Eğitimci, yazar, şehid (D. 1950, Erzincan - Ö. 5 Temmuz 1980, İstanbul). Ailesiyle birlikte İstanbul`a göç eden Yenigün, liseyi Vefa Lisesi`nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu. Okul yıllarında dönemin en önemli gençlik organizasyonu olan Milli Türk Talebe Birliği ile temasa geçerek MTTB`nin faaliyetleri içerisinde aktif görevler aldı. MTTB`nin milliyetçi kimlikten İslamcı kimliğe evrilmesinde rol oynamış olan Ortaöğretim Kademesinin ilk başkanı Mustafa Bilgi`nin ekibi içerisinde yer aldı.
Mustafa
Bilgi`nin düzenlenen bir bombalı saldırı sonucu vefat etmesiyle başkanlığa
Sedat Yenigün getirildi. MTTB içerisinde okuma grupları ve kitap kulübü kurup,
İslam dünyasının yakından tanıdığı Seyyid Kutup, Mevdudi, Abdülkadir Udeh, Ali
Şeriati, Muhammed Hamidullah, Malik bin Nebi gibi düşünürlerin kitaplarını
gençlerle buluşturdu. MTTB`de basın yayın kültür işlerini organize ederek Milli
Gençlik dergisinde gençlerin takip ettiği yazılar kaleme aldı. İstanbul Kültür
Ocakları`nın kurulmasında ve çalışmalarında faal görevler üstlendi.
1977`de
yayın hayatına başlayan aylık İslami Hareket dergisinin kurucuları arasında yer
aldı. Üç yıl yayın hayatını sürdüren dergide yazılar yazan Sedat Yenigün,
Düşünce, Tevhid dergileri ve Milli Gazete`de de köşe yazıları yazdı. Sedat
Yenigün, devlet okulunda öğretmen olması nedeniyle, Mengüç Yenigün müstearıyla
yazılar yazdı.
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra Darüşşafaka Lisesi`nde
hitabet hocalığı, Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesi`nde edebiyat öğretmenliği
ve idarecilik yaptı. Öğretmenlik yaptığı zamanlarda gençlik hareketlerinden
kopmayarak MTTB`nin İstanbul Cağaloğlu`ndaki genel merkezinde seminerler ve
konferanslar verdi. 1977`nin Aralık ayında Tepebaşı Gazinosu`nda düzenlenen
"İslami Diriliş Gecesi" programında yaptığı konuşma uzun yıllar
hafızalardan silinmedi.
Gençlerin
yanı sıra esnaflarla da ilgilenen Sedat Yenigün, esnaflar için
"Birlik" sohbetlerini organize etti. İskenderpaşa, İsmailağa gibi
tasavvufi çevrelerle de bağını koparmayarak o günlerdeki tasavvuf
tartışmalarından uzak durdu.
İran
devriminin gerçekleştiği bir dönemde İslami Hareket dergisinin Ocak sayısında
yazdığı "Humeynicilik mi Yoksa
İslam`ın Yeniden Dirilişi mi?" yazısında Yenigün şunları diyordu:
"Biz
yüzyıllardır ezilen İslam`ın, kendi kaynaklarına dönüş hareketini başlattığı
emperyalizmle müşahhas bir kavga örneği verdiği için alkışlıyoruz onu. Eğer
Humeyni başaramasa idi, tek başına Pakistan ayakta duramazdı, Batı onu yerdi...
Eğer Humeyni başaramasa idi, Afganistan`ın mücadelesi desteksiz kalırdı...
Bugün Afganistan`dan kaçan milyonlarca mülteciye İran ve Pakistan kollarını
açmış, bunca fakr-u zaruret, dert içinde onları besliyor... Ey dünyadaki her
türlü İslami harekete `La` diyen gafil kardeş! Senin kafanla İslam ne zaman `La
İlahe İllallah` diyecek, ne zaman Hicret edecek, ne zaman Devlet olacak? Söyler
misin Allah aşkına? Seyyid Kutuplara düşmansın, Ali Şeriati`ye düşmansın,
Abdulkadir Udeh`e düşmansın, Humeyni`ye karşısın; peki kimden yanasın? Sakın
dost diye sarıldığın o yanındakilerden yana olmayasın?"
Şehadeti:
Sedat
Yenigün, 5 Temmuz 1980 Cumartesi akşama doğru Fatih Akşemseddin caddesinde bir
berber dükkânında kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürüldü. Menfur
cinayeti, bazı gazeteler "Bir komünist öğretmen öldürüldü" şeklinde
vermişti. Olayın tek tanığı berber, ilk ifadesinden iki gün sonra kayıplara
karıştı ve daha sonra yurt dışına çıkarıldığı öğrenildi. Sedat Yenigün`ün
katilleri hala bulunamadı ve cinayet, tarihe faili meçhul olarak geçti.
Sedat, İslami Hareket dergisi yayın kurulu toplantısından çıkmış, Fatih Akşemseddin caddesindeki berber dükkanına gitmişti ve bir müddet sonra, berber dükkanı savaş alanına döndü. Sedat'ı takip eden karanlık güçler, silahlarındaki kurşunlarını onun vücuduna boşalttılar. Sedat, şehid düştü. Çevrede, bir komünist öğretmenin öldürüldüğü haberi yaygınlaştırıldı. En önemli görgü tanığı berber ise, 1-2 gün içinde ortadan kayboldu. Daha sonra yurt dışına yollandığı duyuldu. Peşinden 12 Eylül darbesi geldi. Katillerin kimliği hakkında ciddi hiç bir açıklama yapılmadı. Şehidin dosyası peşine düşen bazı yakın arkadaşları, dosya ile ilgilenmemeleri konusunda bazı rejim görevlileri tarafından ciddi şekilde uyarıldılar.
