Petrol mühendisi, insan hakları savunucusu, yazar, aktivist. 1955, Sivas doğumlu. Türkiye’nin ilk başörtülü milletvekili Merve Kavakçı’nın eski eşi. İstanbul Teknik Üniversitesi Petrol Bölümü mezunu. Lisansüstü öğrenimini ABD'deki The University of Texas at Auistin'de tamamladı.
Bekir
Lütfi Yıldırım, 25 yıl Washington'daki ABD Patent Dairesi (US Patent and
Trademark Office)'nde Rafineri Patentlerinden sorumlu başmühendis, patent
inceleyicisi (Primary Patent Examiner) olarak çalıştı, 2004 yılında Türkiye'de
döndü. Dünya Üstün Zekâlılar Topluluğu
(MENSA) SPE (Petrol Mühendisleri Odası) Pi Epsilon Tau (Petrol
Mühendisliği Onur Topluluğu) gibi birçok grubun üyesi ve aynı zamanda İHH
gönüllüsü oldu.
Şimdilerde
yazar, aktivist, araştırmacı. Yazıları Türkçe’de bekirlyildirim.wordpress.com,
Cemaat.com, Star Açık Görüş ve oradan kopyalayan bir çok yayında, İngilizce’de
gene bu blog, Daily Sabah, American Muslim, Middle East Affairs Journal, Soundvision
gibi yayınlarda yayımlandı.
Evli
ve iki çocuk babasıdır.
Merve Kavakçı
ile Evliliği:
Bekir
Lütfi Yıldırım, 29 Ekim 1999’da Merve Kavakçı ile evlendi. Ancak anlaşmazlıklar
çok geçmeden kendini gösterdi ve çift şiddetli geçimsizlik sebebiyle 2005’te
boşandı.
1999’da
Merve Kavakçı ile evlendiğinde Washington’da gayet başarılı bir kariyeri olan
bir teknokrat idi (primary Patent Examiner idi titre). Rafinerilerle alakalı
patent veriyordu. Gerek önceki Texas yıllarında, gerek orada Türklerle
ilişkileri sınırlı idi.
1999
yılı sonlarından itibaren Necmettin Erbakan, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül,
Bülent Arınç, Hayreddin Karaman, Zahid Akman, İbrahim Kalın, Beşir Atalay, Ömer
Çelik, Nazlı Ilıcak gibi yazar ve siyaset çevresinden “önemli kişiler” ile
tanıştı.
Milletvekili
Aday Adayı:
2015
genel seçimlerinde AK Parti'den İstanbul 3. bölge milletvekili aday adayı oldu,
listeye giremedi.
Niçin
aday olduğunu şöyle açıklamıştı:
"Nihai tahlilde ahlaki doğruculuk, siyasi
doğruculuktur" sloganıyla hareket ettiğini belirterek, "Ne ABD
yıllarımda ne de tekrar İstanbul'daki son 11 yılımda herhangi bir siyasi
pozisyon düşüncem olmadı.
Siyaseti
kenardan takip etmeye ve imkan verildiği ölçüde yazılarımla siyasilere, kanaat
önderlerine, konuşma mevkiinde olan dava temsilcilerimize ve daha çok da
muhaliflere mesajımı ulaştırmaya çalışmakla iktifa ettim.
Başbakan
Ahmet Davutoğlu'nun verdiği "Liyakat" ve 'Yolsuzluk yapan kardeşim
olsa kolunu koparırım' mesajlarının cesaretlendirici olduğunu belirten
Yıldırım, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da geçmişten beri yaptığı
"Emaneti ehline teslim etme" vurguları ve üç dönem sınırı gibi
milletin hukukunu, yakınlık ve hatır ilişkilerine tercih eden ilkeli duruşlar
manzumesi adaylığım için uygun ortamın olduğu sonucuna götürdü."
Odatv’ye yaptığı
açıklamalar:
Nisan
2015’te odatv’ye yaptığı açıklamalarda aday seçiminde yaşadıklarını anlatarak,
tepkisini dile getirdiği gibi bazı olumsuzluklara dikkat çekti.
Bu
açıklamalarda ayrıca; Washington’da
11 yılı aşkın yaşamasına rağmen Türkiye Büyükelçiliği’ndeki sosyal etkinliklere
katılmadığını; ama pek çok Filistin, Bosna, İran, Irak, Lübnan vd. ile alakalı
protestoya, toplantıya, kampanyaya katıldığını da belirtmiştir.
Sosyal Medya
Hesapları:
bekirlyildirim.wordpress.com
www.facebook.com/bekir.l.yildirim
KAYNAKÇA:
İstanbul Milletvekili Aday Adayı Bekir Lütfi Yıldırım (uzhaber.com, 19 Mart
2015), Merve Kavakçı, Tayyip Erdoğan ve diğerleri... (odatv.com, 10.04.2015), Bir
eski AKP’linin Odatv’ye itirafları sürüyor: AKP adaylarını nasıl belirledi
(Odatv.com, 13.04.2015), Erbakan’la sahte isimlerle bir araya geldik (Odatv.com,
15.04.2015), About (bekirlyildirim.wordpress.com, 29.06.2019).
Önce
Yıldırım’dan size söz edelim.
Kamuoyu
Bekir Lütfi Yıldırım'ı eski Refah Partili Milletvekili Merve Kavakçı'nın eski
eşi olmasından dolayı tanıyor.
Oysa
Yıldırım İslamcı Camia'da birçok özelliğiyle çok bilinen bir isim.
Yıldırım
1955 Sivas doğumlu.
İstanbul
Teknik Üniversitesi Petrol Bölümü mezunu olan Yıldırım, lisansüstü öğrenimini
ABD’deki The University of Texas at Austin’de tamamladı. 25 yıl bulunduğu
ABD'de uzun yıllar ABD Patent Dairesi’nde Rafineri Patentlerinden Sorumlu bas
mühendis olarak çalıştı. Yıldırım, 2004’te Türkiye’ye döndü.
Yıldırım
bir İHH Gönüllüsü. Star'dan Sabah'a yazıları birçok yayında yer aldı. İslamcı
kesimde tanınan bir fikir adamı.
Ve
son dönemde AKP'den aday adayı olmasıyla gündemde.
Ancak
AKP'nin içinde Yıldırım'ın ifadesiyle "çürüme" damatları, şarkıcıları
vekil adayı yaparken Yıldırım'ın dışarıda kalmasına neden oldu.
Bekir
Lütfi Yıldırım Odatv'ye yakından tanıdığı Camia'yı anlatmaya devam ediyor.
İşte
bir eski AKP'li olan Yıldırım'ın kendi deyişiyle fırtınalar koparacak
"itirafnamesi"nin 2. Bölümü:
“İtirafmanem”in (bu ifade bana ait ama “olay
yaratacak” ifadesi editörün) önceki kısmına ait bir bir tashih de “damatlara”
referans yapmayışım. Yazıda da benim ağzıma konulmuş değil ifade ama okuyucu
böyle anlayabilir, geçmiş tecrübelerden bilirim. Örneğin ne “gazeteciyim” dedim
kimseye ne “Sivaslı iş adamı”, ne de kimseye aldığım yüzüğün fiyatını bir
Allah’ın kuluna söyledim 16 yıl kadar önce ama, insanlara sorarsanız...
Damat
referasını aşağıda yazacağım ama farklı bir damata, benim tertip Merhum
Muhsin’in (Yazıcıoğlu) damadı. Berat Albayrak’ın adaylar arasında en
kapasitelilerden biri olduğu kişisel kanaatim; akrabalık durumuna
bakılmaksızın. Atalarımız boşuna dememiş “ortaokul mezunu mali müşavire mağlup
olmuşsun, Harvard’lı Berat’la uğraşmak neyine” diye.
