Müzisyen, ses sanatçısı, sinema filmi oyuncusu. 20 Temmuz 1969, İstanbul doğumlu. Sarıyer İmam Hatip Lisesi'nin ardından Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Refah Partili yılarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte siyaset yapan kültür ve sanat dünyasının önemli isimleri arasında yer alarak; Sarıyer Milli Gençlik Vakfı İlçe Başkanlığı, Sarıyer Refah Partisi İlçe Başkan Yardımcılığı, Refah Partisi İl Gençlik Kolları Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 2011 genel seçimlerinde AK Parti'den milletvekili aday adayı oldu, daha sonra aktif siyasetin içinde yer almadı.
Sanat
ve kültürel alanda Türkiye’ye mal olmuş eserlere imza atmayı tercih Türkiye’de
ilk özel ulusal radyolar arasında yer alan Marmara FM in kurucusu ve ilk yayın
yönetmeni oldu.
Halen
Marmara Grup Yönetim Kurulu Başkanı olan Eşref Ziya, 2005 yılında THE İMAM adlı
sinema filminin başrolünde (Emrullah Hacıoğlu) rol aldı. Evli ve 3 çocuk babasıdır,
orta derecede İngilizce ile Arapça biliyor.
Müslüman
coğrafyasındaki zulümler ve başörtüsü yasağını konu edinen parçaları dillerden
düşmeyen Eşref Ziya Terzi, belediyelerin Ramazan etkinlikleri kapsamında da
sahneye çıkarak özgün müzik sanatçısı Boşnak sanatçı Zeyd Şoto, Abdülbaki
Kömür, Aykut Kuşkaya, Hakan Aykut, Taner Yüncüoğlu, Hasan Sağındık ve Ömer
Karaoğlu' ile birlikte söylediği ilahi ve ezgilerle 11 ayın sultanı Ramazan'ı ihya
edenler arasında yer aldı.
Kitapları:
Hiç'lerden
Bir Hiç (2017).
Albümleri:
Kan
Gibi
Yol
Boyunca
Klasikler
-3
Klasikler
-2
Beyaz
Bir Ölüm
Klasikler
-1
Olmadı
Dost
Sen
Ağlama
Hasret
Gülleri Enstrümantel
Hasret
Gülleri
Popüler
Şarkıları:
Şehadet
Uykusu
Ayrılana
Dek
Sensiz
Söyle
İstanbul
Ne
Hallerdeyim
Kalksam
ve Dirilsem
Kabe
Yollarına
Sevda
Dedim
Yollar
Senindir
Şehide
Ağıt
KAYNAKÇA:
Eşref Ziya Terzi kimdir? - Eşref Ziya Terzi AK Parti'den aday adayı oldu (Eşref
Ziya Terzi kimdir?, 14.03.2011), Eşref Ziya Terzi ile Söyleşi (efendidergi.com,
25 Ağustos 2018), "İstanbul'da Ramazan" etkinlikleri kapsamında
düzenlenen "Ezgi Gecesi", Sultanahmet Meydanı'nda yapılacak
(haberler.com, 01.06.2019), Eşref Ziya albümleri (muzikdinle.com.tr,
09.07.2019), Eşref Ziya (sinematurk.com, 09.07.2019), Eşref Ziya (esrefziya.com,
09.07.2019).
EŞREF ZİYA TERZİ
İLE SÖYLEŞİ
Efendi Dergi
25
Ağustos 2018
Selamun
aleykum Efendi Dergi okurları.
Siz
değerli gençlerimiz, abilerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz için İslami ezgi ve
marşları adeta insanı kaldırıp diriltecek bir coşkuyla seslendiren, sanatçı
kişiliği, siyasi duruşu,“The İmam” filmi ile sinemacılığıyla da gündemde olan,
80 ve 90’ların sevilen ve benimsenen seslerinden Eşref Ziya Terzi ile sizler
için bir sohbet havasında röportaj yaptık. Beraberce özlemlerimizden, anılarımızdan,
hayallerimizden, hayal kırıklıklarımızdan ve beklentilerimizden konuştuk. Neler
yapalım, nasıl yapalım, nelerden uzak duralım, nelere yaklaşalım dedik. Neler
konuşmadık ki… Biz sizlerin yerine de merak ettik ve sizlerin de okurken keyif
alabileceğinizi düşündüğümüz, sizlerin de yer yer gözünüzü yaşartacak, yer yer
düşündürecek, güldürecek ve belki kızdıracak noktalara özenle değindik.
Çocukluk ve gençliğimizde İslami şuurun ses soluk bulmuş hali olan Eşref Ziya
Terzi ile sohbetimize soğutmadan buyurun o zaman…
“Seyfullah
Yılmazsoy ve Kadir Şahin’e teşekkürler…”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Selamun aleyküm hocam. Öncelikle bizleri ağırladığınız için Allah razı olsun.
Eşref Ziya
Terzi:
Aleykümselam.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Efendi dergi adına ve İnsaniyet Mektebi adına teklifimizi kabul ettiğiniz için
müteşekkiriz hocam sizlere. Hocam genç okurlarımız sizleri tanımak istiyorlar.
Öncelikle onların sizleri tanıması adına bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Eşref Ziya
Terzi:
1969’un sonlarında, 70’in başlarında İstanbul’da doğdum. Aslen biz aile olarak
Bayburt’luyuz. Annem babam Bayburt’lu. Yaklaşık yarım asır öncesinden
İstanbul’a yerleşmişler. İstanbul 4. Levent’te dünyaya geldim ama gençliğim
İstinye’de, Sarıyer’de geçti. 1987-88 yıllarında Sarıyer İmam Hatip Lisesi’nden
mezun oldum. Mezun olduğum yıl Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne
girdim. 1992-93 sezonunda da oradan mezun oldum. 89’lu yıllarda bant
tiyatroları ile beraber eserler seslendirmeye başladım. Bu eserler neticesinde
15 taneden fazla solo albümüm var. Yaklaşık olarak camiamızda 100’den fazla
albüme katkıda bulundum. 93 yılında on arkadaşımızla beraber Marmara FM
radyosunu kurduk. İlk genel yayın yönetmenliğimi yaptım. Yine 1995’li yıllarda
Marmara Ajans’ı kurduk. Daha sonra biz Marmara Müzik olarak yolumuza devam
ettik. İşte biraz önce bahsettiğim gibi 111-115 tane kadar Marmara Müzik’ten
albüm çıkardık. Camiamızın tanıdığı isimlerin çoğu bizim firmamızdan çıktı.
İşte İbrahim Sadri, Mustafa Cihat, Umut Mürare, Uğur Aslan, Erkam Mutlu, şuan aklıma
gelenler bunlar ve daha birçok isim… 1995’ten bu yana Marmara Müzik yoluna
devam ediyor. Benim de yaklaşık 1990 yılından itibaren 30 yıla yakın bir müzik
hayatım olmuş. Evliyim, üç tane çocuğum var. Çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Buradayız yine Marmara Müzik’te. Bir tane kitabım var Hiçlerden Bir Hiç adlı,
geçen yıllarda çıkardığım bir kitap. Bestelerimin sayısını hatırlamıyorum da
30’a yakın vardır.
“İlk zamanlar
müziğe karşı yaklaşımım olumlu değildi…”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Rabbim muvaffakiyetinizi artırsın inşaallah. Peki, hocam bu sahneye ilk çıkış
hikâyeniz nedir? Sizin altın çağınızı yaşadığınız dönemler genelde defli,
zikirli ilahilerin daha çok olduğu dönemlerdeyken, siz ezgiye farklı bir boyut
kazandırdınız.