Sedat
Yenigün hakkında 1998 yılında “Bir Şehidin Notları - Sedat Yenigün (1950-1980)”
adlı bir kitap yayımlanmıştır. Adı Kocaeli’nin Körfez ilçesinde bir caddeye
verilmiştir: “Sedat Yenigün Caddesi”.
KAYNAKÇA:
Türkiye'de İslami uyanışın önde gelen isimlerinden Şehit Sedat Yenigün kimdir?
- Cemil Meriç Sedat Yenigün'ü Anlatıyor.. (Cemil Meriç, İslami Hareket, Sayı
29, Temmuz 1980), Hamza Türkmen / Bir şahid, bir şehid: Sedat Yenigün (Haksöz Dergisi, Temmuz 1993, 28.
sayı), Bir Şehidin Notları - Sedat Yenigün (1950-1980) (1998), Sedat Yenigün'ün
Şehadetinin 31. Yılı... (haksozhaber.net,
8 Temmuz 2011), Sedat Yenigün ve Eylem Ahlâkı (islamianaliz.com, 8 Temmuz 2011),
Sedat Yenigün [1950 - 1980] (youtube.com/watch?v=QPMEyl62leM,
22 Ağu 2011), Sedat YENİGÜN'ün Oğlu İle Röportaj (imh.org.tr, 9 Kasım 2012), Sedat Yenigün
mezarı başında anılacak (dunyabizim.com,
3 Temmuz 2013), Sedat Yenigün Anılıyor - 5 Temmuz 1980 tarihinde
Fatih`te katledilen Sedat Yenigün ikindi namazı sonrası mezarı başında anılacak
(dogruhaber.com.tr, 05.07.2013), Sedat Yenigün kabri başında anıldı (milligazete.com.tr, 6 Tem 2015), Sedat
Yenigün Mezarı Başında Anıldı (haberler.com,
4 Tem 2016), Sedat Yenigün'ün
şehadetinin üzerinden 38 yıl geçti (islamianaliz.com, 8 Temmuz 2019).
BİR ŞAHİD, BİR
ŞEHİD: SEDAT YENİGÜN
Hamza TÜRKMEN
Sedat,
bilginin peşinden; aydın olmak, kariyer yapmak, statü kazanmak kompleksi ile
değil, daha iyi bir amele ulaşmak, daha sahih ve organize bir mücadeleyi güçlü
kılabilmek amacıyla, mümince bir sorumluluk azmi içinde koşmuştu.
Yaşadığımız
coğrafyada İslami uyanış sürecinden etkilenmiş ve mücadeleye katılarak bu
sürece katkı sağlamış öncü şahsiyetlerden biri de şehid Sedat Yenigün'dür.
İslami faaliyetlerinden rahatsız olan güçlerce miladi 5 Temmuz 1980 tarihinde
şehid edilen Yenigün'ün hayat hikayesi ve mücadele süreciyle ilgili Hamza
Türkmen'in kaleme aldığı ve Haksöz Dergisi'nin 28. sayısında yayınlanan
değerlendirmeyi sayfalarımıza taşıyoruz:
Bir şahid, bir
şehid: Sedat Yenigün
Yaşadığımız
topraklar ne zamandır insan fıtratına uygun olanı, İslami bir duyarlılıkla
arayan ve sorunlarını görev bilinciyle tartışan insanlara hasret bir çoraklığa
tanık oldu. Bu çoraklık içinde, yaşadığımız toprakların insanlarına arınmanın,
kurtuluşun, aydınlığın yolunu gösterecek insan unsurunun yetişmesi pek kolay
olmadı. Yollan yol tembellerinin doldurduğu; yolları istikamet saptıran
insanlık düşmanı rejimin ve emperyalist güçlerin tıkadığı bir donemde, yolda
olmak ve doğru yolu bulup yol göstermeye çalışmak gayreti azımsanacak bir çaba
değildi.
5
Temmuz 1980 tarihi, bu çabalarla bütünleşmiş, bu çabalarla ümitlenmiş ve bu
çabaların taşıyıcısı Türkiyeli müslümanlar için elem verici bir gündü. 5 Temmuz
1980 tarihi, bu çabaların gönüllü neferi Sedat Yenigün'ün karanlık eller
tarafından alçakça kurşunlanarak şehid edildiği bir muhasebe günüydü.
1950
Erzincan doğumlu olan Sedat Yenigün; ülke insanlarının ufuklarının
daraltıldığı, yollarının tıkandığı, şaşkın kalabalıkların modernizm ve batıl
ideolojilerin çukuruna itildiği bir dönemde bütün 1970'li yıllar boyunca
tevhide, Kur'ani aydınlığa ulaşabilmek ve insanları hidayete yönelebilecekleri
bir mücadeleye sevketmek amacıyla yoğun çabalar sarfeden ender simalardan
biriydi.
Sedat,
İslam'ı yaşama aşkının, İslami bilinçlenme sevdasının, İslami kardeşlik ve
İslami mücadele ruhunun mümtaz taşıyıcılarındandı. Onun İslam'ı kavrayışında
gösterdiği fikri ve eylemsel gelişmeler bir nevi Türkiye'deki tevhidi
bilinçlenme grafiğine uyum sağlayan bir seyir izlemiştir. O, İstanbul Vefa
Lisesi'nde okuduğu yıllardan itibaren ulaştığı doğruları, ilgi gösterecek veya
ilgisi uyandırılacak kişilere mutlaka yazılı veya sözlü olarak aktarma gayreti
içinde olmuştu.