Ve “neden bunları şimdi söylüyorsun” şeklinde
gelen veya kafalarda oluşan soru üzerine not: Bunları diyenlerin tamamı beni
tanımayanlar ve blog yazılarımı kısmen olsun okumamış olanlar olduğunu
belirteyim. Susmak söz konusu değildi
ama , içerden biri yaklaşımı (kendi vehmim), fikrin sorumluluğu, biraz da,
evet, “kol kırılır, yen içinde kalır”
düşüncesi, alternatfsizlik vb saikler söz konusu, ki bunları da blog
yazılarımda yazageldim. Lütfen bloguma müraacaat ettikten sonra
(http://bekirlyildirim.wordpress.com) eleştrileriniz varsa iletiniz.
Ayrıca
asker arkadaşım, Sivas’tan mahallelim, arkasından “sözüne güvenilirliği,
mertliği” üzerine güzel sözler söylediğim (Bkz.
https://bekirlyildirim.wordpress.com/2009/04/01/muhsin-deniz-metin-ernesto-ve-ahmet/
ve
https://bekirlyildirim.wordpress.com/2009/03/27/muhsin-yazicioglunun-ardindan/)
ama ne entellektüel kapasitesinden etkilendiğim, ne de “70’lerdeki eylemler”(!)
ve 28 Şubat’ta doğru duruşu dışında ülkeye kayda değer hizmeti dokunduğunu
düşündüğüm, Muhsin Yazıcıoğlu’nun kendisini, eşini, çocuklarını bırakın, damadı
kadar ederimin olmadığını öğrenmek, başlı başına tepkimi anlaşılır kılması
lazım.
Ezcümle,
“aday gösterimediğin için mi” diyenlere kısa cevabım. Evet. Yüksek yerlerdeki
dostlara kullandığım ifade ile “Havard’lı simitçilik görevi” tevdi edildi.
Dünkü kısımda özgeçmişime bir ilave yapmam lazım, konuyla ilgisine binaen:
Sahasında (Petrol) dünyanın en iyi lisanüstü programı kabul okula, tama yakın
bir matematik-mantık puanı (GRE) ile
(800 üzerinden 780- ki o zamana kadar hiç bir Türk erişememiş idi) girdim ve
MENSA (Dünya Üstün Zekalılar Kulübü) üyesiyim. Gerisine hacet yok. Zaten
“grafik yarışmasında mansiyon ödülü" alan aday adayına yenilen bir CV
fazla bahsetmeye değmez.
MERVE KAVAKÇI’YI
HARVARD’A BEN SOKTUM
Ve
sıkı durun, flaş flaş! Maçamın kendisinininin yakınına dahi gelemediği Merve
Kavakçı’yı Harvard’a ben soktum; sekiz “essay”‘i (verilen farklı konularda
kompozisyon, bir çeşit sınav) onun yerine yazarak- ki bacının “başarılarının” çoğunda bu pattern
kendini tekrar etmiştir- birileri onun yerine yapmıştır çoğu işleri, konuşma
metinlerinden IPU’daki davasının kadar metninin tamamı bu şimdi “persona non
grata” ilan edilen fakir tarafından yazılanlar, yapılanların sadece küçük bir bölümüdür.
ABD’nin
pek de akademik saygınlığı olmayan Howard Üniversitesi’nde sosyal sahalardan
birindeki doktorası da orada sözügeçen Süleyman Nyang vd. ABD’deki, İSNA gibi
İslami topluluk önderlerinin “tavassutu” ile mümkün olabilmiştir. Harvard’ın
essayi benden, bursu da gene ABD’deki İslami topluluklardan, referans mektubu
Merhum Erbakan’dan, mükafat da sevap da, tüm aileye yetecek kredi de “asrın
sümeyyesine”.
Kısacası
“mağduriyet” (ki bu konuda herhalde kendisine benden fazladestek olan bir tane
Allah’ın kulu yoktur) fazlaca zararlı olmamıştır kendisi ve ailesinin ikbali
açısından. O sıralarda (99 sonu) gazetelerdeki “ABD’ye girişte tutuklanacak”
habrlerinden korkarak ABD’ye girmeye korkan Hanımefendiyi ikna ederek ve tüm
sorumluluğu alarak Kanada üzerinden benim ABD’ye soktuğumu, orada yerleştirip
kendisi, çocukları, kardeşi, yeğenleri için gayet karlı bir yolu da benim
açtığımı ilave etmeliyim, madem “ifşaatlara” başladım. Netice’de başlangıçta
Washington benimdi, gayet başarılı bir kariyerim ve hizmet ettiğm bir dava
vardı (ki bun en iyi kendisi bilir), sonçta Afrika yerlileri ve beyaz adam
misali Washington onların oldu; benim kariyerim sonlandı. Sayelerinde ve
hayatım alt üst oldu. Jurnalcilik mi? Evet ve devamı var.
BANA BYE BYE
DİYEN EŞ
TC
Vatandaşlığına da tam zamanında –Ecevit onu engllemek için- vatandaşlık
yasasını değiştirme tekifini (Merve Yasası) Meclis’e vermeden, atik davranıp
nikah yaptığımızı ve son verilen TC vatandaşlığını da kendisine kazandırdığımı
da ben söyleyeyim- kendisi unutmuş gözüküyor, yazdıkları, söylediklerinden.
Sayelerinde adımın “hülle” kelimesi ile anılması, Ermeniliğim, Aleviliğim,
rakıcılığım, viskiciliğim gibi kendim, ailemin maruz kaldığı iftiralar ve
çektirilen bir bizim bir de Allah’ın bildiği zulümleri de gerekirse
detaylandırırım.
“Bunlar
söylenir mi eşin için yapmışsın” değil mi? Evet aile fertlerimden dahi bunu
diyenler oldu. Söylenmez tabii, eğer o eş senin kalp krizi, 10 saatlik üçlü,
problemli bypass, aort kapağı değiştirme sonucu hayatta kaldığın halde kendisini Harvard’a sokan, konuşmalarını, yazılarını
yazan,sekreterlik, şöförlük, öğretmenlik
ne gerekiyorsa yapan kocaya, Harvard’a kapağı attıktan sonra hiç bir
makul sebep yokken “bye bye” diyen eş
değilse. Ve bana kaşı İslami kesimin aldığı artık ancak nankörce ve düşmanca
hatta ihanet olarak tavsif edilebilecek tavrın arkasındaki aktörlerden olmasa.
*************************
Şimdi
sadede gelebilirim. AK-erler (benim adlandırmam- paralellik olsun diye) ile
Hizmet-erleri arasındaki en temel fark:
Hizmet
erleri “bugün efendimiz için ne yapabiliriz” diye sorarken ; AK Erler
“efendimize hizmet ediyor görünmek için ne yapabiliriz” diye sorarlar.
Bu,
taşıma suyla dönen medyamızdan, SETA ‘ya, İnsight Turkey’e, diğer gavurca yayınlardan, başdanışmanlara
(sahi neden herkes başdanışman? Siz hiç sadece “danışman” duydunuz mu?
Amerikalılar’ın ifadesi ile, “Kızılderilli şefi çok, Kızılderili yok”) bol kazançlı afilli titreli işlerdeki herkes
için geçerlidir.
AK
PARTİLİNİN AK PARTİ PATRONLARI’NA PROPAGANDASI
Bakınız
son bir kaç yıl içinde Parti’nin keşfettiği dış dünyaya tanıtım faaliyetlerine.
Fethullah erlerinin yaptığının onda
birini yapan kimse yok. İngilizce yazılar dahi Tayyip Bey-Ahmet Bey
okusunlar diye yazılıyor; gavur okusun, öğrensin diye değil. Oralardaki
yayınlara op-ed (misafir yorum) yazabilecek teçhizatta bir elin pamaklarını
geçmeyecek adam varsa da bu tür zahmetli
işlere giren yok. Koca milyonlarca dolar bütçeli “public diplomacy” daireleri,
dış işleri diplomatları, düşünce kuruluşlarının tamamının dış basında tek bir
Mustafa Akyol kadar esamesi okunmuyor. Biliyorum bu sadece Mustafa’nın
çalışkanlığı veya yazma kabiliyetinin – ki gayet iyi kullanır onlara hitap
dilini- eseri değil, muhalif oluşu ama, “naapalım herkes AK Parti düşmanı”
deyip elleri yana silkmekten başka işiniz yoksa, aldığınız milyonları iade edin
veya bu işten anlayanların önünü kesmeyin; eğer misyonunuzun şuurunda iseniz
tabii.
