21 Temmuz 1921
tarihleri arasında, Ankara'da, millî eğitim-öğretim seferberliğini de
başlatmıştır. Bu hareketiyle hem eğitim-öğretime verdiği önemi göstermiş, hem
de iç ve dış kamuoyuna Türk Ordusu'nun başarıya ulaşacağına emin olduğu imajını
vermiştir. Bu dünya tarihinde hiç bir ülkenin yapmadığı, hiç bir devlet
adamının düşünmeye cesaret edemediği bir harekettir.
Atatürk,
hayatı boyunca eğitime ve eğitimcilere önem vermiş, her fırsatta öğretmenleri
ve öğretmenlik mesleğini yüceltmiştir. 1921 de toplanan Maarif Kongresi bunun
en büyük ispatıdır bu yönüyle de Türk eğitim tarihi açısından çok büyük önem
arz etmektedir.
1921
Maarif Kongresi, dünyanın yeni koşullarında, vatanı, ulusal birliği bir bütün
olarak ulusal varlığı tehlike altında olan Türk Ulusu için, yeniden dirilişe
güç verecek önemli bir olgudur. Türk Milleti için kurtuluş savaşının önemi ne
kadar büyükse, bu savaşın en bunalımlı günlerinde toplanan Maarif Kongresi'nin
de Türk eğitim tarihi açısından önemi büyüktür ve milli eğitim ve kültür
politikalarının mihenk taşını oluşturmaktadır.
Kaynakça
Akyüz,
Y. (2009). Türk Eğitim Tarihi (M.Ö. 1000-M.S. 2009), 14. Baskı, Pegem Akademi
Yayıncılık, Ankara.
Atatürk'ün
Söylev ve Demeçleri (ASD), Cilt I-III (Açıklamalı Dizin İle) (2006), 5. Baskı,
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları:1, Ankara.
Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi:21 Temmuz 1921, Maarif Kongresi, Pek Veciz Bir Nutuk.
Karagözoğlu,
G. (1985), "Atatürk'ün Eğitim Savası", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:2,
Sayı:4, s. 193-213, Ankara.
Milli
Eğitim Şuraları (1939-1993) , (1995), T. C. Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve
Terbiye Kurulu Başkanlığı Şûra Genel Sekreterliği. Millî Eğitim Basımevi,
Ankara.
Tonguç,
İ. H. (1946), İlköğretim Kavramı, Remzi Kitabevi, İstanbul.
KAYNAK:
Arzu KÖK / 1921 Maarif Kongresi (arzu-kok.blogspot.com, 24.11.2019).