Eşref Ziya
Terzi:
Benim stüdyo ile ilk tanışmam, bant tiyatroları vardı o zamanlar, ezgiler ya da
marşlar tarzında şeyler yoktu camiamızda. Bant tiyatrolarında mesela Gün
Batıdan Doğmadan, Hicret tarzında. Aslında bir radyo tiyatrosu tadında şeylerdi
onlar. Ama şimdi gençler tabi onları bilmiyorlar. O radyo tiyatrosu tadındaki
anlatımların arasında da ezgiler vardı. Ama daha sonra dinleyenler bu ezgileri
o kadar çok sevdiler ki yapımcılardan bunları talep etmeye başladılar. Bu
albümlerin olduğu bir kaset olsa diye, o zaman albüm değil de kasetler vardı,
yapımcıların da dikkatini çekmiş olsa gerek. Yapımcılar dediğimiz de
kitapçılardı yani. Öyle çok müzik şirketleri, müzik firmaları falan yoktu o
zaman. İslamoğlu Yayıncılık, Zaman Yayıncılık ve saire. Bant tiyatrolarında
benim ilk stüdyo ile tanışmam, Alim ve Tağut adlı bir bant tiyatrosuydu.
İslamoğlu yayıncılığın, Dr. Ramazan uçar beyin talepleriyle. Tabi ben Milli
Gençlik Vakfı Sarıyer şubesinde görevliydim. Yani orada hizmet veriyordum.
Hizmet veriyorum derken, oraya gidip geliyordum. Daha sonra da o vakfın
başkanlığını yaptım birkaç dönem. Orada ilk tanıştığımız Dr. Ramazan Uçar bey,
o da Milli Gençlik Vakfında ilde görev yapıyordu. Böyle bir bant tiyatrosu var,
sizin sesiniz çok güzel okur musunuz falan dedi. Benim ilk zamanlar müziğe
yaklaşımım çok olumlu değildi aldığımız eğitim vs. gereği. İkna ettiler ve
girdik stüdyoya. İşte “Sabırla sabırla seherlere sabırla, Sabrını, gönlünü
çilelere hazırla” diye başlayan bir eserdi. Çok güzel beğenildi, çok ilgi
gördü. Sonra İslamoğlu Yayıncılık bize bir albüm teklifi yaptı. Yani işte siz
bir albüm yapar mısınız bize falan diye. Ve biz ilk Kalksam ve Dirilsem ile
başladık. Kalksam ve Dirilsem inanılmaz ilgi gördü 1990-91’lerde. Milyonları
aşan tirajlara ulaştı. Korsanlarıyla beraber belki 2 milyonu gördü. Benim ilk
tanınmam, Kalksam ve Dirilsem’dir. Eşref Ziya Terzi isminin biraz biraz
duyulmaya başlandığı tarih. Ama asıl bizim gündeme geldiğimiz zamanlar, özel
radyoların çoğalmaya başladığı 1993’lü yıllardır. İlk özel radyolar çoğalmaya
başlayınca Akra FM, Üsküdar FM ve bizim 1993’te açtığımız ve benim ilk yayın
yönetmenliğini yaptığım Marmara FM ile beraber eserler gerçekten zirve yaptı.
Tabi siyasal yapı, Refah Partisi’nin yükselişi, siyasi platformla beraber bizim
eserlerimizin aynı paralelde devam etmesi hem siyasi partiyi büyüttü hem bizim
eserlerimizi büyüttü. Derken biz hem siyasi çalışmanın müziklerini de yapan, bu
hareketin içerisinde bulunan gençler olarak o siyasal yapının da her birinin
tanıdığı, İmam Hatip liselerinin tanıdığı gençler haline geldik.
“Ben
şöyle düşünmedim hiçbir zaman; ben sanatçı olayım, on binlere, yüzbinlere hitap
edeyim tarzında bir düşüncem olmadı. Benim bir davam vardı, anlatmak istediğim
şeyler vardı, Allah bizi bu yönde yürüttü…”
Kadir Şahin: Klişe olacak
ama peki bu teklif gelmeseydi ne düşünürdünüz gelecek adına meslek olarak?
Eşref Ziya
Terzi:
Yani ticarete yatkınlığım vardı. Ticaret yapabilirdim, öğretmenlik yapabilirdim
belki. Yani aslında, Allah sizi nerelerde görevlendiriyorsa siz o oluyorsunuz.
Benim için müzik, kendini ifade etme tarzıydı. Ben şöyle düşünmedim hiçbir
zaman; ben sanatçı olayım, on binlere, yüzbinlere hitap edeyim tarzında bir
düşüncem olmadı. Benim bir davam vardı, anlatmak istediğim şeyler vardı, Allah
bizi bu yönde yürüttü. Yani benim kabiliyetim doğrultusunda yine bir şeyler
yapardım kendimi anlatacak. Bu yazarlık olurdu ya da başka bir şey olurdu;
radyo veya televizyon programcılığı olurdu.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Peki hocam, kitap da yazdığınızdan bunun mukayesesini daha iyi yapabilirsiniz,
ilahilerle veya ezgilerle mi gündeme gelmek isterdiniz yoksa kitaplarınızla,
kendi yazdıklarınızla mı?
Eşref Ziya
Terzi:
Yani gündeme gelmeyi ben arzu etmedim hiç. Kader o çizgiye taşıdı. Şöhret
olalım, insanlar bizi tanısın diye başlamadık yani. Bizim bir meselemiz vardı,
bunu anlatıyorduk. Anlatırken insanların teveccühüne mazhar olduk. Bu teveccüh
bize “Marifet iltifata tabidir” cihetinden, bu iltifat bizim değişik marifetler
sergilememize sebebiyet verdi ve biz de kendimizi keşfetmeye başladık; bizde
böyle yetenekler varmış gerçekten. Ondan sonra aynı frekansta buluştuk
dinleyicilerimizle, gençlerle… Onlar bizi sevdiler ve bir yere taşıdılar.
Kadir Şahin: Öyle olması
daha güzel olmuş. Çünkü ben 2003’te liseye başlayacakken, Bakırköy
İmam-Hatip’te okudum, kapanma durumu vardı. Çok az öğrenci vardı. İmam
hatiplerin kapanma durumu vardı. O arada sizin Sevda Dedim parçanızı dinledik.
Onu dinleyip dinleyip öyle motive olduk.
Eşref Ziya
Terzi:
Geçen Senai Demirci bey aradı beni. Yanında Norveç’ten bir dernek başkanı bir
arkadaş varmış. Bak sana birisini vericem şimdi sana bir şeyler anlatacak dedi.
Hayırdır abi dedim, verdi telefona. Bir abi, şimdi ismini hatırlamıyorum.
Sizinle ilgili bir anımız var Eşref bey dedi. Burada bir kız kardeşimiz vardı
dedi. Tabi bu yıllar önce, yani yaklaşık bir on dört on beş yıl öncenin bir
hikâyesi. Biz burada eğitim veriyorduk, buraya Türk öğrenciler geliyordu, dedi.