Sedat,
bilginin peşinden; aydın olmak, kariyer yapmak, statü kazanmak kompleksi ile
değil, daha iyi bir amele ulaşmak, daha sahih ve organize bir mücadeleyi güçlü
kılabilmek amacıyla, mümince bir sorumluluk azmi içinde koşmuştu.
O,
Türkiye coğrafyasında tecrübe kazanmış ve örnekliği bulunan bir mirası
devralmadı. O, özellikle düşünsel netleşme ve tevhidi yeniden keşfetme
sürecinde bir çok süfli alışkanlığı ve anlayışı tartışarak, deneyerek düzeltme
çabası içinde oldu. O ve onun gibiler 1980-1990 kuşağına büyük çabalarla
taşıdıkları ve devrettikleri birikimi kolay elde etmediler. Sağcılık'tan
Müslümanlığa, bölgecilikten evrenselliğe, milliyetçilikten ümmetçiliğe,
muhafazakarlıktan inkılapçılığa, taklitçilikten tahkiki bilince, sığınmacılıktan
bağımsız bir kimliğe ulaşmak kolay olmadı. Nice ithamlar, karalamalar,
taassuplar ve nice hatalar, deneyimsizlikler aşıla aşıla ilerlendi.
Sedat'ın
yaşamında istikamet açısından bazı tartışılabilecek eksiklikler ve
yanlışlıklara rastlamak mümkündür. Ama onu, hayattan kopuk, dayanışma ve
istişareden kopuk, İslami kardeşliğin denetiminden müstağni bir eyilim içinde
görmek mümkün olmamıştır. Zaten kendisini geleneksel kültürden Kur'ani kültüre
yönelten en önemli amil de, bu ciddiyeti, kişilikli tavrı, samimi ve istikrarlı
çizgisi değil miydi?
O,
müslümanları kuşatan emperyalist politikalar karşısında ciddi bir hassasiyet
taşırken, aynı zamanda Müslümanları itikadi, sosyal ve kültürel alanda kuşatan
zaaf ve bozulma hallerinden arınmaya yönelen sürekli bir sorgulama çabası
içinde olmuştu. Onun karanlık güçler tarafından genç yaşta şehid edilmesinin en
önemli nedeni, çevresinde gittikçe etki uyandıran daha berrak, daha tevhidi,
daha Kur'ani bir kimliği oluşturma süreci içinde rol alması ve taraf olmasıydı.
Sedat
Yenigün'le MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nin ilk kurulduğu yıllardaki çalışmalara
Sarıyer Lisesi'nden 3-4 arkadaşla birlikte katılmaya başladığımız günlerde
tanışmıştık. Cağaloğlu'nda şimdiki Halk Eğitim Merkezi'nin yerinde bulunan
MTTB, laik kesimin inisiyatifinde bir üniversite gençlik kuruluşu idi. 196O'lı
yılların sonunda ise, muhafazakar-İslamcı kesimin eline geçmişti. Bir müddet
sonra da, MTTB amblemindeki bozkurt çıkartılıp yerine kitap konulmuştu.
MTTB
Orta Öğrenim Komitesi, 1969'da teşekkül ettirildi. Orta Öğrenim Komitesi'nin
ilk başkanı Mustafa Bilgi idi. Bilgi, bazı geceler MTTB binasının zemin katında
bir odada kalıyordu. Bir gece, kaldığı odaya atılan bir bombanın patlaması
sonucu şehid oldu. Mustafa Bilgi, müslüman gençliğin ilk şehidlerindendi ve
onun cenazesine katılan bir çok müslüman genç, belki de ilk olarak, mücadele ve
şehadet konusunda çok canlı ve hayata dönük duygular yaşamışlardı. Bilgi'nin
şehadetinden sonra Orta Öğrenim Komitesi, Sedat Yenigün'ün başkanlığında
faaliyetlerine devam etti. Faaliyetlere katılan liseli gençler, her hafta bir
kişinin hazırladığı kitap özetini dinliyor ve sonra konuyu tartışıyorlardı.
Sedat
Yenigün, 1970 yılında İÜ Edebiyat Fakültesi'ne girdiği zaman, başkanlığı Ş.
A.'ya devretti. Kendisi ise genç yaşına rağmen, MTTB Kültür Müdürlüğü'nü (Basın
Yayın Müdürlüğü) üstlendi. Aynı zamanda Orta Öğrenim Komitesi'nin liselere
dönük faaliyetleriyle yakından ilgilenmeye çalıştı. O tarihler MTTB camiasında
bulunan samimi ve cevval liseli veya üniversiteli müslüman gençler için ilginç
günlerdi. Türkçü akımdan ayrışma ihtiyacı duyan, Marksist kültürün
inisiyatifini aşmak isteyen, İslami kimliğini netleştirmek için ciddi görülecek
her tür İslami çalışmayı takip etmeye çalışan nicel olarak dar fakat hareketli
gençlik kesimi arasında; Peyami Safa, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Said Nursi,
Kadir Mısıroğlu gibi kişilerin gelenekçi ve muhafazakar sayılabilecek fikirleri
ile, eserleri dilimize yeni çevrilmeye başlanan Ebu'l Ala Mevdudi, Muhammed
Kutub, Muhammed Hamidullah, Seyyid Kutub, Abdulkadir Udeh gibi kişilerin
ıslahatçı fikirleri arasında niteliksel farkı hissedebilen, fakat yeni
birikimlerini ve hissiyatlarını kapsamlı bir çerçeveye oturtamayan, bunun için
de zihni ve ameli bir program arayışı içinde olan çabalarla önemli bir dinamizm
oluşuyordu. Ve bu eğilim müslüman camia içinde önemli bir ayrışmanın; tarihi ve
geleneksel kalıplara bağlı kalanlarla, İslami mücadeleyi yükseltmek ve İslami
telakkileri tashih etmek isteyenler arasındaki bir ayrışmanın potansiyel dinamiklerini
taşıyordu.