Benim “projelerimden” (ki kelimeyi pek sevmem) biri idi bu işe el
atmak, aday adaylığı beyanımda ifade ettiğim gibi (Zihni mülkiyet, enerji ve
yüreğime en yakın olan sokak hayvanları diğer ilgi ve bilgi alanlarım idi).
Belki Washington Post’a, LA Times, New York Times’a gönderdiğim ama yayınlanmayan op-ed‘ler “TBMM,
Dış İlişkiler Komitesi” veya “Amerkan Dostluk Grubu Üyesi” vb. titrler
taşıdığında yayınlanırdı; zaten 40 yıldır yaptığım iş, pozisyonumdan dolayı,
yayına değer bulunabilirdi. Veya direkt anlatırdım oradakilere, onların
anladığı dille, milletvekili pozisyonunun sağlayacağı imkanlar sayesinde. Zira
orada işlerin nasıl işlediğini de geçmişte TBMM Dış İlişkiler Komitesi başkanı
yapılan Murat Mercan’dan da Egemen Bağış’tan da çok iyi bilirim. Bunlar test
edilebilir iddialardır -ki benim aday belirleme sürecinde kimsenin dikkate
almadığı önerim de objektif bir liyakat ölçüm kriterinin- bir çeşit sınav da
denebilir- en azından bir ön eleme aracı olarak kullanılması idi. Bu olmadan
“liyakat” veya “ehliyet” veya “temsil kabiliyeti” (ki liyakat zaten bunları içerir
Hocam) nasıl ölçüldü bilemiyorum.
Teşkilatlar
temayülü ve ancak olduktan sonra haberim olan, STK’lar temayülü ise “tam bir
fecaat” idi. Bir sonraki bölümde bunun da altın dolduracağım, merak edilmesin.
Tekrar
Gülen-Ak Parti kıyaslamasına dönersek, Fethullah’ın erlerinin dış dünyada AK
Parti-Türkiye aleyhinde propagandada ulaştığı başarının tek sebebi “beşinci kol
faaliyeti” değildir –ki buna da ilk işaret edenlerdenim. Bizim aksimize oradaki
siyasiler her “düşmanının-düşmanıyım” diyeni baş tacı yapmaz. Fethullah’tan
önce Fethullah’ın yaptığını yapan Hişam Kabbani’yi (Şeyh Nazım Kıbrısi’nin
damadı/halifesi) ciddiye almadılar. Benzer konumdaki i Kore’li Hristiyan Sung
Myung Moon’a da çok sınırlı kredi verdiler; o da Washington Times’ı alacak
kadar çok parası olduğu ve özellikle üniversite öğrencileri arasında ciddi bir
örgütü olduğu için.
Bugün
Fethullah’ın Washington-New York piyasasındaki değeri gerçekten varlığını onun
varlığına armağan etmiş, hizmet
erlerinin sadık çalışmaları sayesinde elde edildi. İsrail dışında hiç bir dış
entite her hangi bir konuda 80 kusür senatörün imzasını alamaz. Nokta. Buna
ülkeye ihanet diyebilirsiniz ama bu tam açıklayıcı değil. Bu faaliyet en az 20
yıl önce başlamış idi. Bizim medyadaki, Parti’deki “sadık dava adamlarını”
haberdar ettim geçmişte bu faaliyetlerden ama Hüseyin Üzmez olayında olduğu
gibi kimse , ilgi göstermedi testi kırılana kadar. Sadece Ali Bulaç “bilgileri
gönderin” dedi bir defasında, gönderdim; ses soluk çıkmadı akabinde. Zira
dönemin AK-hizmet erlerinin birinci kaygıları “Erdoğan’a-Parti’ye nasıl kendimi pahalıya satarım” idi.
AK-erlerin hizmetleri ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
“padişahım sen çok yaşa “ demeyi sadakat ölçüsü olarak alıp, “acı söyleyen dosta” pek hoş bakmayan
tabiatını istismar eden “hizmetlerle” sınırlı kaldı. Ahmet Kekeç’in
yeni Türkiye’yi her gün bir kaç kanal ve yazılı yayında “lan Hasan, sen ne konşuyon” tadında anlatan
sözcü seçilmesini ama Akif İnan’ın pek de matah olmaması başka nasıl açıklanır?
TUZLUK
OLACAK KAPASİTEDE DEĞİLSENİZ
Teşkilatların,
bilgi, ahlak, dava bilinci, kültürüne bakıldığında pek de hoş bir manzara çıkmadığını bildiği
halde, Başdanışman Etyen Mahcupyan’ın CNN’de Şirin Payzın’a ifadesi ile “yüzde seksen teşkilatlar belirledi
adayları” olduğunda tabii ki Türk'ün Erdoğan-Davutoğlu’ya propagandası dışında bir faaliyet beklenemez.
SETAV’daki gençler bu duruma şöyle bir açıklama getirmiş idi adaylar
açıklanmadan önceki bir yazıda (benim mealim): Çeşitli, özel menfaat gruplarına
kontenjanlar dağıtılacak ama “fikir işleri” de bizim gibi az sayıda
“entelektüele” verilecek. Yani az sayıda iş yapan, az sayıda da fikir üreten
“inner sanctumdan” adam olacak, geriye kalan 150-200 kişilik kontenjan, oy
getirebilir düşüncesi ile veya el-kaldırma makinesi olmaya müsait,
“büyüklerimiz bilir” çapında, iyi bağlantılı
kişilere dağıtılacak. “İnner sanctum”dan değilseniz ve tuzluk olacak
kapasiteye de haiz değilseniz, allame-i cihan olsanız avcunuzu yalarsınız
diyordu (kişisel yorumum tabii). Bunu aslında Davutoğlu da demiş Sabah’tan
Müderrisoğlu’ya. (Bkz.
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/muderrisoglu/2015/02/26/ak-parti-aday-kriterleri-ve-siyasetin-gerce...)
O kısmı:
“Dün,
Meclis'te AK Parti Grup Toplantısı vardı. Kulis, aday adayından geçilmiyordu.
(Bu çok ilginç değil mi? Aday adayı ne yapar Meclis’te? Müracaat formunu orada
mı teslim ediliyor? –Beni temayül sürecinde İlçe Teşikilatı’na sokmayan Parti
bazı aday adaylarının bu ahlak dışı girişimine nasıl göz yumdu? Retorik soru-
BLY) Heyecan dorukta. Ama merak giderilmiş değil. Sorular birbirini izliyor...
MİLLETVEKİLİ
ADAY LİSTELERİ!
***
Macaristan
dönüşü Başbakan Ahmet Davutoğlu'na, aday belirleme kriterlerini sordum.
Başbakan, yığınla spekülasyonu ortadan kaldıran çerçeve çizdi, "Ehliyet ve
liyakat" dedikten sonra, içini şöyle doldurdu:
1-
Teşkilat tecrübesi. Teşkilattan güçlü bir damarın Meclis'te temsili.
2-
Devlet tecrübesi kazanmış isimlerdeki birikimlerin siyasi alana taşınması.
3-
Türkiye ölçeğinde varlıkları ile genel temsili güçlendirecek isimler bulunması.
4-
Kadın ve genç adaylara şans verilmesi!“
Ben
yazıyı, 2 hafta kadar önce okudum ve adetim olduğu üzre hemen yazara bir mesaj
yazdım; ecelime susamış olmalıydım!
*************
"Okan
Bey,
Yazınızı
yeni okudum. Benim gibi ne teşkilattan ne bürokrasiden ne de diğer patrimonyal
ilişkiler dairelerinden olan bir aday adayı için hayal kırıklığı yaratacak
türden idi. Zira Başbakan Davutoğlu'nun "liyakat", "siyasi
ahlak" ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "emaneti ehline teslim"
vurgularından cesaret alarak adaylık için başvurmuş idim.