Bir de Norveçli bir öğrenci buraya gelip gitmeye başladı, biz de onlara
(Müslüman öğrencilere) ezgiler, marşlar okutuyorduk, dedi. O Norveçli kız
kardeşimiz de ilk zamanlar gelip gitmeye başladı ama Müslüman değildi. Sonra o
gencimizi dört beş yıl sonra gördük, Müslüman olmuştu. Müslüman olduktan sonra
tabi klasik olarak şunu sorduk ona: Sizin bu hidayetinize vesile olan nedir? O
da şunu söylemiş, “Siz orada ezgiler söylüyordunuz. Onlardan bir tanesi, “Sevda
dedim bilir misin, göze almak ölümü, sevda dedim öyle değil, hiçe saymak bir
ömrü…” Bunu melodi olarak tabi önceleri söylemeye başlamış. Sonra bunun ne
demek olduğunu araştırmış. Burada ne anlatıyor, insanlar bunu dinliyorlar diye.
Ve ondan sonra hayatını sorgulamaya devam etmiş. Onun üzerine hayatını
değiştirmiş yani hakikaten. Şimdi bu benim için çok büyük bir mutluluk. Bu
tarifi mümkün olmayan bir mutluluk.
Kadir
Şahin: Sözleri size mi ait?
Eşref Ziya
Terzi:
Yok. Bizim bir kız arkadaşımız, kardeşimiz vardı. O Sakarya’dan yazıp
göndermişti. Bu müthiş bir anı yani benim için. Daha yakınlarda, geçenlerde
olan bir anı bu, çok taze. Bu da çok önemli bizim için.
“Çok ayağımıza
prangalar vuruldu, çok zamanımız alındı…”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: Bir hayra vesile olan onu yapan
gibidir.
Eşref Ziya
Terzi:
Aynen aynen. Böyle çok var ya mesela, konserlerde yanıma gelip, “Ben Kalksam ve
Dirilsem’le örtünmeye başladım, işte şu eserinizle belli bir istikamet üzere
oldum, Ağlama Karanfil bize moral verdi o günlerde…” tarzında söylemlere çokça
rastlıyoruz. Bunlar güzel şeyler. Elhamdülillah, biz söylenmesi gerekenleri
söylenmesi gereken yerden söylediğimiz için insanlarda da o karşılığını bulmuş
diye hamd ediyoruz, şükrediyoruz. Demek ki iyi şeyler yapmışız. Baştan tabi
bunlar çok kolay olmadı arkadaşlar. Çok eleştiriler aldık bizim camiamızda.
İşte müzik şöyle böyle, helal mi haram mı, bunlar caiz mi değil mi falan diye.
Çok ayağımıza prangalar vuruldu, çok zamanımız alındı, çok yorulduk yani bunu
topluma anlatmakta, kabul ettirmekte. Ama şimdi gelinen noktada tabi bunlar
kalmadı. Hatta bunları diyenler şimdi türkü, şarkı dinliyorlar, söylüyorlar ve
bizi de beğenmiyorlar. Yani öyle bir süreçti.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Şimdiki sorumuz da hocam tam da bununla alakalı. Bu İmam Hatiplerin baskı
altında olduğu dönemlerde veya kapalı bacılarımızın tesettürleriyle üniversiteye
alınmadığı dönemlerde, sizin ezgileriniz hemen hemen bütün dinleyenlerin bila
istisna tamamında neredeyse moral aşıladı tabiri caizse. Onları diriltti ve kıyama sevk etti. Sizler
bu misyonu yüklenmekle bu hayra vesile oldunuz. O dönemlerde gayretinizle
bunlara vesile olma noktasında Allah-ü Teâlâ sizlere bunları ikram etti. Bu
sizin açınızdan nasıl hocam, bunu değerlendirebilir misiniz?
Eşref Ziya
Terzi:
İşte biraz önceki Sevda Dedim hikâyesiyle de paralel şeyler yani bunlar.
Sonuçta biz bir mücadele içerisine girmiştik toplum olarak, gençler olarak,
Türkiye’deki Müslümanlar olarak. Dünya Müslümanlarının problemlerini de problem
edinmiş, bir duvarın parçaları olan insanlar olarak. Yani buradaki sıkıntı
hepimizin sıkıntısıydı. Sadece o genç kızlarımızın sıkıntısı değildi. O asıl
bizim için bir sıkıntıydı yani. Bir meselemiz vardı ve bunu savunmamız
gerekiyordu. Biz de onlarla beraber savunduk. Yani aslında biz,
dinleyicileriyle beraber büyüyen, dinleyicileriyle beraber bir istikamet çizen
insanlarız. Hep beraber öğrendik bazı şeyleri. Hep beraber aynı dirilişi
sergilemeye gayret ettik. O da çok güzel oldu. “Ağlama Karanfil” ile bir
topluma yol oldu, ışık oldu. Bununla ilgili de anılarımız var. Kız
kardeşlerimiz şu anda büyüdüler, çoluk çocuğa karıştılar ve “Biz o sıkıntılı
günlerde sizin bu eserinizle kendimizi motive ediyorduk.” dediler. Tabi bu
bizim için sevindirici bir şey. Bizim de bu mücadelede ufak bir katkımız
olduysa ne mutlu bize.
Kadir Şahin: Bir Gün Gelir
parçası, o da sizin değil mi? Sözü, bestesi?
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi. Sözü bestesi bana ait.
Kadir Şahin: Çok güzel
gerçekten. O bizi umutlandırıyordu.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Ben hocam “Bir Güneş Doğuyor” parçanızı belki bir milyon kere dinlemişimdir.
Eşref Ziya
Terzi:
“Bir Güneş Doğuyor” benim 1994’te yaptığım bir eserdir. İlk ben onu Kadıköy’de,
Bostancı Gösteri Merkezinde okudum. Tayyip bey de oradaydı. O zaman il başkanıydı.
Orada çocukları da vardı, Bilal, Burak… Onlar daha küçüklerdi tabi. Daha ilk
defa yani, yeni yapılmış ve daha üçüncü kıtası da yazılmamış. Ben orada o gün
onu dört beş defa okudum. Bir defa okudum salon yıkıldı. Sonra bir daha, bir
daha… Bir Güneş Doğuyor orada kendisini göstermişti ve ondan sonra da Tayyip
beyin 1994’teki belediye başkanlığını kazandığı yerel seçimde kampanya müziği
idi. Bu günkü “Dombıra” gibi. “Bir Güneş Doğuyor” bandajları, çantaları, Bir
Güneş Doğuyor afişleri… Bir Güneş Doğuyor aslında bir slogan oldu. Yıllarca da
hakikaten beğenildi. Bugün konserlere de yine o eserle çıkıyorum ben.
Selamlamayı onunla yapıyorum.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Marş havasında da olduğu için çok büyük bir etkileyiciliği var.
Eşref Ziya
Terzi:
Aynen aynen. Benim de hayatımda Kalksam ve Dirilsem ile başlayan, Bir Güneş
Doğuyor ile beraber evrilen bir süreçtir o.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam bildiğiniz üzere Maher Zain olsun, Sami Yusuf olsun, dünya genelinde
bilinip bu alanda kendilerince bir gayret sarf etmeye çalışıyorlar. Sizler bu
alanda bir değerlendirme yapmak istediğinizde, onlara dair değerlendirme veya
eleştirileriniz ne şekilde olur?