Sedat
Yenigün'ün MTTB'de açılmasına katkıda bulunduğu Kitap Kulübü, herhalde o dönem
için MTTB ile ilgisi olan müslüman gençlerin en fazla ilgisini çeken ve fikri
alışverişi canlandıran bir birim olmuştu. Ancak MTTB üst yönetimi, dönemin
klasik gelenekçi ve muhafazakar İslamcı çizgisinden kurtulmak ve Türkiye'de
yeni yeni başlayan İslami bilinçlenme düzeyine ayak uydurmak konusunda çok
başarılı olamıyordu. Üst yönetimin en belirgin vasfı idare odasında çay
sohbetleri yapmak, Mahmutpaşa camiasından müslüman tüccarlarla ilişki kurmaya
çalışmak ve arada sırada 600 kişilik Birlik salonunda bazı popüler isimlere
konuşma imkanı sağlamaktı.
Sedat
Yenigün, üst yönetimin icraatından memnun değildi. Zaten yönetim arasında
ortalama bir seviyeye tekabül eden düşünsel bir birliktelik de yoktu. O, mevcut
imkanları daha ciddî çalışmalarla değerlendirebilecek uyumlu ve kendini
geliştirmeye açık, daha bilinçli bir ekibin MTTB yönetimini ele almasını
istiyordu. Ve bu düşünce, giderek Orta Öğrenim Komitesi'nin Yönetim Kurulu ve
komitenin en müdavim ve aktif üyeleriyle birlikte MTTB içinde 17 kişilik gizli
bir birim oluşturulmasına neden oldu. Bu birim, üniversiteye girildikten sonra
daha ciddi ve ilkeli faaliyetler gerçekleştirebilmek için MTTB yönetiminde değişiklik
yapmaya kararlı, yeminli bir komiteye dönüşmüştü. Ama bu birlikteliğin ömrü
uzun sürmedi. Bir sömestr tatili sonunda bu gizli birlik üyelerinden çoğu
dönemin programlı ve metodlu mücadele konusunda cazibe odağı haline gelen
Mücadele Birliği saflarına iltihak etti.
Mücadele
Birliği'ne iltihak edenler MTTB'yi ciddi bir mücadele gerçekleştiremediği için
"yol geçen hanı" olarak nitelendirmeye başlamışlardı. Bu niteleme
Sedat Yenigün'ün eleştirileri ile örtüşüyordu. Ama o, tercihini MTTB'de
kalmaktan yana yaptı. Belki de İslami kavramları kullanma, ilkeli ve programlı
bir yapılanma örneği oluşturma açısından dönemin en ileri kuruluşu gibi görülen
Mücadele Birliği'nin özellikle 12 Mart 1971'den sonra su yüzüne çıkmaya
başlayan MİT ve Ordu ile olan ilişkilerini, Türkçü yanını ve abiciliği
kurumlaştıran yapısını görmüştü.
MTTB'yi
bir imkan olarak daha iyi ve faydalı bir şekilde kullanma isteği, bu isteği
paylaştığı diğer arkadaşlarıyla birlikte onu, 1973-74 yıllarında MTTB adına bir
dergi çıkartmaya şevketti. Dergi 1970 öncesi Birlik adına çıkan aylık derginin
adını taşıyordu: Milli Gençlik. Dergide MTTB adına protokol yazıları ve dönemin
bazı gelenekçi-İslamcı yazar ve akademisyenlerin yazıları yer alıyordu. Ama
1970'li yılların Türkiye'de yükselen tevhidi uyanış çizgisini yansıtan makale
ve şiirler daha büyük bir ağırlık tutuyordu. Ömer Özbay ve benzerleri gerçekten
tevhidi bilinç ve mücadele aşkı aşılayan en önemli şiirlerini Milli Gençlik'te
yazmıştı. Dergide Ali Bulaç'ın, Beşir Eryarsoy'un, Adil Doğru'nun, Selahattin
Eş'in vb. 1974-75 yılları için önem ifade eden yazıları yayınlandı. Seyyid
Kutup, Malik Bin Nebi, Muhammed Hamidullah gibi yazarlar Milli Gençlik'le
müslüman kesimin gündemine daha fazla sokuldu. Sedat Yenigün ise, kültür, sanat
ve aktüalite ile ilgili değerlendirmelerini Mehmet Mengüç müstear adı ile
yazıyordu. Şehid Şeyhmus Durgun da, en önemli ve verimli yazılarını Milli
Gençlik'te yazmıştı.
Milli
Gençlik, çıkmaya başladıktan bir dönem sonra Yenigün askere gitti. O askerde
iken, Orta öğrenim için düşündüğü bir faaliyet türü, "Çatı" dergisi
olarak vücud buldu. Askerden dönüşünde Çatı ile ilgilenmeye ve orada yazmaya
başladı. Ancak askerde iken MTTB'de yaşanmaya başlanan yönetim değişimi, onu
MTTB işleyişi konusunda iyice ümitsizliğe şevketti. Sonuçta o, aynı hissiyatı
paylaşan arkadaşları ve özellikle o zamanki MTTB Orta Öğrenim Komitesi'nde
görev almış sorumlu bazı gençler MTTB'den ayrılıp 1977 yılında İstanbul
Fatih'de İlim Kültür Ocağı [İKO]'nı oluşturdular. Zaten Sedat'ın Milli Gençlik'ten
ayrılan arkadaşlarından bazıları, 1976'da Düşünce dergisini çıkartmaya
başlamıştı. Sedat Yenigün, Düşünce dergisine katkıda bulunan yazarlar arasında
yer alıyordu. Aynı yıllar, Milli Gazete'de haftada üç-dört kez köşe yazısı
yazmaya başlamıştı. İyi bir gazete ile müslümanların yaygın olarak uyandırılıp
bilinçlendirileceğim savunuyordu. Ancak Milli Gazete, MSP'nin "parti
bülteni" şeklinde çıkmakta ısrarlı olunca gazetede yazmaya son verdi.