Sn.
Davuoğlu "liyakat ve ehliyet" demiş ama "altını doldurması"
pek de bu başlıkla uyuşur cinsten gelmedi. Altını "teşkilat ve
bürokrasi" olarak doldurmuş zira.
Oysa
benim liyakatten anladığım:
1.
Akıl, zeka, feraset, basiret, ahlaki omurga, ilkelilik, kalibre, çap gibi
kelimelerle ifade edilen karakter.
2.
Müktesebat-birikim
3.
Dava şuuru ve sadakati
Bunların
hepsi de delillendirilebilir, objektif olarak ölçülebilirdir.
Teşkilatlardaki
durumun "fecaat" (bizim medyadan bir meslekdaşınızın ifadesi)
olduğunu Sn. Davutoğlu bilmiyor olabilir. Kendisi de teşikilattan gelme değil.
Kısaca en iyilerimizi çeken yerler değil teşkilatlar ve temayül sürecinde
yaptıkları tam bir utanç vesilesi.
Bürokrasi'ye
girmek ve yükselmek de en onur verici yöntemlerle olmuyor. Şimdi bu
"tecrübeyi" bir de vekillikle "mükafatlandırmak" 2023
vizyonu, restorasyon gibi hedeflere varmakta ne kadar katkı sağlar emin
değilim.
Ümitlendirici
işaretler değil bunlar hasılı. "Ahmet Hoca'" gibi bir entellektüel
dava insanından daha farklı bir "liyakat-ehliyet" tanımı beklerdim
kısacası.
"Bunları
bana neden söylüyorsunuz kendisine söyleyin" dediğinizi duyar gibiyim. O
sorunun cevabı "Kulis aday adaylarından geçilmiyordu" cümlenizde.
Bırakın TBMM'de lobi yapmayı, yaptırmayı ben bir ilçe başkanndan randevu
alamadım ve hiç bir "tavassut" teşebbüsünde bulunmadım. Medya'da
reklamımı yapacak "dost gazeteci" de yok.
Göreceğiz
"çürüme"nin hangi safhada olduğunu.
Hayırlısı
Selamlar
Bekir
Lütfi Yıldırım"
Öte
yandan, Hizmet Erleri’nde “bizi alkışlayan herkes bizdendir” mantığını
göremezsiniz. Bir kere AK Parti’nin teşkiltlarına paralel, dışarda başarıyı
yakalayamamış, kendisini, ailesini Belediye veya diğer devlet kurumuna
yerleştirme, ihale takibi gibi hizmetlerle iştigal eden, kimileri TBMM sırasın
bekleyen, kendİsine faidesi dokunmayacak adaya kapıyı gösteren
türden bir teşkilat yapısı yoktur. Elemanlara liyakat, yani Fethullah’a hizmet
kapasitesi ile doğru orantılı rütbeler verilir. Örneğin Osman Özsoy gibi
kapasitesiz, bir Prof. Dr. pit-bull olarak dahi istihdam edilmez pek. Onun
yerine Faruk Mercan, Kerim Balcı, Ekrem Dumanlı
gibi kapasiteli gençler öne sürülür. Bu kişilerin Fethullah’a sadakatları göstermelik değil
kalbiidir ve gerekli müktesebat ile mücehhezdir her biri. Şimdi bunları son
transfer süper-star , Panama’yı Nikaragua sanan, Noriega’nın kim olduğunu bilmeyen bol “fact”
lı yazılar döşenen Cem Küçük veya Sevilay Yükselir veya Canan Barlas ve oğlu ile
karşılaştırın. Anlarsınız meramımı.
AK
Parti-Teşkilatlar sisteminde girdinin büyük bölümü mitinglere adam toplama hizmeti karşılığında
o teşkilatlardaki kişilere giderken, Fethullah Örgütü’nde karın tokluğuna
çalışır hizmet erleri, fazla mal götüren fazla vergi verir. Bizim Parti’de ise
“zekat tarifesi” veya biraz fazlasıdır uygulama, kesin bilgi değil tahmin.
Ezcümle,
yağcılığın, vasatizmin, olmak yerine görünmenin matah olduğu bir döneme girildi
AK Parti’de de.
Gene
Siyonist olmasına rağmen, mizah kaabiliyetini takdir ettiğim Wood Allen’in bir
sözü ile bitireyim:
“Hayatın
yüzde doksanı görünmekten ibarettir”
Bu
da bonus:
“Ben
Harvard’a gittim. Öğlen yemeği yedim”
(Devam
edecek)
KAYNAK:
Bir eski AKP’linin Odatv’ye itirafları sürüyor: AKP adaylarını nasıl belirledi
(Odatv.com, 13.04.2015).
Kamuoyu
Bekir Lütfi Yıldırım'ı eski Refah Partili Milletvekili Merve Kavakçı'nın eski
eşi olmasından dolayı tanıyor.
Oysa
Yıldırım İslamci Camia'da birçok özelliğiyle çok bilinen bir isim.
Yıldırım
1955 Sivas doğumlu.
İstanbul
Teknik Üniversitesi Petrol Bölümü mezunu olan Yıldırım, lisansüstü öğrenimini
ABD’deki The University of Texas at Austin’de tamamladı. 25 yıl bulunduğu
ABD'de uzun yıllar ABD Patent Dairesi’nde Rafineri Patentlerinden Sorumlu bas
mühendis olarak çalıştı. Yıldırım, 2004’te Türkiye’ye döndü.
Yıldırım
bir İHH Gönüllüsü. Star'dan Sabah'a yazıları birçok yayında yer aldı. İslamcı
kesimde tanınan bir fikir adamı.
Ve
son dönemde AKP'den aday adayı olmasıyla gündemde.
Ancak
AKP'nin içinde Yıldırım'ın ifadesiyle "çürüme" damatları, şarkıcıları
vekil adayı yaparken Yıldırım'ın dışarıda kalmasına neden oldu.
Bekir
Lütfi Yıldırım Odatv'ye yakından tanıdığı Camia'yı anlattı.
İşte
bir eski AKP'li olan Yıldırım'ın kendi deyişiyle fırtınalar koparacak
"itirafnamesi":
“40
yıllık AK Partili’yim” derdim iki gün öncesine kadar. Aslında bunun bir tek
taraflı aşk olduğu yıllardır hissettiriliyordu bana, güçlülerle çoğunlukla eski
zevceden kaynaklanan mecburi dirsek temasları vasıtası ile. Taa 70’lerdeki İTÜ
yıllarımda, o zaman üniversiteye hakim “solcu anarşistlere” karşı tavizsiz,
özgür duruşum, “davanın” ruhuna ve fikirlerine hakimiyetim, eyyamcı , boş laf
ebesi tipleri açığa düşürdüğü için sevmezlerdi beni “abi” konumundakiler o
günlerden.
Şimdi
zamanın eyyamcı, yağcı, ancak kendi dar odalarında slogan atabilen, karşı
gruplar tarafından deşifre edilmemek için okulda benden bucak bucak kaçan ve
bunu da “stratejik davranış” diye satan
tipler ya bakan oldular, ya müsteşar, ya vekil, ya da dönemin ganimetleri
ile müteahhid, “siyo” vs. pozisyonlarında cepleri doldurdular. Kimin “temsil
kaabiliyeti” olduğuna karar verici de onlar ve haklarında düşündüklerimi de
kendileri ile paylaştım direkt veya dolaylı olarak. Eee siz onlar olsanız beni
aday yapar mıydınız?
Üstümün
taa baştan çizilmesinde rol alan bir kaç kişi ve klikten bahsedeceğim şimdi.
MERVE KAVAKÇIYLA
EVLİLİĞİM HAYATIMI DEĞİŞTİRDİ
1999’da
Merve Kavakçı ile evlendiğimde Washington’da gayet başarılı bir kariyeri olan
bir teknokrat idim (primary Patent Examiner idi titre). Rafinerilerle alakalı
patent veriyordum. Gerek önceki Texas yıllarımda, gerek orada Türklerle
ilişkilerim sınırlı idi. Washington’da 11 yılı aşkın yaşamama rağmen Türkiye
Büyükelçiliği’nde bir tane “sosyal etkinliğe” katılmadım örneğin. Ama pek çok
Filistin, Bosna, İran, Irak, Lübnan vd. ie alakalı protestoya, toplantıya,
Kongre oturumuna, konferansa, kampanyaya katılmış idim.