Eşref Ziya
Terzi:
Yani tebrik ediyorum, takdir ediyorum. Sonuçta belli bir müziği geniş kitlelere
yayabildiler. Türkiye’de de Türkiye dışında da dinleyicileri var. Bunu elde
etmek kolay bir şey değil. Bu bir başarı ifadesi. Tebrik ediyorum ve zaman
zaman ben de dinliyorum arabamda, rastladığım zaman radyoda. Allah yollarını
açık etsin.
“Dini
hassasiyetler, görünürde bir muhafazakâr iktidar olsa da daha da gevşedi,
klavye mücahitlerimiz çoğaldı…”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Peki hocam siz 90’ların sonu ve 2000’lerin başı olan o dönemlerde, tabiri
caizse o altın çağınızı yaşadığınız, en meşhur olduğunuz dönemlerde siz olsun,
Abdülbaki Kömür hocamız olsun, Mustafa Cihat olsun. Sizler bizim için bir
Orhan, Müslüm, Ferdi babalar gibi zirvelerdeydiniz. O dönemlerden sonra sizleri
çok fazla meydanlarda görmedik diyebiliriz. Bunun özel bir sebebi var mıdır?
Bir hazırlık mı yapıyorsunuz toplumumuz için?
Eşref Ziya
Terzi:
Şöyle ki, bu biraz da siyasal ve toplumsal hareketlilikle de alakalı bir şey.
Bizim mesela o zirve dediğimiz yıllarda siyasi atmosfer de öyleydi.
Türkiye’deki İslami gelişme de zirvedeydi. Herkeste bir uyanış, bir diriliş, bir
aşk, bir şevk vardı. Dolayısıyla ezgilerimiz de öyleydi. Siyasal çalışmalar,
insanların birbirlerine tebliğ aşkı çok farklıydı. Sonra işte 28 Şubat süreci
ve 28 Şubat’ın bizim üzerimizden, dindar kesimin üzerinden silindir gibi
geçmesi insanlarımızı bir duraklattı. Daha sonra da 28 Şubat sürecinden sonra
da Ak Parti’nin iktidarı, Ak Parti’nin bütün topluma hitap etmesi, dindar
hareketten daha muhafazakâr harekete evrilmesine neden oldu. Birazcık daha
yumuşattı yani toplumu. Dini hassasiyetler, görünürde bir muhafazakâr iktidar
olsa da daha da gevşedi diyelim. Mesela başörtüsü daha farklı bir şeye evrildi,
toplumda namaz kılmayan mücahitlerimiz çoğaldı, klavye mücahitlerimi çoğaldı.
Derken, daha böyle sloganik, daha böyle ayağı yere basmayan, daha tekdüze, daha
hafif, daha böyle sözde kalan bir dindarlık gelişmeye başladı. Hal böyle olunca
biz müzik çalışmalarımıza devam ettik ama toplumun beğenileri ve gidişatı
farklı yönlere doğru, bahsettiğim muhafazakâr çizgiye doğru yumuşayınca bizim
yaptığımız çalışmalar daha geride kalmış gibi oldu. Oysa biz hiçbir dönem ara
vermedik. Biz hani, her yıl albüm yaparken iki üç yılda bir albüm yapmaya
başladık ama o bahsettiğim sebeplerden dolayı sanki daha geri kalınmış gibi
oldu. Oysa bugün elhamdülillah konserlerimize ilgi alaka var yine eserlere.
Tabi ki bu günkü gençlerin beğenileri değişiyor. Biz artık 20’li yaşlarda
gençler değiliz yani. Yaşımız ilerliyor. Yaşımız ilerlediği için yeni yetişen
gençler, yeni yetişen kuşak, onların beklentileri, hayata bakışları falan daha
farklı. Bugün yeni yeni arkadaşların çıkıp o gençliği elinde tutabilecek bir
yere ulaşması lazım. Daha genç arkadaşların bu müziklere sahip çıkıp, kendisine
bir kitle oluşturması gerekli. Biz misyonumuzu biraz yavaş yavaş tamamlıyoruz.
“Olmadı Dost albümü
olmayan şeylerin, hayal kırıklıklarımızın bir manifestosudur!”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Şu anki sekte sürecini, “Marifet iltifata tabidir, müşterisiz metaa zayidir”
kabilinden mi değerlendirmemiz gerekiyor?
Eşref Ziya
Terzi:
Tam olarak o anlama gelmese de benim söyleyecek sözüm varsa çıkıp söylüyorum
yine toplumda. Ama dünyadaki İslami gelişim de farklı noktalara kayıyor. Siz
bugün çok radikal söylemleri gidip de böyle güzel bir ofiste oturup, iyi bir
arabaya binip, iyi bir evde oturduğunuz zaman “Hindikuştur dağları mücahittir
adları…” diyemiyorsunuz yani. Deseniz de bir şeyi ifade etmiyor. Ya da hayal
kırıklıklarınız var. Hindikuştur dağları mücahittir adları diyorsunuz, Ruslar
gittikten sonra oradaki mücahit guruplar birbirlerinin ölülerine tekme atmaya
başlıyorlar. Bu sizi yıpratıyor, hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Mesela benim
“Olmadı Dost” albümü, olmayan şeylerin bir manifestosu gibidir yani aslında.
Biz şöyle dedik, böyle dedik ama olmadı yani. Bir manifestodur aslında o.
Bakalım tabi Türkiye’deki İslami gelişim, İslami hareket nereye evrilecek, onu
bilmiyoruz tabi.
Seyfullah
Yılmazsoy: Hocam bu dedikleriniz üzerinden bir soru sorsak, yani bu küresel
değişim şu anki muhafazakâr kesimi de vurdu. Yan bu inkâr edilemez bir gerçek.
Eşref
Ziya Terzi: Muhafazakâr oldu. Yani dindar Müslüman muhafazakâr olmaz. En son
olacağı şey muhafazakârlık. Müslüman devrimcidir. “La” diyerek başlar. “La
ilahe” diyerek tüm ilahları reddederek başlar. Böyle mevcut düzenle problemi
olan bir Müslümanın muhafazakârlaşması en büyük problem.
Seyfullah
Yılmazsoy: Devrimden muhafazakâra doğru evrilmek bizlerin düştüğü hali
gösteriyor. Ki size bu konu hakkında şu soruyu sorsak herhalde cevabını tahmin
edebiliriz az çok. Kendinizi o dönemin devrimciliğine mi daha yakın
görüyorsunuz yoksa şu dönemin muhafazakârlığına mı?
Eşref
Ziya Terzi: Şimdi şöyle arkadaşlar, ben 20’li yaşlarda bir gencim, bir idealim
var, bir söylemi seslendiriyorum. Tabi ki biraz üst perdeden söylüyorum bunu.
Belki boyumu aşan şeyler söylüyorum, belki haddimi aşan şeyler söylüyorum,
belki en son söylemem gereken şeyi söylüyorum ama gencim. Öyle söylemem
gerekiyor. Ama artık o kadar şey yaşadıktan sonra, artık 40’lı yaşları devirip,
50’li yaşlara merdiven dayadığım zaman ben bir gencin aksiyonuyla şeyler
söylemem! Doğru da olmaz. Çünkü ben bazı şeyleri görmüş geçirmişim. Bazı
şeylerin itidalli olması gerektiğini söyleyebilirim. Çünkü yaşadığım şeyler
var. Ama diyorum ki, o radikallik tarzında, o sertlikle de birileri yine
söylemeli. Yine gençler çıksın o şeyleri söylesin. Çünkü bu günkü gençleri, bu
tarz şeylerle ancak belli bir yerde tutabilirsin. Bunlar yine İsrail, Amerika
bilmem şu bu, yine sertlikle söylenmeli. Ama bunu 20’li yaşlardaki gençlerin
söylemesi daha doğru olur. Bizimki birazcık daha itidalli şeyler olmalı artık.