Aynı
yıllar MSP, yan bir gençlik kuruluşu olarak Akıncılar Derneklerini
oluşturuyordu. Ancak İKO, dönemin şartlan içinde önemli ve ileri bir farklılık
taşıyordu. İKO, partiye bağlı olmayan, kendini icazetli hissetmeyen, tüm milli
vurgulardan arınma yolunda; ümmetçi, tüm İslami hareketlerle ilişki kurmaya
çalışan ve kendini evrensel İslami hareketin mensubu kabul eden bir gençlik
hareketi olarak belirdi. Sedat Yenigün, İKO etrafında toparlanan gençler ile
yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. Öğrencilerin yurt sorunundan burs sorununa,
eğitim sorununa kadar bir çok ihtiyaçlarıyla canı gönülden ilgilenmeye çalıştı.
Tabii ki ilişki kurulan gençlerin fikri, maddi ve sosyal ihtiyaçlarını
karşılama konusunda münasebetler ku rumsallaştırılamamıştı. Ortaya çıkan
boşluğu kapatmak için en fazla koşuşturma görevi de, gönüllü ve fedakar kişilere
kalıyordu. Yıpranma ve mesaisini dağıtma pahasına da olsa Sedat, bu fedakarlığı
üstlenen ender kişilerden birisiydi.
İKO
mensupları, 1978 yılında İslami Hareket adlı dergiyi çıkartmaya başladılar.
İslami Hareket, o zamana kadar çıkan dergilere nisbetle çok daha İslami ve
canlı bir çizgi tutturmuştu. Dergiyi çıkaranların danıştıkları ve dergiye gerek
yazılarıyla, gerek fikir ve tasarımlarıyla en aktif destek veren kişi yine
Sedat Yenigün idi.
1977'nin
son ayında Tepebaşı Gazinosu'nda geniş ve coşkun bir kalabalığın katıldığı ve
Sedat'ın da konuşma yaptığı "İslami Diriliş Gecesi"nde İslami
Hareket'in ilk örnek sayısı dağıtılmış ve beğeni toplamıştı. Sedat Yenigün,
yazılarını öğretmenlik gibi resmi bir görev yaptığı için M. Mengüç Yenigün müstear
adıyla yayınlıyordu.
O
ilkin, Darüşşafaka Lisesi'nde Hitabet hocalığı yapmıştı. Daha sonra,
Zeytinburnu İhsan Mermerci Lisesi'nde Edebiyat Öğretmenliği ve idarecilik
yaptı. Ama o, çalıştığı tüm bu resmi görevlerde hiçbir zaman İslami kimliğini
gizlememiş, öğrencilerinin İslami konulara ilgi göstermelerini sağlayarak açık
ve celbedici tutumlar sergilemiştir. Dönemin Düşünce, Tevhid-Hicret, İslami
Hareket dergileri ve İKO gibi İstanbul'daki İslami mahfiller, sık sık onun
liseli öğrencilerinin ziyaret ve ilgilerine muhatap olmuştur. O, resmi görevine
rağmen birçok seminer ve konferansa katılmış, insanlarımızı ulaştığı doğrularla
aydınlatmaya çalışmıştı. Onun ulaştığı ümmetçi anlayış, kendisini, sadece kendi
yaptıklarını ve çevresini önemseyen bir taassuptan alıkoyuyor ve gücü
nisbetinde diğer İslami camia ve çevrelerin ileri gelenleriyle de diyalog
kurmaya ve onlara ulaşılan İslami doğruları veya haberleri aktarmaya
çalışıyordu. Herhalde bu konuda en fazla etkilemeye çalıştığı kişiler, Nakşı
şeyhi Mehmed Zait Kotku ve dolayısıyla da çevresi ve Mahmud Efendi idi.
Gerek
camia olarak yakından ilgili olduğu İKO ve gerekse yönlendiricilik yaptığı
İslami Hareket dergisi, 12 Eylül 1980 öncesi şartları içinde sürekli Marksist
örgütlerin ve bazı kereler de Ülkücü ekiplerin saldırılarına muhatap olmuş,
bombalanmış; İKO mensubu veya İslami Hareket dergisi satan bazı müslümanlar
yaralanmış veya şehid edilmişlerdi.