Çok
sosyal ve İslami Camia’nın üst eşelonu ile kuvvetli aile bağları olan eş
durumundan dolayı 99 sonundan itibaren Merhum Erbakan’dan Tayyip Erdoğan,
Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hayreddin Karaman, Beşir Atalay, Ömer Çelik, Nazlı
Ilıcak , İslami yazarlar, ilahiyatçılar vd. “önemli kişiler” ile tanıştım zira
o zamanla da ben “onların dünyasında” yaşıyordum ve bir saldırıya karşı savunma
durumundaki bir neferin yapması gerekenlerin şuurunda olarak davranmak zorunda
hissediyordum.
“O
dava veya onların davası” uğruna ailem dahi feda edildi, sadece laikçiler değil
“bizimkiler” tarafından da. “Varlığım beyaz Müslümanlar’ın varlığına feda
olsun” dememiştim ama öyle oldu neticede. O çerçevede Türkiye’de başörtüsü
mağduru olmuş Nur Canan Bezirgan’dan, Başkent Kadın Platformu’na kadar pek
çokları için onların dahi bu güne kadar haberi olmadığı bir çok faaliyette
bulundum.
Zahid
Akman , Cemaat, Betül Atalay (Beşir Atalay’ın kızı), İbrahim Kalın, Akif Beki
vd. ile tanışmam da bu eş durumu sayesinde oldu. Akif hariç (Türkiye’ye döndü
kısa süre sonra) diğerleri pek yakın gibi duruyorlardı. Türkiye’den hastaları
geldiğinde, cenaze olduğunda ilk haber verdiklerinden idim Zahid’in. Bu hanımla
evlilik biter bitmez “seni tanımıyorum ki” pozisyonu aldı bu dini benimkinden
bütün “dostların” her biri. Oysa hiç birinden hiç bir “iş takibi” talebinde
bulunmamıştım, kimseden bulunmadım hayatımda. Belki de benim problemim buydu;
uymuyordum normlara.
ZAHİD AKMAN
Bu
arkadaşı 90’ların sonlarına doğru , Türkiye’ye geldiğimde Erbakan Hoca’nın
kurdurduğu “bizim kanal” olduğunu öğrendiğim Kanal-7’de gördüm. Ekim 99’daki
nikahımıza kabul edilen tek basın kuruluşunun muhabiri olarak gelmiş idi, orda
tanıştık. Sonra Akif Beki’nin yerine onun Washington’a geleceği bilgisi geldi.
O zamanki zevce (Merve Kavakçı), “Zahid Abim” ile ilgilenmemi, yardım etmemi
istediği için aradım ama “hele bi yerleşeyim, görüşürüz” dedi.
Görüştük
bilahere. Ve ailece dost olduk aynı camiada olaraktan. Ben onun evine bir kere
gittim ama kendilerini, İbrahim vd.‘ni
evimde bir çok defa misafir ettim. Abdullah Gül ve eşi geldiğinde de
onun evinde kalmıştı; beraber misafir olduğumuz ortak dost Dr. Hişam’ın evinden
oraya ben bıraktım.
Kendisinin
asıl adının Aykut olduğunu ama Mehmad Zahid Kotku’ya karşı Mevlana’nın Şems’e
aşkı gibi bir aşk beslediği için Zahid’e değiştirdiğini (resmi veya gayriresmi
bilmem) öğrendim. Bana “burdan haber geçmek çok pahalı abi; kamerası şu kadar
ışıkçısı şu kadar ondan haber işi yapamıyorum burdan” demişti. Kendisi de
çocukları da İngilizce öğrenmelerinin orda olma sebepleri olduğunu
söylemişlerdi. Çocukların bilmem ama kendisinin pek öğrenebildiğini sanmıyorum.
Bir
gün bize telefon etti ve eşime “Tayyip Bey bu akşam bizde yemekte olacak bize
gelmeyin” dedi. Ben de Allah Allah, biz her akşam onlara mı gidiyoruz ki böyle
bir dis-invite ‘a ihtiyaç duydu dedim. Çok garipsedim, zira evlerine sadece bir
kere davet üzerine gitmiş idim. Sonradan adamı tanıyınca şöyle manalandırdım:
Her zaman güce yakın durmayı şiar edinmiş karakterdeki arkadaş oradaki
arkadaşlarından bir kaçını Erdoğan’a prens olarak satmayı planlıyordu. Böyle
bir ortamda benim gibi ABD’nin siyasi sosyal yapısına en vakıf, sağlam dava
insanının orada olması istenmeyen sonuç üretebilirdi. Kısacası taa oradan önümü
kesmek istedi bu aracı, iş takipçisi, Deniz Feneri-Armada’cı vatandaş.
İBRAHİM KALIN O
GECE TANINDI
İbrahim
Kalın’ı da o yemekte sattı Tayyip Bey’e. Önce SETA kurduruldu, sonrası malum.
İbrahim’i de gene aynı eş durumundan katılmak zorunda kaldığım bir Fethullah
Gülen’in Rumi Forum toplantısında rastladım. Önce İranlı sanmıştım. Sonra
tanıştık. Kendisini birikimli, çok hünerli bulduğumu herkese söylerdim. Bir
üniversite kampüsünde arkadaşları ile verdikleri mini konsere o zamanki çalışma
arkadaşlarımdan Rick ile beraber gitmiştik, 70-80 km yol giderek, destek olmak için.
İbrahim
Kalın’ın prens hatta sağ kol rütbesine yükseltildiğini, Dışişleri Bakanlığı'na
hazırlandığı vb. olduğunu görmek gene de şaşırttı beni. Sebebi kapasitesinin
olmaması değil (ki İngilizce’ye de Türkçe’ye de çok hakimdir ve ifadelerini çok
dikkatli seçen, üretken bir arkadaştır, diğerlerinin aksine), fikir ve
duygularının pek de “Tayyip Çizgisi’nde olmadığını” düşünmemden. Benim
Woodbridge, Kuzey Virginia’daki (Washington banliyösü) evimdeki bir toplantıda
o ABD’nin 11 Eylül sonrası Müslümanlara yaptığı zulümleri kınayan ifadelerime
karşı çıkıp “bize yapılsaydı biz ne yapardık” türü ifadelerle, ABD’yi haklı
gösterecek kadar “ılımlı” bir duruş sergilemişti zira (Zahid de destek çıkmıştı
kendisine hatırladığım kadarı ile, her konuda aynı düşünürler idi). Kendisine
“Amerikancı” demek tespitlerimdeki objektivite özenimi ihlal eder ama “gayet
ılımlı” demek kifayet eder.
ZAHİD AKMAN'IN
İLGİNÇ İŞLERİ
Zahid,
İbrahim ve sonradan Türkiye’de ikinci daire prenslerinden yapılıp muhtelif
devlet ve İslami özel şirketlerin başına getirilen, ama paralelci çıkan, şimdi
Fethullah’ın üniversitelerinden birinde dekan mı ne- adını söylemeyeceğim
arkadaş, Refah’tan Erhan Yülek’in oğlu Murat Yülek, Abdullah Gül’ün yeğeni ve
Beşir Atalay’ın damadı Mirat Şatoğlu ve eşi Betül Atalay ve diğer bir kaç kişi
bir klik idi. Şimdi her biri de çalışma ve azimleri sayesinde devlette,
akademide veya özel sektörde gayet müreffeh ve güçlü konumdalar. Her zaman
söylerim “azmin elinden hiç birşey kurtulamaz”.