Hani yaşımızın da gereği. Ama yine de bir ayağı tabi o İslami değerlerde
olarak.
Kadir Şahin: Bu soruyu
açarak sormak istiyorum da. Şimdi o dönemler zordu. Cidden çok çileler vardı.
Bazı şeyleri gerçekleştiremiyorduk. Hayallerini kuruyorduk, zordu ama bir
mücadele vardı dediğiniz gibi. Ama şuan Allah’a şükür rahatız. Size bu
yaşadığımız kolaylık mı yoksa o zorluk mu daha tatlı geliyor?
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi tabi o zorluk daha tatlı geliyor. İşte bu rahatlık da ben birazcık, umut
sendromu diyorum ona. Yani işte minibüse atlayıp bir toplantıya gitmek, otobüse
binip konsere gitmek, belki yarım yamalak ses düzeni ile o programa çıkmak, o
program sonrası o heyecan tabi ki o güzel bir şey. Onu hepimiz özlüyoruz yani hayatımızda. Belki
o zamandaki bizi özlüyoruz. Şimdi bana bir arkadaş yaklaşıp “Abi eski ezgiler
olmuyor” falan derken ben de “Sen eski sen misin ki?” diyorum. Sen eski sen
değilsin ki. Sen eski sen olmadığın için, ezgiler de eski ezgiler değil yani.
“Tayyip beyin
çıkışlarını çok önemsiyorum. Şu ana kadar onun yaptıklarını yapabilmiş bir
lider yok. Bir sistemin tamamına itiraz ediyor.”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam dediniz ya ben eski beni özlüyorum diye. İbn Hacer El-Askalani der ki:
“Keşke gençliğim bana geri dönse de yaşlılığın bana ne eziyetler ettiğini ona
anlatabilsem.” Bu sözü söylerken bunu murad ederek mi söylüyorsunuz? Hem şu
anki yaşlılığın gençliğinize mukayesesi hem de şu anki sanatınızın veya şu anki
sanatınızın o dönemdeki sanatınıza ilgisiyle mukayesesini.
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi aynen. Aslında her dönemin kendi aksiyonu, kendi içinde güzel. Yani o
dönem bir mücadele dönemiydi. Aslında bu dönem de bir mücadele dönemi olmalı,
ama şimdiki bazı şeylere ulaşımınız kolay. Rahatlık içerisinde talepleriniz
eskisi gibi olmuyor. Ya da siz mesela söylediğiniz zaman insanlar size şunu
söylüyorlar, “İyi de abi ne eksik ki zaten? Ne yapalım, elimize kılıç alıp
ortalığa mı dökülelim?” diyorlar. “Cumhurbaşkanımız İmam Hatipli, bakanlar
kurulumuz şöyle, her şey serbest, ne yapalım?” diyorlar. O zaman siz ne
diyorsunuz? Diyorsunuz ki o zaman kendinizi yetiştirin. Kuran okuyun. Kuran’la
meşgul olun, kitap okuyun, ilminizi arttırın, ama içinizdeki o mücadele aşkını
diri tutun… Tamam, her şey iyi ama Türkiye’de istediğimiz bir düzen kuruldu mu?
Nihayete erdik mi, bitti mi her şey? İyiliği emredip kötülükten sakındırmak,
emr-i bil ma’ruf bitti mi yani? Türkiye değil sadece tabi. Aslında muhatap
Müslüman da değil yani. Kitle kalkıp, “Din yalnız Allah’ındır” deyinceye kadar
demek, tamamen hepsinin Müslüman olması anlamına gelmiyor. Bütün dünyanın hepsi
Müslüman olmayacak zaten, hiçbir zaman olmayacak. Kıyamet koptuğu zaman da
olmayacak. Ama Müslüman adaleti tahsis etme konusunda davranmalı. Mesela
bugünlerde Tayyip beyin çıkışları. Çok önemsiyorum ben. İnanılmaz önemsiyorum.
Buna bir siyasi parti şey olarak da bakmıyorum yani. Aslında bir sistemin
tamamına itiraz ediyor. Ve şuana kadar bunu yapmış bir lider yok. Yani aslında
sistemin temellerine dinamit koyuyor. Onlar dolara saldırmadı aslında, biz
dolara saldırdık.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam konu siyasetten açılmışken, sizin siyasetle gençlik dönemlerinizde hemhal
olduğunuzu hem biliyorduk hem de sizler söylediniz. Hatta yakın tarihte aday
adayı olduğunuzu da biliyoruz. Peki, hocam sanatla siyaseti birleştirme
noktasında bize neler söyleyebilirsiniz?
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi ben siyasetin içerisinde bulundum hep. Ben Erbakan hocamızın rahle-i
tedrisinden geçmiş birisiyim. Şimdi sanat, siyaset, bunlar birbirinden ayrı kavramlar
değil. Siz hayatınızda bir mücadele içerisindesiniz. Bunun içinde sanat da var,
siyaset de var, ekonomi de var, evlilik de var, çocuk da var, zorluk da var
kolaylık da var… Siyaset bizim mücadele alanımız, kendimizi ifade alanımız.
Oradan bu ülkeyi dönüştürme, değiştirme hayalimiz yani. Bunu yapabileceğiniz en
yakın kavram o. Bununla toplumu dönüştürebiliyorsunuz yani. Eğitiminizi
gerçekleştirirken bir yanda da siyasetle, bir yandan da ticaretle meşgul
oluyorsunuz. Zaten Efendimiz (s.a.v.)’in de hayatı böyle değil mi? Bir
senkronize var, her şey var. Hem ticaret var, devlet yönetmek var, ahlak var,
her şey var.
Kadir Şahin: Benim sanatımda
zaten siyaset gizli mi diyorsunuz?
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi yani benim sanatım da, siyasetim de ifade tarzı.
Kadir Şahin: Elbette
insanlar eğlensinler diye söylenmiş ezgiler değil.
“Birileri
istediği kadar gömlek meselesi yapsın. Cumhurbaşkanımızın Milli
Görüş’çülüğünden şüphem olsa yanında durmazdım!”
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi ki. Siyasi söylemler de var benim hayatımda. Zaten bu benim hiçbir zaman
gizlediğim bir şey değil ki. Ben zaten onlarla var oldum. Ben onu inkâr edersem
kendimi inkâr etmiş olurum. Bütün bir geçmişimi inkâr etmiş olurum. Benim yine
dedim ya, durduğum nokta, ayağımı bastığım nokta Milli Görüş noktasıdır yani.
Ben söylüyorum Tayyip Erdoğan’ın, sayın cumhurbaşkanımızın, Milli
Görüş’çülüğünden bir nebze şüphem olsa hiçbir zaman onun arkasından gitmem
yani. Umurumda bile olmaz açıkçası. Ben o öyle olduğu için ona destek
veriyorum. O istediği kadar veya birileri gömlek meselesi yapsınlar. Ben onu
yakından da tanıdım, beraber yolculuk da yaptım. Hayata bakışını biliyorum, ne
yapmak istediğini az çok kestiriyorum. Birisinin bir şey söylemesi bir şey
ifade etmiyor.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam biz sizlerin sayın cumhurbaşkanımız ile tanışıklığınızı biliyoruz. Sayın
üstat Necmeddin Erbakan hocamızın rahle-i tedrisatından geçtiğinizi de
öğrendik. Pek hocam bunların muvacehesinde sizlerin Milli Görüş, milli görmek,
milli hareket etmek, milli kıyam kavramları hakkında neler söyleyeceğinizi çok
merak ediyoruz. Bu konu hakkında bizleri aydınlatır mısınız?