Türkiye'de
özellikle İstanbul'da, gittikçe yükselen İslami bir dalga vardı. Gerek fikri
donanım ve programlı düşünce arayışında olan ve gerekse ulaşılan fikirleri
eylemleştirme temayülünde olan bir çok genç İslami mahfillere uğramaya ve ümmet
adına yapılanlara sahip çıkmaya başlamıştı. Başlangıç için önemsenecek, dinamik
ve nitelikli bir talep ve ilişki ağı oluşuyordu. Ancak bu talebi karşılayacak,
yönlendirecek ye eğitecek henüz o yıllarda özellikle İstanbul'da ciddi ve
hissedilebilir adeta hiç bir oluşum yoktu. Çalışmalar her ne kadar bazı
ahilerin inisiyatifiyle yönlendiriliyorsa da kendiliğindenci idi. Gayretler
daha ziyade insanlara tevhidi bilinç ve mücadele ruhu aşılamakla sınırlı
kalıyordu. Ancak oluşan potansiyel, legal bir kurum olan IKO çevresinde
hareketlenmeye çalışıyor, o dönemde Tevhid-Hicret dergileriyle beraber;
Mevdudi'nin Dört Terim'i, Seyyid Kutub'un Yoldaki İşaretler'i ve Ali
Şeriati'nin kitaplarıyla toplu olarak uyandırılan canlılık, MSP'nin gençlik
kolları konumundaki Akıncılar'ı ve İslam'a ilgi duyan bütün diğer
toparlanışları hissi planda etkiliyordu.
Ortada
yükselen İslami bir seviye ve potansiyel vardı ama ciddi anlamda planlanmış bir
gelişme seyri, kaba anlamda da olsa ilgi uyandırılan insanlara yönelik bir
eğitim programı, eğitim biçimi, insan ilişkilerinin organizasyonu, iletişim,
yapılan faaliyetlerin ilkeli anlamda finansmanı, eleman istihdamı gibi konular
dönemin büyük eksikliklerini veya boşluklarını oluşturuyordu.
Sedat
Yenigün, İslami mücadeleyi yükseltmek, bilgilenmek, ulaşılan doğrulan uygun
biçimlerde yaygınlaştırmak, müslümanlarla dayanışmayı güçlendirmek gibi
uğraşlarının yanında; herhalde bu eksiklikleri en fazla hisseden ve bu
boşlukların doldurulması için kafa yormaya başlayan ender müslümanlardan biri
idi. Bu tesbiti, tahminden öte ipucu sayılabilecek bazı verilere dayandırmak
mümkündür.
Bu
verilerin birincisi, Sedat kardeşin 1980'li yıllara doğru ve özellikle İran
İslam Devrimi'nden sonra netleşmeye başlayan fikri çizgisidir. Bu çizgiyi
özellikle 1978'den sonra yazdığı yazılarında yakalamak mümkündür. Onun temel
kavramlarını, referans kaynaklarını yeniden gözden geçirmesi -ki o dönemler
Kur'an/tefsir çalışmaları yapan dar bir grup arkadaş çevresinin çalışmalarına
katılmaya başlamıştı-, bölgesel ve milli birikimlerden tamamen arınma noktasına
gelmesi, evrensel İslami hareketin birikimine ve sorunlarına fiili olarak sahip
çıkmaya başlaması, onu daha sağlıklı değerlendirmelere; çevresini, birikimini,
ilişkilerini yeniden ve daha dikkatli olarak gözden geçirmeye sevkediyordu. O,
tüm Türk basınının, milliyetçi muhafazakar gelenekçi yazarların, iflah olmaz
mezhepçilerin, İran İslam Devrimi'ne ve İmam Humeyni'ye karşı tavır aldığı
günlerde İslami Hareket dergisinin 1980 Ocak sayısında "Humeynicilik mi,
Yoksa İslam'ın Yeniden Dirilişi mi?" başlıklı yazısında şunları kaleme
alıyordu:
"Biz
yüzyıllardır ezilen İslam'ın, kendi kaynaklarına dönüş hareketini başlattığı
emperyalizmle müşahhas bir kavga örneği verdiği için alkışlıyoruz onu. Eğer
Humeyni başaramasa idi, tek başına Pakistan ayakta duramazdı, Batı onu yerdi...
Eğer Humeyni başaramasa idi, Afganistan'ın mücadelesi desteksiz kalırdı...
Bugün Afganistan'dan kaçan milyonlarca mülteciye İran ve Pakistan kollarını
açmış, bunca fakr-u zaruret, dert içinde onları besliyor... Ey dünyadaki her
türlü İslami harekete 'La' diyen gafil kardeş! Senin kafanla İslam ne zaman 'La
İlahe İllallah' diyecek, ne zaman Hicret edecek, ne zaman Devlet olacak? Söyler
misin Allah aşkına? Seyyid Kutuplara düşmansın, Ali Şeriati'ye düşmansın,
Abdulkadir Udeh'e düşmansın, Humeyni'ye karşısın; peki kimden yanasın? Sakın
dost diye sarıldığın o yanındakilerden yana olmayasın?
Allah sana da
hidayet nasip etsin!"
Bu
verilerin ikincisi ise, İKO'daki istişari karar birlikteliğinin sınırlarını
aşan daha ciddi ve kapsamlı bir yapı oluşturma arayışı içine girmesidir. Bu
konuda İhvan-ı Müslim modelini tartışmaya açarak ciddi ve kendine yeter bir
yapılanma için teklif getirme girişimlerinden muhatapları haberdardır. İslami
Hareket dergisinin 1980 Mart sayısında Sedat Yenigün imzasıyla yazdığı yazıda
şunları söylüyordu: "İnsan, insan olduğu müddetçe onda kin ve sevgi, kalp
ve şehvet, kibir ve tevazu, cimrilik ve cömertlik, adalet ve zulüm vardır.
İnsan varolduğu müddetçe onlar da varolacaktır. Çünkü insan melek değildir. Ama
melekleşebilecek bir mücadele vermek zorundadır. İçinde ve dışında kötülüğü
redde ve bu yolda tebliğ ve cihada mecburdur! İnsana zıtlar aleminde kesin
tercih yapma imkanı tanınmıştır. Tercih yaparken Rahmani olanı seçmek; onun
rengine boyanmak! Veyahut zulmani olanı seçmek...