O
günlerde anlamlandıramadığım konulardan biri Zahid Akman’ın orada ne iş yaptığı
idi. “İngilizce öğreniyordu” ve çocukları okuyordu tamam da motorsikletle
Texas’a gitmeler , pek sık Avrupa, Türkiye ziyaretleri ve sahip olduğu 4 tane
araba bir tanesi van-minibüs gibi bir şey neyin nesi idi; neden ihtiyaç vardı,
sordum “buraya gelen misafirlere falan veriyorum” gibi bir cevapla geçiştirdi.
"ADAMLARINI
HER PAHASINA KORUMAK"
Deniz
Feneri ile alakasının olduğunu bilmezdim, hiç bahsetmemişti. Doğrusu Deniz
Feneri Davası çıkınca “yok daha neler, iftira. Alman oyunu “ vs diyenlerden
değildim. Bülent Arınç da değildi hatırladığım kadarı ile. Konu kapatılmasaydı
öğrenecektik hepimiz ama Tayyip Bey’in en önemli özelliklerinden biridir
“adamlarını her pahasına korumak”. Son olarak arkadaşı, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın Orta, Güney Amerika Turu’nda gazeteci olmadığı halde The Uçak’ta sağ
tarafında oturuyor gördüğümde bunu bir daha teyid ettim. Belki bizim
siyasetçilerle Batılılar arasındaki en önemli farklardandır bu “kişiye sadakat”
iyisi ve kötüsü ile.
Bu
“dostların” her biri de Merve Kavakçı kendisini Harvard’a sokup, benim kalp
krizi-bypass ameliyatım akabinde “adios” demesi ile birlikte hep bir ağızdan
adios dediler hepbir ağızdan. Artık “the güç” ile akrabalık alakam kalmamıştı
zira. Bunun İslam fıkhındaki hükmünü nerden bileyim ben fakih de onlar,
cennetin sahibi de. Bu süreçte tanıştığım, her biri derviş geçinen birçok insan
sanki bir yerden emir gelmiş gibi “Müslüman kardeş” hukukunu bırakın, minimal
evrensel terbiye, adab-ı muaşereti dahi ihlal edecek ölçüde bir yok sayma hatta
kabalık tavrı aldılar şahsıma karşı. Ondandır yazılarımda sıkça vurgularım: Din
referans değerini kaybetti; ille de ahlak, ille de ahlak!
EŞ, DOST,
AKRABALIK İLİŞKİLERİ
Tesadüf
bu ya aday adaylığım sürecinde AK Parti teşkilatlarından, mülakat
komisyonlarına kadar herkes aynı tavrı aldı şahsıma karşı; bunları blogumda
anlattım sanitize edilmiş, çok dikkatli bir üslupla. Beraber bir Tv programına
katıldığım bir “dost anket şirketi” yöneticisine durumu naklettiğimde “kesin
sizin üstünüz çizilmiş” dedi.
Edindiğim
bilgiler ve intibalar odur ki. Zahid Akman, Merve Kavakçı, İbrahim Kalın ve
kontrol edebildikleri, yönlendirebildikleri karar verci “inner sanctum”
dakilere üstümün çizilmesi telkininde bulundular. “Beyaz Müslümanlar”
arasındaki patrimonyal ilişkiler ağını birazcık bilenler “çarkın” nasıl döndüğünü,
kime ihale verilecekten kim hangi işe alınacak , kimin kızı kime verilse iyi
olur gibi kararların hangi mekanizmalarla alındığını, “kulübe” girmenin,
derecelerin verilişinin, üstad-ı azam olmanın gereklerini vs. az çok bilirler.
Örneğin gazetelerde sık, sık suret-i haktan görünüp torpilin, eş dost,
akrabalık ilişkileri ile mevkilere gelmenin ne kadar günah olduğunu ayetli
hadisli fıkhını anlatanların her birinin bir kaç kontenjanı vardır bürokrasi,
ihaleler, vekillik vs.’de ve her biri de
bu kontenjanı tepe tepe kullanırlar. Merve Kavakçı da kardeşi Ravza Kavakçı da
bu “Beyaz Müslüman Locası”nın üstad-ı azamlarının tavassutu ile oralara
gelmişlerdir. Tıpkı, babaları, dayıları, sülalelerinin çoğu gibi “devlet baba”
çok şefkatli davranmıştır onlara.
DAYILAR:
Çok
dayıları vardır ama sadece iki tanesi biyolojik. İkisi de İTÜ’den Erbakan’ın ve
biraz da Demirel, Turgut-Korkut Özal vd.'nin arkadaşları olmalarından ve
Demirel’in “Turancım, Orhancım” diye hitab edeceği kadar (Erbakan’ı siz düşünün
gaari) devletle gayet yakın
olagelmişlerdir. Adından nerde ise hiç bahsedilmeyen M. Kavakçı’nın ifadesi ile
“Sabancılar kaç para, Türkiye’nin gizli zengini dayım” olan Turan Güngen devlette edindiği görevler
sonrası armatör olmuş ve şimdi çocukları yüzlerce milyon dolarlık bir deniz
taşımacılığı imparatorluğuna hükmetmedirler. Tabii ki bu durumda milyarder
yapılanlar da mutad olduğu üzere artık İslam’la mislamla pek alakaları
kalmamıştır. Komisyon mu vermekten bıkarlar, yoksa paranın rengi yok mu bilmem;
zenginin malı züğürdün çenesini yorar.
Küçük
dayı Orhan Güngen ona göre mütevazi
bir servet edinebilmiştir, Belediye , İSKİ, diğer devlet ihaleleri, ihale alıp
başkasına satma (çantacılık mı deniyor?),
devletin yardımı ile açılan kapılardan edinilen Libya işleri vs. yardımı
ile. “Mütevazi” dedikse abisi ile kıyasladığımdan, sizin benim gibi züğürtlerin
ölçüsü ile çook zenginlerdir her biri de. Eeeh hem bu kadar zengin olacaksın,
hem İslami Loca’nın saygın üyelerinden olacaksınız, hem fakih, İslam Hukukçusu
ve aynı zamanda eski DPT üst düzey memuru olacaksın (sahi ilahiyat ile DPT ilişkisini
çözemedim ama mutlaka vardır), birkaç Milletvekilliği, yüksek bürokrasi,
belediye, üniversite öğretim üyeliği, “post-kolonyal araştırmaları (!)
direktörlüğü vb çok mu? Hem Nazlı Ilıcak’a, Mümtazer Türköne’ye dahi dahi “eş
kontenjanı” açmış devlet, hakkı yenmiş, asrın sümeyyesinin kardeşini vekil
yapmış çok mu? Tabii ki değil. Onun için yedek bençinde veya alt yapıda
bekleyen bir sürü Kavakçı, Güngen, İslam vs. var. Liyakat, kul hakkı dediğin
sıfır kilometreden yüz kilometreye kaç saniyede gider?
ORHAN DAYIM
Büyük
dayıyı onlar da pek tutmaz ama aile oldukları küçük dayı Orhan Güngen’i ben de severdim. Kibar cana yakın, namazında abdestinde
adamdır. Taa ki ex-ex-eş Ahmet Abushanab’a yapılanlardaki rolünü öğrenene
kadar. Bu ex-ex de fakir gibi neden exlendiğini bilmeden gitmiş gümbürtüye
anlaşılan. Neden diye sorduğumda çocuklar bağırdığı, devamlı Türkçe
konuşulmasına karşı çıkma faciaları dışında hiç bir somut sebep duymadım ama
“çok kötü idi çook kötü” olduğunu bilmem yeterli idi. Kötülüğü de kendisinden
hem Amerikan hem Türk Kanunlarını ve evrensel vicdan ihlal ederek kaçırılan
çocuklarını görebilmek için gösterdiği gayretlerden ibaret. Kendi ailesi de
teslim ederdi adamın “sağlam Müslüman” ve Filistin davası’na sahiplenen biri
olduğunu.