Eşref Ziya
Terzi:
Türkiye’de Erbakan hocamızın çizgisi bir evrilmedir yani. Son 40 yıla damgasını
vurmuş bir insandır. Son 40 yıla bir bakın, şöyle bir gözden geçirin. Sosyal ve
içtimai yapıda kimin damgası var? Erbakan hocanın damgası var. Bir çiçekle
bahar getirmiş bir insan. İşte onun talebeleri şuan iktidardalar ve onun
düşünceleri iktidar olma yolunda tam olamasa da. İşte Amerika ile olan
görüşleri, bölgeyle ilgili olan görüşleri, hepsi birer birer çıkıyor.
Türkiye’nin rotasını, aslında bütün İslam dünyasının rotasını çevirmiş bir
insan. Batıya doğru giden bir gemiyi, tek başına eliyle, “Ya senin rotan bu
taraf değil, senin rotan, olman gereken yer burası!” deyip bir toplumu
dönüştürmüş bir insan. Hepimizi dönüştürmüş bir insan.
“The İmam filmi
bir tabuyu yıktı. İkincisini çekmek isteyen yönetmenler var.”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam siyaset dedik, sanat dedik. Tabi sanat deyince iş illa The İmam’a gelecek.
Sizler “The İmam” ile çok ciddi bir önyargıyı yıktınız ki bu önyargılara çokça
maruz kalan birisiyim. İlahiyatçı kimliğimle, uzun saçımla çokça önyargıya
maruz kalan biriyim. Bu önyargıyı yıkarken muhtemelen birçok önyargıya da maruz
kalmışsınızdır. O dönemde bu film ve size olan tepki nasıldı? Ve hocam, şuan o
filme benzer bir film teklifi gelse veya The İmam’ın ikincisi çekilse mesela
kabul eder misiniz?
Eşref Ziya
Terzi:
Şu an ikincisini çekmek isteyen yönetmenler var. Gelip gidiyorlar benim yanıma
çekelim falan diye. Ama ben senaryo konusunda çok titiz olduğum için şimdiye
kadar bir adım atmadım. Ama bahsettiğiniz gibi The İmam’ın ana felsefesi
hadis-i şerife dayanır. “Allah sizin cisminize, suretinize, yakışıklılığınıza
bakmaz. Kalplerinize ve amellerinize bakar. Orada anlatılmak istenen de oydu.
Aslında mesela bizim Hacı Feyzullah tiplememiz Türk sinemasının hacı tiplemesi
değildir. Yani filmi izlediğinizde görüyorsunuz, Hacı Feyzullah aslında samimi
bir Müslüman ama gelenekçi ve anne babasından öyle bir din eğitimi görmüş.
Çocuğuna öyle bir din eğitimi vererek doğru bir şey yaptığını düşünüyor. Kötü
bir insan değil özüne bakıldığı zaman. Hatta işte orada Emre’nin arkasından
konuşulduğu zaman, bir saniye diyor, bu bize yakışmaz arkasından konuşmak diyor.
O kadar da şahsiyetli bir insan. Evet, ama biz The İmam’da ciddi bir tabuyu
yıktık yani. İmamlar nasıldır Türk sinemasında, eciş bücüş adamlar yani. Böyle
üçkâğıtçı, onun karısına kızına bakar, bilmem şu bu… Bir şeyden anlamaz, cahil…
Bir anda böyle bir şey attık ortaya ve şoke oldu toplum. Benim havaalanında
bazen yanıma saçı uzun gençler geliyorlar, diyorlar abi işte biz senin sayende
artık şöyle yapıyoruz diyorlar, cemaat bize bir şey demiyor artık diyorlar,
işte bizimle kucaklaşıyorlar diyorlar, ben de motosiklet binmeye başladım
diyorlar. Baktım, bir özgüven gelmiş gençlere. Bunlar resmi imamlar, genç
imamlar. Böyle kendilerine bir güven gelmiş, bir şey olmuş. O filmden sonra
diyorlar, mesela televizyonda sıkça yayınlandığı için TRT’de vesairede, bir
güven geldi bize diyorlar. Cemaatin bize bakışı değişti diyorlar. Ben inanın bu
kadar karşılığını alacağımı düşünmemiştim. Orada anlatılmak istenen demek ki
bir şekilde muhataplarına ulaşmış.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Bir de hocam, siz o filmdeki etkiyle şekil Müslümancılığını yıktınız. Müslüman
motor kullanmayan, saçını uzatmayan, sesini kullanmayan, resim yapmayan bir
insan değildir. İşte Müslüman sarıklı, takkeli, cüppeli, bir şeyden anlamayan,
yalnızca Kuran okumayı bilen kişidir profilini gerçekten yıktınız. Biz
bunlardan dolayı sizlerden her daim müteşekkiriz gerçekten. Rabbim sizlerden
razı olsun.
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi, tabi. İşte şimdi bunun ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi
çekiliyor olmalıydı. Ama işte o zamanlar daha filmi izlemeden eleştirenler
oldu. Bakın o zamanki yorumlara falan, daha filmi izlememiş.
“The İmam Filmi,
Emre’nin Tekrardan Emrullah’laşma Serüvenidir. Aşağılık Kompleksini De Yıkan
Bir Filmdi…”
Seyfullah
Yılmazsoy:
The İmam ismi de çok eleştiri aldı neden İngilizce falan diye.
Eşref Ziya
Terzi:
O “The…”nın da kendi içinde bir eleştirisi var ama onu anlamıyor. İstiyor ki
orada direkt mesajlar verilsin. Ben mücahit Eşref Ziya diye çıkayım, ama o
filmin şeyi o değil ki. Mücahit Eşref Ziya diye çıkacağım filmler de olur. O da
ayrı bir durum. Ama o filmin anlatacağı şey belli. O film, bir saklanma
psikolojisini de anlatıyor. Bir insanın kendisiyle yüzleşmesini de anlatıyor.
Orada çok hassas, çok minik minik mesajlar var, ama direkt mesaja alışmış
toplum anlamıyor oradakileri. Orada diyor ki mesela sen neden gidiyorsun, ver
parasını gitsin birisi diyor arkadaşı Emre’nin. O da (Emre) diyor ki, o caminin
bana ihtiyacı yok, benim ona ihtiyacım var diyor. Hatırlayın yani filmi, arkadaşı
tamamen kapitalistleşmiş. Aslında o da kapitalistleşmiş. Emre de aslında
başkalaşmış. Emrullah ismini Emre yapmış, isminden çekiniyor… Ama diyor ki, o
caminin bana ihtiyacı yok, benim ona ihtiyacım var! Aslında Emre’nin tekrar
Emrullah’laşma serüvenidir o. O önyargılarından kurtulması, isminden
utanmışlığından kurtulması aslında yeniden tekrar kendine gelmesi hikâyesidir
o. Çok var öyle insan. Nerede oturuyorsun diyorsun mesela, Etiler’in arka
tarafında diyor. Etiler’in arka tarafı Armutlu. Niye Armutlu demiyorsun? Çünkü
Armutlu varoş bir yer. Etiler ile onu meşrulaştırıyor. Benim, yıllarca
Sultanbeyli’de oturup, Sultanbeyli’de oturduğunu söylemeye çekinen arkadaşlarım
vardı. Niye? Sultanbeyli varoş bir yer. Üsküdar’da falan diyor. Sen Üsküdar’da
oturmuyorsun ki Sultanbeyli’de oturuyorsun. Aşağılık kompleksini de yıkan bir
şeydi film aslında. Kız üniversiteyi kazanıyor mesela, böyle nasıl okuyacağım
ki zaten diyor. Bazı şeyleri sanatla verebiliyorsunuz. Ama o zamanlar tabi
eleştiriler falan oluyor ama o çok önemli bir şey değil. Siz toplumsal bir şey
yapıyorsanız, biraz geniş bir karınınız olacak. Siz mesela, topluma çıkıp da
söyleyecek bir sözünüz varsa artık her türlü eleştiriye alışkın olacaksınız.