Nemrud'un
yeryüzü cenneti kendisi gibi yok oldu gitti. Hz. İbrahim gibi yaşa ve mücadele
et. Dünya hudutsuz arzuların tatmin yeri değildir. Gönlün ebedi olmak iştiyakı
bir başka dünyanın özlemi ile doludur. İnsan-ı kamil olabilirsin. Bir asr-ı
saadet yaşayabilirsin. Bunları yapmak uğrunda mücadele etmek zorundasın."
Şehid
Sedat, bu yazısında özellikle açık ve ağır ikazlarla müslümanları ciddi bir
mücadeleye davet etmektedir. Belki de değer verdiği, ama İslami
yükümlülüklerinin gereğini yapma konusunda pasif kalan bazı arkadaşlarına
göndermelerde bulunmaktadır.
Artık
Sedat Yenigün'ün öğrenci evlerinden yurtlara, dergi bürolarından konferans
salonlarına uzanan koşuşturmaları ve onun gibi koşuşturan bir çok fedakar
müslümanın gayretleri sonunda öne çıkan gündem; düzenli, irtibatlı, planlı ve
sürekli bir İslami hareketin nasıl oluşturulacağı idi. Bu gündem, Türkiye'deki
İslami uyanış çizgisini gerçek anlamda İslami hareket çizgisine
dönüştürebilecek bir ağırlık taşımaktaydı. Ve Sedat Yenigün bu gündemin en
önemli taşıyıcılarından biri haline gelmişti.
Ve
5 Temmuz 1980'de Sedat Yenigün, kafirler tarafından şehid edildi. Sedat, İslami
Hareket dergisi yayın kurulu toplantısından çıkmış, Fatih Akşemseddin
caddesindeki berber dükkanına gitmişti ve bir müddet sonra, berber dükkanı
savaş alanına döndü. Sedat'ı takip eden karanlık güçler, silahlarındaki
kurşunlarını onun vücuduna boşalttılar. Sedat, şehid düştü. Çevrede, bir
komünist öğretmenin öldürüldüğü haberi yaygınlaştırıldı. En önemli görgü tanığı
berber ise, 1-2 gün içinde ortadan kayboldu. Daha sonra yurt dışına yollandığı
duyuldu. Peşinden 12 Eylül darbesi geldi. Katillerin kimliği hakkında ciddi hiç
bir açıklama yapılmadı. Şehidin dosyası peşine düşen bazı yakın arkadaşları,
dosya ile ilgilenmemeleri konusunda bazı rejim görevlileri tarafından ciddi
şekilde uyarıldılar.
Peki,
Sedat'ın katilleri kimdi? O günler tedhiş modasına bakacak olursak komünistleri
veya ülkücüleri muhtemel fail olarak gösterebilir miyiz? Bu çok zayıf bir
ihtimaldir. Cinayetin işleniş seyrine, kamuoyuna yansıtılış biçimine, arta
kalan delillerin ortadan kaldırılış becerisine ve dosyanın unutturuluş tarzına
bakacak olursak bu operasyonun çok planlı ve uzunca düşünülmüş bir senaryonun
sonunda gerçekleştirildiği görülebilir. Bu cinayetin işleniş tarzı, İslami
Hareket dergisinde ilk defa müslümanların gündemine getirilen Kontrgerilla
operasyonlarını çağrıştırmaktadır. Zaten, dünya emperyalizmi ve uzantısı olan
istihbarat örgütleri o dönemlerde "militan İslam" diye vasıflandırdıkları
tüm inkılapçı çabaları yakın takibe almış ve İran İslam Devrimi'nden sonra
canlılık gösteren İslami hareketleri sindirme operasyonlarına girişmişti. Ve
zaten, Sedat'ın şehadeti de çok uygun bir potansiyel kitle içinde fikri ve
eylemsel planda gittikçe netleşen ve olgunlaşan bir bilinçlenme çizgisine
vurulan kafirce bir darbe değil miydi? Sedat'ın şehadetinden iki gün sonra
İslami Hareket, Sedat Yenigün için özel bir ek çıkardı. Ekte Sedat için şu
vurgularda bulunuluyordu: "O, İKO'nun beyin vazifesini görüyor, İslami
hareketin büyük yükünü omuzlarında taşıyordu."
Emperyalizm,
tevhidi bilinçlenmeden ve özellikle tevhidi bilince ulaşanların saf
bağlamasından korkar. Onun için ABD'nin varlığından ürktüğü, baş düşman ilan
ettiği, dev savaş aygıtlarıyla yöneldiği tevhidi mücadele saflarıdır. Tevhidi
mücadele safları, dirilişin habercisi, insanlığın kurtuluş ümidi ve yedi başak
veren nüvenin tohumudur.
Siz
emperyalistler ve emperyalizmin maşaları! Sizin eli kanlı katillerinizin,
işkencecilerinizin zulümleri malumdur. Ancak sizlerin darbeleri artık sadece ve
sadece mazlumların daha fazla uyanmasına vesile oluyor. Müşrik düzen tevhidi
bilinçlenmenin getirdiği saflaşmaları görüyor ve engelleyemiyor. Sizin sahte
barış, sahte mutabakat, sahte şeffaflık çağrılarınız, ancak şöhret ve statüko
düşkünü zayıf iradeli, çürük yapılı zavallılara ulaşır. Sizin tuzaklarınız bile
bizim için arınma vesilesi oluyor.
Artık
devran değişiyor. Müslümanlar bugün Kitaplarını daha fazla okuyorlar. Tüm
modernist ve gelenekçi engellemelere rağmen Türkiye'de en fazla satılan ve
okunan kitap Kur'an tercümeleridir. O Kur'an ki, insanları şirkten, uzlaşmadan,
kadercilikten ve sığınmacılıktan kurtulmanın yolunu gösteriyor. O Kitap ki,
okuyanlara insanca yaşamanın ölçüsünü, cihad ve şehadetin yolunu gösteriyor.