ÇOCUK KAÇIRMA,
HİLE İLE EŞ BOŞAMA
Bu
dini herkesten bütün aile önce artık kızları istemediği için sahte belgeler,
sahte tebliğ ve sonuç olarak sahte mahkeme kararı ile adamın çocuklarını
kaçırdılar ve Türkiye’ye getirdiler. Sonra Türkiye’de güya adamın adresiymiş
gibi Dayı Orhan Güngen’in Ankara’daki iş yerinin adresini verip, orada çalışan
gariban işçiyi de oyuna dahil edip (ki bu sonradan çocuğun başına işler açtı)
onu güya eski eş olarak göstererek mahkeme celbini tebellüğ ettirip, mahkemeye
gelmemekten boşanma ve çocukların vesayet ikraını çıkarmak gibi işleri organize
etmişliği vardır bu “iyi Dayımın” ama o kadar kusur kadı kızında da bulunur di
mi?
(Devam
edecek)
Odatv.com
KAYNAK:
Merve
Kavakçı, Tayyip Erdoğan ve diğerleri... (odatv.com, 10.04.2015).
Bekir
Lütfi Yıldırım, uzun yıllardır içinde bulunduğu AKP camiasını Odatv’ye
anlatmaya devam ediyor.
Önce
Yıldırım’dan size söz edelim.
Kamuoyu
Bekir Lütfi Yıldırım'ı eski Refah Partili Milletvekili Merve Kavakçı'nın eski
eşi olmasından dolayı tanıyor.
Oysa
Yıldırım İslamcı Camia'da birçok özelliğiyle çok bilinen bir isim.
Yıldırım
1955 Sivas doğumlu.
İstanbul
Teknik Üniversitesi Petrol Bölümü mezunu olan Yıldırım, lisansüstü öğrenimini
ABD’deki The University of Texas at Austin’de tamamladı. 25 yıl bulunduğu
ABD'de uzun yıllar ABD Patent Dairesi’nde Rafineri Patentlerinden Sorumlu bas
mühendis olarak çalıştı. Yıldırım, 2004’te Türkiye’ye döndü.
Yıldırım
bir İHH Gönüllüsü. Star'dan Sabah'a yazıları birçok yayında yer aldı. İslamcı
kesimde tanınan bir fikir adamı.
Ve
son dönemde AKP'den aday adayı olmasıyla gündemde.
Ancak
AKP'nin içinde Yıldırım'ın ifadesiyle "çürüme" damatları, şarkıcıları
vekil adayı yaparken Yıldırım'ın dışarıda kalmasına neden oldu.
Bekir Lütfi
Yıldırım Odatv'ye yakından tanıdığı Camia'yı anlatmaya devam ediyor.
İşte bir eski
AKP'li olan Yıldırım'ın kendi deyişiyle fırtınalar koparacak
"itirafnamesi"nin 3. Bölümü:
1976
veya 77 yılı olmalı idi (veya medyamız, aydınlarımızın dili ile “1976’lı
yıllar”). İstanbul’da bir otel salonunda Merhum Erbakan ile bir araya geldik;
ama kendimiz olarak değil, sahte isimler ile. Nedeni şu idi: Parti’yi hem makro
hem mikro-idare eden Hoca, teşkilatlara çok detaylı bir örgütlenme şeması
çizmiş idi. Her ilçe teşkilatında şu kadar bekçi, şu sayıda denetçi, şu kadar
katip vs. kendi adlandırdığı görevlerde kişi belirlenecek diye emir vermiş idi.
Tembel davranan veya “amaan bu da neyin nesi” demiş olan ilçe başkanları, Hoca
karşısında mahcup olmamak için, bir takım isimler yazmışlar her bir kadro için
ama ya isimler sahte olduğu, ya da adamları toplayamadığı için sahte kişiler
bularak Hoca’ya göstermişlerdi. Bunlardan Eminönü Teşkilat Başkanı bizim
yurttan (Konya Yurdu veya Taksim’deki apartman) tanıdığı arkadaşlara haber
göndermiş, tez bana bulabildiğiniz kadar genç gönderin diye. Orada Eminönü,
Teşkilatı’ndan Orhan bilmem ne rolünde Hoca’ya boy gösterdim, diğer bir kaç
çoğu benim gibi sakallı 10 küsur arkadaşla birlikte. Toplantı sonrası Hoca’nın
Eminönü’yü özellikle beğendiği haberi geldi, gururlandık!
Bunu
anlatmamın sebebi teşkilatların tek işlevinin parti propagandası olmadığını,
önemli bir enerji ve kaynağın dün zikrettiğim Woody Allen’in “hayatın yüzde
doksanı görünmekten ibarettir”(kaynağı o mu, emin değilim) sözündeki gibi
“etkili ve yetkili kişilere görünmeye” harcandığını vurgulamak. Bu olgunun ne
kadar vahim boyutlarda olduğunu dikkatli bir dille de olsa aday belirleme
sürecinde blogumda (https://bekirlyildirim.wordpress.com/2015/03/02/temayul/
)anlattım. Dedim ya ecelime susamışım diye!
“Selam
verdim, rüşvet değüldür deyu almadılar. Hüküm gösterdim faidesizdir deyu
mültefit olmadılar... Dediler devlet-i aal-i-Osmani’den kalsa bizden kalır mı”
(Lise 1.de kısmen okuduğum, Fuzuli ‘nin Şikayetname’ sinden aklımda kalan
satırlardan. Teşekkürler solcu edebiyatçım Sevincer Zihni her nerede isen).
"PEK DE
KAVL-İ LEYYİN OLMAYAN BİR DİLLE POSTALANDIM"
Parti’nin
kayıtlı üyesi sıfatı ile Beylikdüzü İlçe Başkanı Cemal Babayiğit’ten (şimdi
bölgemden aday), on dakikalık bir randevu alma ümidim olmadığı için, şansımı
arttırmak gayesi ile 70’lerden beri (bakın 70’li yıllar olur, 75’li yıllar
olmaz çocuklar) Milli Görüş olan dedim ama fayda etmemiş idi; işi çoktu Sayın
Başkan’ın. Aynı tarife aday adayı olmaya karar verdikten sonra, aynı ilçenin
şimdiki başkanı olan vatandaş tarafından da uygulandı. Ancak kadın kolları
kongresi salonuna giderek yakalayabildiğim abimiz, “teşkilatlar seni
tanımıyorsa nasıl seçileceksin” dedi. “Ama ben de boş durmadım.. Texas,
Washington, Filistin… Şunları şunları yaptım, Noam Chomsky’ye “çapulculuktan”
bahsettim, Ali Babacan da teşkilattan değil, bak ne kadar başarılı; Egemen
Bağış...” vs.’yi dinleyecek zamanı yoktu teşkilat-ağasının. Pek de kavl-i
leyyin olmayan bir dille postalandım.
“Tanınma
açığımı” kapatmak gayesi ile ziyaret etmeye teşebbüs ettiğim diğer teşkilatlar
da aynı tarifeyi uyguladılar, Bağcılar hariç (Başkan da adab-ı muaşereti bilen,
hiç de boş olmayan bir gençti. Her yerde olduğu gibi onlardan da oy talep
etmedim, sadece “tanımak isterseniz bloğuma bakın” dışında talebim olmadı
kimseden.)
"TAM BİR
UTANÇ VESİLESİYDİ"
Büyükçekmece
Teşkilatı’nın davranışı ise tam anlamı ile bir utanç vesilesi idi. Epey gayret
sonucu “Sayın Başkanımız yarın 4’te sizi kabul edecek” sözü alabildim.
Gittiğimde yarım saat kadar bekleme odasında bekletildim ve oradaki teşkilat
görevlisi gençlerin “ee, hangi birimdensin, teşkilatlarda hiç mi çalışmadın”
vb. sözlü sınavına tabi tutuldum. Sonra Fatma Nur Yavuz..(?) adında olduğunu,
el ilanından bilmem hangi derneğin grafik yarışmasında mansiyon ödülü gibi
başarılarla dolu kariyerini öğrendiğim bir tesettürlü bacı geldi (şimdi aday o
da); herkes ayağa kalktı. “Aday” diye fısıldadı kulağıma yanımda oturan pek de
dekolte genç kız. Yarım saat bekleme sonunda bu bacım ilçede sekreter hariç
herkesi aldı “şu şu mahallelere gitmedik hala... Hadi” dedi götürdü. Beni de
geride kalan sekreter bacım “sayın başkanımızın acil işi çıktı sizinle
görüşemeyecek” şeklinde postaladı. Orada bir kere daha dedim kendime: Sen tam
da bunlara bünyen müsait olmadığı için “aktif siyasetten” uzak durmamış mıydın
bunca yıldır gerzek? Kedi, köpeklerin dostluğu, inzivanın rahatlığı bir
tarafına mı battı!