Film yapıyorsanız, sanat, müzik, siyaset… Bu kaçınılmaz bir şey. O yüzden benim
çok umurumda değil. Eleştiriliyor yani. Her zaman eleştiriyorlar seni. Sahneye
çıkarken de eleştirebiliyorlar, sevmediği, çekemediği için de eleştiren var.
Bana bir konserde yine bir çocuk geldi genç, yanında da eşi var. Abi bana
hakkını helal eder misin dedi. Hayırdır falan dedim, ya abi ben senden nefret
ediyordum dedi. Ben de dedim ki ona, kız arkadaşın beni çok seviyordu o yüzden
kıskanıyordun değil mi dedim (gülüyor). Evet abi ya dedi. Nişanlım hep seni
dinliyordu ben de sana gıcık kapıyordum dedi. Şimdi evlendik ikimiz de seni çok
seviyoruz falan dedi. Ama ben o zamanlar sana çok kötü şeyler söyledim falan
dedi. Normaldir yani, hakkımız helaldir sıkıntı yok. Yani böyle şeyler de
oluyor.
Kadir Şahin: Filmde bir de
şimdi siz diyorsunuz ya imamlar biz rahatladık dediler diye. Aslında şu da var;
dine soğuk olan, dine tepkisi olan insanlar da örfünü gizleyince “böyle de
olabiliyormuş” dediler. Onlarda da bir sıcaklık oldu.
Eşref Ziya
Terzi:
En çok onlar izledi zaten biliyor musunuz? Ben soruyorum sen izledin mi, sen
gittin mi diye, o gitmemiş; bir
bakıyorum ben sinema sektöründe izlemeyen yok. Yönetmen, yönetmen yardımcıları,
okullarda sinema televizyonculuk okuyan öğrenciler falan hepsi biliyor. Kült
film olmuş.
Kadir Şahin: İlk gibiydi
türünde.
Seyfullah
Yılmazsoy:
İlk gibi de denmez bence ilkti. Ciddi bir algıyı yıktı yani.
Eşref Ziya
Terzi:
The İmam 2 olsa şimdi ilgi görür mü?
Seyfullah
Yılmazsoy: Fazlasıyla. Hatta ben bu noktada bir şey diyeyim. Ben Muhammed Emin
Yıldırım hocanın sohbetine gitmiştim hocam. O sohbette bir söz söylemişti. Altı
yıl oldu ve altı yıldır o sözün etkisinden hala çıkamadım. Dedi ki: “Toplumun
ifsadı sanal yolla olduysa, ihyası da sanal yolla olmalıdır. Siz ciddi anlamda
bir ihya hareketi başlattınız. Yani, kalkıp dirilme ile birlikte dirilttiniz
siz, bu diriltmeyi hem ezgilerinizle yaptınız Allah sizlerden razı olsun hem de
bu filmle. O yüzden şuan biz baktığımızda hocam gençler olarak, daha çok yakın
tarihlerde müşahede ettiğim şeyler bunlar, inanılmaz derecede ahlakı bozan,
insanları İslam’dan uzaklaştıran ve neslin tamamen ahlaki yönden yozlaşmasına
sebebiyet veren şeyler izliyorlar. Çok can sıkıcı filmler. Ve öyle şeylere
özeniyorlar ki, bir Müslüman evladı olduğunu düşününce yüreğiniz kararıyor. O
yüzden benim hem yönetmenlerimizden talebim hem de sizlerden talebim hocam,
sizler bunun devamını getirin ki isim vermeyeyim film olarak ama nasıl ki
onların üçü, dördü, beşi geliyor ve küfürlerle insanları güldürmeye çalışarak
ahlakı yozlaştırmaya çalışıyorlarsa sizlerin de bunların devamı vesilesiyle
ciddi katkınız olacaktır inşaallah.
Eşref Ziya
Terzi:
Öyle tabi ama film çok pahalı bir şey.
Bakın biz bu sinema filmine 1 milyon dolar para harcadık The İmam’a. Ve ben
bunu öz kaynağımdan kendi harcadım yani. Şimdi bir milyon dolarını feda edecek
bir Müslüman var mı? Ha tamam mesela, şimdi yapsanız belki bu kadar
harcamazsınız. Şimdi teknik gelişti, 35 mm çekmezsiniz dijital çekersiniz, bir
sürü imkân var ama yine harcayacağınız para bir buçuk milyon. Sinema çok pahalı
bir sektör. Yani bugün zenginlerimizin falan bunun önemini kavramaları lazım.
Sizler kadar onların da kavraması lazım. Sinema çok büyük bir sektör. Gidip bir
30-40 bin liraya bir albüm yapabilme gibi değil bu.
Kadir Şahin: Tabi şuan The
İmam 2 çıksa, Twitter’dan, Instagram’dan çok iyi anlayan bir imam olsa, şuan
gündemde olan şeyleri gençlere anlatabilse bu kadar faydalı olurdu.
“Din adamlığı
diye bir sınıf yoktur. Adam bilgisayar mühendisiydi, gitti namaz kıldırdı. Din
sadece imamın vazifesi değil…”
Eşref Ziya
Terzi:
Artık o bir imam değil zaten de. Bir imamlık diye bir şey de yok aslında. Bunu
da anlatıyordu o film. Din adamı diye bir sınıf yoktur yani. Adam bilgisayar
mühendisiydi, gitti namaz kıldırdı. Biz bunu da anlatmak istedik aslında.
İmamlık diye bir müessese yok. Sanki din imamın vazifesiymiş gibi. Bana göre
bir cami imamının görevi, camide namazını kıldırdıktan sonra başlar.
“…izinli gününde
camiye gelmeyen imamlar var…”
Namaz
memuru değilsin ki sen! Adam çarşamba günü mesela izinli gününde namaz
kıldırmaya gitmiyor. O gün izinliyse, evinde mesela lojmanda oturuyorsa camşye
gelmiyor. Geliyorlar camı tıklatıp çağırıyorlar, ben izinliyim bugün, izin
günüm benim diyor. İzin günün de sen zaten namaz kılmıyor musun?
Seyfullah
Yılmazsoy:
Zaten camide namaz kılması gereken kişisin. Hayatın şeytan üçgeni arasında
olmamalı; ev, cami, bankamatik arasında geçmemeli.
Eşref Ziya
Terzi:
Tabi. Ama artık yani kendisi de inanmış memur olduğuna.