1960'lı, 70'li, hatta 80'li yıllardaki müslümanların yaygın kültür seviyesini
Kur'an'dan, tevhidi mücadeleden yana aşanların varlığını gördükçe artık
sevinmeli ve gelişen yükümlülüklerin sorumluluğunu sahiplenen daha azimli
çabalar içinde olmalıyız.
Ve
bilinmelidir ki, artık şehidlerimizin kanı toprağa düşen tohum değil; aydınlığa
yükselen başaktır.
Artık
sadece Sedat'lar yetişmiyor.
Artık
Sedat'lar, aradıkları doğrulara, Kitab'ın aydınlığına, doğrudan
yönelebiliyorlar.
Sedat'lar
olgunlaşıyor, tevhidi mücadele çizgisi yeniden köklerine kavuşuyor.
O
halde Sedat Yenigün'ün, son yazısında zalimlere meydan okurcasına haykırdığı
gibi sesimizi yükseltmeliyiz: "Gel ey zulüm, zulmün ta kendisi."
İslami
Hareket Engellenemez. Şehidler Ölmez.
KAYNAK:
Hamza Türkmen / Bir şahid, bir şehid: Sedat Yenigün (Haksöz Dergisi, Temmuz
1993, 28. sayı).
CEMİL MERİÇ
SEDAT YENİGÜN'Ü ANLATIYOR..
Cemil Meriç’in
Sedat Yenigün’ün şehadeti üzerine yayımlanan yazısı
Coşkun
Bir Gönüldü Sedat!
Şuurdu
Sedat, samimiyet idi, imandı. Anlamıştı ki, Babil Kulesi’ne dönen bu ülkenin
ana davası dürüst insanlar arasında bir dil meydana getirmektir. Keşmekeş önce
kelimeler dünyasında yok edilmelidir. Aynı dili konuşmayanların aynı bayrak
altında toplanmaları, aynı mukaddeslere gönül vermeleri beklenemez. Kelam,
insanın en yalçın kalesi ve eşsiz zaferlerle sağlayan silahıdır. İnsan,
hayvan-ı natık olduğu için eşref-i mahlukattır. Nutkunu kaybeden bir kalabalık,
şuurunu da kaybetmiştir. Vicdan da, iman da, tarih de, medeniyet de dile
dayanır. Dili olmayan kalabalık, kamçı karşısında susta durmaya mahkum köpekler
sürüsüdür. Sedat, konuşmasını unutan zavallı çağdaşlarına dillerini öğretmeye
çalıştı. Dillerini, yani mukaddeslerini, haysiyetlerini ve insanlıklarını.
Coşkun
bir gönüldü Sedat. Zulmün kılıcını kanının ateşinde eritecek kadar coşkun bir
gönül. İsa Peygamber zamanında yaşasa havari olurdu, Asr-ı Saadet’te bir
sahabe.
“Bin
kalb olurum da okla mecruh/Bir kalbi cerihadar eden ok olmam” beytini düstur-u
amel yapacak kadar feragat timsali idi. Ama hiçbir politika talihlisine
yalktaklanmayacak kadar mağrur ve serazattı da. Konuştuğu gibi düşündü,
düşündüğü gibi konuştu.
Sevgi
idi, ihlas idi. Asırlardan beri hasretini çektiğimiz yiğit, pervasız, içi dışı
bir, münevver. Çevresini ışığa boğmak için alev alev yandı. O iman, O şuur, O
sevgi meş’alesini söndürmeğe çalışan kanlı ve hain eller ne yaptıklarının
farkında değildirler.
Bu
satırları yazdırırken O’nun güzel yüzünü hatırlıyorum.
Dudaklarında
mahzun bir tebessüm, Ziya Paşa’nın sevdiğimiz bir beytini mırıldanıyor:
Eshab-ı
kemali çekemez nakıs olanlar/Rencide olur dide-i haffaş, ziyadan.”
Sedat’lara
acınmaz, imrenilir. Veyl kendi beynini, kendi gönlünü parçalayan, çılgın, gafil
ve şuursuz insanlara!
Cemil
Meriç, İslami Hareket, Sayı 29, Temmuz 1980
Şöyle
etrafımızdaki insanlara Sedat Yenigün kim diye sorsak kaçımız tanıyorum diyebiliriz?
Bugün Yeniden İslam Birliği'nin kurulması için Metin Yüksel'lere, Sedat
Yenigün'lere ihtiyacımız var... Onlar gibi inanmalı ve onlar gibi iman
etmeliyiz. Bu dava zor, bu dava garip... “Bizim davamız kuru bir kavga ve
cihangirlik davası değil, i’la-yı kelîmetullahdır, yani Allah’ın dinini
yüceltmekdir!” diyen Osman Gazi (r.a.)'nin torunlarına ihtiyacımız var... Haber
ediyoruz bu gidiş hayra alamet değil. Bir an önce aklımızı başımıza alalım.
Cemil Meriç gibi, Metin Yüksel gibi, Sedat Yenigün gibi, Gazze Şehidimiz Furkan
Doğan gibi mücahitlere ihtiyacımız var.
KAYNAK:
Türkiye'de İslami uyanışın önde gelen isimlerinden Şehit Sedat Yenigün kimdir?
- Cemil Meriç Sedat Yenigün'ü Anlatıyor.. (Cemil Meriç, İslami Hareket, Sayı
29, Temmuz 1980),