‘VE ŞU MEŞHUR
TEMAYÜL’
Teşkilatlar
temayül yoklaması öncesi ve sonrası herkes gibi ben de SMS bombardımanına
tutuldum. Kimisi partilileri hedef alan SMS’lerdi (nerden aldılar listeleri,
bana kimse vermedi- bilemem. Herhalde İl Başkanı ile resim çektirip, basın
toplantısı ile aday adaylığını ilan ettikleri, bunu da teşkilatların Facebook
hesaplarında paylaşabildikleri yerlerdendir” dedim), kimisi carpet bombing
yapıyordu anlaşılan; ama üçüncü kategoridekiler aday-adayı olduğumu bilerek
gönderenlerdi. Sayın aday adayının (fakir) cumasını, pazartesisini, Çanakkale
Zaferi’ni falan tebrik ettikten sonra kendilerini desteklememi talep
ediyorlardı, seçim yasakları başladıktan sonra da! Desteklerdim bu dokunaklı,
bol Allahlı mesajlar karşısında, aklımda başka biri olmasaydı.
Bu
ahval ve şerait içerisinde gittiğim Teşkilatlar Temayülü’nün yapıldığı Yeni
Bosna Kültür Merkezi’ne giden yolları bulmak zor olmadı, zira bütün yakın
yollar aday adaylarının bill-board, çaput, kağıt afişleri ile kaplanmış idi.
Merkez ana baba günü idi. Teşkilatların çoğu millete hizmet aşkı ile yanıp
tutuşan aday adaylarının tuttuğu otobüsler, minibüslerle getirildi oylamaya.
Davul-zurnacılar, halay ekibi, adayın ismini bağıran tezahürat ordusu, içeriye
girerken el ilanını dışarda bırakma kuralını delmek için, isim yazılı
tükenmezler, paketli hurmalar, hatta salonda lobi faaliyetleri dahil hiç bir
şeyi ihmal etmemişlerdi bazı aday adayları, belki adab-ı muaşeret, kul hakkı
hassasiyeti, nezaket, demokrasi kültürü dışında. Bir diğer tespiti de “dümdüz”
içimden yaptım (misafirdirler sonuçta): Türk fotoğrafçısının rötuş kabiliyetini
bir kere daha takdir ettim zira gazetelerde, el ilanları, afişlerdeki Brad
Pitt’i aratmayan resimlerle orda gördüğüm etrafında maiyeti ile dolaşan parlak
elbiseli baba tipler arasında bir miktar benzerlik vardı.
‘GÖKÇEK’İN YÜCE
GÖNÜLLÜLÜĞÜ..!’
Temayül
sonucunu bilmiyorum hala, öğrenmek için hiç bir teşebbüste de bulunmadım ama ya
benden başka herkes veya en azından bazıları biliyor olmalı. Aksi takdirde
Melih Gökçek’in mahdumu aday yapılmaması üzerine yaptığı yüce gönüllülüğü,
müstağniliği, takvası ile Kırık Testici’yi aratmayan bildirisinde “temayülde
ikinci, STK temayülünde birinci geldim ama olsun önemli olan ben değil…” nutku
boşta kalırdı. Bunun hiç bir ikbal, akçeli işler kaygısı ile yapılmadığını
nerden mi biliyorum? Nereden olacak kendisi öyle söyledi!
Aynı
şekilde “özne kadın” olduğu için listeye giremeyen (o bi girseydi her şey
mükemmel olacaktı. Nokta. Zira diğerlerimiz ancak nesne veya tümleç idik. İyi
de girmiş işte kurucular listesine, revaçta gazeteciler, yazarlar, ünlüler, çok
satanlar, uçağa binenler, kısacası Erdoğan-rüzgârının sağladığı her listeye;
buna girmemiş ne gam? Herkes akil adam-kadın-vekil olmak zorunda mı? Türü abuk
sabuk sorularla insanın asabını bozmayın; herkes haddini bilecek!) Ayşe
Böhürler vd. “henüz gencim ve Meclis dışında da işlerim iyi gidiyor; belki bir
dahaki sefere kıdemim yükselir...” vb mülahaza ile değil tabii ki ama “Allah
yolunun yolcuları” olduğu için sesini çıkarmayan “dava insanlarının” ilkeli
duruşları gözlerimi yaşarttı doğrusu! Buna denir dava için nefsini feda etmek
diye!
Siz
siz olun benim yaptığımı evde denemeyin gençler eğer gelecek diye bir kaygınız
varsa.
Bir
de şu Davutoğlu’nun, Beşir Atalay ve diğerlerinin aday belirlemedeki
demokrasimizin delili olarak sıkça vurguladığı “STK Temayül Yoklaması”na kısaca
dokunayım, tamam olsun.
TEMAYÜLÜ GÖRDÜM
STK
Temayülü’nü olup bittikten sonra gazeteden öğrendim. Babamın cenazesi için
gittiğim Sivas’ta (bir tane başsağlığı almadım Parti veya “İslami kesim” ile
uzaktan, yakından alakalı kişiden- İTÜ’den arkadaşlar dahil. Muhsin’in
annesinin ölümünü üzerine milli yas ilan eden Parti’de! Dervişlik buraya
kadarmış) Parti’den bir kaç gençten dinledim, aynı kişilerin, kapı önünde
yakalanıp, sen falanca STK’yı da temsil et diye tekrar tekrar içeri sokulup mükerrer
oy kullanmasından, kebaplar, hediyeler vb. “demokrasi şölenlerini”. İyi ki
Haliç Kongre Merkezi’nde değilmişim dedim. Bloğumdaki notlarda kendilerine
sordum: Kişi başına kaç oy kullanıldı, LGBT, ÇYD, IHH oyları kime gitti vb
diye. Cevap için nefesimi tutmuyorum. Temayülü gördüm.
Son
bir not da Parti’nin “Seçim İşleri Komitesi” üzerine. Parti Sitesi’nde okudum.
11 kişilik Komite’de başkan Mustafa Şentop dahil 10 tanesi avukat (veya
hukukçu, neyse) idi. Avukat olmayan tek üye aynı zamanda tek kadın üye idi.
Bunu da Twitter’da not ettim. (“Sen intihar etmişsin” diyenleri duyar gibiyim.
Etmediysem şimdi ettim şüphesiz).
KİMİSİNE GÖRE
ANAP’LAŞMA BANA GÖRE ÇÜRÜME
Bu
kadar kifayet etsin. Mesajlar gitmesi gereken yerlere gitti sanıyorum. Bu bir
değişiklik yapar mı? Sanmıyorum. Kimisi ANAP'laşma diyor bense çürüme diyorum.
Bunu durdurma, geri çevirme motivasyonu yok; olanları da o çürümenin
lehdarları, “innersanctum”dan uzak tutmakta başarılı bir iş çıkarıyorlar. Zira
varlıklarını idame ettirmek için o çürümenin devam etmek zorunda olduğunu
biliyorlar. Kaderin cilvesine bakın ki bu eleştiriyi geçmişte Cumhuriyet’ten
geçinenlerle alakalı olarak defalarca yapmış idim. Herhalde “hep bir hallı
Turhallıyız, biz bize benzeriz.”
Sandığa
belki giderim belki gitmem. Ahh şu alternatifsizlik! Ahh şu ehven-i şer!
Protesto için dahi “Başbakan Kılıçdaroğlu” düşüncesi korkutucu geliyor, burada
söylememe müsaade varsa.
KAYNAK:
Erbakan’la sahte isimlerle bir araya geldik (Odatv.com, 15.04.2015).