Kadir Şahin: İnandığı gibi
yaşamayınca yaşadığı gibi inanıyor.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam inşaallah basiretli ve ferasetli zenginler, sizlere bu noktada gerçekten
yardımcı olur da çünkü buna şuan çok ihtiyaç var.
Eşref Ziya
Terzi:
İnşaallah nasip. Şuan gerçekten ciddi bir senaryo, “Evet! Budur! Yıllardır bunu
bekliyorum!” dediğim bir senaryo çıkarsa bunu çekmeye hazır yönetmenler var.
Sanat bizim için malayani bir şey gibi görünüyor. Biz öyle gördüğümüz için
sanat diğer kişilerin elinde kalıyor. Bizimkiler, “İnşaat, inşaat, inşaat ya
Rasulullah!” demişler. Şimdi ben sizi tebrik ediyorum gerçekten. Önceden biz
iki üç tane genç bir araya geldiğimiz aman dergi kurardık. Şimdi gençler bir
araya geldiklerinde ajans kuruyorlar. İlk müşterileri de devlet, belediyeler
falan. Şimdi gençlerin böyle dergi kurma gibi bir uğraşları yok yani, rafa
kalktı. Hemen ajans kurup para kazanma peşindeler. Bizim dönemimizdeki gibi de
değiller. Belki anne babaları tarafından hayatları garanti altına alınmış. Buna
rağmen daha çok kazanacak.
Kadir Şahin: Biz de hocam
gençlerin ilgisini çekebilecek şeylere yoğunlaşmaya çalışıyoruz. Mesela testler
düzenleyen siteler var. Çok fazla test düzenliyorlar kişilik testi gibi falan
ve çok ciddi tıklanma kazanıyorlar. Biz de dedik ki bunu İslami camiaya göre
yorumlayalım. Mesela siyer, internet testi on beş soruluk. On dört tanesini
çözüyorsunuz, yorumda size diyor ki “oo maşaallah çok iyisin, Allah seni
peygamber Efendimiz ile birlikte kılsın ahirette” gibi yorumlar. Bunlar çok ciddi
beğenildi, çok fazla kitleye ulaştı ve biz tefsir, ilmihal gibi çok değişik
dallarda testler düzenlemeye başladık ve birçok arkadaşlara ulaşıyoruz. Mesela
ben okulda açıyorum, ders zaten Efendimiz (s.a.v.)’in hayatı. Hadi o zaman test
çözelim diyorum. Hem dergiyi tanımış oluyorlar.
Eşref Ziya
Terzi:
Onlara The İmam filmini izletelim.
Kadir Şahin: Hiç aklıma
gelmemişti çok güzel fikir. (gülüyorlar)
Eşref Ziya
Terzi:
Ondan sonra üzerine yorum da yaparsınız. Ne anladık mesela bu filmden diye.
Çünkü her filmin aslında bir son cümlesi vardır. O film, o cümle, o ana fikir
için çekilir. Ve o cümle için çok mesaj verilir, çok sinsice şeyler yapılır.
Mesela Selahaddin Eyyubi’nin filmi var Cennetin Krallığı. İzlemediyseniz
izleyin bence. Tam olarak bir izleyin. Aslında o filmi de herkes över.
“Bir film doğru
okunmazsa, ateizmi güzel bir film diye izlersiniz!”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Aslında sanki biraz daha Hristiyan bakış açısıyla yapılmış gibi.
Eşref Ziya
Terzi:
Bence izle, izledikten sonra bir bak. Ben mesela Sadettin Acar var, onunla
birlikte gittim o film ilk çıktığı zaman. Nasıl buldun filmi dedim. Ya harika
yapmışlar, müthiş bir filmdi dedi. Peki, sende ne demek istedi film diye
sordum. Ya işte şöyle böyle anlattı. Film aslında ne diyor biliyor musun dedim.
“Tanrı olmasa her şey yolunda. Hep onun yüzünden bu savaşlar” dedim. Yapma yav dedi, ben hiç böyle
düşünmemiştim dedi. Yahu niye düşünmedin? Selahaddin Eyyubi de iyi, savunan da
iyi. Kötü olan ne? Selahaddin Eyyubi’yi de iyi göstermiş tamam güzel, ötekiler
de iyi. Niye peki bu savaş oldu? Adamın tamamen son cümlesi ateizm. Sen filmi
okumayı bilmesen sana ateizmi güzel bir film çektik diye yuttururlar ve senin
backgrounduna bunu yerleştirirler. Sen onu izledim zannedersin ama verdiği
mesaj başkadır yani.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Ben buna benzer şeyleri duyduğum için izlememiştim. Hıristiyan bakış açısıyla
bir Selahaddin Eyyubi diye.
Eşref Ziya
Terzi:
Sadece Hristiyan bakış açısıyla da değil. Tüm inançlara, Allah inancına aslında
karşı. Ama mutlaka izle o filmi. Madem sinemayla falan meşgul oluyorsun. Al
misal baştan sona kadar izle. Çok güzel aksiyon sahneleri var, her şeyi çok
güzel. Hatta Selahaddin Eyyubi böyle anlayışlı falan, çok da güzel gösteriyor
diye düşünüyorsun. Ama son cümlesinde, çıktığın zaman filmden, senin zihninde
kalan o.
“Kuran ve
Peygamber Efendimiz’in sünneti ile meşgul olun. Sonra idealleriniz uğrunda
sanat, edebiyat, ticaret yaparsınız…”
Seyfullah
Yılmazsoy:
Hocam bizlere zaman ayırdınız. Her filmin son cümlesi olduğu gibi röportajın da
son cümlesi olsun. İmam hatip mezunu olarak imam hatipli kardeşlerimize ve bir
ilahiyat mezunu olarak ilahiyatçı kardeşlerimize, Efendi Dergi okurlarımıza ve
İnsaniyet Mektebi takipçilerine neler söylemek istersiniz?
Eşref Ziya
Terzi:
Valla ben de teşekkür ediyorum buraya kadar zahmet ettiniz geldiniz. Ben hep
şöyle düşünüyorum; ilahiyatçı arkadaşlar da zaman zaman geldiklerinde röportaj
için, bana göre bütün üniversite okuyanların, mühendislikler dâhil hepsinin
ilahiyat okuması gerekiyor. Çünkü ilahiyat fakültesi okursa hayata çok daha
farklı bakacağını düşünüyorum, dine, hayata… Çift kanatlı bir kuş gibi olacak
diye düşünüyorum. Çünkü ilahiyat okumak onu özgürleştirebilir. Meseleye
yukarıdan bakabilir. Mesela dağa bakmak başka bir şey, dağdan bakmak başka bir
şeydir ya. Dağa bakan dağı görür ama dağdan bakan her şeyi görür. O yüzden
benim ilahiyattaki arkadaşlarıma ve okurlarımıza söyleyeceğim söz şu; Kuran’la
meşgul olmaları. O, onların fehimini müthiş şekilde açacak yani. Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in sünnetiyle meşgul olmaları… Önce burayı öğrenmesi lazım, buraya
yoğunlaşması lazım diye düşünüyorum. Ondan sonra idealleri uğrunda sanattı,
edebiyattı, ticaretti gelir yani.
Seyfullah
Yılmazsoy:
Çok teşekkür ederiz.
Kadir Şahin: Teşekkür
ederiz.
KAYNAK:
Eşref Ziya Terzi ile Söyleşi (efendidergi.com, 25 Ağustos 2018).